Modern bir köy olarak Erciş

13 Aralık 2011 13:35 / 2444 kez okundu!

 


Depremden önce Erciş’i tanımlayacak olsaydık şayet, “Erciş modern bir köydür” ifadesini kullanmak hiç de abartılı bir ifade olmayacaktı. (Bu tanımın depremden sonra da geçerli olup olmadığını zaman gösterecek) Çünkü çoğu mühendislik ve sosyal bilim katkısı olmadan inşa edilen binalar, kaldırımlar, parklar ve yapılan yollar Erciş’i modern göstermeye yetiyordu. Yıllardır iç içe geçmiş dostane ilişkiler biçiminde hareket eden insan grupları, çıkara dayalı seçim ittifakları Erciş’i zaten içinden çıkılmaz bir girdaba sokmuştu.

Erciş gelişmeye müsait bir alanda kurulmuş. Nüfusunun bir kısmı cumhuriyet dönemindeki göç hareketleriyle, bir kısmı da dağınık yerleşime sahip kırsaldan gelen, bir kısmı da öz yerleşimi temsil eden insanlardan oluşuyor. Cumhuriyet döneminden beri merkezi hükümetle iş yapan ve siyasi iktidarı oluşturanlar Erciş’in en kaymak tabakasını oluşturanlardır. Erciş yıllardır siyasi tercihlerini muhafazakâr sağcı partilerden yana yaptı. Dolayısıyla kendini bir kenara itilmiş hisseden kesimler olsa da, bu tercihleri belirleyen birinci etken tamamen ekonomik.

Erciş özellikle 90’lı yıllarda yoğun göç almaya başladı. Köyündeki tarlasını, hayvanını satan kişi, Erciş merkezde ya da merkeze yakın bir yerde birkaç dönüm arsa alarak yerleşmeye başladı. Köyden Erciş merkeze inen insanların yanı sıra, Ağrı ve ilçelerinden de Erciş’e yoğun göçler başladı. Bu göçlerin sebepleri arasında aşiret kavgaları, toprak paylaşamama, ekonomik yetersizlikler, terör gösterilebilir. Erciş merkeze yerleşen kırsal kesim hızla Erciş’in pazarına hâkim olmaya başladı. Özellikle erkek çocuğu fazla olan aileler, çocuklarının iş güç sahibi olmasıyla inşaat sektörüne, oto alım satımı (galericilik), mağazacılık, kahvehane işletimi, esnaflık, tefecilik adı altında ticaret vb. işlere yöneldiler. Öyle ki, tefeciliğin neden olduğu el değiştirmelerden dolayı Erciş büyük bir ün yapmıştı zaten. Bir şekilde bankadan kredi al(a)mamış kişiler tefeciden belli bir karşılığa para, altın ya da hayvan alımı yapıyor, borcunu da genelde meşhur 9. ayda ödüyor. Sırf her eylül ayında bu alacak verecek meseleleri yüzünden birçok kişi ya kavgalarda canını yitiriyor ya da evini barkını terk etmek zorunda kalıyor. Hal böyle olmuşken kokuşmuş bir sosyal düzen Erciş’in toplumsal yaşamına sirayet etmişti.

Erciş’in ilk sakinleri ve memur kısmı kendi yaşam biçimi doğrultusunda herhangi bir ilerleme çabasına girmezken, özellikle göçle gelenler büyük oynayıp arsa satın almaya, dükkân yapmaya, kooperatif yoluyla daire satma işlemine giriştiler. Dörtnala zenginleşmek için neredeyse her yola başvuran insan tipleri meydana geldi. Bunların bazıları sonradan büyük şehirlere göç etmeyi tercih ederken, bazıları kurumsallaşıp ihale işlerine girdiler. Böylece devlet kademelerinde adam çalıştırmaya, seçim dönemlerinde parti hizmetlerine girmeye başladılar. Düşen her yapraktan haberdar olup iş ve aş seçeneklerini kendileri belirlemeye çalıştılar. Dolayısıyla bugün depremden dolayı foyaları ortaya çıkanlar depremden öncesinin en itibarlı ve en “kodoman” adamları idi.

Bir önceki yazımda belirttiğim gibi mal ve hizmetlerin dağıtılmasında görülen inanılmaz adaletsizlik ve cazip seçenekler insanların kendilerini kural koyucu ve otoriter görmelerine neden oldu. Erciş’in “yerli” olarak tabir edilen kesimi yıllardır esnaflığa bel bağlamış, bir yandan çocuklarını okutmuş, bir yandan da arsasını kooperatif yapımı için bir müteahhide vererek yaşam biçimini az da olsa değiştirmeyi başarmıştır. Erciş’i geleneksel görüntüsünden çıkarıp modern bir köye çevirenler büyük oranla bu müteahhitler olmuştur. Kısa zamanda zengin olma hayalleri Erciş’i karmaşıklığa itmiştir. Otoparkı olmayan binalar, depreme dayanıklı olmadığı halde yüksek katlar, dayanıksız yapılarla insanlara daire satmayı becerebilmiş bu kesimler, korkunç bir yapı bozukluğuna da imza atmış oldular.

