TÜRKÇE YETERSÝZ BÝR DÝL MÝDÝR?
27 Eylül 2020 01:07 / 6237 kez okundu!
10 yýl önce yazýlmýþ bu yazýda "dilimiz vatanýmýzdýr" deniyor, 20 dil bilen bir Belçikalý'nýn "Türkçe en mantýklý dildir" demesi anlatýlýyor. Niþanyan'ýn 10 yýl içinde nereden nereye geldiði de bugün için anlamlý elbette... 10 yýlda deðiþen ve deðiþmeyenleri anlamak için yazýyý dikkatinize sunuyorum.
****
TÜRKÇE YETERSÝZ BÝR DÝL MÝDÝR?
Annemden duyduðum bir söz var, dilli dibek. Daha çok kardeþim Pervin için kullanýrdý. Çünkü o, boyuna posuna bakmadan açardý aðzýný, yumardý gözünü ve epeyi büyük sözler ederdi. Herkes onun avukat olacaðýný düþünürdü… Bir anlamda oldu da… En azýndan Ýzmir çukurunda ne kadar mazlum varsa onlara el uzatýyor, haklarýný savunuyor. Üstelik dilli dibek olmanýn avantajýný da kullanarak…
Sanýrým en çok dilli dibeklere sormalý, dilimiz yeterli mi, deðil mi diye.
***
Yetersiz demek çok doðru deðildir. Týpký yeterli demenin tam doðruyu yansýtmamasý gibi…
Diller bir amacý deðil, bir yolu andýrýrlar. Yani olmuþ, bitmiþ bir þeyden deðil, gidilen bir þeyden söz ediyoruz demektir.
Türkçe de yýllar içinde bir sürü kýlýða girdi, bir sürü komþusunun kapýsýný çaldý; deðiþik birçok yola girdi, çýktý; patikalarý denedi, ovalardan geçti, denizleri çok sevemedi ama þimdilerde bir kaç þeritli, geniþ otobanda ilerlemekte.
Cumhuriyetle birlikte önce güneþ-dil teorisinin kapýsýný çaldý, sonra bundan çabuk geri döndü. Doðu’ya, Ýslam’a, Araplara kýzgýnlýðýndan olsa gerek bir dönem diline biber sürmeye çalýþtý, onlarýn adýnýn geçmediði kuþ dillerine merak saldý. Sonra durup nefes aldý, Orta Asyalý geçmiþine bakraç salladý, bir miktar eski kökler çekti derinden, onlarý alladý, pulladý satýþa çýkardý. Bir kýsmý satýn alýndý, dolaþýma girdi, tutundu, bir kýsmý da depolandý, oralarda küflendi.
`Arý dilciler`in önemli bir kesimi, dilin tektipleþtirmedeki rolünü iyi gördüler ve bunu deðerlendirdiler. Muhafazakâr dilciler ise siyasette de ayný çizgide olmayý doðal karþýladýlar, tersi onlara büyük bir çeliþki gibi göründü. Dil geliþtirmenin ucunu kaçýran dilli dibeklerle, onlarla dalga geçerken ironinin dibine çok vuranlarýn sesi fazla duyuldu ama arada bir gri tonlarda gezinenler epeyi sessiz kaldý.
Türkçe’yi sömürgeciliðin dili yapmak isteyenler kimi zaman devlet gücüyle, kimi zaman milli eðitim almýþ fabrikasyon elemanlarýn ezber gücüyle hamleler yaptýlarsa da artýk bir orta yol bulundu ve mutedil yaklaþým, iklime hâkim oldu.
Eskinin dil tartýþmalarýný okumak epeyi yararlý. Nazlý Ilýcak ile Uður Mumcu’nun, Tercüman ve Cumhuriyet gazetelerinin bir tür dil savaþý gibi geçen yazýlarýný anýmsamalý. Onun öncesinde de Nurullah Ataç’ýn kalem savaþlarýný…
Eskiden Türkçenin arýlaþtýrýlmasýna karþý çýkanlar, þimdiki yazýlarýnda yine bu arýlýkla dalga geçiyorlar ancak ilginç olan, bunu yaparken kullandýklarý sözcüklerin % 60’ý, o dönemin fabrikasyon üretimlerinden, halkýn beðenip kullanýma soktuklarýndan yani.
Yine bir dönem Farsça, Arapça sözcüklerin tedavülden kaldýrýlmasý savaþýnda, cephe gerisinde savaþmýþ ve yaralý sözcükleri tedavi ederek dolaþýma sokmuþ birileri –ki bunlarýn çoðu þairdir, edebiyatçýdýr- bugün baþarýlarýnýn tam tadýný çýkaramýyorlar gibi. Yurtdýþýnda Türkçe eðitim veren okullar açýlýp saçýldýkça memnuniyetlerini gizlemeyenler, bu misyonerliði iyi, baþka misyonerlikleri ise öteki yaparak kötü sayýyorlar nedense.
Ýkisinden de korkmamak, yasaklara sýðýnmamak, “Vatandaþ Türkçe Konuþ” kampanyalarýnýn hangi trajedileri doðurduðunu ve hangilerinin gizlenmesine yaradýðýný unutmamak gerektiðini sanki anlamýþ gibiyiz.
