Çağdaşlık çözülürken - Etyen Mahçupyan

23 Eylül 2007 12:13 / 1512 kez okundu!

 

Türkiye’yi ziyaret eden yabancılar bir süredir aynı şaşkınlık dolu sorgulamayı sürdürüyorlar: İslami kesimden gelen insanların böylesine AB yanlısı oluverdiği bir ülkede, laik kesim nasıl AB karşıtı olabiliyor? Yabancıların mantığına göre muhafazaka

Öte yandan birçoğu muhafazakar kesimdeki değişimi kavramakta hiç de zorlanmıyor. Dünya vatandaşı olmak isteyen, küreselleşmeye adapte olmak için çırpınan, yereli ön plana çıkaran iktisadi ağların içinde serpilip büyüyen ve kendisine bu yeni yaşam formatına uygun bir statü arayan bir ‘çevre’ burjuvazisi ile karşı karşıyayız. Onların asıl anlamakta zorlandığı husus, laiklerin niçin bundan ürktüğü ve söz konusu açılımı niçin ideolojik olarak reddettiği. Çünkü İslami kesimde olan değişimin bir tür sekülerleşme olduğu açık… Gerçi bu sekülerleşme insanları dinden uzaklaştırmıyor ama dindarlığın anlamını değiştirerek dünyeviliğin gereklerini normalleştiriyor. Bu durumdan asıl sekülerler, yani laikler memnun olmayacak da kim olacak?



Ne var ki Türkiye’de durum bu değil… Laikler kendi bakışlarını çoğunluk haline getirecek bu gelişmeden hiç mi hiç hoşlanmıyorlar. Onların derdi çoğunluk olmak değil. Aksine anlaşılan o ki, Türkiye’deki laikler azınlık olarak kalmaya ve toplumun geri kalanına ‘bulaşmamaya’ ilişkin epeyce güçlü bir dürtüye sahipler. Bunu liberal demokrasi kültürü içinde yetişmiş bir Avrupalıya anlatmak çok zor. Onlara kalırsa demokrasilerde herkes kendi fikirlerinin daha çok insan tarafından paylaşılmasını, daha çok insanın kendisine benzemesini istemeli… Böylece yönetimin de size benzeyenler tarafından yüklenilmesi mümkün olur ve kendi doğrularınızı hayata geçirebilirsiniz.



Dolayısıyla Türkiye’deki laiklerin demokrasiye ihtiyaç duymayan bir kesim olduğu ortaya çıkıyor. Bunun ise tek bir açıklaması olabilir: Laikler ‘zaten’ yönetiyorlar ve bu nedenle de yönetime ortak olacak yeni kesimlerin varlığını hazmetmekte zorlanıyorlar. Diğer bir deyişle bu ülkede Avrupa’dakine benzemeyen ‘başka’ bir tür demokrasi var: Bizim demokrasimiz kamusal alanın devlet tarafından tanımlandığı, siyaset yapma ve merkezi rantı paylaşma hakkının ideolojik olarak devlet tarafından saptandığı bir tür… Kısacası oligarşik bir demokrasi…



Yabancılar biraz zorlansalar da nihayette bu tespiti yapıyorlar. Onları asıl zorlayan Türkiye’deki laiklerin modern oldukları halde nasıl böylesi antidemokratik bir ‘demokrasiye’ razı geldikleri. Bizler de onlara şunu anlatmak durumunda kalıyoruz… Bizdeki laikler modern değil, ‘çağdaş’! Modernlik bireyi esas alan bir relativizme dayanır. Oysa biz modernlikten merkezileşmeyi ve ulus-devleti anlamış, bireyselleşmeyi ise bir tehdit olarak algılamışız. Ama kendimizi ‘modern’ olarak görmeyi de pek istemişiz… Böylece kılık kıyafet öne çıkmış, zihniyet olarak modern olamamanın bedeli şekillere, şablonlara, klişelere mahkum kalınarak ödenmiş. Ve bu ezikliğin üstünü örtmek üzere, başka hiçbir dilde bizdeki anlamını taşımayan bir kelime bulunmuş. Türkiye’nin laik eliti modern olmadığını içten içe bildiği için kendisine ‘çağdaş’ diyor. Yani modern olmadığı halde kendisini modern olarak sunmak isteyen, liberalizmi ve demokratlığı hazmedemediği halde kendisine bu sıfatları yakıştıran bir ideolojik hilkat garibesinden söz ediyoruz…



Bu açıklama yabancıları da rahatlatıyor… Nihayet Türkiye’deki değişimin gerçek anlamını anladıklarını hissediyorlar. Çünkü gerçekten de şu anki meselemiz var olan demokrasinin tehlike altına girmesi değil, çağdaşlık adı altında yaşanan antidemokratik bir sistemin demokrasi yönünde çözülmesinden ibaret…





23 Eylül 2007, Pazar



etyenmahcupyan@gazetem.net

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.