6-7 Eylül Yaðmasý ile Yüzleþmek zorundayýz - Ý. Mýsýrlýoðlu

07 Eylül 2007 16:38 / 1801 kez okundu!

 

6-7 Eylül 1955 yýlýnda ülkemizde (aðýrlýklý olarak Ýstanbul’da) yaþanan yaðma, yýkým ve cinayetleri anýmsamak, bunlarýn üstüne yýllarca nasýl sýký bir þal örtülerek gerçeklerin insanlardan gizlenebildiðini anlayabilmek ve gelecekte benzeri olaylarýn

Hüsran oldu elbette… Yunanlýlar, Bulgarlar, Sýrplar, Karadaðlýlar sýrayla imparatorluktan koptular. Batý elbette bunlarýn arkasýnda oldu ama eskiden de arkalarýndaydý ve o zaman etkilenmeyen Osmanlý þimdi neden etkilenmiþti? Çünkü kaçýnýlmaz toplumsal ve ekonomik geliþimleri doðru yorumlayamamýþ, akýntýya karþý kürek çekmeye kalkmýþtý.



Demokratik çýkýþ yollarý arayan, farklý etnik kökenlerden gelmiþ az sayýdaki kendi aydýnýný benzeri biçimde “vatan haini”, “Padiþah düþmaný”, “Ýslam karþýtý” ilan edip zaten ya hapse atmýþ ya sürgüne yollamýþ ya da çoktan öteki dünyaya yolcu etmiþti.



Sonuçta Osmanlý bir süre sonra özellikle Ýttihat ve Terakki eliyle paranoyalar üretip, sonu belirsiz savaþlara da giriverince, Çarlýk Rusyasý ile birlikte tarihin müzesine kaldýrýlacaktý. Oysa bu süreci doðru deðerlendiren Ýngiltere, Ýsveç, Hollanda gibi devletler ise yönettikleri uluslarla yeni tür bir toplumsal sözleþme yaparak onlar üstündeki egemenliklerini bir biçimde geleceðe taþýmayý baþarmýþlardý.



Osmanlý ise, Ermenileri “Millet-i Sadýka” olduðu için ciddiye almayýp, Araplar ve Kürtleri de Ýslam kardeþliði nedeniyle hala kendi saflarýnda saydýðý için Osmanlýnýn tebaasýndan vazgeçip “müslümanýn müslümandan baþka dostu yoktur” sloganýna göz kýrpmaya baþladý.



Arþive gidecek padiþahlarýn yönettiði ülkede biz hala þaþýrmaya devam ediyorduk. “Aa devlet-i sadýka (devlete sadýk) dediðimiz Hýristiyan Ermeniler de baþkaldýrdý!” Gecikmiþ de olsa kapitalizm ve onun cilveli özgürlük fikirleri, baðýmsýz olma hayalleri onlara da ulaþmýþtý. Ruslara, batýlý devletlere kanýp ayaklandýlar. Savaþýn cilveleri. Bu arada doðudaki çatýþmalar, katliamlar, karþýlýklý yanlýþlýklar da cabasý. Baðýmsýzlýk onlarýn neyineydi? Ermeniler, en uzun süre sadýk kalýp, baðýmsýzlýðý en geç isteyen olmaktan suçlu bulundu, ittihatçýlarýn hücre mahkemesinde… Hep sadýk kalýnmadýðý sürece, “en uzun süre sadýk olmak” ancak cezalandýrýlacak bir þey olabilirdi. Cezayý çözüm sandýk… En iyi “çözüm” de onlarý sürmekti bu topraklardan... Sonra da olup bitenleri kendi vatandaþlarýmýza unutturunca tüm dünyanýn unuttuðunu sanmak ahmaklýðýna düþtük.



Kürtleri Kurtuluþ Savaþý’mýzýn baþýnda aldattýk. O sýrada bol bol “Kürt”, “Kürdistan milletvekilleri” vs. sözcüklerini kullandýk. Herkesi eþitlikçi bir tavra alýþtýrýp sonra eþitliðin üstüne yattýk. Gelsin Kürtçe diline yasaklar, gelsin Kürtçe isim koymanýn yasaklanmasý, gelsin Kürtçe köy adlarýnýn takýr takýr deðiþtirilmesi… Bulgaristan yapýnca kötü, biz yapýnca iyi… Olmadý...



Türk'ün Türk'ten baþka dostu yoktur!



