UTANÇ - Saadet Bekar

23 Mayıs 2008 13:32 / 1911 kez okundu!

 

Merhaba.. İzmirizmir.Net, okurlarıyla buluştuğundan bu yana Pervane’nin davetine karşılık verememenin utancına, başka bir “UTANÇ”ı ekleyerek nihayet bugün katılıyorum aranıza.. Geçen hafta “Uçan Süpürge”nin 11. kez uçtu

Uçan Süpürge, kadına yönelik gerçekleştirdiği pek çok faaliyetin yanı sıra 1998 yılından bu yana Türkiye'nin ilk kadın filmleri festivalini düzenliyor. “Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali“ adıyla kendini kabul ettiren festival bu yıl 11.kez havalandı. Ankara’da 8-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında gerçekleştirilen festivali bir ucundan yakalayabildim ve bir salondan diğerine geçerek bazen günde 5 film izledim. Duydum ki böylelerine “sinefili” diyorlarmış…



Şimdi gelelim sizlerle paylaşmak istediğim asıl “UTANÇ”a.. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde bu yıl FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği) ödülü alan İran’lı kadın yönetmenin filminin adı bu. Uç uca ekleyerek izleme şansı bulabildiğim en güzel filmlerden biri. Yönetmeninin 18 yaşında olduğunu öğrendiğimde film daha da etkileyici geldi bana.



6 yaşında bir kız çocuğunun, Baktay‘ın öyküsünu anlatıyor. Baktay, Afganistan’da dağlarda yaşayan ailelerden birinin çocuğu. Başına örttüğü örtünün gizleyemediği alnına dökülen simsiyah saçları, kalemle çizilmiş gibi çekik kara gözleri, minicik ağzı, burnu ile sevimli, masum çizgi film kahramanı gibi bir kız çocuğu. İçinde yaşadığı yoksulluk ve sefaletten, Taliban rejiminden, o coğrafyada bir kız çocuğu olmanın kendisine yüklediği sorumluluklardan ve yasaklardan habersiz bir çocuk. Yani çocuk işte.. Ve bu kız çocuğunun tek isteği okula gitmek. Film üç beş kelimeyle böyle tanımlanabilir belki. Ama bu üç beş kelimenin altını öyle bir çizmiş ki yönetmen. Öyle imgeler yerleştirmiş ki öykünün içine.



“Okula gidebilmek için önce bir defteri ve kalemi olması gerekiyor.” Çünkü komşunun oğlu Abbas öyle diyor. Abbas, Baktay’dan hepi topu bir yaş büyük. Ama okula gidiyor ve elindeki yegane okul kitabını heceleye heceleye de olsa okuyabiliyor ya, bu yüzden Baktay’ın gözünde çok önemli bir yeri var. Defter ve kalem almak kolay mı dağlarda, mağaralarda iki çul bir çaputla sefalet içinde yaşayanlar için? Hani para? Abbas bacak kadar boyuyla Baktay’ın akıl hocası olmaya pek hevesli: “Evden bir şey götür pazarda sat, paran olsun!” “Ne satayım?“ diye soruyor Baktay. “Patates sat!” cevabını alıyor. Ama evde pardon mağarada patates yok. “Yumurta da mı yok?” Bu güzel fikir işte. Yumurta var. Defter ve kalem için 4 yumurta satması gerek Baktay’ın. Düşüyor yollara. Tozlu topraklı dağlar, taşlar aşıyor. Etlerin açıkta kocaman çengellere asılı olduğu, tamirci, demirci, çerci çöpçü uzun sakallı amcaların yan yana derme çatma tezgahlarda bir şeyler üretmeye ve satmaya çalıştığı, ortalıkta pis suların aktığı, sefaletin katmer katmer kendini gösterdiği bir çarşıda iki küçük elinde dört yumurta ile dolaşıyor Baktay: “Yumurta alır mısınız ? Yumurtalar tanesi iki rupi..” Kimsenin başka bir şey almaya niyeti de parası da yok gibi. Minik minik adımlarla ortalıkta dolaşan Baktay’a koca adamlardan biri çarpıveriyor. Yumurtaların ikisi kırılıyor. Kalan iki yumurta ile ya sadece defter ya da sadece kalem alabilecek. Sonunda iki yumurta karşılığı bir defter almayı başarabiliyor. Tahminen 20 yapraklı incecik sarı bir defter. O deftere ancak bu kadar sevinebilir bir çocuk. Nasıl kıymetli… Dünyalar Baktay’ın oluyor sanki.. Defter işi tamam.. Kalem? Kalem olarak da annesinin kırmızı rujunu kullanmaya karar veriyor.



