Sivil diktatörlükler ve Yandaþ Faþizmi: AKP iktidarýnýn dönüþümü - Metin Þenergüç

29 Ekim 2013 21:39 / 1383 kez okundu!

 


Kavramlar temsil ettikleri eylemi artýk tanýmlayamaz duruma gelince, diðer bir deyiþle, bir eylemin baðlamý ve içeriði onu tanýmlayan kavramý aþtýysa sözkonusu kavramý artýk gözden geçirmenin zamaný gelmiþtir. Eylemi ortaya çýkaran insan davranýþlarý organik bir karakter taþýrken onlarý tanýmlayan kavramlar statiktir. Bu anlamda, kavramlarýn deðiþebilmesi için de insan müdahalesine ihtiyaç vardýr. Eylemi doðuran davranýþlardan farklý olarak yeni tanýmlamalarýn ortaya çýkmasý her zaman bilinçli bir çabayý gerektirir. Ancak insan, deðiþtirdiði eylemine artýk uymayan kavramý yeniden anlamdýrýr ve isimlendirir, ki bu da bir eylem biçimidir.

Ýçeriði, anlam ve kapsamý ‘demokrasi’ sözcüðü kadar eski ve deðiþken baþka bir kavram var mýdýr bilmiyorum. Düþünsel doðuþu 2500 yýlý aþmasýna ve günümüzde en yaygýn yönetim þekli olmasýna raðmen herkesin üzerinde anlaþabileceði bir demokrasi tanýmý yapmak kolay deðildir. Zaman, coðrafya ve kültürel farklýlýklara göre farklý biçimler alan demokrasi hakkýnda ne içerik, ne de iþleyiþ üzerinde bir konsensusa varmak hala mümkün görünmüyor.

Demokrasilerde son yýllarda giderek daha sýk iþleyiþin, içeriði belirlemeye baþladýðýný gözlemliyoruz. Hatta bu noktadan, (iþleyiþin demokratik yöntemlerle yerine getirildiði argümaný. ör: hak ve özgürlükleri ortadan kaldýran bir yasanýn demokratik oylama ile geçmesi nedeniyle demokratik olduðunu ileri sürme.) demokratik hak ve özgürlüklerin kýsýtlanmasýna, demokrasinin içinin tamamen boþaltýlmasýna tanýk oluyoruz. Bu sorunsalý en basit þekilde þu soruyla formüle edebiliriz: Demokrasi, bir süreç mi, yoksa bir sonuç mudur?

Süreçtir yanýtýný verenler, sadece özgür ve adil seçimlerin varlýðýný yeterli bulmayan, demokratik deðerlerin, bireysel özgürlüklerin toplumda yerleþmesi için kurumsal ve kültürel temellerin atýlmasý ve bunlarýn güvenliðinin alýnmasý gerektiðini vurgular. Seçimleri bir son deðil baþlangýç olarak görür. Ýþleyiþin sonucuna aðýrlýk verenler ise, özgür ve adil seçimlerin yapýlmasýný yeterli bulur. Onlara göre halk sandýk baþýnda seçimini yapmýþtýr, ondan sonra seçilenler halký temsilen, onlarýn adýna, seçildikleri süre içinde istediklerini yapabilirler. Demokrasiyi sandýða indirgeyenler için süreç gayet basittir; vatandaþ oyunu kullanýr, yerel milletvekilini seçer; milletvekilinin ait olduðu partinin hükümet olmasýyla baþbakan da seçilmiþ olur. Baþbakan sonra bakanlarýný, bürokratlarýný belirler, konsoloslarýný atar. Kýsaca, oy veren bireyi sadece ülke içinde deðil, global olarak temsil eden herkesi belirler. Bu süreçte sorun, baþta yerel milletvekilinizi seçerken oy pusulasýna attýðýnýz ‘çarpý iþareti’nin, ki bu temsili olarak verdiðiniz ‘onay’dýr, diðer yönetim kadrolarýnýn atanmasýyla birlikte, fotokopinin, fotokopisinde olduðu gibi, giderek soluklaþmasýdýr.

MÖ 427 yýlýnda Atina halký demokratik olarak verdikleri oylarla, Sparta ile savaþ sýrasýnda taraf deðiþtirdikleri için Lesbos (Midilli) adasýndaki Mytilene kasabasýnýn tüm yetiþkin erkeklerini öldürme, kadýn ve çocuklarýn da köle olarak satýlmasý kararýný vermiþti. Neyseki ertesi gün bu kararýn çok aðýr olduðunu düþünmeye baþlayan þehir halký tekrar toplanarak kararý bozar ve kararýn infazý için yola çýkan komutan zamanýnda durdurulur. Bir katliam eþiðinden dönülmüþtür. Gerçekte bu tarihten sonra da, sadece özgür seçimlerin demokrasiyi garantilemediðine dair çok sayýda acý deneyimlerle yaþanmýþ örnekler var.

Özellikle son yýllarda tarih bunu bize sýk sýk hatýrlatýr oldu. Seçimlerin muhakkak gerekli olduðuna þüphe olmamasýna raðmen baðýmsýz hukuk ve adalet sistemi, özgür basýn, azýnlýklar ve farklý sosyal gruplara karþý hoþgörünün olmadýðý ve bu gruplarýn haklarýnýn güvence altýna alýnmadýðý, anayasa ve diðer yasama, yürütme belgeleri üzerinde, saðlama ve baðýmsýz kontrol mekanizmalarýnýn olmadýðý yönetimlerin demokrasiden hýzla uzaklaþtýðýna tanýk oluyoruz. Üstelik Afrika veya Asyanýn bir köþesinde kalmýþ az geliþmiþ ülkeler deðil bunlar. Avrupanýn göbeðinde hatta AB üyesi ülkeler arasýnda bile seçimin meþruiyetini yeterli bulan sivil diktatörlüklerin ortaya çýktýðýný görüyoruz. Rusya’da Putin, ‘tek adam’ yönetimlerine ilk örnek olarak verilir, ancak baþta Türkiye’de Recep Tayyip Erdoðan’ýn AKP hükümeti, Macaristan’da Viktor Orban, Romanya’da Viktor Ponta ve Çek Cumhuriyetleri’nde Milos Zeman baþkanlýðýnda son yýllarda iktidara gelen hükümetlerin benzer yollarý izleyerek demokrasilerin meþru zeminleri üzerinde baský ve þiddet rejimleri kurduklarýna tanýk olduk. Bu ülkelerde iktidara gelen hükümetlerin, tarihsel ve kültürel farklýlýklar içermesine raðmen yöntemlerindeki benzerlikler ve vardýklarý nokta, bizi bu eðilimi tanýmlamaya ve genel politik sonuçlar çýkarmaya zorluyor.

