Amida!...Geçmişin kadın savaşçıları ve Amed…

25 Mart 2013 00:04 / 2543 kez okundu!

 


Bu söyleşi aslında İzmir’in yağmuruna bir de benim hazırlık derken yazarın bendeki kitaplarını dur şuna da bakayım yok olmaz onu da okusam diye diye yazıya gömülmemle birlikte baharı buldu. Araya gönlümün doğu’su girince sohbetlere karıştı. Konuşmaktan derdim Yervant’ın sesi.

Ne demişti gönlüm…dinle ve sus!...
(İffet Diler - Şeyhmus Diken söyleşisi / izmirizmir.net)


***



Çocukların, çocuklukların başkenti. Dumanı mis, konuşmaların, yasak harflerin ülkesi. Kayanın, taşın, rüzgârın öyküsü çoktur buralarda. Yaşamak zor, yeniden doğmak çanların, hutbelerin eseridir. Nefes kâh Yervant’ın sazından çıkar sokaklara, kâh kavgaların peşinde duyulur dağın eteğinde. Mutluluk geçici hüzün her akşam yenen yemektir Diyarbakır’da.

Mizgîn Tahir gönlündeki onu bıraktığında gidenin mutluluğuna sevinir. Özgürlüktür anlamak. Küçelerde bu nedenle kalır mezrasından getirilen. Kapılarını daim açık bırakır. Oğul İskân sürgünden döner belki. Sakine toprağın yüzünü örtmesine izin vermiştir vermesine ama oğul dönecektir.

Sırrını surlarına fısıldar, İsyan Sürgünleri, Amidalılar’da haktan, demokrasiden yana atar yüreğini. Ara sokaklarına düştüğünde kimi evlerin boşluğu beklemektedir “yabancıları”. Geçer giderler. Konaklar, yalılar… deniz kıyıları, körfez AVM’lere dönüşmektedir. Yadırgamazlar. Suyu az akan çeşme bile gönlüne ad bırakmaz. Neleri görmezden gelmiştir tarih?

1954 doğumlu Şeyhmus Diken. Güneşe bakmış bebekliğinde şakalar çok yıllar sonrasında tesadüfen onu sarmalayan. “Diyarbekir Hikâyeleri” Tiyatro oyunu İmgesel Düşler Tiyatro Topluluğu tarafından oyunlaştırılarak 2004 yılında Ağrı’dan Kızıltepe’ye kadar 12 yerleşim yerinde 16 kez sahnelenerek 7000’in üzerinde seyirci ile buluştu. Diyarbekir Hikâyeleri, aynı yıl Diyarbakır Devlet Tiyatrosunun Orhan Asena Tiyatro Festivali ile Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin Kültür ve Sanat Festivalinde de sahnelendi.

Yaşam boyu bir yazarı olmalı yabancının. Rehber onu “kimlere” götürürse korku yok olur. Okumalar insanı müziğe, şiire, yolculuklara, eskinin günümüzdeki sorularına uğurluyorsa iyi bir hayattasınız. Arkadaşın evi uzaktır der bir ülke. Ev her hali anlatır. İnsanı buluşturur. Şeyhmus Diken yıllardır beslendiği kaynakları çağlayana dönüştürme konusunda gayretini eksiltmiyor.

İyisi “Taşlar Şahit”i okumak…

“bir kentte yaşıyorum
adı doğu
güneş doğmuyor artık bu kentte
bir zamanlar dünyanın güneşi burada doğardı… ”



Soru: Şiir; Şubat 2011 notunu taşımakta. Nasıl bir anlatma çabası değişen baskıyla Yervant’ın sesiyle harmanlamak “taşların şahit”liğini?

Ş. Diken: Aslında şiirin yayınlanma tarihi olarak Yervant’ın cd’siyle birlikte 2011 olarak kaydedilmiş olsa da “Taşlar Şahit”teki şiirler 2000-2004 arasında kara kaplı bir ece ajandasına yazıldı. Ve Yervant haberdar olup talep ettikten sonra gün yüzüne çıktı diyelim. Tabi yazı ve ses aslında birbirlerinin ikizi gibi. Eski ve kadim metinlerde der ki; “Önce söz vardı”. Evet önce söz vardı, doğru! Ama sözün yanında ses de vardı. Sözü, yazılı sözü, ahenkli sözü sesle, ritmle buluşturmak maharet işi. Yervant, hep söyler; “Abi sen uyaklı yazmıyorsun. Bu nedenle senin yazdıklarını bestelemek iki şekilde mümkün. Önce seni tanıyıp, anlamak, sonra da çalışmak.” Yervant tam da bunu yapıyor, Taşlar Şahit’te…İyi de bir “iş” çıkardığını hep söylüyorlar. Çünkü biliyorlar ki; “Sanmayın ki dili yok! / Elbette var / Taşlarının diliyle konuşuyor / Sırlarını surlarına fısıldayan memleket.”…

Soru: Belleği güçlendiren, insanı soran, arayan kitaplarla yaşamdasın Şeyhmus. Yapmak istediğin nedir gerçekte?

