Güllübahçe'den gelen mektup…

15 Ağustos 2010 15:55 / 2225 kez okundu!

 


Birşeyleri tarif etmek mümkün olur mu her zaman, duyguların dermanı hangi cümledir, hangi kelime? Yitirmiş olduklarının artık yitik olduklarını farkettiğin anların sayısı nedir? Bunların gün geçtikçe daha da arttığını, bu dayanılmazlığı nasıl anlatırsın dostlarına? Yokluğu, hele de insan nefesinin yokluğunu inkar etmekle geçmiyor mu günümüz?

Hepsi hala gözümün önünde, sanki bir yerlerden çıkıp gelivereceklermiş gibi, her an dönüvereceklermiş gibi, onların o yarım sigara ve mazot kokularını, nasıl da özledim, başımı omuzlarına gömüp onları kucaklamayı… Tüm bunlar kabul edemediğimiz gerçekliğin yükünü hafifletmeye yetmiyor. Yoklukları ile beni başbaşa bırakan sevgili insanların yokluğuna alışmaya böyle direnmeye çalışıyorum, her yanım eksik, eksildikçe de yüreğimin büyüdüğünü gördüğüm anlar, onları yüreğimin bir köşesinde bir arada tutmaya çalışıyorum…

12 Ocak 2009’da bana Güllübahçe’den bir mektup gelmişti, 9 Ocak’ta yazılmış, köy kahvesinde… “Sen hiç köy kahvesinde yazılmış bir mektup aldın mı?“ sorusu ile başlayan… Cemal'di bunları yazan, görüşmeyeli bir hayli olmuştu, Türkiye’ye dönmesini doğru bulmamıştım, telefon da etmiyordum, o da bunun farkındaydı ve artık kullanmadığımız ama bir o kadar da özlediğimiz bir mektupla bana kendini anlatmıştı, sarı sayfalarda hala yerli yerinde duran…

Cemal'le tanışmamız 1990 nisan-mayıs aylarına rastlar, yani duvarların yıkılmasına. İlk kez Berlin Adımlar Bürosu'nda karşılaştığımızda bizlerden bir an önce duvarların yıkılması, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde olup bitenlerle, yaşanan sosyalizmle ilgili bilgi almak için neler yapılabileceğini konuştuğumuzu hatırlıyorum. En kısa sürede de daha sonra onu da yitirdiğimiz bir ekonomi profesörü hocamızı Adımlar Bürosu’na davet edip konu ile ilgili konuşup tartışmıştık.

Yüreğinin yarısı İzmir’de kalmış biri olarak o zamanlar benim Cemal’den ilk isteğim, Batı Berlin’deki İzmirli arkadaşları sormak olmuştu, o da bana o arkadaşlarla buluşturacağı sözü vermişti ve bu arkadaşlardan ilki de sevgili dostum, özlemle andığım Yalçın Taş olmuştu…

Daha sonraki yıllarda politik gelişmelerin en hızlı olduğu dönemlerde, belki biraz da kişisel hayatlarımızın hengâmesinde arada birbirimizi yitirdiğimiz zamanlar oldu… Fakat Cemal´in hiç bir zaman hayata dair kafa yormaktan vazgeçmediğini çok iyi biliyorum… En büyük çabası da kendisini özgürleştirme çabası idi. Bu hiçbirimiz için kolay olmayan bir süreçti, bunun kararını bile verebilmiş olmak insanın kendini aşması gibi bir şey… O dönemlerde hala varolan Türkiyeliler Merkezinde yapılan bir iki toplantıyı hatırlıyorum, ÖDP’nin kuruluşundan sonra ortaya çıkan yeni ivme ve coşkunun belki de Berlin’e yansıması idi, onunla da yaptığımız bir tartışma dün gibi hala aklımda. Hepimiz politik çalışmalarımızın devamından yanaydık, ancak bunun nasıl olacağı konusunda farklı görüşlerdeydik, ben zaten şimdiki Sol Parti´ye (Demokratik Sosyalizm Partisi- PDS) üye olmuştum ve arkadaşları da bu konuda ikna etmeye çalışıyordum, madem Almanya denilen bu ülkede yaşıyorduk, o zaman burada bu süreçlere katılımı doğru buluyordum, Cemal de bu görüşte olmasına rağmen Türkiye´de de ÖDP çalışmalarına katılmayı ve Berlin´de bu yönde aktifleşmeyi de istiyordu… Yani Türkiye´de ÖDP, Almanya´da PDS. Şimdi gelinen noktada bakıldığında bu yolda çok da fazla bir ilerleme kaydetmediğimizi düşünüyorum…