Depremden önce Erciş’in doğru düzgün pek caddesi bulunmamaktadır. Zeylan ve Vanyolu caddeleri nispeten daha geniş ve kullanılabilirdir. Bütün caddeler esnaf tarafından gasp edilmiş, cadde üzerinde olan her kahvehane caddenin ortasına kadar attığı masa sandalyeyle Erciş’in modern bir köy görüntüsü almasına sebebiyet vermiştir. Az sonra Land Rover cipinden inen birisi yol ortasındaki kürsülerden birine oturmuş çayını içecek, birazdan dördüncü sınıf bir lokantada yemek yiyecek, cadde ortasında bağıra bağıra sohbet edecek vs. vs. Kurban bayramına bir gün kala hayvanını alan çarşı merkezine yürür. Hayvan pazarına gitmek insanlara zor gelir. Modernizm bu olsa gerek, herkes özgürdür ve özgürlük kısaca kuralsızlık olarak algılanır. Zamanında göz yumulan bu uygulama maalesef önüne geçilemez bir soruna dönüşmüştür.

Yukarıdaki anlatımın sosyal bilimlerdeki karşılığı kısaca “kültürel gecikme”dir. Peki nedir kültürel gecikme? Bir yerleşim yerinde maddi kültür öğeleri ile manevi kültür öğeleri aynı seviyede gelişme göstermezse arada meydana gelen boşluğa kültürel gelişme denir. Siz ne kadar kocaman binalar yaptığınızdan dem vurun, caddelerde fink atan arabalarınızı gelişmişlik ölçütü olarak sunun, eğer kaldırımlarınız yaya yerine esnafın işgalindeyse, her yıl 9. ayda birçok kavga meydana geliyorsa, insanlar hukuku kendi ölçütlerine göre belirliyorlarsa, ergonomik tasarım ve uygulamalardan haberdar değilseniz, basit bir park yapıp tüm ilçeyi bir yere toplayıp parkın güzelliğini anlata anlata bitiremiyorsanız, her sene asfalt döktüğünüz aynı yolu evire çevire reklam ürünü yapıyorsanız, milyonlara oynadığı halde cipinin camını açıp yere tüküren bir insan profiline sahipseniz, her şeyin maddi gelişmişlik olarak açıklamanız büyük bir yanılgı olur. Erciş modern bir köydür, çünkü sosyal dönüşümü tesadüfi ve karmaşık ilişkiler üzerine kurmaktadır. Dolayısıyla planlı, uyumlu ve uygulanabilir ölçütler üzerinden yükselmesi gereken bir kent, kuralsızlıklar (anomi) üzerine kurulunca, insanlar depremden sonra gelen Kızılay çadırlarını da kendi hukukuna göre dağıtacak, paylaşacaktır.

Erciş’in Çelebibağı ve Sulu olarak bilinen, daha sonra adı Yeşilova Mahallesi olarak değişen bölgeleri köyünü bırakıp Erciş’e gelenlerin birinci adresi oldu. Kuzeyden başlayarak Van Gölü ile birleşen Yeşilova Mahallesi ve Çelebibağı Beldesi, bugün Erciş’in gettoları olarak bilinirler. Şimdilerde nispeten daha iyi evler yapılmaya başlansa da, bu bölgelerde insanlar yıllarca barakalarda ve derme çatma evlerde kaldılar. Şimdi bu 90’ların çocukları büyüdüler ve çoğu Batı şehirlerinde inşaatlarda çalışarak, başka işlere girerek ya da memuriyet kazanarak maddi durumlarını nispeten daha iyi hale getirdiler. Dolayısıyla yıllardır doğru düzgün yol, sağlık, eğitim ve diğer sosyal imkânlardan yararlanamayan bu kesimler şimdi Erciş’in oy deposu durumundadırlar.

Erciş’ten Van’a gitmek tam bir işkencedir. Yüz kilometrelik yolu gitmeniz için Çiçek Abbas filmindeki minibüslerden birine binmeniz lazımdır (minibüs markaları Mercedes olsa da). Olur da uçağa yetişeceksiniz, bir sınavınız vardır, işte o zaman yandığınızın resmidir. Bir kişilik yer bile boş kalmışsa minibüste, şoförün hareket etmesi mümkün değildir. Bir saat bile bekleseniz o alacağı yolcuya bakacaktır. Ne bir hareket saati uygulaması vardır, ne de yolcuyu düşünen bir anlayış emaresi. Koltukların arasına atılmış kürsüler doldurulduktan sonra hareket edilebilmektedir. Yol boyu sırtınızı ova ova Van’a ulaşırsınız. Vatandaşın rahatlığına dönük kurallar konulmamışsa bir yerleşim merkezinde, orasının modern kent olduğuna hiç kimseyi inandıramazsınız.

Erciş’in dertleri saymakla bitmez. Kültürel etkinlikler okul bazında yapılır. Yazarlara sahip çıkılmaz, yıllarını araştırmalara veren ya da vermek isteyenlere ayrılmış hiçbir fon yoktur. Fonlar siyasi propaganda etkinliklerinde kullanılır. Kurum ve kuruluşların desteklediği dergi, araştırma, kitap çalışması yoktur. Yıllardır fotoğraf çeken sanatçılar bir kez bile onurlandırılmaz, çalışmaları sergilenmek üzere ele alınmaz…

Erciş yeniden yapılacaksa sağlıklı bir planlama yapılmalıdır. Merkezi harabeye çeviren 40-50-60 yıllık binalar yıkılmalı, alternatif cadde ve kavşaklar yapılmalı, güzel meydanlar ve çevre düzenlemesiyle bir Malatya’da, Kayseri’de, Sivas’ta görmeye alıştığımız görüntüler elde edilmeli. Yoksa hepimiz ömür boyu bu enkazın altından kalkamayız.


İsmet TUNÇ

13.12.2011


Son Güncelleme Tarihi: 13 Aralık 2011 18:20

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.