Bürokrasi, domuzlar ve Ermenistan sınırı

21 Mart 2010 21:16 / 3273 kez okundu!

 


Anlatmayı düşündüğüm olay tam da filmlik bir bürokrasi işi. Domuzları kovalamaya başlamadan önce işin sıkıcı taraflarına göz atalım.

Devlet dediğimiz mekanizmanın nasıl işlediğine dair yeniden farklı bakış açıları edinmek için bir süredir “bürokrasi” üzerine bir takım okumalar yapmaktayım. Özellikle Max Weber’in siyaset literatürüne, kazandırdığı bilimsel yazılarla işlevsellik kattığı bürokrasi kavramı, çok değil, henüz 19. yüzyılla birlikte aktif olarak kullanılmaya başlandı. İlk kez 1745 yılında Fransız fizyokrat iktisatçı Vincent de Gournay (1712-1759) tarafından kullanıldığı sosyal bilimcilerce kabul gören bir kavram olan bürokrasi, farklı tarz ve yaklaşımlarla tanımlanması mümkün olan bir kavramdır.

Bürokrasi, üzerine batı toplumlarında çokça düşünürün kafa yorduğu bir kavram olmasına karşın, ülkemizde bu tür çabanın içinde olan çok az bilim insanı vardır. Hatta Batı’da yapılan çalışmalar bile çok geç bir zamanda Türkçeye kazandırılmış. Örneğin Weber’in ölümünden 66 yıl sonra Türkçeye çevrilen bürokrasi üzerine ele aldığı yazılarının tarihi (Sosyoloji Yazıları) 1986 yılını gösterir. Yine önemli bir eser olan Ludwing von Mises imzalı “Bürokrasi” adlı eser ancak 1940 yılında dilimize çevrilmiş. Her daim Batı’daki gelişmelerden geç haberdar olan toplumumuz, bu gecikmeyi her alanda hissedilir biçimde yaşayarak toplumsal geri kalışın resmini çizmiş oluyor.

Değişmeye ayak diretenler bir nebze olsun bu gecikmenin nedenleri arasında sayılabilirler.

Yazıya bürokrasi tanımlarıyla devam etmek yerine başlıktaki çekiciliğe geri dönmekte fayda var. Malum, tanımlardaki sıkıcılık verilecek örneklerle hem daha aydınlatıcı oluverir, hem de bürokrasinin hayatımızdaki görmezden gelinen hallerimize bir açıklık getirmesi sağlanmış olur. Halı altına süpürdüğümüz çöplerimizden kurtulduğumuzu zanneder dururuz ya, aslında onlar sadece kısa süreliğine orada gizlenmekteler. Biriktikçe başka taraflardan da bizleri rahatsız etmeye başlarlar. Sonra bu hallerimiz toplumsal psikolojimizi yansıtır derecede işe yararsa şayet, o zaman bulunmaz can simidi gibi ona sarılırız. Bu kez Ermeni sınırına kaçırttığımız domuzlarla bu işten kurtulduğumuzu zannederiz. Oysa o domuzlar arka kapıdan içeri girmişlerdir de haberimiz yoktur bizim. Aslında olmayan domuzlardan bahsetmek yerine var olan domuzları arayıp bulmakla daha iyi bir iş yapmış olacaktık. Neden mi bahsediyorum? Prof. Bilal Eryılmaz’ın “Bürokrasi ve Siyaset” adlı eserinin 166. sayfasında geçen bir okuma parçası beni oldukça güldürdü. Güldürürken aynı zamanda da düşündürdü. Bir şeyleri birilerine ihale etmekte galiba biraz başarılıyız. Bu ihale ettiklerimizin içinde kendi içimizdekiler olsa bile. Ne dersiniz?

Metin Heper’in “Türk Kamu Bürokrasinde Gelenekçilik ve Modernleşme” adlı eserinde ele aldığı tanımlamalarla yola çıkıldığında gerçekte ‘gelişmekte olan ülkelerde bürokrasi ‘ karın ağrılarını içten içe yaşadığımızı düşünüyorum. Bu kadar açık şekilde kendi öz yetenekleriyle yaratılan bir bürokratik anlayıştan nasıl kurtulacağımızı düşünmek ve buna çözüm yolları aramak bile başlı başına bir sorun galiba.

Olay, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan bir bürokratın anlattığı ve yaşanmış gerçek bir hikâyedir. Hikâye, Eryılmaz’ın gerisini “Referans Gazetesinin başkent kulisinden aktarıyoruz” dediği şekliyle noktası virgülüne aynen şöyle:

Bir dönem Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, İl Müdürlükleri’ne bir yazı yazar ve “İlinizin bulunduğu bölgelerdeki karga, yaban domuzu, üveyik gibi tarımsal üretime zarar veren yabani hayvanların sayısını çıkartın bize yollayın” der. Der ve komedi bu noktada başlar.

İl müdürlerini alır bir düşünce… Adı üstünde yabani ve zararlı hayvan bunlar. Nasıl sayacaksın?

Sonunda kendi aralarında ‘istişare’ ederek bir formül bulurlar. Bölge büyüklüğüne göre her il bir rakam yazıp bakanlığa yollar. Kimi 30, kimi 20 yaban domuzu olduğunu bildirir. Aradan bir yıl geçer. Bakanlık’tan bir yazı daha gelir.

