Türklerin de Ermenilerin de iyileþmek için bu özüre ihtiyacý var!

17 Aralýk 2008 15:57 / 1674 kez okundu!

 


1915 yýlýndaki Ermeni Tehciri'nin acý sonuçlarýnýn üzerinin kapatýlmasý ve topluma tam tersinden anlatýlmasý nedeniyle yýllardýr toplumumuzun yaþadýðý travmaya son vermek için bir grup aydýnýn öncülüðünde bir kampanya baþlatýldý.

Kampanyanýn web sitesinin adý: http://www.ozurdiliyoruz.com

Bu kampanya da geçmiþte tartýþýlan (Hepimiz Ermeniyiz, Ergenekon Davasý ve 2008 Cumhurbaþkanlýðý seçimleri vd.) bir çok konu gibi toplumu ve içindeki en küçük birimleri bile yine neredeyse ortadan ikiye böldü. Umarýz her þeye raðmen saðlýklý bir tartýþma yürür ve 80 yýllýk sistemin eðitim kurumlarýndan torna usulü yetiþmiþ beyinlerce yayýlan ulusalcýlýk gazý ve her gün daðýtýlan milliyetçi gözlüklerin etkisiyle, empati denen þey hiç olmazsa unutulmaz.

Geçmiþin hýzlý devrimci gençlerinden Taner Akçam, bu konunun üzerine uzun süredir ciddiyetle eðiliyor. Yazdýklarýyla ve tavrýyla, günümüz hümanizmasýnýn, enternasyonal bakýþ açýsýndan kopmayý gerektirmeden onurla taþýnabileceðine de örnek gösterilecek bir akademisyen. Ýnsanlýðýn sorunlarýyla boðuþuyor ama bir tek insanýn derdinden kopmamaya çabalýyor. Üstelik onlar, bir kiþiden biraz çoklar. Yüzbinlercesi tehcir sonucunda ölmüþ, yüzbinlercesi de dünyaya hallaç pamuðu gibi saçýlmýþ bir halkýn, torunlarý onlar... Taner Akçam bir bilim adamýnýn dürüstlüðünde, serinkanlýlýðýnda ve tarafsýzlýðýnda konuyu ele alýyor, yorumluyor ve bir tür psikolog gibi bizim, kendimizle yüzleþmemizi saðlýyor. Ýyi de ediyor. 2005 yýlýnda bu konuda bir dizi yazý kaleme almýþtý. Gelin bu yazýlarý okuyalým, geçmiþle yüzleþmeyi deneyelim; aklýmýzý ve duygularýmýzý birleþtirerek, hem ahlaki anlamda hem de düþünce anlamýnda tutarlý kalmaya çalýþarak, ülkemizdeki bir tabunun daha konuþularak aþýlmasýna katkýda bulunalým.

Unutmayalým ki 10 yýldýr Kürt sorunu üzerine konuþa konuþa bir yerlere vardýk. 10 yýl önce Kürtçe televizyondan söz ettiðimizde bize söylemediklerini koymayanlar, bugünkü geliþmeler karþýsýnda susmayý tercih ediyorlar. Sanki bu durum epeyiden beridir böyleymiþ gibi, yapýyorlar. Hatta ilk fýrsatta, "bu Kürtlere güvenilmez; bakýn bunca hak verildi ama onlarýn isteði biter mi?" diyerek geçmiþi hemen unutturup, bu sefer de, o anýn, atýlmasý gereken zorunlu adýmlarýnýn önünde týkaç gibi dururlar. Öteden beri zaten milliyetçi eðilimlerde olanlar için bu durum biraz anlaþýlabilir. Ama üzücü olan onlarýn içinde kimilerinin kendilerine devrimci, sosyalist, komünist filan gibi tumturaklý adlar veriyor olmasý. Sanki geçmiþteki "güzel günlerin" anýsýndan baþka sarýlacak þeyleri kalmamýþ yaþlýlar gibi çoðu. O geçmiþi, o günlerin güzelliðini sorgulamayý asla istemiyorlar. Her sorgulayanýn mutlaka kötülemek için yaptýðýna inanmaya çalýþýyorlar. Bunu yapanlar olsa olsa hain olabilir diye bakýyorlar. Týpký önce beyaz ordularýn sonra da kýzýl ordularýn 70 yýl arayla pazara düþümüþ niþanlarýný, rozetlerini takmýþ veteranlar gibiler onlar... Belki de en anlayýþla yaklaþmamýz gerekenler onlardýr ve onlar aslýnda biziz.

3-4 yýldýr Ermeni konusunu tartýþýyoruz. Hrant'ýn ölümüyle yoðunlaþtýðýmýz bu konuyu da belki 5-6 yýl sonra aþmýþ olacaðýz. O günlerde geriye bakýp, "yahu ben o zamanlar ne kadar milliyetçi, katý ve duygusuzca bakmýþým meðer? Kendimi solcu, devrimci sayardým ama ne oldu da kendimi birden baþka bir tarafý desteklerken buldum? Yanlýþ karþý çýkýþlar belki de beni yanlýþ yönlere savurmuþtu..." dememek için, herkesin bir daha düþünmesi gerekiyor. Tabularý aþmak kolay deðil, doðru. Belki sadece bir þey gerekli, bu konuda, þimdiye dek olanlardan ve bize anlatýlanlardan duyulacak bir küçük kuþku! O kuþku belki bize doðru yolu buldurabilir.

Ayrýntýlarýn içinde yitirsek, basit, yalýn gerçeði gözden kaçýrabiliriz. Oysa Türklerin de Ermenilerin de belki bu özüre çok ihtiyacý var. Ýçtenlik herkesin iyileþmesine yardým edebilir...

Taner Akçam'ýn yazýlarýný ön yargýsýz olarak okumak, buna iyi bir baþlangýç olabilir...

Ý. Mýsýrlýoðlu


Türk-Ermeni sorununda atýlmasý gereken adýmlar
(1)


Hazýrlayan: Doç.Dr.Taner AKÇAM (Minnesota Üniversitesi-ABD)

Bu yazý esas olarak Türk-Ermeni iliþkilerine yeni bir yaklaþým önermek amacýyla kaleme alýnmýþtýr. Bugüne kadar, soruna, sorunu yaratan eski paradigmalar içinden yaklaþýldýðý ve bunun deðiþtirilmesi gerektiði yazýnýn ana tezidir. Bu paradigma en genel anlamýyla, Osmanlý devletinin daðýlmasý, ve bu süreçte çeþitli din-ulus gruplarý arasý ortaya çýkan çatýþmalardýr. Bu çatýþma sürecinde, her bir grup, belli bir toprak parçasýnýn kendisine ait olduðunu iddia etmiþ ve bu topraðýn sýnýrlarý içinde kalan ve kendisinden olmayan, “öteki” diye tanýmladýðý ulus veya din gruplarýný etnik temizlik veya göç/sürgün yolu ile yok etmeyi tercih etmiþtir. Ermeni-Türk meselesi böyle çatýþmanýn ürünü olarak ortaya çýkmýþtýr ve hala bu paradigmanýn kavramlarý ile ele alýnmakta ve anlaþýlmaya çalýþýlmaktadýr. Benim bu konudaki teklifim, sorunun yeni bir tarzda kavramlaþtýrýlmasýnýn gerektiðidir. Önerim sorunun ulus-devletlerin demokratikleþmesi meselesinin bir parçasý olarak uluslar arasý adalet paradigmasý alanýna taþýnmasýdýr. Bunun anlamý þudur: Çatýþma artýk iki tarafýn toprak ve sýnýrlar üzerinde yürüttüðü bir çatýþma olarak geçmiþten miras kalmýþ bir sorun olarak görülmemeli, bunun yerine her iki toplumun bugünkü demokratikleþmesi meselesinin bir parçasý olarak; yani bir insan haklarý sorunu olarak ele alýnmalýdýr.

Demokratikleþme meselesi

Bu demektir ki, Türkiye ve Ermenistan iki komþu devlet olarak her ikisi de demokrasiye geçiþ sürecinde olan iki ülke olarak kendi demokratikleþmelerinin ve bölge iliþkilerinin demokratikleþmesinin bir parçasý olarak konuya yaklaþmalýdýrlar. Türkiye AB’ye kabul edilmek üzere olan; Ermenistan ise SSCB’den ayrýldýktan sonra baðýmsýzlýðýný kazanan, geçiþ sürecinde ülkelerdir. Her iki devlet de geçmiþleri ve demokratikleþme meselesi ile kendilerini ve “öteki”nin kimliðini yeniden tanýmlama sürecindedirler. Kendi öz kimliklerinin demokratik bir temelde tanýmlanabilmesi ise, her iki toplumun da ötekini geçmiþi üzerinden deðil, bugünün örüntüsü içinde yeniden ve derinlemesine tanýmlamak zorundadýr. Böylesi bir sürecin baþlayabilmesi için iki toplumun da birbirleriyle doðrudan iliþki içine girmesi ve geçmiþin tutsaðý olmaktan kurtulmalarý gerekir. Bunun yolu ise, her iki toplumun da geçmiþleriyle, bugünleri arasýnda açýk bir ayrým yapmayý baþarabilmeleridir. Zor olan veya sorun olan, geçmiþ ile bugün arasýnda bir ayrýmýn henüz yapýlmamýþ olmasýdýr.

Temel argümaným, bugünkü Türk-Ermeni iliþkilerinde, geçmiþ, bugün ve gelecek arasýnda farklýlýklarýn hemen hemen hiç olmadýðýdýr. Geçmiþle bugün arasýndaki sýnýrlar silinmiþ, bir çeþit zamansýzlýk duygusu ortaya çýkmýþtýr. Tina Rosenberg, Doðu Avrupa toplumlarý üzerinde, onlarýn geçiþ süreçlerini gözledikten sonra þu tesbitte bulunmuþtu: “Öðrendiðim ilk ders þu oldu: Bazý toplumlar geçmiþle uðraþmýyorlar, çünkü geçmiþ hala onlarla birlikte yaþýyor.” Benzer þekilde Türk-Ermeni iliþkilerinde de geçmiþin hali hazýrda bizimle birlikte yaþar olmasý ve bakýþ açýlarýnýn, karþýlýklý iliþkilerin ve aktörlerin deðiþmediði hissinin sürmesi durumu var. Bugünün aktörleri, atalarýnýn tarihsel figürlerinin arkasýna gizlenmiþ bir biçimde aynen atalarý gibi davranmaya devam etmektedirler. Bu aynýlýðýn inandýrýcý olabilmesi için taraflarýn, “öteki”nin kollektif kimliðinin zaman içinde deðiþmeden kaldýðýný kabul etmesi gerekiyor. Geçmiþin asýl failleri ile kurbanlarý arasýndaki iliþki fiktif bir soyaðacý yaratýlarak bugüne aktarýlýyor. Böylesi bir baðý kurmanýn doðal sonucu olarak da bugunün kollektif kimlikleri ve geçmiþtekiler arasýnda aynýlýk hissi doðuyor.

