Bamya Tarlası Hikayesi - Merih YÜCEL

06 Ocak 2017 08:33 / 2484 kez okundu!

 

 

Sıcak geçen yaz günleriydi. Biz şanslıydık. Köyümüzün yazlık yeri Çeşmealtı’na baharda gider, püfür püfür esen bir poyraz, ya da gündoğusu altında terlemeden yaz geçirirdik. Günlerimiz denize girmekle, komşuya gidip, tütün dizmekle, yazlıkçı arkadaşlarla lay lay lom geçer giderdi. O zamanlar, elektrik yok. Pilli radyo vardı sadece. Akşamları pompalı lüks lambaları yakılır, asmaya geçirilmiş bir çengele asılırdı. Bazen, rahmet olsun Ayvaz amcanın denize nazır kurduğu çilingir sofrası yanına gidip, yarattığı komik hikayeleri dinlerdik. Bizi hikayenin içine öyle bir sokardı ki, kendi de olayın kahramanı olurdu. Bunu nasıl yapardı bilmiyorum. Her akşam, başka başka hikayelerle çocuk düzeyimize inerdi de bizleri kahkahalarla güldürürdü.  

Bazen de sandal sefalarıyla geçerdi. Küreklerle mehtapta süzülür giderdik. Her sandaldan ayrı ayrı müzikler yükselirdi. Sesi güzel olanlar şarkı söylerdi. Karanlıkta kimse kimseyi görmez ama müzik bittiğinde dört bir yandan alkış sesleri gelirdi. Ağabeyim, komşu kızlarını sandalına doldurur, anneleri bir tek onun sandalıyla denize çıkmalarına izin verirdi. En başa oturur, ayaklarımı denize uzatır, sandalın burnu dalgada inip, çıktıkça ayaklarımı suya değdirmeğe çalışırdım. Bazen sularda öyle yakamoz olurdu ki, kürekler ve ayaklarım suya daldıkça, bir sürü minik yıldız da altın konfetiler gibi sulara gömülürdü. Yazlıkçı komşularımızın kızları, moda müzikleri bizlere öğrettiler. Hep beraber çalar söylerdik. İngilizce, Fransızca ve İtalyanca müziklerin çok dinlendiği, söylendiği altmışlı yıllardı.

Böyle sorumsuz ve güzel geçen günlerin birinde, komşumuz Fitnat teyze, bize geldi. Koca deniz (Şimdi ismi epeydir Mavi Plaj) tarafına bamya dikmiş. Çapalanması gecikmiş, yapamamış. Annemden yardım istedi. Annem o ara bir rahatsızlık geçiriyor ve hasta yatıyor. Fitnat teyze çaresiz, yaşlı. Kendi yaşında bir kişi daha bulmuş ama yetmiyor. Yardımcı tutacak parası da yok. Öyle iyi, öyle güzel bir insan ki. Yüzüne baktım. “Ben gelirim, üzülme sen “Dedim. Dedim de, nasıl yapılır bilmiyorum. Tarla işine hiç hevesim yok. Yaşlı insanlar yaparsa, ben de yaparım, diye düşündüm. Lisedeyim o zamanlar.

Ertesi sabah, erken kalkıp, bizim bahçe çapasını alıp, onlarla birlikte yola koyuldum. Tarlaya vardık. Teyzeler, hemen işe koyuldular. Bir gayret ben de. Onlar çabucak sırayı çıkıyor. Ben arkada kan ter içinde... Bamyalar büyümüş, çiçek açmışlar. Kısa kollu bir giysi giymişim. Uzun kollu yazlık giysim yok ki. Bitkilerin aralarından çapalarken bamyalar kollarımı dalıyor. Ha gayret, öndeki ihtiyarlara yetişeyim, onlar gibi yapayım derken kollarım kaşınmaya, anlım da  acımaya başladı. Ben alın terimi kollarımla silerken bamyaların  kollarıma  yapışan o ince tüycükleriyle anlımı yara yapmışım. Ha gayret derken öğle oldu. Bir ağacın gölgesine oturduk. Fitnat teyze, kara ekşili patlıcan kızartması  getirmiş. Urla’da kara ekşi, nar ekşisinin diğer adıdır. Ekşi nar suyu, o kadar uzun süre kaynatılarak elde edilir ki, rengi epeyce koyulaşır. Yediğim en güzel patlıcan yemeğiydi. Yemekten sonra teyzeler, tarladaki tek ağacın gölgesine  uzandılar. Benim aklım, fikrim denizde.  Isınan havanın perde perde denizin üzerinden parelel çizgiler halinde yükseldiğini görüyorum. Ayni zamanda arkadaşım İpek’lerin evini görüyorum. Fitnat teyzeden izin istedim.” Şurada  arkadaşım var, öğle tatilini orada geçireyim, siz uyuyun.” dedim ve doğru İpeklere koşturdum. İpekle  birlikte denize girdik. Denize daldığımda cennetteyim zannettim.