“Bölgenizdeki yaban domuzlarının son durumu nedir? Şayet sayıları 150’yi aşarsa sürek avı başlatın.“

Sürek avı başlaması için gerekli bürokratik işlemler ve nasıl ekipler oluşturulacağı, vurulan domuzların kuyruklarının kesilerek ispatlanması gerektiği gibi formaliteler sıralanır. İl müdürleri yeni sayıları, 5’er, 10’ar arttırıp bildirirler. İş, yıllarca böyle devam eder gider.

Bürokratımızın tayini bir gün Tunceli Tarım İl Müdürlüğü’ne çıkar. Göreve başlamasının ardından yine bakanlığın aynı yazısı gelir. Hemen, bir sene önce gönderilen yazıyı çıkartır ki ne görsün. Domuz sayısı 149… Domuzu bir tane arttırsa sürek avı başlamak zorunda kalacak. Hayvanların kuyrukları, ödenek falan dert…

Kendi kendine, ben bu sayıyı 50’ye düşüreyim, kimse fark etmez, der ve yazıyı gönderir.

Bir ay sonra Bakanlık’tan bir yazı gelir. (Geçen yıl bölgenizde yaban domuzu sayısı 149 idi. Siz 50 olduğunu yazmışsınız. Ne oldu 99 yaban domuzuna) diye sorulmaktadır. Bürokrat oturur ve düşünür, bir formül bulup Bakanlığa yazar:

(Evet, geçen yıl sayı 149’du. Ancak köylüler resmi olmayan yollardan sürek avı başlattılar, hiçbirini de vuramadılar. Domuzlar sınır ilimiz olan Erzincan’a geçti) der. Bürokrat, “Hayvanları vurduk” dese, bakanlık kuyruklarını isteyecek.

Bakanlık bunun üzerine Erzincan il müdürüne bir yazı yazar:

(Bölgenizde 100 yaban domuzu olduğunu yazıyorsunuz. Ancak Tunceli İl Müdürlüğü 99 adet domuzun bölgenize geçtiğini bildiriyor. O hayvanları bulun. Sayı 150’yi aştığı için de hemen ekipleri toplayarak sürek avı yapın) der.

Erzincan İL Müdürü düşünür ve Bakanlığa şöyle bir yazı yazar:

(Evet doğrudur. Tunceli’nin 99 domuzu sınırımıza girdi. Ancak hızlarını alamayarak sınırımızı aşıp Erzurum il hudutlarına geçtiler) deyip işin içinden sıyrılır. Bakanlık bu defa Erzurum İl Müdürlüğü’nden hayvanların bulunup sürek avı başlatılmasını istemiş. Erzurum İl Müdürü de Erzincan İl Müdürünü arayıp olayı sorar, akıl danışır ve Bakanlığa şunu yazar:

(Doğru. 99 domuz bölgemize girdi, peşlerine düştük, ancak Ağrı il sınırına girdiler)

Bakanlık bu kez Ağrı il müdürüne yazar. Ağrı il müdürü de Erzurum il müdürünü arar. Ve o da bakanlığa (Evet doğru bizim sınırdan girdi ama ülke sınırlarını aşıp Ermenistan’a geçti) diyerek olaya Tarım Bakanlığı nezdinde son verir. Olay böylece kapanır.

Cumhuriyet kurulduğundan beri hasır altı edilen sorunlar beyinlerdeki müthiş istek-karşılık esasına göre böylece yürütülmüş oluyor. Bizler bu kadar kısa (uzun )zamanda bazı şeyleri hallettiğimizi düşünüyoruz. Sürekli işleri komşularımıza ihale ediyoruz. “Alın domuzlarla siz uğraşın” diyerek domuzlardan gerçekten kurtulduğumuzu düşünüyoruz. Ama fena halde yanılıyoruz gibi.


İsmet Tunç
17.03.2010, Erciş



 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
19 Mart 2010 11:03

eyyüp

Bizi hem güldüren hem de düşündüren ilginç ve oldukça güzel bir yazı. Ancak bürokrasi derken devlet olgusunun tarihsel bakımdan ne derece insanlığın gündeminden çıktığına da bakmalıyız. Max Weber ve benzerlerinin uzun uzadıya incelediği bu olguyu Franz Kafka, Şato ve Dava adlı romanlarından daha basit bir yoldan üstelik bizi eğlendirerek anlatmıştır. Konuyla ilgili yazılanların bütününe baktığımızda bürokrasinin devletle birlikte ortaya çıktığını görürüz. Gerçekte bürokrasinin ortadan kalkması demek devletin misyonunu tamamlayarak ortadan kalması anlamını taşır. Tarih gerçekten bu aşamaya gelmiş midir? Son iki yıldır yaşadığımız kriz kapitalizmin bir süre daha devlete ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Bizim yapmamız gereken şey eskiyen kapitalizmi devreden çıkarıp insanlığın yeni geleceğini inşa edecek bilimsel formüller ütretmek olmalıdır. Biten bir rejimin içinde çözüm aramak beyhude bir uğraş olacaktır. Zira kapitalizmin onarılacak tarafı kalmamıştır. Teşekkürler... Eyyüp Altun
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.