Yine de Cemal en azından Berlin`de sol kesimlerde politik dağınıklığın ve duraksamanın önüne geçilmesi için varılan çalışmaların hiçbirinden ayrı durmadı, şu an hala Berlin´de faaliyetini sürdüren Allamende derneğinin ilk temelleri olan Türkiyeliler merkezi ve ADA derneklerinin birleşmesi için yapılan çalışmalarda birleşme komitesinde yer aldı… Yine Almanya ve Berlin´deki politik süreçlere katılım için başlatmış olduğumuz Demokratik Sosyalizm Partisi içinde KÖPRÜ- çalışma grubu oluşumunda aktifti. En nihayetinde bu çalışma grubunun çıkarmış olduğu KÖPRÜ dergisinin redaksiyonunda birlikte çalıştık, bu dergi 1 sene boyunca her ay çıktı, belki sonra derginin 1 Mayıs 1999 özel sayısında yayınlanmış olan Cemal ve Yalçın´ın yazılarını paylaşmak isterim… Yalçın ve Cemal benim için hala birlikte anılması gereken, birbirleri ile pek çok şeyi paylaşmış iki dost, iki güzel insan…

Tüm bu gelişmeler sırasında hayatımıza sokmaya çalıştığımız bir başka çabamız da vardı, politik çalışmaların dışında insan yüzümüzün öne çıkması, bir daha insanı reddeden, onu birey olmaktan çıkaran örgütlenme, politik biçimlere izin vermemekti. Cemal bu konuya herhalde hepimizden daha fazla kafa yoruyordu ve bir adım öndeydi… Sürekli çevresini genişletmek, özellikle de yeni insanlarla tanışma ve çalışma çabası içine girmişti. Bunun bir örneği de kendi işyerinin bulunduğu mahallede, diğer mahalle sakinleri ile birlikte kurmaya çalıştığı, kültürel etkinliklerin öne çıktığı dernek çalışması idi… Yine bu dönemlerde, işlerinin de çok iyi gitmemesi de işin içine girince Cemal, Türkiye´ye dönme konusuna daha çok kafa yormaya başladı… Artık Berlin´de mutlu olamıyordu, olması için çok fazla olanak görmüyordu…

Hrant Dink´in katledilmesi ve Ermeni Soykırımı tartışmaları, Cemal´in kendisi için sanki bir dönüm noktası olmuştu, Türkiye´deki azınlık sorunlarına, Ermeni Soykırımı ile ilgili araştırmalarla daha çok ilgilenmeye, özel araştırmalara girişmeye başlamıştı…

Bu çalışmalar benim gibi kimi arkadaşları tarafından önemsiz olarak algılanmış olsa da, onun bu çalışmalarla kazanmış olduğu dostlukları görünce yanlışlıklarımdan yüzüm kızarıyor…

2010 Nisan sonu Mayıs başında Güllübahçe´ye Cemal´i ziyarete gittiğimizde (Bilge Taş ile- Cemal’le birlikte İzmir´deki 1 Mayıs´a katılmayı düşünüyorduk) bu dostlukların o çok önemsediğimiz politik geçmiş olmaksızın da en sağlam temeller üzerinde, dürüstlük ve karşılıklı birbirine değer verme üzerine kurulmuş olduğunu anladım. Gittiğimizde Cemal´i ziyaret etmek için iki Alman arkadaşın da orada olduğunu gördüm… Bu dostlukları Cemal´in hastalığının sonraki aşamalarında İzmir´deki arkadaşlarda, Talat ağabeylerde, Birol´da, Remzi´de, Arif´te, Bahar´da gördüm, Cemal bizim için yine insanı öne çıkaran dostlukların yolunu açtmıştı...

Arkadaşlık ve dostluğumuzun ilerlemesi, çocuklarımızın da birbirleri ile dostluklarının gelişmesi için bir dönem düzenli olarak yaptığımız bir kahvaltı sohbetinde, Türkiye´ye dönüş konusu açılmıştı, farklı fikirlerimiz vardı, ama O´nun unutamadığım bir argümanı vardı dönüş için; köyde yaşamak, mandalin ve limon çiçeklerinin kokusunu fark etmek, göle gidip balık avlamak, yakaladığı balıkları tekrar göle geri vermek, yani hayatla sürekli ve yeniden buluşabilmenin özlemini gidermek, kendi varlığını fark etmek ve hissetmek… Buna hepimizin ne kadar çok ihtiyacı var değil mi?

Sevgili Cemal, köy kahvesinde yazıp gönderdiğin ilk mektup için çok teşekkür ederim. Benimle hayallerin, düşkırıklıkların, sevdalarını paylaştığın için sana minnettarım, bana insanın kendisiyle yüzleşmesinin önemini kendinde gösterdiğin için, bana kendini açtığın için teşekkür ederim…

Belki bir kahvaltıda, belki de yine bir köy kahvesinde sarı kâğıtlara yazılmış mektupta buluşmak üzere…

Sevgiler.


Kadriye Karcı

14.08.2010

Son Güncelleme Tarihi: 30 Ağustos 2010 15:28

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.