Kurgusal kavramlar:“Türk” ve “Ermeni”

Görmek gerekiyor ki, bu mantýk tarihe ikili bir yaklaþýmý gerekli kýlýyor. Birincisi tarihin bir aný (1915) esas alýnýyor ve bu an taraflarý tanýmlamak için kullanýlýyor. Ýkincisi ise, bugünkü Türk ve Ermeni taraflarý tanýmlanýrken koskoca bir tarihsel süreç yok sayýlýyor. Tarihsizlik bugünün temsilcilerinin birbirleri ile iliþkilerini belirlemede esas alýnýyor. Sonuç olarak bugün Türkler ve Ermeniler bir diðeri için bir nevi soyutlama, bir tarihsel genellemeden baþka bir þey deðildir. Ortada kullanýlan “Türk” ve “Ermeni” kavramlarý bir kurgudan ibarettir. Bir baþka deyiþle, tarihsel olarak tanýmlanmýþ, bugün yaþayan Türk veya Ermeniyi tanýmlayan kategoriler yerine, içi boþ kurgulamalarla karþý karþýyayýz. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Türk demek Ermeni olmayan, Ermeni demek ise Türk olmayan demektir. Geçmiþle bugünün zamansýz bir bölgede hemhal edilmesi operasyonu olarak da tanýmlayabileceðimiz bu mantýk ile tarih de donmuþ hale sokuluyor. Bu donma bölgelerinin oluþma ve pekiþmesinde Soðuk Savaþ döneminin büyük rolü oldu. Þimdi SSCB’nin daðýlmasý ile birlikte bu buzlar erimeye baþladý ama bu buzlanmanýn doðal sonucu olarak her iki taraf (Türk ve Ermeni) birbirlerini Soðuk Savaþ öncesi dönemde tanýdýklarý tarzda algýlamaya devam ediyorlar. Her iki toplumun da dün ve bugün arasýnda ayýrým yapamamalarý ve geçmiþin tutsaðý olmalarý bu toplumlarýn hala travmatik bir durumda olduklarýnýn iþaretidir. Belli bir travmayý hala yaþamaya devam eden toplumlarýn geçmiþle bugün arasýndaki farklarý görebilmelerinin ve geleceði inþa edebilmelerinin yegane yolu, geçmiþleri ile yüzleþmeleri ve birbiriyle doðrudan iliþki içine girmeleridir.

Özür Dileme Çaðý

Özür dileme siyaseti 20.yy’da öyle bir hal almýþtýr ki, bazýlarý çaðýmýza “Özür Dileme Çaðý” adýný bile takmýþtýr. Bu özür dilemeler, tarihin bir yerinde yapýlmýþ yanlýþtan kendisine pay çýkaran deðiþik kesimler tarafýndan yapýlýyor. Bu da yerine göre, ya bireyler, meslek adamlarý, ticari organizasyonlar, dinsel liderler gibi sivil kuruluþlarca ya da devlet temsilcileri, hükümetler, devlet baþkanlarý gibi resmi kiþilerce yapýlýyor. Özür dileme patlamasýnýn arkasýnda yatan nedenler hakkýnda deðiþik fikirler ileri sürülmektedir. Küreselleþme, ulus-devletlerin yýkýlmasý, Nazi Soykýrýmý’nýn etkisi bu izah tarzlarýnýn baþýnda geliyor. Elazar Barkan özür dilemelerde dünya çapýnda yaþanan patlamayý, “uluslar arasý ahlak” kavramýnýn yeniden önem kazanmasýyla açýklýyor. Bu konuda kafa yoran bir baþka bilim adamý John Torpey’e göre ise “politik özür” Holocaust yani Nazi Soykýrýmýnýn ne anlama geldiði konusunda yürütülen baþarýlý çalýþmalarýn sonucu ortaya çýkan uluslar arasý normlarýn bir ürünüdür. Torpey, Nazi Soykýrýmýnýn bu tür özürler için küresel bir ölçüt oluþturduðunu düþünüyor. Michel-Rolph Trouillot’ya göre ise özür dileme dalgasý, politik düzeyde, bireysel özgürlüklerin kollektif özgürlükleri galebe çalmasýnýn bir ifadesidir. Küreselleþen dünyamýzda farkýnda olmadan kollektif kimliklere sanki bireysel kimliklermiþ gibi davrandýðýmýzý ve onlara bireysel kimliklere ait “ayýp”, “onur”, “suç”, “haysiyet”, “gurur” gibi kavramlarla yaklaþtýðýmýzý söyleyen Trouillot, kollektif kimliklerin aynen bireysel kimlikler gibi yerleþmiþ ahlaki kategorilerle ele alýndýðýný ekliyor. Jeffery K. Olick ve Brenda Coughlin ise bu görüþe katýlmýyorlar ve esef, keder, ya da piþmanlýk diye çevirebileceðimiz “regret” duygusunun artýþýný, devletin yeterli psikolojik savunma mekanizmalarý geliþtirememesinin bir iþareti, yani devletin bir zaafý olarak görüyorlar. Bu açýdan bakýldýðýnda, onlara göre özür dilemek bir kollektif kimliðin örneðin ulus-devletin çöküþünün bir iþaretidir. Jurgen Habermas’a göre ise tarihin “geçici ufku tersine çevrilmiþtir” ve “bugün, geçmiþin ürküntüsü, kurbanlarýn anýlarý kendimize dair görüþlerimize esin veren 19. ve 20.yy ütopyalarýnýn yerini almaktadýr”. Habermas’a göre artýk ütopyanýn kendisi deðil, onun kurbanlarýný hatýrlamak daha önemlidir ve kurbanlarý hatýrlamak kollektif kimliðin en önemli parçasý olan ahlaki deðer yargýlarýmýzýn sorgulanamaz temelini oluþturmaktadýr.

Bernard Giesen büyük ütopyalarýn yýkýlmasý ya da kültürel anlamda kurban edilmesi gibi genel kalýpsal fikirleri doðru olsalar bile tek baþlarýna yeterli bulmaz. Bunun bir nedeni, büyük ütopyalarýn yýkýmýnýn deðiþik toplumlarýn belleklerinde deðiþik biçimlerde anýlara dönüþtüðü gerçeðidir. Giesen’e göre iletiþimdeki hýzlý geliþmeler, insanlar, kültürler ve bölgeler arasýndaki mesafelerin giderek önemini yitirmesi sonucunu uluslarlarasý iletiþim ve gruplarýn birbirini gözleme tarzlarý öylesine deðiþmiþ ve geliþmiþtir ki, bu yeni koþullar yeni tür itiraf ritüellerinin geliþmesine yol açmýþtýr. Giderek yakýnlaþan dünyada artýk “öteki” görülmez yabancýlar deðildir, aksine öylesine yakýndýrlar ki onlarý hergün görebilir ve iletiþim kurabiliriz. Böylece “öteki” ni tanýmlamakta kullandýðýmýz tüm küçültücü eski kliþeler artýk kullanýlamaz hale gelmiþtir. Bunun bir sonucu, düþmaný aþaðýlamadan duyduðumuz onurdan ya da etnik saflýðýmýzý saðlamak için baþkalarýný imha etmek üzerine oturtulmuþ olan þanlý tarihimizden sözetmemizin artýk anlamýný yitirmesidir. Ona göre kültürel hafýzanýn yaþamasý ancak olaylarýn aðýrbaþlý ve ciddi milli bir mesele olmaktan çýkýp, tehlikesiz folklor düzeyine aktarýlmasý ile mümkündür. Hafýzanýn edindiði bu yeni biçim, dýþarýda býraktýklarýna artýk saldýrmak zorunda deðildir, hatta turistlerin ilgisini çekmesi bile muhtemeldir. Böylece artýk muzaffer olan yerine kurbanýn, gelecek yerine geçmiþin, içeridekilerin homojenliði yerine dýþarýda kalanlarýn kader arkadaþlýðý, geçmiþ ve gelecek arasýndaki devamlýlýk yerine tarihsel kesintilere odaklanmak mümkün olacaktýr. Özür dileme siyaseninin bu denli yaygýnlaþmasýnýn elbette bu izah tarzlarý dýþýnda çok basit bir biçimde açýklanmasý da mümkündür. Özür dilemenin sonuçta ciddi hiçbir bedeli yoktur. Özür dileme çabalarýnýn çoðu, hatta hepsi, geçmiþte yaþanmýþ bazý “kötülüklerin” acýsýný teskin etmeye yönelik ucuz çabalardýr. Özür dileme ciddi politik analizcilerin ve gazetecilerin sýkça dile getirdikleri gibi içi boþ jestler dýþýnda hiçbir anlam ifade etmemektedir. Bu eleþtiri, kendi içinde ciddi haklýlýk payý taþýsa bile görmek zorundayýz ki özür dileme geleneði ulusalarrasý iliþkilerde yeni standartlar ve yeni normlarýn geliþtirilmesine katkýda bulunmaktadýr. Özür dilemenin arkasýnda hangi gerçek olursa olsun, önemli olan bu akýmla birlikte artýk tarihle yüzleþme meselesi, yeni paradigmalarýn içine yerleþtirilmiþtir.

“Özür Dileme” örnekleri

1970
Batý Almanya Þansölyesi Willy Brandt, eskiden Varþova Gettosu’nun olduðu yerde, diz çökerek Almanya’nýn soykýrýmdaki sorumluluðunu, bundan duyduðu suçluluk duygusunu, üzüntüyü dile getirdi.

1988
ABD, II. Dünya Savaþý sýrasýnda toplama kamplarýnda “enterne” edilen Japon asýllý Amerikan vatandaþlarýndan resmen özür dilediði gibi, enterne edilenlerden halen sað olanlarýn herbirine 20’þer bin dolardan toplam 1.2 milyar dolar tazminat ödenmeye ve bu kesimin kültürel ve tarihsel meselelerini kamuoyuna duyurmalarýnda kullanýlmak üzere 50 milyon dolarlýk bir fon oluþturulmasýna karar verdi.

1993
Güney Afrika Cumhuriyeti Baþbakaný F.W. de Klerk “apartheid” (ýrk ayrýmý) politikalarýndan dolayý özür diledi. Nelson Mandela da Afrika Ulusal Kongresi tarafýndan “düþmanlara” karþý yürütülen katliamlardan dolayý özür diledi. Japonya Baþbakaný Tomiichi Murayama 1937’de 200 bin Asyalý kadýnýn Japon askerleri tarafýndan seks kölesi olarak kullanýlmasýndan dolayý özür dilerken, Asyalý kadýnlar için bir de fon kurdu. Ýngiltere Kraliçesi II. Elizabeth 1863’de Maorilerin topraklarýný ellerinden aldýklarý için Yeni Zelanda hükümetinden özür diledi, 39 bin dönümlük topraðý Maorilere iade etmekle kalmadý, ayrýca 112 milyon dolarlýk tazminat ödemeyi kabul etti.

1996
ABD Enerji Bakaný Hazel O’Leary 1944-1974 yýllarý arasýnda yapýlan radyasyon denemelerinden sað kalan son kiþiden özür diledikten sonra olaydan etkilenen 11 ailenin sað kalan üyelerine 4,8 milyon dolar tazminat ödeneceðini açýkladý.

1998
Kanada hükümeti ülkenin yerlilerine karþý yürütülen geçmiþ politikalardan dolayý resmen özür diledi. Vatikan, Nazi soykýrýmýna sessiz kaldýðý için özür diledi.

