Taş ve Yanılgı

17 Temmuz 2012 13:57 / 1844 kez okundu!

 


Vitrinin önünde birbirinin üstüne yığılmış kalmış gözler. Terden, sıcaktan, evden uzaklaşmış bedenler. Kaygılarını büyük AVM’lerin klimayla serinlemiş plâstik sandalyelerine sığdırmaya çalışan yaşlı, örtülü, bitkin bacaklar. Yaşamak koşularını yerel yönetimlerin onlara tanıdığı kartlarla sürdürüyorlar. Belirlenen saatlerde çıkıyorlar sokaklara. Onlar için gidilebilecek en önemli yerler büyük pazarlar.

Koca rafların arasında neyin neden satıldığını bilmeden bakıyorlar. Kimi karısının evden erkeği tepişlemesiyle kimi de yalnızlığın verdiği yüksek elektrik faturalarını biraz aşağı çekmek için, gelmeyenlerin yoluna bakmaktan caymanın verdiği mahzunlukla atıvermiş kendini. Biraz yürüyebileni sinemaya, az bakımlısı merdivenlere sürüklüyor içindeki boşluğu. Anlamsız, boşaltılmış bir hayat. Güvenli eve dönmek için miydi bunca telaş?

O kadar okul, yol, sohbet, kitap…

Çocuklar, arkadaşlar, baba ve kadınlar döndüler. Bazı evlerin ışığı yandı yan kapıdakinin sönerken. Gazetenin genel yayın yönetmeni sabah ayaklarını yerleştirdi terliklerine, boğazı gören penceresine dayadı dilini döktü cümlesini. Barış, toplumsal barış unutmakla başlar. Acıları, yaraları kapatmalıyız ki yeniler unutsun mümkünse bilmesin. Karanlığa gömülsün her şey. Temmuzdaki yangın gitsin örneğin buyurdu. Resmîyet böyle böyle kuruldu. Bordroların kenarları bile buruldu da kanadı yollara.

Unutulsun, dışarı çıksın birileri diyeydi mücadele. Demokrasi ağır bir yolcu katlanabilene dedi başkası “aykırı sorular”da.

Aykırıydı yaşamak. Nefes almak bir tanesiyle. Gönül yoldaşı oğluyla. O eve girince çarptı kapıyı . İçi tıka basa çizgi dolu odayı bir güzel yırtıverdi. Acısındandı kırılmaları. Erkekti belli edemedi. Siyah beyaz fotoğraflar kaldı eski yıllardan. Sesler?

Kahve fincanındaki telve gibiydi sesler. Benzetilmeye çalışılan. Burcun ne? Yükselenin önemli! En sevdiğin? Uzadı gitti konuşma. Yan masada oturanlar ötelenen gerçeği bilmeden büyüyenler olmalı. Kadın kadına erkek erkeğe duvar duvara dönüşmüş. Kıkırdaşmalar, özet romanlar…çıktık açık alınla…pankarta dokunma, panzerde ne işin var. İn aşağı dil!..

İn!..çıngıraklı komşu bağırdı yine. Susun!..

Yıllar sonra gümüşe değdi. O mevsim gelse torunu olurdu. Öldü ölmesine. Sevinçleri bıraktı. Özgürlük tutkusunu ve hayalindeki çizimleri. Şimdi yırtıldı, yok oldu sanarken bir şeyleri, yavaş yavaş toparlanıyor görüntüler. Somut olan çıkıyor sahneye. Ne taşıdığını bileceksin, neyi taktığını. Zira öyküsü, kanı canlı hepsinin. Adları var her şeyden önce. Işığa boğulan gölgeleri. Bahar gelirken kıpırdar ya toprak işte öyle dikleniyorlar göğüslerin üstünde pırıldarken. Anadolu ve Mezopotamya’nın kadim işaretleri var üzerlerinde.

Taş! Nasıl şekillenir bilir misin? Nasıl can verir umuda. Nasıl çöker dizler çiçeklere. Dağları bir çırpıda çıkan ayaklar acırken açar ters lâleler. Sular durmaz. İçin için kaynar, sürükler ne çıkarsa. Sızım sızlar koparırken taşı.

Çocukların umurunda.

Öyle!

İnan ve terk et mülkünü.

Kristal diyorlar kainatın sonsuzluğuna. Berraklığından olmalı yüreğinin. Bakışlarındaki güç ve umut inada dönüştü artık.

Bil!..

Kalk!..

Eylül sildi süpürdü. Sevdiklerimiz kadar evlerimiz de sıktı yumruklarını.

İbrahim Güngör’ü 1959 senesinde karşılayanlar saçları on dokuzundayken yitirdiler.

Taşın solgunluğu onun yaşı…

Gümüşün iki yana sımsıkı sarılması bilin ki kalem tutan elleridir.

Yüzük belleğin yansıması olarak tasarlanmıştır. Hayal çocukluk işte.

Bu toprağın yaşayanları tutkularından “can” düşürmeyenlere aittir.

Anısına saygıyla.


İffet DİLER

17.07.2012


Not:

Sevgili okur; yazı bir rehberin izniyle hazırlandı. Adı Serhat Tomur. Eyüp doğumlu. Sarı boyalı, ahşap kapılı evlerin, yolları kabarmış sokakların çocuğu. Toprakla, içindekilerle ilgili. İTÜ’den mezun. Hani ateş değmiş koridorlarında izler yok olsun isteğiyle habire onarılan okuldan. Oysa yankılarını unutmayan bir geçmişi var Serhat Tomur’un. Karikatürist İbrahim Güngör’e bakışı, okumayı sürdürmesinin nedenlerinden.

Taşlarla bir dünya kuruş. Mücadeleye bellekleri güçlendirerek devam ediyor. Doğal olanı saçlara, boyna…yanisi insana hazırlarken büyütüyor gerçek olanı. Almanın tüketmekle değil neden öyle sorusuna yanıt arayarak çalışıyor.

Dilindeki türküler yanmasın yakılmasın. Solmasın arkadaşları.


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.