Seçimle ikitidara gelen politik partilerin diktatörlüklere doðru giden yolda izlenen uygulamalar baþlýklarýyla þöyle özetlenebilir: Seçimleri kazanmayý halkýn kendisine verdiði mutlak yetki olarak görüp, kendi (yandaþ) politik gündemini tüm ülkeye dayatma; parlamentoyu pratik olarak iþlevsiz kýlma; politik gücü yasalarla tek elde toplama; kendine oy vermeyenleri ötekileþtirme, muhalefeti ezme; basýn üzerinde baský kurarak tek sesli bir medya yaratma; yasalar ve anayasayý çýkarlarý doðrultusunda yeniden yazma; ekonomiyi akraba, tanýdýk ve parti çevresindeki yandaþlarýn etrafýnda yeniden yapýlandýrma, adeta bir ‘yandaþ ekonomisi’ yaratma; muhalif iþ yerlerini vergi kontrolleriyle tehdit etme; ülke sorunlarý bir yumak haline gelmiþken boþ ve gereksiz gösteriþli mega projeler planlama...

Þüphesiz bu ülkelerin demokrasi kültürü ve tarihsel deneyimleri bu diktatörlerin nereye kadar demokrasiden uzaklaþabileceklerini belirlerken, ortaya çýkan rejimler de, iktidar çevresinde odaklanan ‘yandaþ’ kesimin karakterine (sosyal, kültürel yapýsý ve ekonomik iliþkilerinin karakterize ettiði) göre bir þekil alýyor. AKP hükümeti ve baþbakan Erdoðan bu anlamda paradigmasal bir örnektir. Ekonomik ve politik hegemonyaya toplum mühendisliðini de eklemleyen AKP iktidarý, kendine baðlý yeni bir nesil yetiþtirme hedefiyle kalýcý bir proje peþindedir. Ýþte AKP iktidarýný diðer ülkelerdeki örneklerinden ayýran temel özellik burada; kültürün, iktidarlarýn bakýþ açýsýna göre yaþamsal önemde olduðunu bilmelerindedir. Ýrlandalý yazar ve kültür kuramlarý uzmaný Terry Eagleton’ýn bir yazýsýnda vurguladýðý gibi, günümüzde kültür sadece sonatlar ve yaylý sazlar dörtlüsü deðil, tarih, köken, dil, akrabalýk ve kimlik anlamýna da gelir. Ýnsanlarýn gündelik alýþkanlýklarý ve inançlarýna iktidarý yerleþtiren, doðal ve kaçýnýlmaz görünmesini saðlayan, anlýk refleksler ve yanýtlar haline getiren kültürdür. Eðer otorite insanlarýn deneyimi ve kimliðinin kökenleriyle kendini örtüþtürmezse, fazla soyut kalacak ve insanlarýn sadakatini kazanmaktan uzaklaþacaktýr. Bu baðlýlýðý teminat altýna almak için iktidar, gündelik hayatýn görünmeyen bir unsuru haline gelmelidir. Bu da kültürle olur.

AKP iktidarýný diðer örneklerden ayýran diðer bir özellik de, yukarýda sayýlan ülkelerde Türkiye’de olduðu gibi etnik ve dinsel temelde derin yarýklarýn olmamasýdýr. Kürt halkýnýn politik , sosyal ve kültürel haklarý için onlarca yýldýr verdiði savaþým ve bu baðlamda PKK’nýn verdiði silahlý mücadele, son yýllarda Türkiye genelinde sosyal adalet, hak ve özgürlükler gibi sorunlarý kilitleyen bir faktör konumuna getirmiþti. Bu durum AKP iktidarýnýn siyaseti, kültür ve kimlikler üzerinden yeniden yapýlandýrmasýnda elini güçlendirdi. Kürt sorununa kendi politik gündemine hizmet ettiði noktalarda yaklaþmasý, Kürt ve Alevi politikacýlarla siyasi diyaloðu pazarlýklar temelinde yürütmesi, ancak kendi çýkarlarýna hizmet etmesi durumunda hak ve özgürlük sözleri vermesi AKP iktidarýnýn ‘yandaþ siyaseti’nin baþka bir örneðidir.

AKP’nin benzer politik oyunlarýnýn son örneði de, aylarca kapalý kapýlar arkasýnda gizli tartýþýldýktan sonra son günlerde açýlan sözde ‘demokrasi paketi’dir. Beklenildiði gibi içinden Türk ve sunni yönetim ve toplumsal parametrelerinin belirlediði, yandaþ kitlenin ihtiyaçlarýna hitap eden reformlar çýktý. Farklý bir durum da beklenemezdi. Bu, katý bir AKP karþýtý pozisyondan bakýldýðý için deðil, demokratik olduðu iddia edilen sürecin iþleyiþi ile ilgilidir. Gerçekten demokrasiyle ilgili olsaydý bu ‘paket’, açýk ve þeffaf bir þekilde tartýþýlýr, toplumun her kesiminin görüþleri alýnýrdý. Þüphesiz AKP iktidarýný böylesine hayasýz yapan dayandýðý kitleden aldýðý destektir.