1999
Danimarka Baþbakaný Poul Nyrup Rasmussen ABD’ye askeri üs açmak için Grönland’ýn yerlileri olan Inuitleri göçe zorladýklarý için özür diledi.

2000
Hollanda hükümeti, geçmiþte verdikleri zararlardan dolayý Yahudiler, Çingeneler ve Endenozyalýlardan özür diledi ve 180 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul etti.

2002
Belçika hükümeti Kongo Baþbakaný Patrice Lumumba’nýn öldürülmesine karýþtýklarý için özür diledi ve Kongo gençliðine ve demokrasisine adanmýþ bir fon kurdu. Norveç Parlamentosu II. Dünya Savaþý sýrasýnda ülkeyi iþgal eden Alman askerlerinin geride býraktýðý 12 bin gayrimeþru çocuða, yetiþmeleri sýrasýnda ayrýmcýlýk yapýldýðý için tazminat ödemeye karar verdi.

BÝRGÜN GAZETESÝ (27 Mart 2005)

xxxx

Türkiye tarihi ile yüzleþmekte neden zorluk yaþýyor?(2)

Hazýrlayan: Doç.Dr.Taner AKÇAM (Minnesota Üniversitesi-ABD)

Ýzin verirseniz bir soruyla baþlamak istiyorum: Türkiye neden geçmiþiyle yüzleþmekten kaçýnýyor? Kaçýnmak sözcüðü aslýnda durumu anlatmakta yetersiz bile kalýyor. Ermeni soykýrýmý meselesi açýldýðýnda Türkiye’nin gösterdiði direnci anlatmak için kýzgýnlýk ve saldýrganlýk daha açýklayýcý bir terim olabilir belki. Sorunun cevabý ilk bakýþta çok basittir. Türkiye haksýz þekilde suçlandýðýný düþünmektedir ve bu koþullar altýnda savunma pozisyonunda olmasý gayet anlaþýlýr bir durumdur. Ancak meselenin kadar basit olmadýðýný söyleyebilecek güçlü nedenlerimiz var. Haksýz bir þekilde suçlandýðýný düþünen bir kiþinin, suçlayan ile yüzleþmesi, kanýtlar istemesi ve iddialara karþý kendi tavrýný koymasý beklenir. Türkiye 90 yýldýr böyle yapmadýðý gibi, son ceza kanunu ile konunun tartýþýlmasýný suç haline getirmeyi bile planlamaktadýr. Bu da durumu anlamak ve çözüm önerileri getirmek için konuya daha derin bir bakýþ atmamýzý gerekli kýlmaktadýr.

Toplumsal Bellek Yitimi

Türkiye’nin geçmiþe iliþkin tavrýný iki biçimde ele alabiliriz. Önce genel bir gözlemle baþlamak ardýndan da özel meseleye yani Ermeni soykýrýmýna gelmek istiyorum. Türkiye’deki tarih bilinci eksikliði çok çarpýcýdýr. Bu amnesia (bellek yitimi) durumunu sosyal bir hastalýk olarak görmek bile mümkündür. Üstelik bu hatýrlamada zaaflar gösterme hali sadece Birinci Dünya Savaþý dönemine ait deðildir. Ayný þekilde 1960’lar ve 1970’ler de uzun bir süredir toplumsal belleðin dýþýna çýkarýlmýþtýr. Geçmiþi tartýþmaya iliþkin gönülsüzlüðü anlatmak için Türkçe’de bir deyim vardýr: “Boþver, takma kafana”. Bu sözcükler, günlük konuþmalarda sýk sýk kullanýlýr ve “geçmiþ önemli deðildir, geçmiþle uðraþmak saðlýklý bir iþ deðildir” anlamýna gelir. Bunun ardýnda yatan nedenlerden biri Anadolu Ýslamýnýn içine sinmiþ olan kadercilik duygusudur. Böylece sadece Ermeni soykýrýmý deðil (kaldý ki bu Türk kültürel mantýðýna göre neredeyse “antik” dönemlerde kalmýþ bir olaydýr), yakýn ya da uzak geçmiþte olan herþey unutulmalýdýr. Türk toplumu unutmaya meyyaldir ve unutmayý marifet sayar. Bunun Türkiye’nin mevcut problemlerinde büyük payý olduðunu söyleyenler þüphesiz haklý olabilirler. Çünkü Türk toplumu ta ki beklenmeyen bir patlama veya zorunlu dayatma ile kendisini dayatýncaya kadar mevcut sorunlarýnýn ne olduðu ve çözümlerinin karþýsýna çýkýncaya kadar, mevcut sorunlarýnýn ve çözümlerinin ne olduðu yolunda kafa yormak yerine onlarý bilinmez bir geleceðe ertelemeyi tercih etmektedir. Türk kültürüne sinmiþ olan bu herþeyi bilinmez bir geleceðe atma arzularý bir baþka tarihsel olgu ile daha da pekiþmiþtir. Ýmparatorluðun yýkýmýndan sonra kurulan yeni cumhuriyet kendisine yeni bir tarih icad etmek zorunda kalmýþtýr. Bilindiði bir ulusun inþaasý sürecinde bir parçasýna sahip olmak ve bunun içinde yaþayanlarýn da homojen bir grup olduklarýný iddia etmek gereklidir ancak bunlar yeterli deðildir. Bu “etno-kültürel” ya da “etno-dinsel” olarak da tanýmlanacak sözde objektif unsurlara bir de subjektif faktor, yani “kollektif bellek” eklemek gerekir.

Cumhuriyet:Sýfýr Noktasý

Kollektif bellek, “hayal edilmiþ” ulusun ulus-devlete dönüþmesi için gerekli psikolojik temeli oluþturur. Kollektif belleðin yaratýlmasýnda, o grubun tarih içindeki deneyimlerini yansýtan “ortak bir tarih” in yazýlmasý önemli rol oynar. Burada amaç, ulusu oluþturacak grubun üyeleri arasýnda geçmiþ ortak davranýþ kalýplarýný sürdürdüklerine dair ortak bir duygu yaratmaktýr. Ernest Renan’ýn gözüpek ifadesi ile “bir devlet sadece geçmiþin deforme edilmesi ile oluþabilirdi. Bir ulusun yaratýlmasý geçmiþ deforme edilmeden mümkün deðildir.” Geçmiþin bozunuma uðratýlmasýnýn en bilinen biçimi ise unutmaktýr. Bu görevi yerine getirirken, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularý ilave bir sorun ile karþýlaþtýlar. Kemalist kadrolarýn elinde Türk ulusal kimliðini oluþturmak ve bu kimliðe meþruiyet kazandýrmak için kendi yakýn geçmiþlerini de kapsayan bir geçmiþ kurmakta zorlandýlar. Bunun temel nedenlerinden biri Ýslam dininin uluslaþmaya izin vermeyen, daha doðrusu buna gerek duyurmayan karakteriydi. Bilindiði gibi Ýslam dini, Osmanlý imparatorluðunda etnik kimlikler kendilerini Ýslam dini ile tanýmlayarak, birarada yaþamalarýný saðlamýþtý. Hatta bu öyle bir noktaya varmýþtý ki, Ýslamýn ulusal kimlikler karþýsýndaki egemen konumu yüzünden, neredeyse tüm Ýslam öncesi Türk tarihi unutulmuþtu.

Yeni yöneticiler yeni bir Türk tarihi bulmak ya da icad etmek için Osmanlý’nýn altý yüz yýlýný atlamak ve çok gerilere gitmek zorunda kaldýlar. Bu nedenle Cumhuriyetin yeni yönetici kadrolarý, Türklük duygusunu yaratmak uðruna yaþanan Osmanlýyý unutturmak ve Osmanlý ile baðýntýlý kollektif hafýzayý yoketmek için bir çok adým atmak zorunda kaldýlar. Örneðin 1928’de Arap alfabesi yerine Latin alfabesi getirildi. Ýzleyen yýl Türkçe’yi yaygýnlaþtýrmak ve bazý durumlarda Türkçe sözcükler icad etmek üzere Türk Dil Kurumu kuruldu. Dilin Türkleþtirilmesi öylesine radikal bir þekilde yapýldý ki, sonraki kuþaklar artýk 1930 öncesinde yazýlmýþ hiçbir belgeyi okuyamaz hale gelmiþti. Osmanlýca Cumhuriyet kuþaðý için yabancý bir dil haline geldi. Bunun sonucu geçmiþle baðlarýn artýk bu konuyla devletin istediði tarzda ilgilenen tarih profesörlerinin tanýmladýðý þekilde kurulmasý oldu. Bir toplumun 1928’den önceki tarihiyle bütün iliþkilerini birden koparmýþ olmasýný kavramak zordur. Gerçekten de bugün Türkiye’de -Osmanlýcayý bilen küçük bir azýnlýk dýþýnda, hemen herkes aile büyüklerinin, hatta ana-babasýnýn yazdýðý mektuplarý, günlükleri bile okuyamaz haldedir. Bu gün Türk toplumu geçmiþi kendi öz deneyimleri ve sözlü gelenekler aracýlýðýyla kavramaktan baþka yola sahip deðildir. Türkiye’ye ve Türk insanýnýn geçmiþe yaklaþýmýna iliþkin bu gözlemler, her ne kadar Ermeni soykýrýmý meselesinin Türklerde neden böyle sinirli bir tepki yarattýðýný açýklamakta yetersiz kalsa da, Türklerin içinde yaþadýklarý sosyal amnesia (sosyal unutma) halini anlamakta yararlý olacaktýr. Bu noktada Ermeni meselesine iliþkin tepkileri anlayabilmek için baþka hassasiyetlerin altýný çizmek zorundayýz:

1. Suçlu bulunma ve/veya ayýplanma korkusu

Türkiye’nin geçmiþi ile yüzleþmesinin neden güç olduðunu kavramak için akla gelen ilk neden, suçlu bulunmak ve bundan dolayý utanç içine girmenin yarattýðý korku duygusudur, diyebilir miyiz? Sosyolog Ruth Benedict’in dünya yüzündeki toplumlarý genel olarak “suç” ve “ayýp” kültürleri olarak ikiye ayýrdýðý bilinir. Benedict’in yaptýðý ayrýma göre “suç kültürleri” geçmiþte yapýlan yanlýþlýklar üzerine konuþmaya kendilerini mecbur hissederler, “ayýp kültürleri” ise geçmiþin yanlýþlýklarý üzerinde konuþmayý reddederler. Geçmiþi suskunlukla geçirirler. Türkiye’de bu deðer yargýlarýndan hangisi daha aðýr basmaktadýr? Araþtýrýlmasý gereken ilginç bir sorudur bu. Fakat ister “suç” kültürünün ister “ayýp” kültürünün etkisinde olsun, Türkiye’nin þu anda içinde bulunduðu durumu en iyi Nazi kasaplarýndan Adolph Eichmann’ýn sözleri anlatmaktadýr. Bir rahibin onu günah çýkarmaya teþvik etmesi sýrasýnda Eichmann, “Olaylarýn üzerinden bunca zaman geçtikten sonra, size kalbimde þüphe tohumlarý yeþertme izni veremem”der. Türk devleti veya Türk toplumu da benzer bir sorunla karþý karþýyadýr. Bir ulusal kimlik-devlet yarattýktan 85 yýl sonra, geçmiþin kabahatlarini yüklenmek ve bunun maddi-manevi sonuçlarýna katlanmanýn bedeli aðýr olsa gerektir. Hele de bu suçun farkýna varmak demek, Türk ulusal kimliðine ve bunun algýlanýþ biçimine ciddi bir darbe vuracak, hatta yýkacak bir karakterde ise. Kýsacasý Türkiye, Türk toplumunun tarihsel dokusunu tümüyle tahrip edecek bir tarihi gerçekle yüzleþmekten kaçýnmaktadýr.