Politik ikiyüzlülükle Kürtleri de karþýya alýnca artýk Türk milleti tek kalmýþtý! "Türk'ün Türk'ten baþka dostu yoktu!" Travmamýzý aþamamýþ, besleyip büyütmüþ, milliyetçilerimize hediye etmiþtik. Onlar da aldýlar, tosuncuk haline gelince verdiler kucaðýmýza.. O günden beri kurtulamadýk ondan. Süreçteki cahilliklerimize, yanlýþlýklarýmýza, çaresizlikten yaptýklarýmýza gözlerimizi kapadýk. Yanlýþlarý destanlarla gizledik, önce kendimizi sonra çevremizi inandýrdýk. Hep çevremiz suçlu, hep biz masumduk.



Sýra Türkiye’de kalan Rumlara gelmiþti: 6/7 Eylül 1955



Ýþte böylesi bir arka plana sahipti o günün Türkiyesi… Paranoyalarý bol, komplo teorilerinin revaçta olduðu, sermayenin Türkleþtirilmesi için her þeyin yapýldýðý günlerdi o günler…



Bu sefer Ata’nýn evine Selanik’te bomba attýlar, diye Ýstanbul’da ortalýðý talan ettik, ettirdik. 6/7 Eylül 1955’de baþta Rumlar olmak üzere azýnlýklarýmýza saldýrdýk. Yaktýk, yýktýk... Kökenleri Bizans’a kadar uzanan on binlerce Ýstanbullu Rum kuþaklar boyu yaþadýklarý, doðup büyüdükleri yurtlarýný terk ettiler. Kim mi yaptý bunlarý? Caným, bir avuç çapulcu iþte… Oysa Tarih Vakfý’nýn 2005 Eylül’ünde, olaylarýn 50. yýldönümü münasebetiyle Taksim’de, olaylarýn olduðu yerde açtýðý fotoðraf sergisini görseydiniz, böyle olmadýðýný anlardýnýz. Ortada toplumsal bir histeri vardý. Bir linç ortamý yaratýlmýþtý… Güzel giyimli kadýnlar, erkekler, çoluk, çocuk dükkanlarý basýyor, yaðmalýyor… Çalmaktan çok kýrýp, parçalamak var. Hýnç, öfke var. Ellerde Türk bayraklarý, Atatürk posterleri… Tanrým, bayraðý, Atatürk’ü nelere alet ettik? Sonra ortaya çýktý ki bombalama olayý ciddi boyutta deðil, üstelik yapan kiþi de MÝT ajaný. Olayý körükleyen gazetenin de durumu karýþýk. Elbette olayýn boyutlarý, planlayanlarýn planýný biraz aþtý gibi… Halkýmýz iþini fazla ciddiye almýþtý. Azýnlýklardan kurtulmak gerek diye kendisine yýllardýr empoze edilen fikirlerden etkilenmiþ, bir fýrsat yakalamýþ ve kullanmýþtý.



Ne güzel unutturduðumuz bu olayý nasýl hatýrlatýrsýnýz? Biz de serginizi basarýz!



Bu olayý da yýllarca gizledik insanlardan. Bereket 1956 yargýlamalarýnýn soruþturma hâkimi Amiral Fahri Çoker, yürekli insan, dosyalarýný ve çekilen fotoðraflarý Tarih Vakfý’na baðýþladý. Kamuoyuna açýklanmasýný da ölümünden sonraya býraktý. Vakýf da buna uydu. Açýlan sergiyi basanlar kimlerdi dersiniz? Gelecek kuþaklara temiz bir Türkiye ideali taþýnmasýný engellemek isteyenler tabii ki. Üstelik de Vakýf’ý þöyle suçlayarak: "Ülkemizin bu zor döneminde onu nasýl arkadan hançerlersiniz?" Sanki bu zor döneme geliþte gerçek pay onlarýn deðilmiþ gibi… Üstelik geçmiþteki bu iðrenç talaný yapanlar sanki Vakýf yöneticileriymiþ gibi… Ülkeyi hançerleyenler aslýnda belliydi, dün de bugün de! Yalanlarýn hiç olmazsa bir 50 yýl daha sürmesi içindi tüm çabalarý… Niye tam da bu zamanda? Çünkü olaylarýn 50. yýlý! Bunun sebebi de Tarih Vakfý deðil di ya! Vakýf, çocuklarýmýz ilerde bizi suçlamasýn diye beynimizin kanalizasyonlarýný bizim kuþaðýmýzýn temizlemesi gerektiðine inanýyor. Gerçek temizlik, geçmiþimizle, kimi ayýplarýmýzla yüzleþmekle saðlanabilirdi. Bunu istemeyenler ise sergiyi basýp, fotoðraflarý parçalamaya, laf kalabalýðýnýn, sloganlarýn ve elle yapýlan kurt iþaretinin ardýna saklanmaya çalýþtýlar. Ýki olay arasýnda 50 yýl vardý ama insan figürleri deðiþmiþ de olsa, fikir aynýydý.



