Nermin...Bir Öykü Denemesi

29 Haziran 2012 11:08 / 1706 kez okundu!

 


Yorgun otobüs yolculuklarının zamanıydı. Sonbahar!..Ateş kızıllığında birbirine çarpan renklerin kaldırımdaki gölgeleri titretmesiyle başladı sabah. Ansızın geldi öfke. Çocukların birleştirdiği tüm parçalar yorgunluktan dağıldı. Hırsından tepinenler kireç taşlarına baktı uzun uzun. Karar vermeleri kolay oldu. Vazgeçmek güçlerini azaltırdı. Hep buna inandılar egemenler. Yoksul ve çıplak olanlar öyküleriyle yetindiler son ana kadar. Şimdi değişmeli dedi içinden. Sonra şaşırdı, bakakaldı sesine!..Bu ben miyim diye sordu?..Oydu!..

Her yıl geldiği yirmiiki saatlik karayolunun ona tanıştırdığı insanlara döndü baktı. Gülümsedi. Seviyorum!..seviyorum hâlâ…Ne güzel ne iyi, insan olduğumu hatırlatmaları bana.

Bekledi çağırmalarını.

Maraş’ı, Antep ve Urfa’yı geçtiler. Kuşlar bakakaldı arkalarından. Yanında sekizbuçuk aylık hamile anne. Erkek bebek bekliyor. İlk doğumu olacakmış. Diyarbakırlı. Eşi geceleri nöbete kalıyor. İzmir’de yalnızmışlar onun için kayınvalidesinin yanına gidiyormuş. Uçakla gidecekmiş aslında izin vermemişler. Doktor raporu alabilseymiş…Böyle zor değil mi?..Evet ancak yalnızlık?..O mu ben mi daha yalnızız?..Bilemedim?..Bugünlerde sebepsiz gözyaşları içindeyim.

Arka koltukta iki yaşında bir kız çocuğu. Abece’nin bütün harflerinden beste yapabiliyor. Babasını özlemiş. Tıpkı benim gibi. Gidince görebileceği bir babası var. Mutlu hasretlikler. Sen aşık olsana dedi Kula’da tüm serçeler. Çığlık çığlığa ağaçların dalları, yapraklar. Serin yağmur. Islak yerler. Uğurladı sıkıntılarını. Yunus Emre dinlenme tesisleri. Bir yanda kahvaltı için hazırlanmış, yığılı beyaz tabaklar diğer yanda mercimek, ezo, tavuklu, sebzeli alttan ısıtmalı yemek kazanları.

Ankara’nın doğusu kalbinin doğusu..Nermin yavaşça dokundu. Dalıp gitmeleri yüreğini sakinleştirir umudundaydı. Otuzlu yaşlarındaki kadın çiçeklerin arasındaki elbisesiyle şık görünüyordu. Yılların bıraktıkları dilindeki şarkıları soldurmamıştı. Hiç böyle olmadım dedi yeniden. Şaşırdı, etrafına bakındı. Neyse kimse duymadı. İçimden konuşuyorum of! Of! Ne olacak bu böyle. Cama yasladı saçlarını. Her tarafı örgü içindeydi. Renkli tokalarla tutturduğu dalgalar denizi hatırlatıyordu. Kızıl alevler gibi yanıp sönüyordu akşamın son güneş ışıkları.

Kalbinin doğusu ihmalkâr, alaycı ve şefkâtini eksiltiyor gitgide. Tık tık!..Şaşırdı bir an. Camdan geldi sandı. Hayır!..Peki kim?..Kim?..Öyleyse kim?..Uzun kuyruklu, saksağan!..buldun beni. Tuşların üzerinden geçti müzik… ” ah mikrop ufak ufak yanaşsan iskeleme…gümüş yakamoz..” mırıldandı şarkıyı. Hafif hafif değişen gök, kayalar, kurşunlar…

Diyarbakır’a otobüsle gitmek yol üstündeki mola yerlerinde birbiri ardınca gelen insanları görmek, tanımaya çalışmak işin sorularla dolu yanı. Herkes öylesine değişik..kucaklarda yeni doğmuş bebekler, ayran köpürten satıcılar, inanılmaz ama aynı ifadeyle anons tekrarlayan kadın sesleri, ağaç kütüklerine benzetilmiş sütunlar. Aynı yemekler, aynı tadlar. Oysa her karşılaşma farklı. İklim kimi soğuk, esintili. Mola yerine varış saatine bağlı kalan iç ürpermeleri. Telaşlı tıkınmaları sevmiyorsanız ağrıyan tutulan bedeninizi yıkanmakta olan otobüsünüze siper edin ve seyredin.

Yıldızlar görev yerinde. Antep, Adana, köklü ağaçlar otobana yenik, kent girişleri, tokinin devleri, yenileşme çabaları, pahalı markalar, sıkışan eski binalar, olmazsa olmazı kale…

Uykulu gözlerle indi otobüsten. Muavin bağırdı. Abla! Beş dakika, beşşşş…neyin onu durduğunu anladı. Çocuk ş’leri söylerken oyuncaklarıyla oynar gibi yapıyordu. Erken düşmüş araba lâstiklerine. Sıradan geçen yıllar onu kardeşlerine ağabeylik yapsın diye yetişkin kılmış. Ne yapsın. Derdi, küçüklüğü koca kalmış.