“Gizli Þiddet”

Bu olguyu, yeniden Habermas’ýn bir teziyle açýklayabiliriz. Habermas, toplumlarýn sosyal dokularý ve kurumlarý içine yerleþik, gizli bir þiddet olgusunun var olduðuna dikkat çeker. Habermas bu þiddet sayesinde, toplumun tümü tarafýndan benimsenmiþ bir iletiþim biçimi yaratýldýðýný savunur. Bu “kollektif iletiþim tarzý” sayesinde, hem bazý olgularýn toplumun dikkatinden kaçýrýlmasý baþarýlýr hem de toplumda gözle görülmez bazý sýnýrlamalarýn yasallaþtýrýlmasý saðlanýr. Burada önemli olan nokta, toplumun bu tarzda örülmesinin, yapýlanmasýnýn toplumun yöneticileri tarafýndan topluma açýk bir biçimde empoze edilmediðidir. Aksine bu yapý, yönetilenler tarafýndan farkýna bile varýlmadan içselleþtirilmiþtir. Zamanla topluma egemen olan bu iletiþim metodu konusunda sessiz bir konsensus doðar. Habermas’ýn “gizli þiddet” adýný taktýðý bu iletiþim metodu sayesinde, toplumun kaçýnmasý istenen konular sadece geçmiþe havale edilmekle kalmaz, giderek unutulmasýnýn hayýrlý olduðu konusunda sessiz bir anlaþma saðlanýr. Freud bu durumu insan psikolojisi açýsýndan son derece olaðan bulur. Ona göre bir insanýn hoþlanmadýðý bir fikri ya da olayý önemsiz bulduðunu söylemesi ve giderek ona karþý argümanlar geliþtirmesi insan doðasýnýn bir parçasýdýr. Bir toplum için de hoþ olmayan þeylerin önemsiz kýlýnmasý ya da onu reddetmesi gayet doðaldýr. Bu Ermeni Soykýrýmý konusunda da böyle olmuþtur. Nahoþ olaylar giderek kamuoyunun gündeminden “haksýz” olarak nitelenerek dýþlanmýþ, hatta daha ileri gidilerek böyle bir olayýn var olmadýðý ileri sürülmüþtür. Soykýrýmla ilgili olarak toplumsal düzeyde bir duygusuzluk hali geliþmiþ gibi görünmektedir.

Toplumsal Hafýzanýn “Kara Deliði”

Þu ana kadar hep toplumdaki “iletiþimsel gerçeklik”ten söz ediyorum. Eklemek gerekir ki, bu iletiþimsel gerçeklik toplumularýn düþünme ve varoluþ biçimlerini; duygularýný tanýmlandýðý inanç sistemlerini yani toplumlarýn tüm sosyal-kültürel iliþkiler örüntüsünü belirlemektedir. Bahsedilenler ve bahsedilmeyenler ayýrýmý yaptýðýnýzda, bu “iletiþimsel gerçeklik”in, topluma has kollektif bir sýr da yaratmaktadýr. Daha doðrusu, “iletiþimsel gerçeklik” toplumun sýrlarýný örten bir örtü haline de gelmektedir. Benim düþünceme göre Ermeni soykýrýmý Türk toplumunun bu tarz bir kollektif sýrrýdýr ve bu soykýrým toplumsal hafýzanýn “kara deliðine” yollanmýþ durumdadýr. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluþundan beri bu konuda kollektif bir “suskunluk koalisyonu” devrededir. Ara sýra bizi dýþardan rahatsýz edenlere duyduðumuz kollektif toplumsal öfkemizin bir nedeni de budur. Kendimiz hakkýnda, düþünme ve varoluþ tarzým konusunda, bizi bir yorgan gibi saran, kurduðumuz “iletiþimsel gerçeklik” saldýrýya uðramaktadýr. Bugün, eðer Türk toplumu tarihi ile yüzleþmek zorunda kalýrsa, sosyal kurumlar, zihniyetler, inanç sistemleri, inanýþlar, kültür ve hatta dil de dahil olmak üzere her þey sorgulanmaya baþlayacaktýr. Herþeyin ötesinde, bir toplumun kendisine ait algýlayýþý da sorgulanýr olacaktýr. Þüphesiz bu sorgulamananýn yýkýcý ve zarar verici etkileri olacaktýr. Bir toplumun 85 yýldýr özenle oluþturduðu sosyal gerçekliðini bir kalemde yýkmaya hazýr olmasýný beklemek açýktýr ki kolay deðildir.

Ermeni iddialarýnýn ortaya çýkýþý

Gerek Sovyet Ermenilerinin tarihle açýk konuþmalarýnýn yasaklanmasý gerekse, dünyanýn dört bir yanýna daðýlan Ermeni topluluklarýn kendilerini toparlamalarýnýn bir kaç kuþaða mal olmasý, Ermeni soykýrýmýnýn dillendirilmesini oldukça geciktirdi. Ýlk soykýrýmý protesto ve tanýnmasýný isteme eylemleri 1960’lý yýllarýn baþlarýna gider. Bu dalgayý, ASALA terör örgütünün devam ettirmesi ise asla tesadüfi deðildir. ASALA 1968 gençlik eylemlerinin bir ürünüdür ve Almanya, Ýtalya, Türkiye örnekleriyle kýyaslanarak anlaþýlabilir. Adý geçen tüm bu ülkelerde gençlik hareketlerinin, “ulusun kurtuluþunu” amaçlayan silahli mücadele örgütlerini doðurmasý tesadüfi deðildi. Tüm bu ülkelerde, ulusal kimliðin oluþumu tarihi büyük ölçüde, kýrýlmalar, yenilgiler ve iktidar kayýplarýný da içeren büyük travmalar biçiminde yaþanmýþtýr. “Taciz edilmiþ” bir tarih ve ulusal kimlik ortaya çýkmýþtýr. Böylesi bir kimliðin önemli özelliklerinden birisi, kendine olan güven kaybý ve yaralanmýþ ulusal onurdur. “Yaralý ulusal onur”un en negatif özelliklerinden bir tanesi, sivil davranýþ normlarýnýn kabulünde zorlanýlmasý ve þiddete baþvurma yatkýnlýðýdýr. ASALA’nýn terör eylemleri, týpký belki benzeri tüm terör eylemlerinde olduðu gibi, kýsa vadede belki ortada bir sorunun olduðunu hatýrlattý ve sorunu gündeme taþýdý ama uzun vadede taraflar arasýna aþýlmasý çok zor uçurumlar açtý. Bugün, Türkiye’nin en “rasyonel” “dengeli” kurumlarýnýn baþýnda sayýlan Türk Dýþiþlerinin Ermeni soykýrýmý meselesinde kraldan daha çok kralcý olmasý ancak geçmiþte kurban verdiði mensuplarýnýn acýsý ile açýklanabilir.

BÝRGÜN GAZETESÝ- 28 Mart 2005

xxx

Cumhuriyet'le yeninin doðuþu, geçmiþin inkarý (3)

Cezalandýrýlma korkusu

Hazýrlayan: Doç.Dr.Taner AKÇAM (Minnesota Üniversitesi-ABD)

Türkiye toplumunun tarihsel gerçeklikle yüzleþmekten kaçýnmasýnýn ikinci bir nedeni cezalandýrýlma korkusu olabilir mi? Kamuoyundaki yaygýn kanýya göre “Eðer Ermeni soykýrýmýný tanýrsa, Türkiye soykýrým kurbanlarýna toprak ve para tazmininde bulunmasý gerekecektir.” Bazýlarý için ödenecek tazminatýn miktarý deðil, ahlaki boyutu yýkýcýdýr, çünkü suçluluðu kabullenmenin onur kýrýcý birþey olduðu düþünülmektedir. Fakat belki bundan daha da önemlisi, Türkiye’nin uðrayacaðý maddi zarardýr. “Verilecek tek bir karýþ vatan topraðý yoktur ve bir çakýl taþý bile vermeyiz” sözü Türkiye’de çok sýk tekrarlanan bir ifadedir. Peki gerçek durum nedir? Eðer, para meselesi bir yana býrakýlýrsa, toprak talep edilmesinin veya verilmesinin yasal veya gerçekçi bir zemini var mýdýr? Bilindiði gibi Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti arasýndaki sýnýrlar, iki ülke arasýnda 1921’de imzalanan Moskova ve Kars anlaþmalarý kesinleþtirilmiþtir. Bugün geçerli olan uluslararasý yasalara göre Türkiye’nin Ermenistan Cumhuriyeti’ne ait bir topraðý iþgal ettiðini kimse ileri süremez. Yani Ermenistan Cumhuriyeti’nin bugün Türkiye sýnýrlarý içindeki bir toprak parçasýnýn kendisine ait olduðunu iddia etmesinin hiç bir hukuki temeli yoktur ve böyle bir iddia hiçbir çevre tarafýndan da ciddiye alýnmaz. Nitekim, konu hakkýnda Türkiye’nin hassasiyetlerini bilen Ermenistan, neredeyse bir ritual halinde, hiç bir toprak talebinde bulunmadýðýný tekrar eder durur. Her iki tarafýn aþýrý milliyetçi unsurlarýnýn sýk sýk (bazen de kasýtlý olarak) toprak meselesini gündeme getirmesinin bu nedenle fazla üzerinde durulacak bir boyutu yoktur.

Türkiye maddi tazminat öder mi?

Eðer, sadece içi boþ ideolojik bir propaganda aracý olmak dýþýnda bir iþe yaramayan toprak talebi meselesini bir yana býrakýrsak, geriye maddi tazminat ödenmesi meselesi kalýr ki, bu da bir zamanlar Ermenilere ait olduðu bilinen, ancak tehcirden sonra baþkalarýnýn eline geçen mal ve mülklerin karþýlýðý olarak Türkiye’nin maðdurlara ya da mirasçýlarýna belli bir miktarda para ödemeyi göze almasý demektir. Yani Türkiye’nin geçmiþteki haksýzlýklarýný kabul etmesi ayný zamanda, bunu telafi etmek için tazminat ödemeyi kabul etmesi anlamýný taþýyacaktýr.

Eðer Türkiye’nin bu yüzden tarihiyle yüzleþmekten kaçýndýðýný söylersek, Türkiye’nin asýl derdi, geçmiþte ne olup bittiðinden çok, bunun kabul etmenin doðuracaðý sonuçlardýr diyebiliriz. Ancak durum bu kadar basit deðildir. Çünkü Avrupa Parlamentosu’nun 1987’de kabul ettiði karara göre, Parlamento, 1915 olaylarýnýn 1948 tarihli Soykýrým Sözleþmesinin tanýmladýðý unsurlara göre soykýrým olarak tanýmlanabileceðini ancak bu tarihsel gerçekliðin tesbitinden hareket ederek olanlardan bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin mesul tutulamayacaðýný ve ona karþý ne politik, ne yasal ne de maddi bir talebin ileri sürülemeyeceðini karara baðlamýþtýr. Parlamento konu hakkýnda daha sonra baþka kararlar da almýþtýr ama bunlar yukardaki tutumu esasdan deðiþtiren kararlar deðildir.