Ş. Diken: Yapmak istediğim aslında bana göre çok basit. Ama kimilerine göre de sahiden çok zor. Tekçi, reddiyeci ve inkârcılığıyla her daim övünen Cumhuriyet “balık hafızalı” bir toplum inşa etti. Her şeyi “Türklük” üzerinden okuyan bir resmi ideoloji yaratıldı. Sonra yaratılmış bu resmi ideolojinin resmi tarihi, ilkokuldan başlayarak hayat boyu insanlara adeta “metazori” öğretildi. Okullarda, resmi kurumlarda, askerlikte dayatılarak öğretildi. Resmi anlayıştan “sapmaya” yeltenenlere acımasız cezalar ve yaptırımlar uygulandı.

İşte benim asıl derdim; bu resmiyete, sivil, sözel ve yerel tarihin insan hafızasını, yaşanmışlıklarında ısrar ederek toplumla yüzleştirmenin sınırlarını zorlamak.

Yani bir çeşit yok edilmeye, unutturulmaya çalışılmış hayatların, “Bir zamanlar…” diye başlayan açık uçlu hayatların koptuğu, unutulduğu yerinden yeniden bir teğel atarak aslında kopmadığı, hatta unutulmadığı, dilenirse ve fırsat verilirse hatırlanabileceğini! Hatta hatırlanmakla kalmayıp kaldığı yerden yeniden paylaşılabileceğini, hesabının kitabının da sorulabileceğini dillendiren bir hafıza kültüründe ısrar etmek…

Burayla birlikte bir özür ve telafi kültürüne ortam hazırlamak…

Gençler, çocuklar, ihtiyarlar; hele kadınlar, mücadelenin, aşkın, sabrın kitabını yazmaktadır bu topraklarda. Doğu’nun Dicle’si besler gözyaşlarını. Newroz’u beklercesine sakin, bıçkın, kederli gözler saçlarını örer gizliye.



Soru: Kundağını annesinin diktiği bir arkadaşlık sesindeki. Sözü yazıya dökerken neler düşündün, neler işittin kendinle ilgili?

Ş. Diken: Önce koca bir şaşkınlık ve boşluk oldu hayatımda. Söyleşilerimde de paylaştım. “Ula Fılle Hoş Geldin” kitabımın girizgâhında aslında tümüyle filmografik olan hikâye var. Tümüyle tesadüfî olarak o hikâyeyi öğrendiğim gece ve sonraki iki gece uyumadım tedirgin ve ürkek bir tarifsiz ruh hali içinde oldum diyebilirim.

Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Ezidiler gibi coğrafyanın zaman içinde sicilinden düşürülenler ile ilgili yazıyor ve konuşuyordum. Olmadık yerde birileri çıkıp da “Şeyhmus Abi, senin soyunda da Ermenilik var mı?” diye soruyorlardı, hâla soruyorlar. Yok, desem de inanmıyorlar(dı). “Ula Fılle Hoş Geldin” kitabımla birlikte yeni bir durum zuhur etti. Aslında bu yeni durum o sorulara ve meraklara da bir yanıttı belki de!

Çünkü Udi Yervant’ın Hatun Ana’sı benim doğumum öncesi ve sonrasında bir nevi ikinci anneliğe soyunmuş. Anamla komşuluğu ve muhabbeti gereği hayata tutunmam için kendi kavlince ritüel uygulamış. Doğumumun ikinci gününde bacısı Fehime’ye diktirdiği zıbını getirip bana giydirmiş. Yani bir açıdan daha bebekliğimden başlayarak 50 küsur yıl evvelinin Diyarbakır’ında yaşayan Ermenilerle komşuluğumuzun, yarenliğimizin bugüne değen vefakârlığı, hak ve had bilirliği diyeyim.

Soru: Bugüne kadar yayımlanan kitaplarında bir “kent müzesi” oluşturma çabası da var. Çocuklar eskilerle karşılaşmadan, masallar, efsaneler ve yenilenen kentle birlikte rüzgâr yön değiştirdiğinde konuşmalarda bozulmalar var mı? Yöreye özgü kelimeler yok olmakta mı?