Antep’te ellerimi yıkamaya gittiğimde bir süre kendime gelemedim. Karşımda kocaman akvaryum, çöp balığı kesiştik bir süre. Sonra lavabonun kenarındaki plastik çiçeklere aldırmadan tekrar geldiğimde nasıl bulmak istiyorsam öyle bıraktım.

Siverek, Silvan, Birecik barajı, göl, suyun altındaki ağaçlar, yoksulluk… sersem sepelek hep karıştırdığım sıralamalarım.Siz en iyisi bana uymayın not alın. Unutuyorsunuz; yok canım hatırlarım mutlaka dediklerinizi bile.

O küçüklükler, tatlı tatlı esen rüzgâr geçip yol kenarındaki çamurdan dökük evlere yaklaştıkça duruldu . Uzaklara eğildi gözleri. Sümerpark’ta Hamitle buluştu önce. Resimler, yorgan. İlçe garajı. Çoluk anne çocuk, kadın açlığa el açan avuçlar gördü. İndi arabadan. Kaçıp gitti aklınca. Mardin kapıdaki cümle arkadaşını göremedi. Hevsel bahçelerini, surları!..Amed eski adınca. Amed neredesin?..

Batman!.. Soğuk, rüzgarlı deniz kenarında, sığınacak, hiç ısınamadığın o evde çığlık çığlığa bağıracaksın. İlk!..İnan ilk diye geçirdi aklından. Sonra ne yaptım ben kendime?.. Eğdi ve ağladı yine. Şimdilik bilmiyor bunların olacağını.

Yorgun…yorgun…yorgun…

Tuncay’la Diren çıkageldi ikramcı çayın ardından.

- Abla yemek yer misin?

- Gidelim!..gidelim petrol çıkaran gagaların yanından. Eşkıya boğazından geçelim gidelim!.. Hasankeyf’e..Bizi bekliyordur şimdi. Beşiğime. Tıngır mıngır sallanırken gökyüzü. Solmadan güneş Dicle’de. Gidelim.

Çadırlar kurulmuştur. Cemşit karşılamıştır hepsini. Hani kadınlar yemek pişirecekti. İlk gece çay, fasulye, uyku, tulum, ağrılarım, ağrılarım. Gülünesi horultum. Isınmıştım ama nazlanmalarım. Sabiha abla!..uzun uzun bakan, derin su sözlü Sabiha abla..

Bekledi..anlatabilir miyim sorusunu söylemese bile duymazdan gelmek ihanet sayılır. Allianoi, Hasankeyf, Munzur, Şırnak, Cizre…suyun kıvrıldığı tüm kıyıların hürmetleri bir araya geldiler. Biz sizi istemiyoruz diyen var, yıkılmasın diyen de. Yamaçlardaki kabarmış toprak yeni evlerin temeline ait olmalı..akşam yakılan ateş, müzik, Hasankeyfi anlatmaya gelen küçükler…amca, teyze anlatayım mı?..pantolonunu çekiştire çekiştire…seni çok sevdim benim ablam olur musun?..LİRA?..EKMEK..ÇİKOLATA?..

Belediyenin adeta ormanmışçasına yükselen konuk evindeyim. Çadırda kalma abla. Peki!..o nasıl bir yağışdı. Islandı. Aşk buymuş.

Batman yeni yükselmeye başlayan konfor içindeki binaları, tatlıcısından alış veriş merkezlerine varıncaya kadar inşaat içinde. Nermin büyüyen gözlerle her kareyi yakalama çabasında. Fotoğraf makinemi getirmedim. Tüh ne aklı havadayım.

Arkalarda yaşayanlarının nice sıkıntılarına karşın kent inanılmaz bir hızla yayılıyor. Gece ve gündüz nasıl yakınsa sokaklar ve diğer sokaklar o kadar yakın. Yabancı kalmayın ve çekinmeyin yardım ediyorlar. Bunları söyledikten sonra telefonu kapadı. Okuldan arkadaşlar gelecek, buluşacaklar. Belki vadiyi gezecekler.

Hasankeyf’in kıyısında pembeden turuncuya sürüklenen güneş, bizim yorgan. Şarkılar, dönüp durmakta filmler..suyun karamavisi, korkuları, bulanık akan toprağı. Asma köprüsünden geçtik Dicle, köşede otobüsün kırıldı bir yerleri ama çalıştık gittik. Evimize..boşaltılan taşlara..önden gidenler..gidenler korudu patiklerimizi..siyah bir araba hayal gibi geçti yanımızdan. Durduk!..Durdu ışık…Durdu gülüşler..birer tütün düştü tabalardan. Orada yazıldı ondokuz yaşın sönüşü…ve yine aynı kıvrımın patlatılışıydı ismi bir kadının.

Ağladı dönüşünde.
Dizleri kan içinde kaldı. Kaldırdı su!
Mardin’de yağmurun, çamurun ağrılaştırdığı Ilısudan dönerken gördü bir daha üst üste dizilmiş taş parçalarını…

Fecire hanım yoktu. Dediler ki Munzurla konuşur ararmış nar kızını…

Nermin özlemle baktı…



İffet DİLER

29.06.2012


www.allianoi.org

www.izmirizmir.net
www.dedef.net
www.hasankeyfgirisimi.com
www.fotogezgin.com
www.karadenizisyandadir.org

"Allianoi, Hasankeyf, Karadeniz, Munzur...geleceğinizdir...Kafanızı kuma aklınızı suya gömmeyin..."

Son Güncelleme Tarihi: 29 Haziran 2012 11:29

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.