O sarı defterin, kırmızı rujun ve Baktay’ın başına “okul“ sevdası yüzünden neler geliyor neler.. Uzun maceralardan sonra bir okul buluyor. Ama “sen kızsın, kızlar sınıfına git!” diyerek ders izlemesine izin vermiyorlar. Peki kızlar sınıfı nerde? “Dereyi geçince!” Okul yolu zor, zahmetli.. Okul yolunda savaş oyunları oynayan erkek çocukları var. Okula gitmek istediği için onu çukura gömüp taşlamak isteyen, defterini elinden alıp yırtıp parçalayan erkek çocukları.. Çok engelli, çetin bir yol okul yolu.. Başına gelen onca şeyi ağlamadan, korkmadan çocuksu bir merakla karşılıyor ve okula gitme kararından hiç vazgeçmiyor Baktay.



Masal gibi izlenen bir film. Ya da çizgi film desem daha mı doğru olur? O kadar yalın, hiç bir fazlalık yok. Son derece gerçekçi ama abartısız. Yoksulluk, sefalet, savaş, adaletsizlik tüm bunların içinde bir de kadın olmak hepsini ikiye, dörde, beşe katlıyor.



Filmin son sahnesi çok etkileyici.. Erkek çocuklarının çocuk elleriyle açtıkları çukura gömüp taşlamak istedikleri Baktay, bir yolunu bulup kaçıyor çocuklardan. Çocukların ellerinde tahtadan tüfekler. Üstlerinden Amerikan savaş uçakları geçiyor gürültüyle.. Çocuklar daha bir coşarak koşuyor Baktay’ın peşinden. Bir yandan da ağızlarından makinalı tüfek sesleri çıkartıyorlar. ”Ciuv ciuv ciuv!” Peşini bırakmıyorlar. Harman savuran büyüklerin yanına koşuyor Baktay. Kurtarsınlar diye bekliyor. Büyükler: “gidin başka tarafta oynayın, ayağımıza dolaşmayın!” diyorlar. Arkadaşı Abbas yetişiyor imdada ve bağırıyor: “Baktay, öl. Ölmezsen kurtulamazsın ellerinden. Öl Baktay!” Harman yerinde uçuşan saplar samanlar ve Baktay’ın masum yüzü perdede.. Çekik kara gözleri kararsız.. Sağına soluna bakıyor bir an. Sonra yalancıktan yere düşüyor ölmüş gibi.. Üstüne samanlar yağıyor.



“Bir heykel bile bütün bu şiddetten, insafsızlıktan ve bunların getirdiği çöküşten utanırdı.“



Bu sözler filmin yönetmeni Hana Makhmalbaf‘ın babasına ait. Hana, babasının bu sözünden yola çıkarak filmine “Buddha Collapsed Out Of Shame“ adını vermiş. Devasa bir Buda heykeli parçalanıyor ve ortalık toza dumana boğuluyor. Film işte böyle başlıyor.



Festival filmlerini bulup izlemek pek mümkün olmaz çoğu zaman. Bir yerlerde, bir şekilde karşınıza çıkarsa ısrarla öneririm “UTANÇ”ı izlemenizi.



Saadet Bekar

23 Mayıs 2008



 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.