Yandaþ Faþizmin toplumsal tabaný ve ‘yandaþ birey’

Seçimle iþbaþýna gelen bu hükümetlerin en önemli dayanaðýnýn, meþruiyet üzerinden gerekçelendirdikleri baskýcý rejim ve pay almalarý imkaný sunularak rejime entegre edilen yandaþ kesim olduðu görüyoruz.

Ýlk önce semantik olarak ‘yandaþ’ kavramýna bakarsak; ‘Yandaþ’ kavramý burada sadece birbirini tanýyan insanlarýn eylemine iþaret eden topluluk deðildir. Burada belirleyici olan ‘çýkar ortaklýðý’dýr. Çýkar ortaklýðý, özellikle iþ yaþamýnda doðal, hatta gerekli görülebilir. Ne ki, buradaki fark, yandaþlýk iliþkisinin ekonomik iliþkiler dýþýnda, sosyal ve kültürel boyutlarda da sürmesidir. Hýristiyan Amerikalý bir iþ insanýnýn, Budist Çinli bir iþ insanýyla çýkar iliþkisi olabilir. Ancak bu ikisinin iþ alaný dýþýnda sosyal, kültürel yaþamlarýný da paylaþma beklentisi olacaðý ve bu ortaklýðý toplumu yeniden yapýlandýrmanýn bir aracý olarak göreceði anlamýna gelmez. Oysa AKP iktidarýnýn yarattýðý ‘yandaþ’lýk böyle siyasi bir birlikteliktir. Ýtalya’da Berlesconi liderliðinde geçmiþ yýllarda kurulan hükümetlerin benzerliðine raðmen onlarý AKP hükümetinden ayýran yine bu özelliðidir. Bu yanýyla en yakýn örnek olarak Mýsýr’da kýsa bir süre iktidarda kalan Müslüman Kardeþler hükümetini gösterilebilir.

AKP iktidarýnýn yandaþ faþizmine dönüþmesinin önünü açan diðer bir etmen ise, onun politik bir parti olarak karakteridir. Siyasi tarihte her zaman sýnýflar kendi ideolojileri temelinde politikalarýný belirlemiþti. Sýnýfsal bir kimliði olmayan yandaþ kitle, baþta yerel yönetimlerin çevresinde, devletle toplum arasýnda bir sosyal katman olarak belirdi ve Ýslamýn siyasallaþmasýyla giderek güçlenerek AKP içinde siyasi bir aktöre dönüþtü. Bu karakteriyle toplumsal bir karþýlýðý olmayan AKP’nin belli bir toplumsal projesi de yoktur. Bir tür intikam partisi olarak kitleleri kucaklayan AKP, kendini ‘Muhafazakar demokrat bir parti’ olarak tanýmlamasýna raðmen, gerçekte tanýmladýðý muhafazakarlýðýn içeriði islami unsurlarýn dýþýnda baþka bir olguyu kapsamamaktadýr. Mazlum tipoliojisi çerçevesinde yarattýðý söylemi ve dinsel cemaat kimliðiyle üzerinde oturduðu ana tabaný, tarikatlar ve büyük þehir varoþlarýnda kümelenmiþ, göçmen, yoksul ve kimliksiz lümpen kesimdir. Din, sosyal ve kültürel anlamda toplumu yeniden yapýlandýrmanýn ana unsurudur. Bu yapýsýyla AKP, politik bir partiden çok bir ‘proje’yi çaðrýþtýrmaktadýr.

Bu tür ortaklýklara baþka örnekler ararsak, mikro-sosyolojik düzeyde mafya ailelerin iliþkilerinde bulabiliriz benzer yandaþ ruh halini. Mafya örgütlenmelerinde, aile içinde çok sýký bir dayanýþma geleneði varken, bunun dýþýnda herkes potansiyel bir düþmandýr. Aile dýþýnda bazen rantý yükseltmek amacýyla kurulan iliþkiler, sýnýrlý ve kontrollü olur, ve asýl amaç, süreç içinde onu asimile etmek, ele geçirmek, yok etmek ya da içinde eritmektir. Bu baðlamda, aileyi bir arada tutan sosyal ve kültürel baðlarýn dýþýnda ‘tutkal’, gerçekte ‘suç ortaklýðý’ndan baþka bir þey deðildir. Mafya örneðinde olduðu gibi, politik iktidar da, vatandaþý rejime katýlmaya ve rejimin yaðmasýndan pay almaya çaðýrmaktadýr. Rejimin yaðmasýndan gelen payýn karþýlýðýný verdiði destekle (“demokratik” olarak kullandýðý oyla) geri ödeyen vatandaþ artýk ‘aile’nin bir üyesi, bu anlamýyla “suç ortaðý” durumuna gelir. Ulusu ve devleti bir aile ve cemaat olarak yeniden yapýlandýran AKP iktidarýnýn gücü buradan gelmesine ramen, paradoksal olarak, zayýf noktasý da burasýdýr; aileden kopuþlar her zaman olabilir, çýkarlar çatýþabilir ve ‘aile sýrlarý’ dýþarý sýzabilir. Ýþte bu yandaþ faþizmin sürekli kabusudur, tam da bu nedenle giderek baskýsýný artýrmak zorunda kalýr. Bu karakteri nedeniyle, yandaþ faþizminde baský ve þiddet, klasik faþizmden farklý olarak antropolojik (etnik köken ve ten rengi üzerinden) bir ayrýmcýlýk üzerinde deðil, çýkar çatýþmasý temelinde ortaya çýkan bir fay hattýdýr.

