İzmir'de tarihe kaygı... - Alahattin Gürırmak

21 Ekim 2010 13:28  

 

İzmir'de tarihe kaygı... - Alahattin Gürırmak

Çankaya'ya gitmek üzere Bornova'dan metroya binerken gişelerin önünde İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin bir afişine gözüm takıldı. “Tarihe Saygı Yerel Koruma Ödülleri -2010” yazılı afişin tam ortasındaki iki katlı ve önünde asma ağacı olan taş ev fotoğrafı bende çağrışımlar yaptı. “Demek ki belediyemiz kentimizde bu tür yapıların sahiplerini özendiriyor” dedim. Çok güzel bir hizmet. Hele kibrit kutusu gibi, mimari estetiği olmayan yapıların furya olduğu günümüzde belediyemizin eski mimari, tarihi, kültürel varlıklarımızı koruyanların ödüllendirilerek toplumun dikkatini çekmesi ayrı bir önem arz ediyor.

Metroda hızla yol alan vagondan dışarı bakarken 20 yıl öncesi yaşadığım bir olay aklıma geldi, dalıp gidiverdim.Yeni Asır Gazetesi'nde foto muhabiriydim. Kültür-sanat sayfası editörü bir gün beni çağırdı, “Alaattin, sen uzun yıllar Agora semtinde ikamet ettin. Sen şimdi Fevzi Paşa Bulvarı'nda Azim Han'da bürosu bulunan Josef Özel'e git, onun tarif ettiği Agora evinin fotoğrafını çek gel” dedi. “Olur” deyip doğruca Azim Han'daki Josef Amca'nın bürosuna yollandım.

Josef Amca, İzmir Musevi cemaatinin başkanıydı. Josef Amca, Agora Evi'ni tarif etmeden önce Agora Açık hava Sineması Sokağı'nı bilip bilmediğimi sordu. “Bilmem mi Josef Amca” dedim, o sinemada bir çok yeni yerli filmin galasında baş rol sanatçılarını görmüştüm. “Tarkan” filmlerinin baş rol oyuncusu Kartal Tibet, “Keloğlan” filmlerinin baş rol oyuncusu, tiyatro sanatçısı Rüştü Asyalı'yı gala gösterimleri sonrası o sinemadan çıktıklarında görmüştüm. Josef Amca fotoğrafını çekmemi istedikleri evi tarif ederken, “Buraya pek uzak değil, beraber gitsek, siz gösterseniz, ben de fotoğrafını çeksem” dedim.

Josef Amca, “Ah be oğlum, o gideceğin sokak var ya, Amerikan filimlerindeki Harlem gibi bir yer oldu çıktı. Ben yaşı 70'e gelmiş bir ihtiyarım. O sokağın müdavimleri şarapçılar, tinerciler, kanun kaçaklarıyla nasıl baş ederim” diye karşı çıktı. Josef Amca ile vedalaşıp yola koyuldum. “O sokağın girişinde bir gazeteci ağabeyimin fotoğrafçı dükkanı var gerekirse ondan yardım isterim” diye düşündüm. 10 Eylül 2006 günü elim bir trafik kazasında kaybettiğimiz magazin muhabiri ağabeyim Tarık Sarı'nın dükkanıydı uğradığım mekan.

“Tarık Abi, ben şu karşındaki sokakta bir evin fotoğrafını çekeceğim. Bana eşlik ediver de sokaktaki evsiz tinercilerden dayak ya da falçata yemeyeyim” dedim. “Valla ben anlamam, git sana verilen işi yap. Benim misafirim gelecek. Dükkanı boş bırakamam” karşılığını verdi. İş başa düştü. Çocukluğumda defalarca geçtiğim sokağa çekine çekine girdim... Uzun zamandır kimsenin oturmadığı, mezbelelik haldeki, eski metruk evlere tek tek göz attım.

Tarif edilen evi bulduğum sıra etrafımı üç, beş, derken yedi evsiz tinercinin sarıverdiğini gördüm. “Arkadaş, bize şarap-ekmek parası vermezsen sana bu evin resmini çektirmeyiz” diye üzerime yürüdüler. “Ben sokak başındaki fotoğrafçının işcisiyim: Bende para mara ne arasın, haftalık ücretimi daha almadım. Alınca size getireyim” dedimse de diletemedim. Biri arkadan boynuma sarıldı, diğerleri ayaklarımı tutup beni yere yıkmaya davrandı...

Tinercilerle girdiğim mücadelede bir yandan elimdeki fotoğraf makinemi kollarken diğer yandan bir bıçak darbesi yemeyeyim diye direniyordum. Akşamın alaca karanlığı çokmüştü. Çevrede kimseler yoktu. Tam o sırada bir motorsiklet sesi duydum, gürültüyle geldi, farı hızla girdiği sokağı aydınlattı. Üerimize doğru gelirken tinerciler beni bırakıp kaçıştılar...