Artık öğleden sonra zaman çok çabuk geçti. Akşam oldu. Çapa işi bitti. Ama hala bu gün bile, o günü, 5 temmuz gününü hiç unutmadım. Bamya yetiştiricilerini her zaman alkışladım. Köylüden her bamya satın aldığımda o emeğe ve sıcağa paha biçilemeyeceğini, köylünün aldığı her kuruşu fazlasıyla hak ettiğini dile getiririm. Köylü, dikiminden, yetişene kadar her gün sıcakta ürününün yetişmesi peşindedir. Yetiştikten sonra ise, her ürün için, düzenli olarak eli tarlasının üzerindedir. Örneğin, bamya için gün aşırı, kızgın güneş altında, tarlasından bamya toplamak zorundadır. Eskiden eldiven de yoktu. Çorapları, kesip, dikerek eldiven yaparlar, açıkta kalan parmakları soğan kabuklarıyla sarıp, üstlerine bez bağlarlardı. Eğer soğan kabuğu parmak üzerinde kayıp, gider de, sadece bez kalırsa o parmak yara olurdu. O zamanlar, naylon, muşamba diye bir şey yoktu. Plastik yoktu. Eldiven yoktu. Satılmaya giden bamyalardan gelen çok az  parayla Fitnat teyze geçinir giderdi.

Şimdi değişen bir şey var mı? Köylü emeğinin gerçek değerini alabiliyor mu? Aracılar, hiç emek vermeden köylüden fazla kazanmıyor mu?

Eskiden köylüye değer verilir, emeğine saygı duyulup, kazanması için yasalar çıkartılırdı. Toprak yasası gibi. Ama şimdi bakış değişti. Yeni Dünya Düzeni yani kapitalizm, başka yerden ona bakmaya başladı. “Elinden toprağını nasıl alıp, tarımsal üretimi çok arttırıp, daha çok para kazanabilirim.”

Yine yasalar çıkarıldı. Miras yoluyla bölünen, küçülen toprakları toplulaştırmak, bir araya getirmek için, mirasçıların birine hisselerinin devredilmesi esas alındı. Mirasçı, diğer hisseleri alamazsa, ki alamıyor. Köylüde para yok. Olay mahkemeye gidiyor ve mahkemenin tayin ettiği bir üçüncü şahıs toprakları alıyor. Muhtemelen o şahıs da bir şirket yetkilisi oluyor ve aldığı 20 – 30 dönüm toprakta endüstriyel tarım yapıyor endüstriyel tohumlarıyla. Köylünün topraağı belirtilen metrekarenin altındaysa ve toprağını satmaz ise, teşvik alamıyor. Buna, Arazi Toplulaştırma Yasası deniliyor. 

Küçük arazi sahipleri, topraklarını satıp, köyünü terk ediyor. Şehirde bir fabrikaya işçi olarak girip, ailesini geçindirip, çoluk çocuk okutuyor. Köyde yaşlılar kalıyor. Köylerimiz yaşlı insanlarla dolu. Ata tohumlarıyla, kendilerine yetecek kadar ekip, biçiyorlar. Yakında (2018), ata tohumlarıyla ürettiklerini satamayacaklar. Yasa değişiyor. Sertifikalı tohum ekip, sertifikalı ürünleri satacaklar. Başka şansları yok.

Köylere yeniden geri dönüş, yeniden köylü olmak mümkün mü? Toprakları  ve hakları yasalarla korunan, kendi topraklarını kendi tohumlarıyla ekerek para kazanan, araya başka kimsenin girmediği, üreticiden tüketiciye uzanan bir köylülük mümkün mü?

Mümkündür tabii. Karar vericilerin, köylüye nereden baktığına bağlı. Toprağa, emeğe ve köylüye  saygılı ve dost yasalarla mümkündür yeniden köylü olmak. Eskiden olduğu gibi, yerel tohumuyla ekip, biçerek, hayvan gübresini kullanarak, ürününü aracısız pazarlayarak mümkündür köylü olmak. Bankalara değil, toprağa borçlu olmaktır yeniden köylü olmak. Karnının doyması demektir. Kooperatifler kurarak ürününü değerlendirmektir yeniden köylü olmak. Özgür ve bağımsız olmak demektir. Yaşam demektir....                                                                                       

 

Merih YÜCEL

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.