Yandaþ kitleyi birbirine baðlayan diðer bir etmense, dünyada ve Türkiye’de izlenen neo-liberal ekonomi-politikalarýn yoðurarak þekil verdiði bireyin karakteridir. Kendisine raðmen her þeyi kabul etmeye hazýr, her þeyle uzlaþýk görünen, toplumsal düþleri, umutlarý olmayan çýkarcý ve bencil bireydir bu. Küreselleþme olarak kýsaca tanýmladýðýmýz süreç AKP iktidarý ile birlikte baþlamamýþtýr, yine de onun rahme düþtüðü 12 Eylül 1980 faþist darbesi sonrasý Turgut Özal baþkanlýðýnda kurulan ANAP hükümeti zamanýnda Türkiye’de yürürlüðe giren politikalarla þekillenip palazlanan bireydir bu. Özellikle 1990’lý yýllarda ortaya çýkan politik atmosferin, sosyal devletin erimeye baþlamasý, vatandaþýn eðitim, saðlýk, iþ bulma, sosyal sigorta konularýnda güvenliðini giderek yitirmeye baþlamasýnýn yarattýðý belirsizlik ve güvensizlik ortamý bireyi içine döndürmüþtür. Sosyal devletin geriletilmesinin tezahürleri Batýda sivil toplum örgütlerinin sosyal hayata girmesiyle kendini gösterirken, modernite bilincine sahip olmayan, siyasi kurum ve bilincini oluþturmamýþ Türkiye’de dinsel örgütlenmeler ve tarikatlarýn çoðalmasýyla kendini göstermiþtir. Ýslamýn geleneksel olarak tarikatlar yoluyla yaþama geçirdiði dayanýþma modeli bir anlamda sosyal devletin yerini almýþtýr. Ýþte bu politik ortam içinde ortaya çýkan birey iktidarýn öznesi olmuþtur.

Sosyalist sistemin çökmesi ardýndan solun ideolojik gerilemesi ve psikolojik yýlgýnlýðý sol içinde bazý unsurlarýn da AKP’nin bu projesine destek vermesini getirmiþtir. Nicelik olarak bir etkisi olmasa da AKP projesine verdiði kuramsal destekle sol, bir yandan AKP iktidarýnýn yüzündeki liberal maskeyi renklendiriken diðer yandan da, solun kendi içinde alternatif politikalar üretmesinin önünde engeller yaratmýþtýr. Sol, ideolojik, sosyal ve kültürel hiç bir ortak paydasý olmayan, hatta onu ortadan kaldýrmaya çalýþan bir ‘ailenin’ aktif bir üyesi durumuna gelmiþtir. Evet, özellikle 2010 Referandumu sonrasý solun bu kesimi kültürün sadece Figaro’nun Düðünü ve Sistine Þapeli’nin tavaný olmadýðýný ve AKP iktidarýnýn askeri vesayeti demokrasinin deðil, kendi iktidarý önünde bir engel olarak gördüðünü anlamýþtýr. Ne ki, bu süreçte faþizme karþý düþünsel muhalefetin ana kaynaklarýndan biri dumura uðramýþtýr.

Demokratik süreçle gelen ‘darbe sabah’larý ve
Yandaþ Faþizmin ortaya çýkýþý

Dünyanýn neresinde olursa olsun darbelerin benzer karakterleri vardýr. Askeri ya da sivil, belli bir prosedürü izlerler. Sýký yönetim ilan edilir, parlamento askýya alýnýr ya da kapatýlýr; basýn üzerinde sansür uygulanýr, muhalifler tutuklanýr, sosyal kýsýtlamalar getirilir. Bu politik ortam daha darbe sabahýndan itibaren her alanda hissedilir ve hayata geçirilir. Demokrasiye inananlar için bu tür bir darbeye karþý çýkma konusunda bir tereddüt olmaz. Ancak seçimle, meþru olarak iktidara gelmiþ bir hükümetin yýllara yayýlmýþ bir zaman dilimi içinde, adeta yavaþ çekim bir film gibi, uygulamaya koyduðu karar ve yasalarla ‘darbe sabahý’na ulaþmasýný politik olarak tanýmlamak o kadar kolay deðildir. Otoriter rejimlerin, seçimle meþruiyetini kazanmamýþ, gücünü þiddet ve baskýdan alan sistemler olarak tanýmlanmasý konusunda bir tereddüt yaþamazken, seçim meþruiyeti ardýna saklanmýþ, muhalefete karþý baský ve þiddet uygulayan iktidarlarý tanýmlayan kavramlarý telefuz etmek konusunda çekimser görünüyoruz.

Ýtalyan düþünür, yazar, kültür teorileri uzmaný Umberto Eco, Ebedi Faþizm (* Ur-Facism ya da Eternal Facism) olarak tanýmladýðý faþizmin genel özelliklerini saydýktan sonra, bu özelliklerin, her duruma, her koþulda uygulanabilecek bir sisteme dönüþtürülmesinin zor olduðunu hatýrlatýyor. Diðer yandan da, bu özelliklerden birinin bile ortaya çýkmasý durumunda, faþizmin bu özellik etrafýnda pýhtýlaþarak, giderek iktidarý faþist bir karaktere dönüþtürebileceðinin altýný çiziyor.

Evet, tarihsel olarak demokrasiler çok yol aldý. Atina demokrasisinde meþru olarak köle sahibi olabilirdiniz, kadýnlar politik yaþamda yoktu, ancak anne ve babasý Atina’da doðmuþ olanlar vatandaþ olabiliyordu, sanatçý ve zanaatkarlar ikinci sýnýf vatandaþtý. Bugün bu haklar yasalarla güvence alýnmýþtýr. Yine de uygulamaya baktýðýmýzda, meþru seçilmiþ olmak kisvesi altýnda Atina demokrasisine doðru bir geri dönüþ hissediliyor. Nasýl ki Antik dünyanýn Atina’sýndan beri demokrasilerden beklentilerimiz yükseldiyse, otoriter rejimleri tanýma ve tanýmlama konusunda da tekrar düþünmemiz gerekmiyor mu? Bugün eðer ayrýmcý davranýþlar çok sayýda ülkede yasalarla belirlenmiþ suçsa, toplumun belli bir kesimi üzerinde kurulmuþ baskýlarý sadece var olan demokrasinin bir iþleyiþ sorunu olarak açýklamamýz da mümkün müdür?