Ş. Diken: Aslında buna şehrin dili ve kimliği üzerinden, bir söz antropoloji hafriyat çalışması demek belki de en doğrusu olur. Çünkü müzeler genellikle yaşamayan sadece anı tazelemek ya da hatırlamak kabilinden objelerin mekânı gibi. Bizimkisi dilin kabuğunu kırmaya soyunmak işi. Çok dilli şehrin ve coğrafyanın dili / dillerini kimileri kesmeye, susturmaya, unutturmaya yeltendiler. Ama yeni bin yılda fark ediyoruz ki, başaramadılar. Siyaseten de, kültürel olarak da başaramadılar işte. Çünkü hayatın ortak sesi çarptı onları. Coğrafyanın özbeöz evlatları bir kalemkâr ya da nakkaş edasıyla eski sesleri, nefesleri bulup, buluşturarak bugünkü kuşaklara taşıdılar / taşıyorlar. Kendi adıma benim yaptıklarım biraz da bu tür işler. Sesleri, nefesleri yitirildiklerini sanıldığı yerlerde, yeniden ortaya çıkarmak…

Soru: “Kürdilihicazkâr Metinler” sorunlar, çözülmeyi bekleyen sıkıntılardan söz eder. Hâlâ günceldir bu kitap. 1990 ve sonrası. Yollar, bitmeyen sürgün kuşları sokakların. Köylerinde yaşamdan alıkonanlar. Değişen ne var? Bir kere daha hayat bulsa “Kürdî” makamında neler eklenirdi Erzurum’dan, Muş’dan?

Ş. Diken: Bir kere daha ve yeniden yazılmaya kalkışılmalı elbette “Kürdilihicazkâr Metinler” kitabı. Yazılıyor ve yayınlanacak elbette. Çünkü 16 yıl sonra bugüne baktığımızda Kürt yoksulluğunun hayli katmerlendiğini, sınıfsal uçurumun hayli büyüdüğünü görüyoruz. Türkiye’de işçi sınıfı ve yoksulluk sadece Kürdistan’da değil, bütün ülkede “Kürtleşti” nerdeyse. Bunlar yazılmalı, anlatılmalı. Mecburi göçle yerinden yurdundan koparılıp şehirlere sığınanlar, şehirlerin paryası haline dönüştüler. Şehirlerde suç bölgeleri oluştu. İçlerinden çok ama çok azı bir şekilde “beyaz”laştı. Köklerinden kopup sınıf değiştirdi. Kürtlüklerini dillendirseler de köklerinden kopup sınıf tercihlerini ve yaşam alanlarını değiştirdiler. Onlar da yazılmalı. Yani ez cümle “Kürdilihicazkâr Metinler” belki bir yönüyle iç hesaplaşmayı da yazmalı.

Soru: Yollar açıldıkça kavuşmak güzelleşiyor. Gitmek hünerli. Merakı kamçılamak insanca. Surların önünde bir kadın ellerini aynı mevsimde semaya kaldırır ve dua eder. “Bir Kürdün AKP Okumaları”nda suyun önüne kattığı insanlar var. Kalenin ateşe tutulmak istenen volkan taşları, köprünün tam da ortasına düşmüş “devlet”. Duymayan “siyaset” ehli. Pandomim örneği bakışıyoruz bazen. Şimdilerde bahar. İki dönüş zamanı. İlkini yaşadık ekranlarda. Diğeri nasıl bekleniyor Diyarbakır’da, bölgede.

Ş. Diken: Hayli temkinli bir bekleyiş var. “Nasıl olacak bu Barış’ma” sorusu olanca azametiyle orta yerde duruyor. Bütün bu “felaket” bir günde yaşanmadı. Bu kavgaya ilk gençlik yıllarında başlayanlar, aksaçlı, aksakallı hâle geldiler. Otuz küsur sene geçti üzerinden. Mezar yerleri dahi bilinmeyen binlerce kayıp var anaların yüreğinde. Devletin bürokratik ve ötekileştirici aklı yerine, siyasetin çözüme dair empati’k aklına ihtiyaç var.

Soru: Gittiler! Kentin sokaklarında zaman durdu. Nasıl bir çocuk büyürdü kalsalardı?