Geçmiþteki yanlýþlarýmýzla yüzleþmezsek, gelecekte de yenilerini yapmaya her an hazýr bir toplum yaratmýþ oluruz. Nitekim ülkenin bir çok yerinden gelen taze linç giriþimi haberleri, Tarih Vakfý’nýn doðru bir yaraya parmak bastýðýný gösteriyor.



Bir ulusun olgunlaþmasý için "öteki"ne, "düþman"a ihtiyacý var mý?



Atatürk en koyu düþman denilenlerle bile barýþmayý ve birlikte yaþamayý baþarmýþken, bu toplumun iliklerine iþletilmiþ Sevr korkusu derinden çalýþmaya devam ediyordu. Bu korkuyu gayet akýllýca kullananlar hep kazançlý çýktý.



AB'ye gireceðiz diyoruz. Ama anketlerin de gösterdiði gibi, kendimizden baþka kimseye güvenemediðimiz için, saðcýsý da solcusu da bu iþe bir manevra olarak bakýyor. Ýçten biçimde AB'yi isteyenlere de hain deniyor ülkemde. Ýnsanlar kendi nevrotik korkularýný, paranoyalarýný, yalan dünyalarýna uygun görüyorlar. Kýzýl Elma’nýn daracýk elbisesini tüm topluma giydirmeye uðraþýyorlar. Söylenenleri, yazýlanlarý sorgulamýyorlar. Sorgulayanlarý sorguluyorlar, yoruyorlar, üzüyorlar...



Bir ulusun büyümesi, olgunlaþmasý bu kadar mý sancýlý oluyor? Olgunlaþmak için "öteki"ne, "düþman"a ihtiyacýmýz olmamalý. Kendimiz dýþýndaki herkese kýyanlar sonunda kendilerine de kýyarlar. Kendilerini de bölmeye, parçalamaya baþlarlar. Herkese “bölücü” diye saldýranlar sonunda en büyük bölücü haline gelirler. Nitekim öyle oldu. Geride bir avuç slogancý, koyu ýrkçý, þoven milliyetçinin yaygaralarý kaldý ki, bunun adý kendi milletine yazýk etmektir.



Korkularýmýzdan kurtulup, kendi vatandaþlarýmýzýn Türk, Kürt, Rum, Ermeni ya da Yahudi oluþunu kabullenip, kimseyi ikinci sýnýfa mahkum etmeden onlara güvenmeyi temel almalýyýz. Komþularýmýzla sýfýr sorun politikasýný içten uygulayanlara destek vermeli, sivil toplum kuruluþlarý önderlikler üstlenmelidir.

Örneðin azýnlýk vakýflarýnýn mallarýnýn üstünde yapýlmýþ haksýzlýklarý düzeltmemek için binbir takla atmaktan vazgeçmeliyiz. Kendi vatandaþlarýmýza, yabancýlara uygulanan yasalarý uygulama arsýzlýðýmýza son vermeliyiz. Kendi vatandaþlarýmýzýn bir kýsmýna "mütekabiliyet" adý altýnda rehine muamelesi yapmak, yeni 6-7 Eylül olaylarýna davetiye çýkarmaktan farksýzdýr. Devletimizin 6-7 Eylül ile ilgili açýk ve net bir özrünü görmek bir çeþit demokrasi özlemimiz oldu. Oysa bunu devletten beklemek en doðal bir vatandaþlýk hakkýmýz sayýlmalýdýr.

Örneðin, Van Gölü’ndeki Akdamar Adasý’na bir anýt dikilip üstüne þöyle yazýlabilir: “Bu anýt, geçmiþte bu diyarda yaþamýný yitirmiþ Türk, Kürt, Ermeni, Rum tüm insanlarýn ortak anýsý içindir. Bu topraklar artýk dostluða, kardeþliðe ve barýþa adanmýþtýr!.” Özrün bin bir çeþidi var. Vicdanýnýn sesini dinlemek bazen gerçek dindarlýktýr. Kendi içimizden baþlayýp, korkularýmýzla samimi olarak yüzleþip sonra baþýmýzý yavaþ yavaþ komþularýmýza uzatabiliriz: "Komþu, biraz tuzun var mý? Bizimki kokmuþ da!" 07/09/2007

Ý. Mýsýrlýoðlu Ýstanbul


 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.