Eco bu soruya, Avusturya-Britanyalý, mantýk, matematik ve dil alanlarýnda filozof Wittgenstein’ýn ‘aile benzerliði’ adýný verdiði formülle yaklaþýyor:

1) abc 2) bcd 3) cde 4) def

Bu formülde her rakamý politik bir grup olarak sayalým ve harfleri her grubu temsil eden özellikler olarak kabul edelim. Böylece grup 1’in özellikleri ‘abc’, grup 2’nin özellikleri ‘bcd’ vb. olacaktýr. Bu formüle göre, grup 1 ve 2’nin iki özelliði (b ve c) ayný olduðu için benzer olacaktýr. Ayný nedenle, grup 3, grup 2 ile (ortak özellikleri ‘c’dir) ve 4. grupla 3. grup benzerlik taþýr. Burada 3. grubun 1. grupla benzerliðine de dikkat edin. (c ortak özelliktir) Ancak en dikkat þekici olan 4. gruptur. Þüphesiz 3. ve 2. grupla, ortak özelliklerinden birisi (d) itibarýyla benzerlik taþýmaktadýr. Ancak 1. grupla ortak bir özelliði yoktur. Grup 1 ve grup 4 giderek azalan özellikler içermesine raðmen, geçiþsel olarak bir ‘aile benzerliði’ taþýmaktadýr.

Bu formülden yola çýkarak faþizm kavramýný tanýmlayan özelliklerden birinin ortadan kalkmasýnýn politik bir iktidar anlamýnda faþizmin de ortadan kalktýðýný ileri sürmenin imkansýz ve tehlikeli olduðuna dikkat çekiyor Eco. Örneðin, faþizmden emperyalist özelliðini çýkarsak bile önümüzde hala Franko ve Salazar faþizmi vardýr. Veya sömürgeci özelliðini çýkaralým faþizm tanýmýndan; yine önümüzde Balkan faþizmi vardýr. Ýtalyan faþizminde anti-kapitalist Ezra Pound örneði de yine, faþizmi tanýmak için muhakkak daha önce görülmüþ tüm özelliklerinin aynen yerinde olup olmadýðýna bakmanýn ve buna göre bir teþhis koymanýn yanýltýcý olabileceðini göstermektedir.

Faþizm denilince genelde akla Naziler, 1930’lar sonrasý Almanya, etnik bir grup ya da gruplarýn aþaðý derecede insan olarak ilan edilmesi, gaz odalarý vb. akla gelir. Faþizmin farklý tarihsel konjoktürde ayný þekilde yeniden ortaya çýkmasý beklenemez. Örneðin, antropolojik temelde ýrkçýlýk, pratik yaþamda bazý alanlarda hala varlýðýný sürdürse de bugün artýk politik program olarak en saðda görülen partilerin bile dile getiremediði, yasalarla yasaklanmýþ bir söylem olmuþtur. Ýngiltere’de BNP, UKÝP, EDL gibi, yönetici kadrolarýnýn ýrkçý düþünceleri defalarca gizli kameralara yakalanmýþ, belgeleriyle kanýtlanmýþ olan partilerin bile bunu açýktan dile getirmeleri, politik programlarýna almalarý imkansýzdýr. Bu baðlamda, günümüz konjoktüründe otoriter rejimlerin, özellikle bizim örneðimizde AKP iktidarýnýn yeniden tanýmlanmasý artýk dille ilgili semantik bir sorun deðil, yaþamsal politik bir ihtiyaçtýr.

Nasil ki bir gecede yapýlmýþ darbelerin ortak özellikleri varsa, Yandaþ Faþizm’inde oluþmasýnda özgün eðilimler görülüyor. Sýrasýyla olmasa da, (hatta aþaðýda sýralanan sürecin bazý noktalarda iç içe geçtiði, birbirini tamamladýðý ve güçlendirdiði göz önüne alýnmalýdýr) AKP hükümetinin devlet ve toplumsal yapýyý yeniden düzenlenme projesinin yapý taþlarýný belirlemeye çalýþalým.

1. Hukuk ve adalet sistemi askýya alýnýr. Yasama, yürütme ve yargý tek elde toplanýr.
Özellikle 2010 referandumundan sonra yürürlüðe giren yasalarla birlikte hakim ve savcýlarýn hükümetin bir hukuk aparatýna dönüþtürülmesi, muhalefeti sindirmek için kurulan özel yetkili mahkemelerde, düzmece belgelerle insanlarýn tutuklanmasý, hatta sahte olduðu kanýtlanmýþ belgeler üzerinden hüküm verilerek ceza kesilmesi; baþbakanýn bir sözünden savcýlarýn görev çýkarýp iddanameler hazýrlamasý, hükme varmalarý ve ceza kesmeleri; mahkeme prosedürlerinin gizli yürütülmesi, ‘gizli tanýk’lýðýn, adeta adalet sisteminin üç ayaðýna (Hakim-savcý-savunma) ek bir müesseseye dönüþtürülmesi; danýþtay, yargýtay gibi temel hukuk organlarýna atamalarý baþbakanlýðýn insiyatifi altýna alan yasalarýn çýkarýlmasý ve buralara yandaþlarýn atanmasý; kýsaca, hukuk ve adalet sisteminin iktidar partisinin iktidarýný kalýcýlaþtýrmak için kullandýðý bir araca dönüþtürmesi.