Ş. Diken: Bugün salt Diyarbakır değil Türkiye gerçeklerine baktığımızda kalsaydı eğer o çocuk; yaklaşık bir asırlık cumhuriyetin gurur duyup övünerek yarattığı “Bülbül ötüşlü kanaryalardan biri” olurdu muhtemelen. Hani sıkça karşılaştığımız ve çoğu kez ürkek sesle neredeyse kulağımıza fısıldayarak “Benim nenem de, dedem de Ermeni’ydi” deyip de sonra gündelik hayatına kaldığı yerden devam ederek Müslüman Türk veya Müslüman Kürt olarak yaşayan adı da muhtemelen Yervant değil de Yılmaz ya da başka bir ad olan biri olurdu.

Ve yine muhtemelen eğer çocuk yaşında iken gönül verdiği musikişinaslığında ısrar eden biri olmuş olsaydı, kendisi gibi aile kökü Ermeni olup da sanat icra eden ama kimliğini aşikâr etmekten pek de hoşnut olmayan adları lazım değil sanatçılardan biri gibi olur ve öyle yaşardı.

Yani ez cümle bir anlamda tersten okuma yaparsak, iyi ki gitmiş! İyi ki gitmiş ve böylesine kimliği ile müsemma bir sanatçı olmuş ve sonra da kimliği ve sanatıyla tekrar ata, dede topraklarına dönmeye karar vermiş. Karar vermiş ve “Ula Fılle Hoş Geldin” kitabıma konu olmuş! Böylesi daha iyi…

Zaten biraz da bu sebeple anam benim Ermenilere olan bu dostane yakınlığım nedeniyle şunu der; “Çocukken seni çok severlerdi. Sen de şimdi onların sana olan sevgisinin karşılığını ödüyorsun”.

Soru: Çaban bizi “Neden” sorusuna yöneltiyor aslında. Bu sorunun yanıtıyla neler değişir, neleri değiştiririz?

Ş. Diken: Çok şey değişir, değişiyor da zaten. Eski zaman mesellerinin anlatıldığı bir kitapta okumuştum. Sözün erdemli olduğu devirlerde “iyi söz” yazdığını düşünen ustalar dağ başındaki bir kuyuya gider, kuyunun ağzından suretleri yansıyan kuyunun dibindeki suya bakar, sonra da sözlerini kuyuya çağırırlarmış. Eğer sözleri geri dönerse o sözler kıymetli, usta işi ve dünyayla paylaşılan sözler olurmuş. Sözler geri dönmez kuyunun derinliğinde yiter ise daha yapacak çok işleri olduğunu bilir ve söz ustalığı için yeniden emek vermeyi sürdürürlermiş.

Yazmaya başladığımda “tabu” olduğunu biliyordum. Bir örnek vereyim. 1999 yılı sonunda Yapı Kredi Yayınları “Diyarbakır-Müze Şehir” ismiyle kalın bir şehir prestij kitabı yayınladı. Üç editöre hazırlatmışlar, aralarında benim de “Cumhuriyet Dönemi Diyarbakır İktisadiyatı” yazım olan kırk dolayında yazara metinler yazdırmışlardı. Kitap elime ulaştığında gördüm ki; kitapta Diyarbakır Ermenileri ve Kürtleri yoktu. Herşey yazılmıştı, teki bile kalmayan Diyarbakır Yahudileri, Süryanileri, arkeolojisi, ekonomisi, camisi, şehrin herbirşeyi vardı da Ermeni ve Kürt yoktu. Sordum editörlere “Kürtler, Ermeniler neden yoklar” diye. “Dönemin hassasiyeti ve yayınevinin sınırları nedeniyle!” dediler.

İşte o gün kendi adıma doğru iz üzerinde olduğumu ve ısrarda ne denli haklı olduğuma bir kez daha kanaat getirdim. Ermenilerin Ortadoğuda ve Ermeni dünyasındaki en büyük kilisesi Kadim Amida’daydı ve tavanı çökmüş yıkık harabe haldeydi. Bir şeyler yapılmalıydı. Yüzleşilecek ise mekânlar ve insanlar üzerinden yapılacak o kadar çok şey vardı ki!

14 yıl sonra bugüne baktığımızda Surp Giragos Ermeni Kilisesinin restorasyonu Ermeni Patrikhanesi ile birlikte Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin ortaklığıyla gerçekleşiyor ve Çan Kulesi yıllar sonra yeniden çınlıyorsa bir şeyler değişmeye başlamış demektir.

Soru: Udî Yervant sanki yalnız yaşayan bir evin komşusu. Onunla kurabiye kokuları döner mi? Ne dersin kentin yazgısı, kederi değişecek mi?