Ayrýca Ermenistan Baþkaný Robert Koçaryan Türklerden bu olaylardaki sorumluluklarýný kabul etmeleri karþýlýðýnda herhangi bir toprak ve tazminat talebinde bulunmayacaklarýný, Türklerin bu olaylardan duyduklarý üzüntüyü duymakla yetineceklerini beyan etmiþtir. (Koçaryan’ýn bu konuda söyledikleri Agos gazetesinin 2 Þubat 2001 tarihli 253. sayýsýnda okunabilir.) Özetle, Türk tarafý, Ermeni hükümetinden toprak ve maddi tazminat konusunda her hangi bir giriþimde bulunulmayacaðýný bilmektedir. Fakat tüm bu verilen sözler Türkiye’yi fazla etkiler görülmemektedir. Bunun iki nedeni olabilir, birincisi, Türkiye Avrupa Parlamentosunun ve Ermenistan hükümetlerinin verdikleri sözleri yeteri kadar inandýrýcý bulmamaktadýr. Ýkincisi, Türkiye’nin konuyu tartýþmaktan bu kadar kaçýnmasýnýn derinde yatan baþka nedenleri vardýr. Birinci konu için denebilir ki uluslar arasý toplum tarafýndan bazý ilave garantiler verilmesi, Türkiye’nin kendini daha güvenli hissetmesini saðlayabilir ve onun soykýrýmý tanýma konusunda adýmlar atmasýna yardýmcý olabilir. Ancak bunlar yapýlsa bile sorunun halledilemeyeceðini de görmek gerekiyor. Bu da ikinci boyuttur ve derki, Türkiye’nin tarihiyle yüzleþmeye hazýr olmamasýnýn nedeni tazminat ödemek korkusu deðildir ve ortada irdelenmeye muhtaç bazý baþka nedenler de vardýr. Bunlara “ahlaki nedenler” adýný verebiliriz.

Post-travmatik þok ve geçmiþ korkusu

Ortada Türkiye cephesinden yapýlan ve “ahlaki” olarak niteleyebileceðimiz bir dizi itiraz vardýr ve bence bunlar yukarýda saydýðým nedenlerden daha önemlidir. Bunlardan biri post-travmatik þok (travma sonrasý þok) ve bununla yüzleþmenin zorluklarýna dairdir. (Bu konuyu tartýþýrken kullanacaðým “kollektif travma” terimi gerek taným gerekse deðiþik olaylara uygulanabilirliði açýsýndan çok tartýþmalý bir terimdir, ancak buna raðmen böyle bir terim olmadan olan biteni açýklamak da zor görünmektedir.) Bir diðer önemli neden,Cumhuriyetin kurucu kadrolarýndan bazýlarýný, kahramanlar olarak deðil de ayný zamanda hýrsýz ya da katil olarak tanýmlamak tehlikesinin mevcudiyeti gelir. Üçüncü önemli neden de, toplumun bu “suçluluk-savunma-özür” meselesinin nereye kadar gideceði, bu iþin sonunun nereye varacaðýna iliþkin taþýdýðý endiþelerdir diyebiliriz.

Ýmparatorluðun en uzun yüzyýlý

Kanýmca, Ermeniler Türk toplumuna, tarihlerindeki en travmatik olay olan Osmanlý Ýmparatorluðunun yýkýmýný hatýrlatan bir sembol gibidirler ve Türklere sürekli olarak bu kötü tarihi çöküþü anýmsatmaktadýrlar. Konuyu biraz daha açmak istiyorum. Bilindiði gibi, üç kýtaya yayýlmýþ büyük Osmanlý Ýmparatorluðu son 150 yýlýnda bir çözülme sürecine girmiþti. Bitmez tükenmez savaþlar, yenilgiler ve büyük insan kayýplarý Ýmparatorluðun devamý konusunda derin endiþeler yaratmýþtý. Bu yokolma korkusunun ne kadar yoðun olduðunu anlamak için sadece 1870-1920 yýllarý arasýnda imparatorluðun topraklarýnýn yüzde 85’ini, topraklarýnýn ise yüzde 75’ini kaybettiðini hatýrlamak yeterlidir. Bu süreç boyunca, imparatorluðun yýkýlmasýný önlemek için yapýlan her giriþim baþarýsýzlýkla sonuçlanýrken, yönetici elit, bütün bu olanlar bitenlerden Emperyalist güçleri sorumlu tutmak eðilimindeydi. Onlara göre büyük devletler Osmanlý Ýmparatorluðunu yýkmak ve onurunu ayaklar altýna almak için sistematik bir çaba içindeydiler. Ýmparatorluðun yönetici sýnýfý o yýllarda, artýk tarihin dýþýna itildiklerini, artýk “hiç kimse” haline geldiklerini ve Emperyalist güçler ve Anadolu’da yaþayan diðer etnik-ulusal gruplar tarafýndan yokedilmeye çalýþýldýklarýna çok güçlü biçimde inanýyorlardý. Kýsaca devletin toptan imhasý ile karþý karþýya olduklarýný düþünüyorlardý.

Bu zihniyet atmosferinde, yeni Türk devletinin kurucu kadrolarý, Cumhriyetin kuruluþu ile birlikte geçmiþin bu karanlýk sayfalarýný kapattýklarýný yaralarýný sardýklarýna inandýlar. 1923 onlar için yepyeni bir baþlangýç, bir çeþit sýfýr noktasý oldu. Bu yüzden de, “sýfýr noktasý”ndan önceki o sýkýntýlý yýllarý anýmsatan herþeyden ne pahasýna olursa olsun kaçýnmak istediler. Cumhuriyetin ilk yýllarýnda üzerinde konuþulmaktan hiç çekinilmeyen bir konunun zamanla bir tabu haline dönüþtürülmesinde bu noktanýn büyük bir önemi olsa gerekir. Eðer bir benzetme yapmak gerekirse, Türk toplumu kendini, küllerinden doðan Zümrüdi Anka Kuþu gibi gördü. Ermeniler de sanki onlarýn içinden doðduklarý “külleri” sembolize ediyordu. Cumhuriyet, Türkler için, Ýmparatorluðun yýkýntýlarý üzerinde yükselen, düþmanlarý tarafýndan bile saygýyla karþýlanan kollektif bir projenin ahlaki zafer abidesi gibiydi ve bu haliyle daha önce yaþanmýþ yenilgilerin ve ölümlerin merhemi gibiydi. Bu arka plan bilgisiyle, Cumhuriyetin neden daha önceki dönemlere iliþkin fazlaca konuþmak istemediðini anlamak mümkündür.

Psikoloji bilminden biliyoruz ki, hasta olan kiþi, hastalýða sebep olan travma ile yüzleþmek için gereken duygusal esneklikten uzaktýr. Bu durum, kollektif kimliklerde de aynen bireylerdekine benzer bir seyir izler. Tarihinde büyük bir travma yaþamýþ ama bu travma ile yüzleþme cesaretine sahip olmayan; hatta onu bastýrmayý ve unutmayý tercih eden bir toplumun bireylere benzer bir tepki verdiðini söylemek mümkündür. Bana göre Türkiye, bu türden bir sosyo-psikolojik bir sorun yaþamaktadýr ve bu sorunun tek çözümü, Türkiye’nin geçmiþi ile doðrudan yüzleþmesi ve tarihi üzerine açýkca konuþmasýdýr. Türk toplumu, geçmiþisiyle yüzleþemediði ve travmanýn anýlarýný tutarlý bir tarihsel anlatý içine yerleþtiremediði sürece iyileþemiyecektir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün tutumu

1915 te yaþananýn bir toplu kýyým olduðu gerçeði, o dönem yaþayan herkes tarafýndan, hatta Kurtuluþ savaþý önderleri tarafýndan da aynen kabul ediliyordu. M. Kemal’in Ermenilere yapýlanlarý “alçaklýk”, “vahþet” olarak tanýmladýðý, katliam olarak adlandýrdýðý onlarca konuþmasý vardýr. (Bu dönemde jenosit terimi kullanýlmadý çünkü bu terim çok sonra II. Dünya Savaþý’ndan sonra kullanýma girdi.) Eylül 1919’da Sivas’ta M.Kemal’i ziyaret eden Amerikan Generali Harbord, Mustafa Kemal için, "Ermeni kýtâlini o da takbih ediyordu“ diyordu. M. Kemal’e göre, “Ermenilerin katledilip sürülme­le­ri hükümeti ele geçiren küçük bir komitenin ese­ri”ydi. (Rauf Orbay'ýn Hatýralarý, Yakýn Tarihimiz, Cilt 3, s.179) Yine ayný tarihlerde, ABD Radyo Gazetesi’ne verdiði mülakatta “Hiçbir yayýlma planýmýz yoktur... Ermenilere karþý yeni bir Türk vahþetinin olmayacaðýnýn garantisini veririz” der.­ (Bilal Þimþir, British Documents on Atatürk, Volume I, s.171, Ankara 1973) Kazým Karabekir’e 6 Mayýs 1920’de çektiði telde, Karabekir’in, yeniden bir Ermeni kýtalý anlamýna gelecek her türlü giriþimden uzak durmasýný ister. (K. Karabekir, Ýstiklal Harbimiz, s. 707) 24 Nisan’da Meclis’te yaptýðý konuþmada, 1915’te Ermenilere yapýlanlarý, “fazahat” (alçaklýk) olarak tanýmlar. vb. vb. (Atatürk'ün TBMM Açýk ve Gizli Oturumlarýndaki Konuþmala­rý, Cilt I, s.59) O yýllarda, Ermenilere yönelik yapýlanlarýn bir katilam olduðu tartýþma konusu bile deðildir, hatta suçlularýn cezalandýrýlmasý gerektiði açýk olarak savunulur. 1919 Eylül’ünde, Ýstanbul’daki Ali Rýza Paþa Kabinesi ile M. Kemal arasýnda bir dizi yazýþma yapýlýr. Ýstanbul adýna yazýþmayý yürüten Harbiye Nazýrý Cemal, M. Kemal’in (Heyet-i Temsiliyenin) “Harp esnasýnda yapýlan her nevi cinayet faillerinin cezayi kanuniyeden kurtulamayacaklarý”, yolunda bir açýklama yapmalarýný ister. Cevabi yazýda M. Kemal, ”harp esnasýndaki suiidarelerin meydana çýkarýlýp tecziyesi, vatanýmýzda mes’uliyetin büyük ve küçüklere seyyan olduðunu, kanun devrinin tamamen bitarafane ve kemali adlü hakkaniyetle baþladýðýný idrak etmek ehassi amalimizdir“ der. Üstelik bu cezalandýrmanýn, "birçok münakaþalara sebep olacak olan kaðýt üzerinde reklam tarzýnda neþriyattan ziyade bilfiil tatbikatile yârü aðyare izharýný daha muvafýk ve faideli“ gördüðünü ekler. Yani M. Kemal'in beklediði cezalandýrmalarýn kaðýt üzerinde reklam amaçlý deðil, somut uygulama biçiminde olmasýdýr. (Nutuk, Cilt III, Vesikalar, Vesika 141-2, s. 164-6)