2. Özel cezaevleri kurulur. Faþist iktidarlar evrensel hukuk sistemi dýþýnda “yasal adacýk”lar (bunu yasalarýn ulaþamadýðý alanlar anlayýn) yaratmayý sever. 1920’ler ve 30’larda Ýtalya ve Almanya’da; 70’lerde Güney Amerika ülkelerinde ABD destekli darbeler sonrasý demokrasi yanlýlarýnýn gönderildiði cezaevleri veya George Bush döneminde kurulan ‘Guantanamo’ gibi, Türkiye’de de Silivri yaratýldý. Ergenekon davasý tutuklularýnýn gönderilmeye baþlanmasýyla birlikte duyduðumuz Silivri daha sonra gazeteci, aydýn, sanatçý, bilim adamý yani muhalif kimliði olan herkesle doldu. Hitler Almanyasýnda Anti-Nazi papaz Martin Niemöller’in, “Naziler komünistleri götürdüklerinde sustum. Çünkü ben komünist deðildim. Sendikacýlarý götürdüklerinde sustum. Ben sendikacý da deðildim. Sosyalistleri içeri aldýklarýnda sesimi çýkarmadým. Ben sosyalist deðildim. Yahudileri tutukladýklarýnda sustum. Çünkü ben yahudi deðildim. Beni götürdüklerinde, geride artýk protesto edebilecek kimse kalmamýþtý.” sözleri sürekli kulaklarýmýzý çýnlatýr oldu.

3. Korkunç bir iç ve dýþ düþman yaratýlýr. AKP iktidara geldiði günden beri, gizli güçlerin Türkiye’deki müslümanlar üzerinde cumhuriyet tarihi boyunca süren baskýlarýna son vereceði argümanýyla, insanlarý dinin bulanýk sularýna çekmeye çalýþtý. Derin devlet, Ergenekon gibi aparatlarýn olmadýðýný savunmuyorum, Batýda gizli örgütlenmesi olmayan tek bir devlet yoktur. Ancak, bugün geldiðimiz noktadan geriye baktýðýmýzda, AKP iktidarýnýn bu gizli örgüt, ‘iç düþman’ hakkýnda kullandýðý dili, ortaya çýkardýðý “delil”leri, artýk traji-komik olarak görülen bahanelerle insanlarýn tutuklanmasýna göz attýðýmýzda hepsinin küçük birer ‘Reichstag Yangýný’ olaylarý olduðunu görebiliyoruz. (Bülent Arýnç’a suikast giriþimi ve bunu takip eden olaylarda yaþadýðýmýz gibi.) Gezi olaylarýnda ise bu uygulama tipik bir ton aldý. “Dýþ mihraklarýn”, “faiz lobileri”nin kýþkýrttýðý ve desteklediði öne sürülen “çapulcular” halk düþmaný ilan edildi.

4. Yandaþ unsurlardan oluþan kontr-gruplar kurulur. 1930’larda Ýtalya’da ‘Siyah Gömlekliler’ kýrsal bölgelerde grup halinde komünist avýna çýkardý. ‘Kahverengi Gömlekliler’ terör estiriyordu tüm Almanya’da. Gezi olaylarýnda da ‘AK Gömlekli’ palalý AKP iktidarýnýn ikonu oldu. Aynen siyah ve kahverengi gömlekliler gibi, polisin yanýnda, onun korumasý altýnda demokratik hakkýný kullanan insanlara saldýrdý, yasalardan muaf tutuldu. Yakýn bir zaman önce de, Gezi olaylarýnda aktif rol alan futbol taraftarlarý cezalandýrýlmak için sözde Beþiktaþ taraftarlarý arasýnda kurulan ‘1453 Kartallarý’ çýktý ortaya. Polis örgütü, yandaþ faþizmin koruma muhafýzlarýna dönüþtü. Polis þiddeti ödüllendirildi. Polis, bizzat baþbakan tarafýndan kahraman ilan edildi.

5.Toplum BBG (Big Brother) örneðinde olduðu gibi yeniden yapýlandýrýlýr. Diktatörlerin saplantýsýdýr, muhalefetin, politikacýlarýn, sýradan insanlarýn hatta kendi partisi içindeki üyelerin bile ne yaptýklarýný bilmek isterler. Türkiye bir ‘böcek’ istilasýna uðradý son yýllarda. AKP iktidarý bunu saklama ihtiyacý bile hissetmiyor artýk. Bakanlardan biri açýkça, “yýllarca onlar bizi dinledi, þimdi biz onlarý dinliyoruz ve fiþliyoruz” diyebiliyor. Telefonlar dinleniyor, internet üzerindeki sosyal aðlar, sýk sýk sansürleniyor, kapatýlýyor, eriþimi sýnýrlandýrýlýyor, arkadaþlar arasýndaki sýradan sohbetler bile delil olarak gösterilip insanlar tutuklanabiliyor.

6. Basýn kontrol altýna alýnýr. Teknolojik geliþmelerle birlikte çaðdaþ dünyada basýnýn önemi, “Kitle iletiþim araçlarýný ele geçiren, iktidarý alýr” sözünde basitçe anlamýný buldu. Kamu oyunu etkileme aracý olarak ‘kitle imha’ ya da yeniden yapýlandýrma ‘silahý’na dönüþtü kitle iletiþim araçlarý. Sadece istatistik veriler bile AKP iktidarýnýn gazeteciler ve basýn üzerindeki baskýsýný göstermeye yetiyor. Tutuklu gazeteci sayýsýnda dünya birinciliði, gerçekte Türkiye’de gazeteciliðin ne kadar zor bir meslek olduðunu yine de tam olarak anlatmýyor. Gün geçmiyor ki, baþka bir gazeteci yazdýklarýndan –hatta giysilerinden- dolayý, baþbakan veya bakanlarýndan biri tarafýndan tehdit edilmesin, iþten atýlmasýn ya da hakkýnda yasal iþlem baþlatýlmasýn. Bugün Türkiye’de gazeteciler önünde seçenek açýktýr; ya iktidarý destekleyecek ya da iþten atýlma hatta tutuklanmayla karþý karþýya kalacaktýr.

