Bir mesaj ve 'öteki'ler üzerine düşünceler…

26 Şubat 2012 12:03 / 1941 kez okundu!

 


Seri halde yazmayı düşündüğüm yazıları kafamda tasarlayıp yazdıktan sonra, seriye devam etmeyi çoğu zaman başaramıyorum. Araya ya başka konular giriyor ya da bilerek başka konulara yöneliyorum. Sonra dönüp kaldığım yerden devam diyor ve bitiriyorum. Yine öyle oldu.

Kırgız köyü üzerine bir yazı yazdım ve devamından Topraklı Köyü, Deredam Mezrası'nda geçirdiğim bir yıla dair bir yazı yazmayı düşünüyordum. Çünkü o köyde de çok ilginç deneyimler kazandım. Birleştirilmiş bir sınıfta, 78’den kalma prefabrik bir okulda, birinci ve ikinci sınıf çocuklarının aynı ortamda ders gördüğü bir okulda neler yapılabildiği anlatılmaya değer herhalde. Belki üçüncü bir yazı olarak da milli eğitim konusuna değinip tamamlarım diye tasarlamıştım. O yazıdan sonra kardeş sitemiz www.ercisnet.com için “Senin Muhammed’ine Kurban Olayım”; Oduncu Ahmet Dayı adıyla bir yazı yazdım. Bu yazı spontane gelişti ve iyi ki öyle oldu. Yoksa başka zaman o hissiyatı yakalayamayabilirdim. Seri yine başka zamana kaldı. Haliyle antropolojiden de geri kalmamak için notlarımdan derlediğim Sosyal/Kültürel Antropoloji’de Kuramlar /1 adıyla bir yazı yazdım. Sonuçta bu yazının da bir devamının olması gerekiyor. Çünkü antropolojideki kuramlardan “evrimcilik” kuramını ele aldım ve devamını da getirmem lazım.

Ücretli öğretmenlikle alakalı yazıma gelen e-maillerden biri beni çok şaşırttı. İnternetten Kırgızlarla alakalı arama yapan bir hanımefendi, yazımı görmüş ve okumuş. Ardından da bir e-mail atmış bana. Okuyunca bir an durdum, şaşırdım. O esnada durgunlaştım. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Sonra cevap yazdım. Ardından o hanımefendi de cevap yazdı.. Ama sonra düşündüm: “bu memlekette bu e-mailin sahibi gibi acaba kaç insan var? Belki dünyanın birçok noktasını gezmiş ya da bu hanımefendi gibi fakülte mezunu, üstelik ülkemizi ve dünyayı, dünya siyasetini kavrayacak üst düzey bir bölüm bitirmiş ama hala kendi ülkesine yabancı…” Sakın alınmasın bu hanımefendi. Bunları düşünürken onu hiç suçlamadım. Çünkü ortam mı desek? Dayatılanlar mı desek? Milli birlik ve beraberliğimizi sağlayacak ulvi güçlerin mahareti mi desek? Ne dersek diyelim, tablo bu. Bu ülkeye yabancı kaldık.

Gelen e-mail şöyle:

“merhaba..

kırgız köyündeki öğretmenlik günlerinizi ilgiyle okudum...kendisini yurdunun batısına ait hisseden, ötesinden korkan biri olan ben...benim gibi olmayan ve yaşadığı toprağı ve insanı olduğu haliyle sevmeyi bilen sizin gibi biriyle aynı ülkenin vatandaşı olmaktan onur duydum...

saygılar

...”


Çok masumane ve içten cümleler. Bizdeki modernleşme hareketleri halktan kopuk ve tepeden inme biçimde dayatıldığı için ortaya böyle bir tablo çıkıyor. Kültürel kalıplarımız belli bölgelere hapsolmuş ve ona göre şekil alarak bugünlere kadar gelmiş. Dolayısıyla bizlerin bu tür düşüncelerden sıyrılması, ancak evrensel ölçütlerde düşünme ve algılama yetisine sahip olmamızla aşılabilir diye düşünüyorum. Hala yaşadığımız coğrafyanın farklı kültürlerinden habersiz, sadece kültürün yaşadığımız yüzünü gördükçe de bu tür hatalardan sıyrılamayacağız.

Kültür sözcüğü çok büyülü ve özel bir sözcüktür. Her bölgenin, her şehrin mutlaka kendine özgü bir kültürel yapısı vardır. Şurası çok açık ki, kültürel farklılıklarımızın farkında değiliz. Bu da bizi tek düze bir düşünce biçimine yöneltiyor. Farklılıkları gördüğümüzde onları yanlış ve eksik ya da olmaması gereken şeyler olarak kabul ediyor ve görmemezlikten geliyoruz. Esasen teorik arka planda bir hiçleştirme bilinçaltımızın olması, tüm zihnimizi kaplayan bir zarın varlığı, belki de tarihimizin ve farklılığımızın anlaşılamamasının önündeki en büyük engel olarak duruyor.

Peki, ne yapmalı? En büyük eksiliğimizin körpe beyinlerimize yöneltilen ve ayrıştırıcı özelliği olan basmakalıp bilgilerin varlığıdır. Bu bilgileri bilerek ya da bilmeyerek var ediyor ve yayıyoruz. Geleneğin halkbilimdeki anlamı, bir şeyin uzun zaman yapıla gelen sürdürülmesi olarak geçer. Yani, bizlerin yalan ve eksik bilgiler ışığından büyütülüyor olmamız, ister istemez bir “öteki”, “yabancı”, “kötü”, “bilinmeyen”… gibi yığınla kalıp yargıların varlığına yönelmemizi ve bununla yaşamak zorunda kalmamız geliyor.

Bir önceki yazımda eğitim sorunlarından pek de bahsetmedim. Bir sonraki yazımda bahsedeceğim konuyla bağlantılı olarak bu e-mailin sahibi acaba neler hissedecek merak ediyorum. Birleştirilmiş bir sınıfta, üstelik hijyen ve fiziki şartların kesinlikle yeterli olmadığı, 5. Sınıfa gelmesine rağmen hala ağır aksak okumaya çalışan bu öğrencilerle, tablet bilgisayara geçen sınıflar arasındaki farkı hissettiğimizde neler düşüneceğiz. Neden bu ülkede iki şey arasındaki fark birkaç asırda kapanacak kadar derinlerde oluşturuluyor? Bunu anlamak, anlamaya çalışmak ve anlamlandırmak o kadar zor ki.


İsmet TUNÇ

26.02.2012


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.