Kýrým suçlularýnýn yargýlanmasý Amasya görüþmelerinde ele alýnýr. Görüþmelerde üçü açýk ve imzalý, ikisi gizli ve imza­sýz beþ protokol karara baðlanýr. 21 Ekim 1919 tarihli birinci protokolde, “Ýttihatçýlýðýn, Ýttihat ve Terakki fikrinin memlekette tekrar uyanmasý, hatta bazý alâiminin meþhut olmasý siyaseten muzýrdýr...Tehcir dolayýsýyla irtikabý cürmedenlerin kanunen mücaza­tý adlen ve siyaseten elzemdir“ denir. Üçüncü protokol yapýlacak seçimlere iliþkindir ve Ermeni Kýrýmý nedeniyle aranan Ýttihatçýlarýn seçimlere katýlmasýnýn engellenmesi gerektiði konusunda anlaþma saðlanýr. Bunu için Anadolu hareketi seçimlere müdahele hak­kýný kendisinde saklý tutar. "Ýçtima edecek heyeti meb’usan meyanýnda þahsiyetleri ittihatçýlýðý mesavisile alâkadar ve tehcir ve taktil mesailile ve menafii hakikiyei millet ve memlekete münafi sair mesavi ile lekedar olan kimselerin bulunmasý caiz olmadýðýndan bu cihete mâni olmak için mümkün olan esbaba tevessül edilebilir.“ (Nutuk, Cilt III, Vesika 159-160, s. 193-4)

BÝRGÜN GAZETESÝ - 29 Mart 2005

xxx

KAHRAMANLARI KÖTÜ ADAMLARA DÖNÜÞTÜRME ÝKÝLEMÝ (4)

Hazýrlayan: Doç.Dr.Taner AKÇAM (Minnesota Üniversitesi-ABD)

Þimdiye kadar söylediklerimizden baþka, tarihle yüzleþmeyi neredeyse imkansýz hale getiren ilave bir faktör daha vardýr. Eðer bir toplum, bugününü borçlu olduðu kiþilerin (bizim örneðimizde içlerinden bir kesimin), birer kahraman deðil de, aslýnda kendi öz kimliðinin kültürel bileþenlerini tehdit eder türden suçlar iþleyen kiþiler olduðunu keþfederse bunu ne kadar kaldýrabilir? Eðer varsa böyle bir gerçeklik, yaratacaðý þok kabul edilmek durumundadýr. Bu durum, bir toplumun, sahip olduðuna inandýðý kendi kimliði ile bunun baþkalarý tarafýndan kabul edilmiþ hali arasýndaki büyük bir çeliþkinin varlýðýna denk düþer. "kahraman" ile "katil veya hýrsýz sayýlma" arasýndaki korkunç uçurumla baþ etmek için kollektif þizofreniden, inkardan, o olayla iliþkisini yok saymaktan veya içine kapanmaktan baþka çare yok gibi gözükür. Türkiye'de konu üzerine konuþmaktan kaçýlmasýnda böyle bir gerçekliðin aðýr payý vardýr. Osmanlý Ýmparatorluðu'nun yönetici elitinin, fazla bir deðiþikliðe uðramadan Cumhuriyet döneminin de yönetici eliti olmasý, doðal olarak Ermeni soykýrýmý ile Cumhuriyetin kuruluþu arasýnda bir iliþki doðurmuþtur. Bu üç yönlü bir iliþkidir. Birincisi, 1918'de Birinci Dünya Savaþý'nda yenildikten sonra Anadolu'da direniþ hareketini örgütleyen parti ile soykýrýmý uygulayan parti ayný partidir. Türk tarih yazýmýnda Ýttihat ve Terakki Partisi'nin Anadolu hareketi içindeki rolü küçümsendiði için, bu baðlantý ortalama bir kiþinin kafasýnda kolayca kurulmaz ama Mustafa Kemal bile Ýttihat ve Terakki Partisi üyesidir ancak bu parti içinde sivrilmiþ biri deðildir. Anadolu'ya görevle gönderilmesinde sakýnca görülmeyecek, öne çýkmamýþ bir politik kimliðe sahiptir. Mustafa Kemal kendisinin baþlangýç yýllarýnda arka planda kalýþýný, Enver Paþa tarafýndan yapýlan komplolar ile izah eder. Bilindiði gibi Ýttihat ve Terakki Fýrkasý, askeri bir yenilgi halinde, direniþe ne þekilde devam edileceðinin planlarýný daha savaþ öncesinde yapmýþtý. Aslýnda yenilgiye raðmen Enver Paþa için savaþ bitmemiþti ve ikinci perdesi Kafkaslar'da yeniden açýlacaktý. Savaþýn bitiminden önce, Teþkilat-ý Mahsusa tarafýndan Anadolu'nun birçok yerinde gizli depolara silahlar saklandý. Mondoros Mütarekesi'nden hemen sonra da, Ýttihat ve Terakki Fýrkasý, ilk savunma ve direniþ örgütlerini Anadolu'da kurmaya baþladý. Bunlardan Karakol adýyla bilineni, doðrudan Ýttihat ve Terakki liderleri Enver ve Talat Paþalar tarafýndan kurulmuþtur. Karakol örgütünün birincil görevi direniþi örgütlemek olduðu kadar, Ermenilere karþý iþlenmiþ suçlardan dolayý aranan Ýttihat ve Terakki lider kadrosunun yurtdýþýna gizlice kaçýrýlmasýný örgütlemekti.

Cumhuriyetin kuruluþu ile soykýrým arasýndaki ikinci önemli bað ise birincisinin doðal bir sonucuydu. Ulusal kurtuluþ savaþýný örgütleyen ve yürüten kadrolarýn bir kýsmý Soykýrým'a doðrudan katýlmýþ kimselerdi. Tehcir suçlarýndan dolayý aranan ya da yargýlanan pek çok kiþi arasýnda; Topal Osman, Deli Halit Paþa, Yenibahçeli Þükrü, Hilmi, Nail Beyler en çok bilinen isimlerin baþýnda gelir. Bunu gibi, Kurtuluþ Savaþý'ndan sonra önemli görevlere atanan kadrolar arasýnda da Soykýrýmda doðrudan görev almýþ olanlar vardý. Örneðin Ermeni Tehciri'nin Ýskan-ý Aþair ve Muhacirin Umum Müdürü (Sevkiyat Reis-i Umumusi) Þükrü Kaya Ýç Ýþleri Bakanlýðý ve CHP'nin genel sekreterliðini yaptý. Þükrü Paþa Malta'ya sürgün edilmiþ ancak 6 Eylül 1921'de firar etmiþti. Kýrým sýrasýnda önce Bitlis daha sonra Halep valisi olan Abdülhalik Renda, Malta'dan döndükten sonra önce Maliye, Milli Eðitim ve Milli Savunma bakanlýklarýnda bulunmuþ, ardýndan TBMM baþkanlýðý yapmýþtýr. Soykýrým yýllarýnda Diyarbakýr milletvekili olan Arif Fevzi (Pirinççizade) bir süre Malta'da gözetim altýnda tutulduktan sonra dönmüþ, Mayýs 1922-Ekim 1923 arasýnda Nafýa Vekilliði yapmýþtýr. Yine Malta'da 2805 no'lu tutuklu olarak bulunan Ýttihat Terakki'nin Antep milletvekili Ali Cenani Bey Kasým 1924-Mayýs 1926 arasýnda Ticaret Bakaný olurken, Ermeni ölülerinin gömülmesinden sorumlu Saðlýk Genel Müfettiþi olan Dr. Tevfik Rüþtü Aras 1925-1938 arasýnda bir çok önemli görevinin yanýsýra Ýkinci Dünya Savaþý sýrasýnda Dýþiþleri Bakanlýðýný yürütmüþtü. Þüphesiz bu liste, benzeri isimlerden sadece birkaçýdýr ve onlarcasýný daha eklemek mümkündür.

SOYKIRIM ZENGÝNLERÝ

Cumhuriyetle Ermeni Soykýrýmý arasýndaki üçüncü baðlantý ise, Anadolu'nun bazý bölgelerinde (Çukurova gibi) Soykýrým'dan zengin olan yeni bir tabakanýn oluþmuþ olmasýdýr. Soykýrým zengini eþraf, Ermenilerin geri gelip hem intikam alacaklarýndan hem de mallarýný geri isteyeceklerinden korkmuþlardýr. Nitekim savaþ sonrasýnda Ýttifak güçlerinin bu kesimin peþine düþeceðinin anlaþýlmasý üzerine bu yeni zenginler tabakasý, ulusal direniþ hareketinin destekçisi olurlar Bütün bunlarý alt alta yazdýðýmýzda, gayet açýk olan þey, ulusun kollektif belleðine "bir ulusu yoktan vareden" adamlar olarak kazýnmýþ bazý kiþilerin birden hýrsýzlar ya da caniler olarak tanýmlanmasýnýn bir toplum için ne kadar yýkýcý olacaðýdýr. Bu nedenle Ermeni Soykýrýmý, hem 1923 öncesi için hem de Cumhuriyetin kurulduðu yýllar için unutulmasý gereken bir referans noktasýdýr. Ermeni Soykýrýmýný tümüyle inkar etmek, bu sorunlarla yüzleþmek için inisiyatif almaktan elbette çok kolay bir yoldur. Fakat eklemek gerekir ki, Türkler, Cumhuriyetlerinin kurucusu olan Mustafa Kemal'in kiþiliðinde, konunun üzerine gitmek için son derece önemli bir desteðe sahiptirler. Mustafa Kemal'in, o son derece zor günlerde bile göstermekten çekinmediði cinayetleri lanetleyen ahlaki tavýr alýþý, bugünkü kuþaklara, konuya yaklaþmada iþe nereden baþlanacaðýnýn ýþýðýný tutar gibidir. Daha sonraki kuþaklar, neredeyse tapýnmak derecesinde saygý gösterdikleri liderlerinin Ermeni soykýrýmý konusundaki dürüst tutumunun çok ama çok gerisine düþmüþ görünüyorlar.