Irak savaþý sýrasýnda ABD ve Ýngiliz ordularýnýn vahþetini gizlemek, bilgi kirlenmesi yaratmak için, gazeteciler göreve çýkan askerlerin yanýna verilir, askerlerin yakýn korumasý altýnda ancak onlarýn izin verdiði olaylarý haber yapardý. Buna atfen ‘Yerleþik gazetecilik’ kavramý o zaman çýkmýþtý. Türkiye’de AKP iktidarýyla birlikte her þeyi iktidar gözünden gösteren, onun korumasý altýnda bir ‘yandaþ basýn’ çýktý ortaya.
Polisin þiddetine ek olarak yandaþ basýn yalan, karalama kampanyalarý ve yarattýklarý bilgi kirlenmesiyle toplumsal kabarmalarý saptýrmaya, söndürmeye çalýþtý.
Özellikle Gezi olaylarý sýrasýnda bu tür gazetecilik yandaþ faþizmin kollayýcýsý, suç ortaðý oldu. Yandaþ basýnýn yarattýðý, “camide bira içildi”, “müslüman bir kadýnýnýn üzerine iþendi”, “türbanlý bir kadýn tartaklandý” gibi haberler, bizzat Baþbakan Erdoðan tarafýndan miting alanlarýnda dile getirilerek protesto eylemlerine katýlanlar hedef gösterildi.

7. Sivil toplum örgütleri ve muhalif eðilimli kurum ve çevreler saldýrýnýn hedefi olur.
Makina ve Mühendis Odalarý’ndan, kýz çocuklarýnýn okula gönderilmesi kampanyasý yürütenlere; çevrecilerden, barýþ aktivistlerine; futbol taraftarý derneklerinden, sanatçý odalarýna kadar iktidarý eleþtiren her türlü sosyal grup yandaþ faþizmin tacizine maruz kaldý. Modern kültür kurumlarý tasfiye edilmeye baþlandý. (Tiyatrolarýn özelleþtirilmesi) Devlet memurlarýndan, sosyal hizmetlilere, aile iliþkilerinden, din adamlarýna kadar iktidar, kendi politik tercihleri doðrultusunda müdahalelerle sivil yaþam kontrol edilmeye baþlandý.
Gezi olaylarý sýrasýnda protestolara katýlan sivil toplum örgütlerinin sýrasýyla cezalandýrýlmasý sürüyor. Son günlerde futbol taraftarlarýnýn derneklerinin basýlmasý ve tutuklamalar, iktidarý eleþtiren hiç kimsenin gözden kaçmadýðý, önemsiz veya küçük görülmediði mesajýný vermektedir. Muhalif sözcüðü, terörist anlamýna gelmektedir artýk.

8. Toplumda saygýn, önemli kiþi ve muhalif liderler hedef alýnýr.
Sýradan vatandaþlarý yýldýrmanýn bir yöntemi de onlarýn örnek aldýklarý ve sevdikleri kiþileri hedef almaktýr. “O’ bile tutuklandýktan sonra bana kimbilir ne yaparlar” psikolojisi yaratýlýr. Ýktidarý eleþtiren, boyun eðmeyen, kendine en azýndan oto-sansür uygulamayan akademisyen, üniversite hocasý, sanatçý, toplum içinde öne çýkan kiþilikler sudan bahanelerle göz altýna alýnýr, sürekli tutuklanma tehditiyle taciz edilir.
Dünyada sayýlý pianistler arasýnda gösterilen Fazýl Say’ýn sosyal að üzerinden yaptýðý diyaloglarýn bile denetlenmesi, sözcükler arasýnda suç unsuru aranmasý, Oyuncular Sendikasý kurucu üyelerinden Mehmet Ali Alabora’ýn Gezi olaylarýna verdiði destek nedeniyle tutuklanmasý, olaylarý açýktan desteklememesine raðmen, en azýndan protesto etmediði için milli takýma alýnmayan basketbolcu, (bir ‘yandaþ sporcu’ tiplemesi yaratýldý) AKP iktidarýnýn açýkça, “ya bizdensin ya da onlardan” tavrýna sadece bir kaç örnektir.

Çaðdaþ kültürde düþünce farklýlýklarý, bilimin ve bilginin ilerlemesinde motor güçtür. Diktatörlerin eleþtiriye tahammülü yoktur. Yandaþ kitle dýþýnda herkesi öteleyen, ötekileþtiren politika izler. Rasyonel düþünceye karþý, aydýnlanma ve moderniteye düþmandýr. Bu nedenle kendi dar, muhafazakar kültürü dýþýnda sanata, ve rant olanaklarýný yükseltmesine yarayan teknoloji dýþýnda, bilime düþmandýr. Bu nedenle AKP iktidarý Beyoðlu sokaklarýnýn kaldýrýmlarýndan Kars’taki heykele kadar bir kültürel hegemonya kurma mücadelesi vermektedir.

9. Keyfi göz altýna almalar ve salývermelerle korkutma, yýldýrma taktikleri. Þüphesiz sürekli bir tutuklanma tehditi altýnda olma insanlarý yýldýrýr. Artýk öyle bir noktaya geldi ki, Türkiye’de artýk sadece politik mitinglere katýlanlar deðil, örneðin ‘ayakta duranlar’, merdiven basamaklarýný renk-renk boyayanlar, çantasýnda limon bulunan vatandaþlar, bile terörizm gerekçesiyle tutuklanýp haklarýnda dava açýlabilir oldu. Ülke bir korku imparatorluðuna dönüþtürüldü.

10. Muhalefet ihanettir! Diktatörleri desteklemeyenler vatana ihanet içindedir. Kendisi bir yandaþ gazeteciler ordusu kurmasýna raðmen baþbakan Erdoðan kendini eleþtiren gazetecileri her daim “satýlýk kalem” olarak damgalamakta çekinmemektedir. Dýþ güçler vardýr muhalif kalemlerin ardýnda ona göre. Cumhurbaþkaný Adullah Gül’ün eþinin Türkiye’yi Avrupa Ýnsan Haklarý Mahkemesine þikayet ettiðini unutmuþ görünen görüþ sahipleri, iktidarýn Libya’da, Suriye’de, ABD ve Avrupanýn bir ‘sopa’sýna dönüþmesine raðmen, AKP faþizmini dünyaya anlatmaya çalýþanlarý “bizi batýya þikayet ediyorlar” diyerek muhalefeti yandaþlarýna hedef gösteriyor.
Ülkenin yer üstü ve altý doðal kaynaklarýný, cumhuriyet tarihinde yaratýlan tüm deðerleri yurt içinde ve dýþýndaki yandaþlarýna peþkeþ çekmeyi ekonomik kalkýnma planý olarak sunarken, bunlarý protesto edenler “çapulcu” olarak damgalanýyor.