Dilimiz vatanýmýzdýr
Türkçe eskiye göre daha geniþ bir yolda yürüyüþünü sürdürüyor. Doðrusu da bu belki. Komþularýndan almalý ve vermelidir. “Türkçe elden gidiyor” paranoyalarýna düþmeden, bunu yapanlarýn da bilerek bilmeyerek baþka amaçlara hizmet ettiðini unutmadan sevmelidir dilini. Dilini geliþtirmek için çok çalýþmalýdýr ama arýnmak sevdasýna yeniden düþmemelidir. Bir dil ne kadar "baþka dillerden arýnýrsa" deðil“, "baþka dillerden de çok sayýda sözcüðü sindirebiliyor ve kendi içinde sorunsuz taþýyabiliyorsa" o kadar zengin bir dil sayýlýr. "Vatandaþ Türkçe Konuþ” kampanyasý açmadan önce, Agop Dilaçar’ý, Sevan Niþanyan’ý düþünmeli ve Türklerin çoðunlukla uzak durduðu alanlarda Türkçe’yi geliþtiren bu isimlerin dillerinin ve kültürlerinin bu topraklardan yok olmamasý için de çalýþmanýn, bir vicdan borcu, bir yurttaþlýk ödevi olduðunu anýmsamalýdýr.
Üstelik biliyoruz ki Türkçe kendi dilini yüceltmek için baþka dillerin üstüne basmasýna gerek olmayacak kadar büyük bir dildir. Baþka bir dil grubunda olan ama Anadolu kardeþliðimizin bir parçasý olan Kürtçe’nin önündeki engelleri kaldýrmak da aslýnda belki en çok Türkçe’nin görevidir. Bu topraklarda bir dili bastýrmak gibi olmadýk iþlere imza atmaya çalýþanlar da çünkü bizden çýkmýþtýr, týpký bir halký yüz binlercesiyle tehcir edip dünyaya daðýtanlarýn da bizden olmasý gibi…
Dil günlük yaþama karþýlýk veremezse, günlük yaþamý ilerletemezse, deðiþimlere yanýt veremezse, iþte o zaman yetersiz kalýr.
Ayrýca bir dil, bir toplum yeni alanlarda çalýþýyorsa, yeni sýnýrlarý zorluyorsa ancak yeni sözcükler üretebilir, gerisi yalan olur. Kendisinin üretmediði kavramlarý ýsrarla kendi diline çevirerek anlamayý nereye kadar sürdürebilir bir toplum? Sen üretmemiþ de olsan, bilgisayar sözcüðü çok tutar ama ölü sözcükler mezarlýðýna bu kadar yatýrým yapacak denli zengin olmadýðýmýzdan, elektrik, televizyon kendi alanýndan akar gider. Birileri ise akýntýya karþý yüzmeyi önerir durmadan.
Felsefeyi hayatýn her alanýndan silmiþsek; hastalýklý bir fen tutkusuyla edebiyatý küçük görmüþsek, ama neredeyse herkesi þair ilan ederek þiiri ve þairleri aþaðýlamayý ve bu alaný çöl yapmayý sürdürüyorsak; ülkenin ozan geleneðini, dengbej geleneðini geliþtirip büyütemiyorsak; teknolojik alanda geliþimimiz yavaþ ise, önce Nobel edebiyat ödülünü “her þey” sanýp sonra da fikirlerinden dolayý çok da “beðenmediðimiz” bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaþý yazar bu ödülü kazandýðýnda da onu ve ödülü aþaðýlamaya çalýþýyorsak; evet bir sorunumuz var demektir ama galiba aðýrlýk dilden çok zihniyettedir.
“Türkçe en mantýklý dildir!”
25 yýl kadar önce Belçika televizyonunda bir programda rastladýðým ilginç bir saptamayla bitireyim yazýyý.
Ýçinde Çince, Arapça, Rusça ve Türkçe’nin de olduðu 20 kadar dil bilen bir kiþiye, sunucu bir soru sordu: - Bu kadar dil biliyorsunuz. Söyler misiniz, en kolay dil hangisidir?
20 dil bilen kiþi kýsacýk düþünüp yanýtladý: - “En kolay” demek pek doðru olmayabilir ama Türkçe en mantýklý dildir. Türkçe’de bir kuralý öðrendiðinizde, dilinizi hýzla geliþtirebilirsiniz. Örneðin Ýngilizce’nin tersine, kural dýþý olan þeylerin oraný çok düþüktür.”
Bu sözlere nasýl yaklaþacaðýnýz önemlidir. Sözler, Türkçe’yi kötülemek için de kullanýlabilir, tersine övmek için de… Bize düþen ise, dilimizin dýþ dünyada nasýl algýlandýðý üstüne küçük bir tanýklýktýr.
Bu tanýklýðý aktarýrken içimin acýsýný da bastýrmaya çalýþýyorum. Yazýlarýný ýsrarla yanlýþ anlamaya çalýþarak, onu Türklük düþmaný sayýp, öldürtmeye kadar giden bir yola ittirdiðimiz, arkadaþýmýz Hrant Dink geliyor aklýma. Onun 3. ölüm yýldönümünde bir kez daha anlýyorum ki, her þey dille baþlýyor, dille bitiyor. Özetle, dilli dibek olmayý baþkalarýna býrakmamalýyýz.
Ýlhami MISIRLIOÐLU
18.01.2010 - Ýstanbul