"BU ÝÞÝN SONU NEREYE VARACAK" KORKUSU

Türkiye'de bir baþka yaygýn kaný da, bu konuyu tartýþmaya baþlamanýn tarihsel haksýzlýklar konusunda bir nevi Pandora'nýn Kutusu'nun açýlmasý sonucunu doðuracaðýdýr. Yani tarihle yüzleþmeye hangi tarihten itibaren baþlanmalýdýr ve bu nereye kadar götürülmelidir? Ve bunun arkasýndan ne gelecektir? Türkiye'de bugün pek çok kiþi, geçmiþin böyle didiklenmesi zararlý sonuçlar doðurabilir, diye düþünebilmektedir. Bunun bir nedeni, acaba, tarihinde pek çok yanlýþ yapmýþ bir toplumun bu kadar çok sorunla baþedemeyeceðini düþünmesi olabilir mi?. Gerçekten de Osmanlý-Türk tarihindeki kitlesel þiddetin tarihi dipsiz bir kuyuya benzer. Eðer tarihi tartýþmaya, 19.yy'ýn sonlarý ile 20.yy'ýn baþlarýndan itibaren baþlarsak, tarihsel haksýzlýklarý iki kategoride toplayabiliriz. Bu kategorilerden ilki 1923 öncesinde esas olarak Müslümanlar ile gayri müslimler arasýnda yaþanan çatýþmalarýn ürünü olarak ortaya çýkmýþtýr. Bu çatýþmalar Cumhuriyet dönemi boyunca da gayri-müslimlere düþmanlýk duyulmasý ve onlara karþý çeþitli haksýz uygulamalarýn gündeme getirilmesi biçiminde devam etmiþtir. Bu düþmanlýðýn en meþhur örnekleri arasýnda 1934'de Trakya'da yaþayan Yahudilere karþý yürütülen saldýrýlar ve 15 bine yakýn Yahudinin yerlerinden edilmesi, dahasý ülkeden göç etmek zorunda býkarýlmasý, 1942'de esas olarak gayri-müslimlere uygulanan Varlýk Vergisi, 1955'de Ýstanbul'da yaþanan ve 6-7 Eylül olaylarý diye bilinen, baþta Rumlar olmak üzere tüm gayri-müslimlere karþý kitlesel saldýrý hareketleri, 1963'de Rumlarýn Ýstanbul'dan kaçýrtýlmasý, Süryanilerin Avrupa'ya ve ABD'ye göçetmesi sayýlabilir.

KÜRT AYAKLANMALARI

Ýkinci kategori ise Cumhuriyet Döneminde ortaya çýkan yeni çatýþmalarda yaþanan haksýzlýklardýr. Bu çatýþmalar esas olarak Müslümanlar ile Müslümanlar arasýndadýr. Örneðin 1920 ile 1938 arasýnda, yüzlerce ölüyle sonuçlanan 20'den fazla Kürt ayaklanmasý yaþanmýþtýr. Bu daha çok geleneksel sayýlabilecek çatýþma ve haksýzlýklara bir de 20.yy'ýn sonlarýna doðru yaþanan askeri darbeleri eklemek gerekir. Türkiye toplumunun neredeyse her kesimi, son kýrk yýlýnda, askeri darbeler, iþkenceler, iz býrakmadan kaybolmalar, ölüm mangalarý, Kürtlere ve Alevilere yönelik baský ve saldýrýlar, faþist gruplarla sol gruplar arasýndaki silahlý çatýþmalarla biçiminde birçok olayla sarsýlmýþtýr. Yakýn tarihinde bunca yýkýcý olay yaþayan hangi toplum hiçbir þey olmamýþ gibi yaþamaya devam edebilir? Þu andaki Baþbakaný bile kýsa bir süre önce hapisten çýkmýþ bir hükümlü olan bir toplumdur Türkiye. Böylesi bir tarihe sahip olan ve geçmiþle yüzleþmeye cesareti olmayan her toplumun yapacaðý gibi Türkler de unutmayý tercih ediyorlar ve asýl sorun bu unutmanýn mümkün olmadýðýnýn kavranýlamamasýndan kaynaklanýyor. Türkiye'nin ögrenmesi gereken, unutmanýn en iyi yolunun üstüne örtü etmek deðil, konuþmak olduðunu kavramasýdýr.

Fakat Cumhuriyet dönemindeki çatýþmalarýn bir önemli özelliði, Türkiye'de konuþmayý zorlaþtýran bir faktör olmaktadýr. Bilindiði gibi, toplumun deðiþik katmanlarý (Kürtler, Aleviler, Laikler vb.) çatýþmalar boyunca birbirleriyle sürekli yer deðiþtiren ittifaklara girmiþlerdir. Tarihi boyunca yaþanmýþ her çatýþmanýn kurbaný, faili, sempatizaný ya da destekçisi rolleri, çatýþmanýn karakterine baðlý olarak deðiþmiþtir. Belli bir çatýþmada Kurban durumunda olabilen bir grup (örneðin Aleviler) bir baþka çatýþmada fail veya faillerin destekçisi (Ýslamla çatýþma ya da Kürt sorunu) olabilmektir. Toplumsal gruplar genel kural olarak çatýþmalar içindeki kendi rollerini ya kurban ya da son derece haklý olmak temelinde kurgulama eðilimindedirler. Türkiye tarihi ise bu konuda hiçbir gruba temiz bir sayfa sunmaz. Bu girift tarih, geçmiþle yüzleþmek konusunda egemen olan kültürel gönülsüzlükle de birleþince Türkiye'de tarihsel haksýzlýklarla yüzleþmek hiç arzu edilmez bir iþ haline gelmiþtir.

KOLEKTÝF AMNESÝA'YA DEVAM

Bu durumu açýklamak için ikisi de ayný gün yaþanan bir örnek vermek istiyorum. Geçtiðimiz aylarda Diyarbakýr'da, Ýnsan Haklarý Örgütü'nün büyük çabasýyla 10 Kürt köylüsü cesedininin gömülü olduðu bir toplu mezar bulundu. Bu "kayýp kiþilerin" daha önce devlet güçleri tarafýndan tutuklandýklarý ama gözaltýnda iken vurulduklarý ve gömüldükleri anlaþýldý. Ayný gün gazetelerde 10 yýllýk bir hapislik hayatýndan sonra serbest kalan önemli Kürt önderlerinden Leyla Zana'nýn DYP lideri Mehmet Aðar ile görüþme talebinde bulunduðu yazýldý. Mehmet Aðar, toplu mezardan çýkarýlan Kürt köylülerinin kaybolduðu dönemde Ýçiþleri Bakanýydý. Leyla Zana ve Mehmet Aðar'ýn, buluþma öncesi ve sonrasýndaki tutumlarý, o kötü olaylarla yüzleþmekten ve üzerinde konuþmaktansa o olaylarý tarihe gömmenin daha doðru olacaðýný öne çýkaran bir kültürel duruþa denk düþüyordu. "Kolektif amnesia"yý devam ettirmek her ikisi için de çok sorunsuz bir tutum olarak gözükmektedir. Gazeteciler ise (örneðin Ertuðrul Özkök, Hürriyet Gazetesi'ndeki 10 Kasým 2004 tarihli yazýsýnda) bu buluþmayý "geçmiþin yaralarýný onarma yolunda dostça ve cesur bir adým olarak" alkýþlamýþlardýr. Bu Kolektif amnesia'nýn devam ettirilmesine iyi bir örnek teþkil eder ve malesef Türkiye'deki sorunun nerede yattýðýna iþaret eder. Amnesia'nýn tek alternatifini kavga etmek veya döðüþmek olarak kuran bir kültürel çatýnýn çok saðlýklý olmayacaðý artýk kabul edilmek durumundadýr.

BÝRGÜN GAZETESÝ- 30 Mart 2005

xxx

Sorunu Çözme Ýçin Türkiye hangi adýmlarý atabilir? (5)

Hazýrlayan: Doç.Dr.Taner AKÇAM (Minnesota Üniversitesi-ABD)

Burada sadece Türkiye'nin atmasýnýn doðru olduðunu düþündüðüm adýmlar sorusuyla uðraþtýmýn altýný çizmek isterim. Genel soru þudur: Geçmiþte gündeme gelmiþ tarihsel haksýzlýklarýn zararlarýný giderme konusunda neler yapýlabilir? Çatýþmalarýn deðiþik toplum ve gruplarda açtýðý yaralar nasýl tedavi edilir? Bir insan (bir toplum) kollektif travmayý nasýl atlatabilir? Bu sorulara hangi yanýtlarý vereceðimiz, "katýksýz adalet" ile "ne pahasýna olursa olsun bir barýþ saðlama" arasýnda yapacaðýmýz kesin ve açýk tercihe baðlý olarak deðiþir. En uç alternatifleri "kurbanýn intikam ateþi ile yanýp tutuþmasý" ile "failin suçunu örtbas etmeye çalýþmasý" arasýnda, ya da bir baþka deyiþle "suçlulara yönelik sürek avý" ile "ellerimizi yýkayýp olaydan sýyrýlmak" arasýnda yapýlacak seçim,olarak formüle edebiliriz. Max Weber bu iki uç noktayý, politik tavýr alýþlarýmýzý da sýkça baþvurduðumuz, iki ayrý ahlaki sistemin varlýðý olarak teorileþtirir. Weber'e göre, birincisi "nihai inanç" ahlakýdýr. Bu ahlak, bir deðerler ve idealler dizgesine yýlmaz biçimde baðlanma ile karakterize olur. Diðeri ise "sorumluluk etiðidir" ve mevcut dünya içinde pratik olarak yerine getirilmesi mümkün olan koþullar tarafýndan belirlenir. Bu ahlaka göre, yapýlacak olan "ehven-i þer" (kötünün iyisi) olana ulaþmaktýr.

Bu iki uç arasýnda nerede durmalýyýz ki, geçmiþe, geleceðe yönelik yapýcý biçimde yaklaþabilelim? Bu konuda, Batý düþünce sisteminde egemen olan bir anlayýþ vardýr. Bu anlayýþ, bireysel psikolojiyi anlamak konusunda kullanýlan çözümleme metodlarýna dayanarak, geçmiþ travmalarla baþetmenin en iyi yolunun "acýyý seslendirmek" ve bu acýyla birlikte yaþamayý öðrenmek olduðunu söyler. Bu metodun baþarýsý, söz konusu bireyin hikayesini anlatabileceði güvenli bir ortamýn saðlanmasýna baðlýdýr. Bireysel psikoloji için önerilen bu metodu ulusal düzeye uyarlarsak, bu model, ulusun kendi tarihindeki travma veya tarihi haksýzlýklarýn üstündeki örtüyü kaldýrmasýnýn, bunlarla yüzleþme arzusunun gelecek kuþaklarýn rahat etmesinin þartý olduðunu savunur. Bu anlayýþ, toplumlarýn kendi tarihiyle yüzleþmeyi baþaramadýklarý durumlarda, o toplumlarýn, kendilerini bir zamanlar yaþadýklarý travmaya götüren yanlýþlarý tekrarlama ihtimallerinin kuvvetli olduðunu savunur. Fikir kýsa ve özdür: konuþ, eðer konuþmazsan ayný hatayý tekrar edersin.