Klasik faþizmin tersine, Yandaþ Faþizm muhalifleri ortadan kaldýrmayý seçmez. Yaþam kaynaklarý kesilerek muhalif kiþi ve kurumlar yavaþ yavaþ bertaraf edilir. (Yine de Gezi Olaylarý, zor durumda kaldýðýnda Yandaþ Faþizmin de muhalifleri ortadan kaldýrmaktan çekinmeyeceðini bize gösterdi.) Bunu iþlerine son verme, iþ dünyasýndaysa ürünlerini boykot etme, vergi kontrolleri tehditiyle yapar. Gezi olaylarý sýrasýnda yaralýlarýn Koç’a ait Divan otelinde tedavi edilmesi nedeniyle Koç Grubunda 200 kiþilik bir maliye müfettiþi ordusu hala araþtýrma yapmaktadýr.

Hükümetine oy vermeyen bölgelerdeki yerel yönetimlerden finans ve politik desteðini çeker. Bu da yetmezse yandaþ kesim dýþýndan gelen baðýmsýz yatýrýmlarý tehditle bu bölgelerden uzaklaþtýrýrarak yöre halkýný topluca cezalandýrýr. Ýzmir bu konuda iyi bir örnektir. Karþýyaka ilçesinde halkýn ortak kullanýmýndaki suda siyanür tespit edilmiþ, arýtýlmasý için ciddi bir bütçe gerektinden AKP hükümetinden destek istenmiþtir. Ancak hükümet, “parayý ben vereceðim, oyu sen alacaksýn; olmaz” diyerek talebi reddetmiþ, Karþýyaka halkýný siyanürlü su kullanmaya mahkum etmiþtir.

Gelecekte ortaya çýkabilecek muhalefet de unutulmaz, bu nedenle farklýlýklarý ortadan kaldýrmak ister. Ana okullarýndan üniversitelere kadar, iktidarlarýný ebedi kýlmanýn yolunu açacak nesiller yetiþtirmek amacýyla eðitim yeniden yapýlandýrýlýr.

***
On maddede formüle ettiðim uygulamalarla, AKP’nin yaþama geçirdiði Yandaþ Faþizmin ‘evrimsel’ dönemlerini belirlemeye çalýþtým. Sonuç olarak, buradan yine Avrupa’da son yýllarda beliren sivil diktatörlüklere geri dönersek, bu eðilim kaçýnýlmaz olarak bize, dünya’da 1920’li yýllarýn sonunda ortaya çýkan ‘Büyük Buhran’ olarak andýðýmýz kriz sonrasýnda, 30’lu yýllarda, komünist tehlikeye karþý, ‘reform’ ve ekonomileri düzeltme adýna Avrupa’da ortaya çýkan faþist partileri hatýrlatýyor. Ýngiltere’de Mosley ve Almanya’da Hitler’i Doðu Avrupa ülkeleri, Polonya, Latvia, Estonya, Macaristan, Romanya izlemiþ, Balkan ülkeleri Bulgaristan ve Yunanistan’dan Ýspanya ve Portakiz’e kadar bu hareketlerin girmediði Avrupa ülkesi kalmamýþtý. Þüphesiz II. Dünya Savaþý öncesi Avupa’da iktidarda olan totaliter hükümetlerin bugün farklý tarihsel koþullarda ayný politik kimlikle tekrar ortaya çýkmasý beklenemez.

2000'lerden sonra oluþmaya baþlayan ve giderek olgunlaþan anti-demokratik dönüþümler temel bir çeliþki üzerinde þekil alýyordu; temsili demokrasi ve diktatörlük. Baþta ABD'de olmak üzere dünyanýn pek çok yerinde liberallerin temsili demokrasiye dayanarak otoriter demokrasiye yönelmeleri ayný dönemlere rastlar. ABD’de George W. Bush dönemi, özellikle de ikinci dönem baþkanlýðý sýrasýnda izlediði iç politika (Dýþ politikalarýnýn saldýrgan karakterine baðlý olarak) ve Ýngiltere’de Tony Blair (New Labour) iktidarýnýn, terörizme karþý önlemler ve ulusun güvenliði adýna hak ve özgürlükleri tek tek geri almasý, ancak ‘faþist’ kavramýyla karþýlanabilecek bazý uygulamalarý, gerçekte bugün benim ‘Yandaþ Faþizmi’ olarak tanýmladýðým siyasi erkin ilk nüvelerini içinde barýndýrýyordu.

2008 finans krizi sonrasý ciddi bir darbe alan neo-liberalizm, ekonomik ve politik hegemonyasýný sürdürebilmek, sosyal devletin geriye kalan son kýrýntýlarýný da ortadan kaldýrmak, solda yeniden filizlenmeye baþlayan düþünce ve hareketlerin politik alternatiflere dönüþmeden önünü kesmek amacýyla farklý coðrafyalarda giderek artan bir eðilimle sivil diktatörlüklere yöneliyor. Bu sürecin demokrasinin varoþlarýnda yer alan, dinin siyaset ve toplumsal yaþamda etkin olduðu Türkiye gibi bir ülkede hýzla Yandaþ Faþizmine dönüþmesi ise sürpriz deðildi.


Metin Þenergüç, Ekim 2013
--------------------------------------------------------------------------------------------------
(*) UR-FASCISM, Umberto Eco, The New York Review of Books, June 22, 1995
http://www.nybooks.com/articles/1856

acikgazete.com

Son Güncelleme Tarihi: 31 Ekim 2013 15:07

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.