Mahcup mutluluk - Rengin Soysal

24 Temmuz 2012 14:38  

 

Mahcup mutluluk - Rengin Soysal

Gecenin ferah rüzgârında kulaklarımı okşayan şu saksafon sesini meğer nasıl da özlemişim.

Özlemek tuhaf bir duygu; bazen yokluğunu hissetmediğiniz bir şeyi özlemenin de mümkün olduğunu o şeye kavuşunca anlıyorsunuz.

Hayatınıza yeni giren bir sevgili gibi...

Yeni bir insanı tanımanın, ona alışmanın artık imkânsız olduğuna inanıyor, üstelik öyle de olsun istiyorsanız, birini tekrar şiddetle sevebildiğinizi, “hep varmış” gibi benimsediğinizi görmenin uyandırdığı şaşkınlığı andırıyor.

“Şaşırmak” yanlış kelime o saatten sonra...

“Alıştığına” şaşırır mı insan...

Şu an yemin edebilirim, benim için yaz gecesinin saksafon sesi demek olduğuna.

Şimdi beni geçmiş güzel yazlara götürüyor, hep unuttuğum ve işittiğim her sefer ona hasretimi hatırlatan nağmeleri saksafonun.

Yıllar var ki yaz gecelerine en çok onun sesini yakıştırıyorum.

Yıldızlı bir gecede, açık havada ne zaman duysam içim sevinçle doluyor, mutlu oluyorum.

Aynı ses, aynı melodiler, kış mevsiminde loş bir caz kulübünün atmosferinde dinlediğimde hüzün veriyor hâlbuki daima.

Her iki duyguyu da seviyorum.

“Atmosferin” duygularımıza etkisini inkâr etmek yersiz besbelli... Ama ben dış “hava” kadar içimizinkine de önem atfediyorum.

Aradığımız manevi ortamı içimizde yaratmanın erdemine.

Oruç tutmanın tam da böyle bir ibadet olduğuna inanıyorum.

Çevrede bütün “olumsuz” koşullar varken, sürerken, kendi nefsine hâkim olabilmenin değerine.

Sevdiğin yiyecekler manzaralarıyla, nefis kokularıyla iştahını uyandırırken...

Şehvetini kabartan güzellikler, kendilerini sakınmadan etrafta gezinirken...

Seni kavgaya, kötü söze kışkırtan nobranlıklar üstüne üstüne gelirken...

Yalan söylemeye adeta mecbur bırakan zorluklarla denenirken...

İşte o zamanlarda ve hepsine rağmen “hakkıyla” tutabiliyorsan orucunu, kazandığın sevap bir yana, iradenin gücünden emin olmanın yaşattığı muhteşem hazzı tadarsın.

Sana o kuvveti veren “aşkla” bahtiyar olursun.

Belki sırf bu yüzden “günaha çağıran” insanlara teşekkür etmeli, ortamın “elverişsizliğine” şükran duymalı.

“Göz görmeyince gönül katlanır” derler.

Göz görürken, gönül isterken kendini tutabilmekte marifet.

Başkalarının yaptıklarına, yaşadıklarına yasak koyarak, nefsini kontrol altına aldığını sanmak asıl büyük yanılgı, anlamalı.

O gücün yoksa kimseyi ezmemen...

Silah bulamadığın için öldürmemen...

Yakalanmaktan korktuğundan çalmaman... Makbul biri saymaya yeter mi insanı...

İbadetler, dinin özünü keşfetmenin yoludur.

Bu yol kendi” özüne” yolculuk yapma fırsatıdır.

Kendini bırakıp başkalarını “yola sokmaya” çalıştığında senin yolculuğun rayından çıkar.

Burma’da, benim varlıklarından bu münasebetle haberdar olduğum Arakan Müslümanlarını katleden Budistlere bakın.

Barışçıllığın sembolü diye kutsanan Budizm’e inananların yaptıklarından ders çıkaracak mı acaba salt söylemlere itibar eden insanlar, kitleler...

Her din barışı tavsiye eder.

Barışı geriye yalnızca “senden olanlar” kaldığında ulaşılacak bir mertebe saydığında, inandığın din hangisi olursa olsun en büyük günahkârsın ve hiçbir şey anlamamışsın demektir dininden.

Müslümanlığı geri kalmışlığın nedeni ve şiddet dini olarak görenler de bir düşünse keşke.

Tefekkür etmeden ne inançlı olunur ne de entelektüel.

Ve bir yaz gecesi, çok yakından gelen saksafon nağmelerinin yaşattığı mutluluk mahcubiyete dönüşür, uzak bir coğrafyada din adına dökülen kandan haberdar olduğunda.


rengin.soysal@gmail.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0