"Fazla hatýrlama" ile "unutma" arasýnda

Bu yaklaþýma karþý bazý haklý itirazlar ileri sürülebilir. Denebilir ki, bazý durumlarda geçmiþin yaralarýný açmak fazla iyi deðildir ve onlar üzerinde durmamak ve bir anlamda onlarla birlikte yaþamak daha iyi bir seçenektir. Hatta bir görüþe göre, "geçmiþ üzerinde fazla ýsrarlý olmak bir nevi hastalýktýr". Burada yine iki uç nokta arasýnda; "fazla hatýrlama" ile "unutma" arasýnda gidip geliyoruz. O zaman soruyu þöyle formüle edelim: Gelecekte ayný hatalarý tekrarlamak riskine düþmeden geçmiþin travmalarýndan kendimizi nasýl kurtarabiliriz? Veya bir baþka deyiþle, geçmiþin tutsaðý olmadan geçmiþi canlý tutmak için ne kadar derine inmeliyiz? Bu konudaki örnekler, iki uç arasýnda "kollektif unutma" ile "cezaya dayalý adalet" arasýnda geniþ bir yelpazede toplanmaktadýr. Fakat genel kural olarak diyebiliriz ki, toplumlarýn kendi geçmiþlerinde yaptýklarý hak ihlallerinin tam bir listelemesini yapmalarý, bu toplumlarýn zorunlu demokratik dönüþümlerini yapabilmeleri açýsýndan önemli görünüyor. Burada, geçmiþle ilgilenme tarzýnýn üç deðiþik biçimi, "kollektif unutma", "cezai yargýlamalar" ve "gerçeði araþtýrma komisyonlarý" üzerinde durmak istiyorum.

1) Affet ve Unut Yöntemi: Garip görünebilir ama, kollektif amnesia (kollektif unutma) Ýspanya ve Mozambik'te iyi sonuçlar vermiþ bir yöntemdir. Ýlk olarak Ýspanya'yý ele alalým. 1975'de faþist diktatörlüðün devrilmesinden sonra demokrasiye geçiþ barýþçýl biçimde yapýlmýþtý. Politik elit, Franko dönemini lekelerse, askerleri ve güvenlik güçlerini suçlarsa, bunun yeni bir darbeye çanak tutabileceði korkusu içindeydi. Fakat halkýn geçmiþte yaþanmýþlarýn üstünü kapatma arzusu da çok güçlü idi. Bu özellikle geçmiþteki olaylara bizzat katýlanlar ya da suç ortaklýðý edenler açýsýndan geçerliydi çünkü ileride, yapmadýklarý þeyler de dahil olmak üzere geçmiþin bütün kötülükleri onlarýn üzerine yýkýlabilirdi. Ancak parlamento 1977 yýlýnda, diktatörlük yönetiminde görev almýþ herkesi kapsayan genel bir af çýkardýðýnda kimsenin itirazý olmadý. Önce Portekiz'e karþý baðýmsýzlýk savaþý veren, ardýndan Marksist-Leninist çizgideki Frelimo hükümeti ile komþu ülkeler Güney Afrika Cumhuriyeti ile savaþan iç savaþ ile Mozambik'te, konu üzerine çalýþan Priscilla B. Hayner'ýn anlattýðýna göre taraflar "Hayýr, tekrar çatýþma, nefret ve acý bataklýðýna gömülmek istemiyoruz. Artýk geleceðe odaklanmak istiyoruz. Þu anda geçmiþ þu anda halen bugünün yaþayan bir parçasý, henüz detaylý olarak irdelemek için ondan yeterince uzaklaþmadýk" diyerek, çatýþmalar ve acýlar üzerinde konuþmak yerine sessizliði seçmiþlerdi. Ýspanya ve Mozambik örneklerinin bize gösterdiði, "kolektif amnesia" metodunun þu durumlarda kullanýldýðýdýr:Eðer yüzleþmenin olumsuz sonuçlarýndan korkuluyorsa, (örneðin bu yüzleþme iç savaþýn yeniden baþlamasý ihtimalini içeriyorsa), yüzleþmeyi göðüsleyecek bir politik irade yoksa, ya da ülke insaný hali hazýrdaki yaþamýný sürdürmek konusunda ciddi sorunlarla karþý karþýya ise (örneðin ülke yokolmanýn eþiðindeyse); veya toplumda yüzleþmeye karþý güçlü bir kültürel tercih varsa, "unutma" tercih edilebilir bir alternatif olabilmektedir. Belki tüm bunlardan daha önemli sayýlmasý gereken bir baþka neden daha sayýlabilir, eðer kurban ile fail ayný aileden geliyorsa geçmiþle yüzleþmek imkansýz gibidir, bu durumlarda, susmak ve unutmak en iyi yoldur.

Bu kýsmý bir uyarý notu ile kapatabiliriz: Kolektif amnesia'nýn bir ömrü vardýr. Bir kuþak geçmiþi unutmaya razýdýr, ancak bu tavýr sonraki kuþaðý ya da kuþaklarý baðlamaz. Belki de tarihsel uzaklýðýn yarattýðý rahatlýk duygusu ile, yeni bir kuþak "o günlerde gerçekten ne olduðu" konusunda bir önceki kuþaða meydan okuyabilir. Týpký Kamboçya'da olduðu gibi...

2) Cezaya dayalý adalet: Mahkemeler ve mahkumiyetler Unutma'nýn tam karþý ucunda ise insan haklarý ihlallerine teþebbüs edenlerin yargýlanmasýna yönelik aktif tutum yer alýr. Buna en iyi örnekler Ýkinci Dünya Savaþý'ndan sonra Nazi savaþ suçlularýnýn Nürnberg'deki yargýlanmalarý, ya da 1989 sonrasýnda Doðu Alman Komünist Partisi yöneticilerinin yargýlanmasýdýr. Her iki olayda da, yeni politik kadrolar, politik ve sosyal rahatsýzlýklara yol açma riski olmaksýzýn, hem suçlularý cezalandýrmak için gereken iradeye ve araçlara sahiptiler hem de bu eylemlerinin sonunda herhangi bir politik ya da sosyal rahatsýzlýða neden olmayacaklarýnýn güveni içindeydiler. "Cezaya dayalý adalet" modeli, sadece gerçek ya da potansiyel failleri caydýrmakla kalmaz, ayný zamanda bu faillerin içinde yeþerdiði eski rejimin þiddet kullanarak iktidarý yeniden ele geçirmeye kalkýþmasýnda da caydýrýcý rol oynar. Bu modelin, kurbanlarýn onurunu ve yaralarý sarmakta da baþarýlý olduðu, ve daha önemlisi ayný zamanda kiþisel öç alma ihtiyaçlarýný ortadan kaldýrdýðý da görülmüþtür. Bu yöntemin bir diðer faydasý da, silahlý güvenlik güçlerinin, içlerine yuvalanmýþ kötü unsurlardan arýnmasýna fýrsat vermesidir. Kýsacasý, "cezaya dayalý adalet" yöntemi sadece yeni rejimin, eski rejimin çirkin meþruiyeti ile baðlarýný þüphepe yer býrakmayacak biçimde koparmasýný sembolize etmekle kalmaz, ayný zamanda toplumun yeni demokratik deðerlere sýkýca baðlanmasýný da garanti eder. Genel kural olarak, bu yaklaþým ya eski yönetici elitin tümüyle alaþaðý edildiði dramatik sosyal deðiþimlerin yaþandýðý ülkelerde, ya da toplumun kurbanlar ve suçlular (failler) arasýndaki ayrýmý hiçbir kuþkuya yer býrakmaksýzýn yapabildiði hallerde baþarýlý sonuçlar vermektedir. Pekçok durumda, bu model, dönüþüm halindeki (özellikle de iþgal ya da baský altýndaki) toplumlarýn karmaþýk sorunlarýna çare bulamaz. Bu metodun en önemli sakýncalarý ise günah keçisi yaratmak, suçlu avýna çýkmaktýr. Yani bu yöntem bir diðer deyiþle "muzaffer olanýn adaletini" saðlar.

3) Gerçeði Arama (Hakikat) Komisyonlarý (ya da Onarýcý Adalet)

Bir önceki metodun esas gayesi suçularý cezalandýrmak iken, yani odak "suçlular" iken, "gerçeði arama komisyonlarý" esas olarak kurbanlara odaklanýrlar. Burada amaç onlarýn kimliðini tesbit etmek, baþlarýna gelenleri tanýmlamak ve zararlarýný telafi etmek için uygun yöntemleri bulmaktýr. "Onarýcý adalet" süreci boyunca bir suçlama ve/veya yargýlama süreci baþlatýlabilir de baþlatýlmayabilir de, çünkü asýl umud edilen, kurbanlarýn ve ailelerinin bu süreç içinde kýzgýnlýk ve acýlarý ile baþetmeyi baþarabilmeleridir. "Gerçeði Arama Komisyonlarý" nýn baþarýsýný þu faktörler belirler: Tarihi haksýzlýk ne kadar önce meydana geldi? (Çatýþmanýn tarihi eskiyse, araya giren zamanýn çözümü kolaylaþtýrmasý mümkündür.) Çatýþma ayný etnik-dinsel grubun üyeleri arasýnda mý yaþandý yoksa deðiþik gruplar arasýnda mý? (Deneyimler göstermiþtir ki, tek bir sosyal grubun içinde yaþanan çatýþmalarýn çözülmesi veya affedilmesi daha kolaydýr) Toplum, kurbanlar ile suçlularýn kimler olduðunu açýklýkla biliyor mu? (Eðer bu fark belirgin deðilse, örneðin çatýþma nedeniyle bir aile parçalanmýþ ve aile üyeleri farklý kamplarda yer almýþsa, onlarý çatýþma üzerinde konuþmaya davet etmek nasýl ailenin yaralarýnýn daha da derinleþmesine neden olabilirse, baþka durumlarda da ayný sonuç ortaya çýkabilir.) Tarihi haksýzlýða yol açanlar iktidardan nasýl uzaklaþtýrýlmýþlardýr? Eski rejim üyeleri ile onlarýn yerine göreve gelen yeni rejim üyeleri arasýndaki iliþki nedir ve yetki devri nasýl olmuþtur? Yeni rejime geçiþ görüþmeler yoluyla, barýþçýl biçimde mi yoksa birinin diðeri tarafýndan alaþaðý edilmesi suretiyle, zora dayanarak mý olmuþtur? (Eðer "eski düzenin savunucularýnýn bir bölümü" gizli ya da açýk biçimde hala iktidarý ve kaynaklarý ellerinde tutuyorlarsa, gerçeði aramak tam anlamýyla boþ hayaldir.)

En önemlisi de, bu çalýþmalarýn sonunda elde edilecek sonuçlar, sosyal istikrarý ve barýþýn artmasýna hizmet edecek midir? (Eðer ortaya çýkarýlan gerçek, düzeni bozacak ve barýþý tehlikeye sokacaksa, bu yönteme baþvurulmamasý dahi ileri sürülebilir, ki eski rejim temsilcilerinin en çok baþvurduklarý argümanlarýn baþýnda bu gelir.) Özetle, Türkiye'nin tarihi ile yüzleþme sorunu ile karþý karþýya olduðu günümüzde, baþta Latin Amerika ve Afrika olmak üzere, çeþitli yerlerde faaliyet göstermiþ ve hala faaliyet göstermekte olan komisyon deneylerinin yakýndan bilinmesinde fayda vardýr. Bu farklý deneylerin bilinmesindeki asýl önemli olan þey, Türkiye insanýnýn, þu anda karþýlaþtýðý sorunun bir tek kendisine has bir sorun olmadýðýnýn farkýna varmasýna sunacaðý katkýda yatar. Kendi karþýlaþtýðý sorunun, "olaðan" veya "sýradan" sorunlardan birisi olduðunun bilinmesi, sorunun çözümü doðrultusunda adým atma medeni cesaretini de hýzlandýrabilir.

BÝRGÜN GAZETESÝ - 31 Mart 2005

Taner Akçam

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.