Gelen magazin muhabiri merhum Tarık Sarı ağabeyimdi. Hızır gibi yetişerek etrafımı saran tinercileri dağıtmıştı. “Bana da sen daha ne duruyorsun. İşini daha tamamlamadın mı?” diye sordu. Hemen önünde saldırıya uğradığım evi seri şeklide fotoğraflayıp Tarık Abi'in motorsikletinin arkasına oturdum. Hızla sokaktan ayrıldık.

20 yıl önce fotoğrafını çektiğim metruk ev., tüm dünyanın tanıdığı Musevilerden, sahte peygamber Sabetay Sevi'nin yaşadığı evdi. Fotoğrafı teslim ettim etmesine de, ne gazetede yayınlandı, ne de herhangi bir yerde kullanıldı. Ben işimi yapmış, fotoğrafı çekmiştim. Ötesi beni ilgilendirmezdi.

Ben o fotoğrafları o evin kime ait olduğunu bilerek çektim. Tam 17 sene sonra, 2007'de o evi sanki sadece kendileri biliyormuş gibi gazete ve dergilerinde manşet yapıp kentimizin ileri gelenlerine tanıtan medya mensuplarını gülerek izledim. Şimdilerde o ev İkiçeşmelik Caddesi'nden Agora ören yerine baktığınızda tek yıktırılmayan bina olarak Sabetay Sevi Anı Evi olarak açılacağı günü bekliyor...

Uzaklara dalmışım, o ara gzümün önünden pek çok şey geçti. “Tarihe Saygı Yerel Koruma Ödülleri-2010” afişinden çocukluğumun geçtiği Agora'daki tarihi dokuya uzandım. Sabetay Sevi Evi'ne 200 metre kadar uzaklıkta Türk İslam eseri Natırzade Camisi geldi aklıma. “Hah, tamam... Mübarek Ramazan ayındayız, şu günlerde bir caminin yapısını ve önemini vurgularsam iyi olur. Hem bir İzmir yapısının farkına varmalarını sağlarım, hem de sevap işlemiş olurum” diye düşündüm.

Bu camiye haber yapayım diye ne zaman uğrasam, imamın binayı tek başına boya, badana, tadilat yaparken rastlıyordum. Bu eserin işin uzmanlarınca restore edilmesi ve boyanması gerektiğini düşünürüm. Ayrıca İzmir'e ait üç beş özelliği aynı anda mekanında saklayan bu İzmir camisi muhakak korunmalı ve tanıtıılmalı.

Bir kere bu camide Roma dönemi eserlerin izinden başka Beylikler Dönemi'nde yapılma bir minare var. Hepsinden önemlisi, bahçesinde Natırzade isimli evliya yatıyor. Kabri ziyarete açık, ama çevre düzenlemesi bulunmuyor. Söylenceye göre, Natırzate hazretleri yaptığı bir dua ile İzmir'e yılan ve akrepleri sokmamış... İstanbul'da türbesi bulunana Eyüp Sultan Anadolu'ya gelirken yol arkadaşıymış...

“İzmir'in kavakları” türküsünde sözü edilen Çakıcı Efe, bir ramazan bayramında burada namaz kılmış ve imamına caminin tamiratı için 25 altın bağışlamış.

İzmir Büyükşehir Belediyesi kesin belli olmamekle birlikte, Musevilerin sahte peygamberine ait olduğu düşünülen evi Agora mezbeleliğinden kurtarmaya çalışıyor. Bu ev kamulaştırmalarla ön plana çıkarılırken, bu gayretlere Türk İslam eseri İzmir Camisinin de eklenmesi gerektiği düşüncesindeydim...

Geçen yıl Kent-Yaşam'da yayınlanan yazıma konu ettiğim bu camiyi anlatan makalemle İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği Tarihe Saygı Yerel Koruma Ödülleri için başvurdum. Yarışma sekreteryasından öğrendiğime göre, yarışma için 60 kusur başvuru yapılmış. Benim makalem ön jüride elenmiş.

“Hey gidi Çakıcı Efe'nin kızanı, takipçisi hey” dedim kendime, “Senin ne işin var içinde olmadığın kurumların yarışmasında?”... İzmir'in vefa insanı, halkla ilişkiler uzmanı Sancar Maruflu ağabeyimin bu yarışmaya katıldığımı öğrendiğinde, boşuna katıldığımı, boşa yorulduğumu söylemişti. Bir bildiği vardı herhalde...

Bir gazeteci olarak tarihe saygım da olan bitenlerden dolayı kaygılarım da sürecek...


Alahattin Gürırmak/kentyasam.com

21.10.2010

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0