Ş. Diken: Evet, çok doğru bir tespit. Şehrin eski ve kadim Ermeni toplumunun bugün artık şehirde yaşamayan adeta yitmiş sakinleri açısından baktığımda yalnızlığı mukim ve daha acısı evi bile olmayan bir misafir komşuluk demeliyiz Udi Yervant kimliğindeki dönüşe.

Ama diğer yanıyla ve belki olumlu tarafı da şu ki; kendisiyle Diyarbakır sokaklarını, caddelerini, mekânlarını dolaştığımda artık beni tanıdıklarından daha çok, Yervant’ı tanıyor ve sahipleniyorlar diyebilirim.

Şehirden ayrıldığında sadece geride bıraktığı anıları ile birlikte üç arkadaş bırakan biri, bugün şehir ve coğrafya tarafından tanınıyor, davet ediliyor ve dostluk kurulmaya içselleştirilmeye çalışılıyor. Adeta güçlü bir özür gibi kucaklanarak…

Sanırım bu durumu sadece adı Udi Yervant olan bir hemşehrinin somut sözlü tarihi olarak okumamak gerek. Bunun aynı zamanda coğrafyanın uzağındaki toplumlara değen bir yüzü de var. Tanığıyım. İlk kez 2012 Mayısında Ermenistan’a gittiğimde benim Diyarbakır’dan, kendi tabirleriyle Dikranagerd’den geldiğimi ve oralı olduğumu öğrendiklerinde her fırsatta kiliselerine restorasyon sürecinde gösterilen yakın ilginin ve açılış resepsiyonuna katılan Ermenilere kent halkının ilgisinin takdirini sıkça duydum.

Bunlar elbette umut veren yaklaşımlar oluyor. Yani dönüşün hüzünlü de olsa ayak sesleri diyebilirim.

Soru: Çanların, ezan sesine, duanın kadim aşklara yer verdiği Amed’in talihi çok renkli bir hayatın içinde olması. “Gittiler İşte”, “Ula Fılle Hoş geldin” geçmiş yaşantıların, folklorik öğelerin izini sürebildiğimiz çalışmalar aynı zamanda. Dilin okunmayan sırları belki. Yakın bir gelecekte yitik sözcüklerle ilgili bir çalışman olabilir mi?

Ş. Diken: Olmaz mı? İnsan teki hemşehrisi olduğu şehrin hikâyeleri ile büyümüş ise ve her gün adeta bir çocuk gibi güne başladığında yeni şaşkınlıklarla, aslında çok eski olan ama pek yeni şeyler öğrendikçe yazma kaçınılmaz olur. Birkaç çalışma birden kafamda şekillendi. Ön hazırlıklarına başladım diyebilirim. Gezgin okumaları ve buluşmaları, Geldiler İşte ve daha başkaları. Sırasıyla gelecek. Hangisi önce beni kucaklarsa bakalım artık.

Soru: Kürt edebiyatı sınırları aşan kalemle farklı dillerle buluşmakta. Kürtçenin okurla tanışmayan nice eseri var. Seni okuyanlarla ilgili gözlemlerin nasıl? Benden bize yola çıkanlar bu konuda neler düşünmekteler? Ön yargıları kırmak mümkün mü?

Ş. Diken: Kürt edebiyatının ve tabii ki Kürtçe Edebiyatın sınırları çok geniş. Kürt edebi mutfağından beslenen Kürtçe yazan çokça yazar, edebiyatçı var. Bunların içinde pek azı modern Kürt edebiyatının örneklerini başka dillerle paylaştırarak kabuğunu kırabiliyor. Zor bir süreç, ama aşılacak. Diller önemli, önemsiz sınıflamasına tabi tutulmadan, birbirlerini ötelemeyip eşitleyerek var olabilirlerse engellerlin kalkıp önyargıların kırılacağına inanıyorum.

2006 yılında Lal Laleş arkadaşımla beş Türk kadın yazarının öykülerini Türkçe-Kürtçe iki dilli olarak yaptığımızda takdirin yanında iki taraftan da dozu hayli yüksek eleştiriler almıştık. Milliyetçi Türkler zaten Kürtçe ile birlikte edebi eserlerin Türkçesinin çıkmasını pek hazzetmemişlerdi. Kürt entelejansiyasının bir kesimi de “Türkçe ve Kürtçe birlikte olmasın, sadece Kürtçesi olsun yeter, ikisi bir arada olursa Kürtçesi okunmaz sadece Türkçe okunur kolaylığına kaçarlar” demişlerdi. Altı yıl sonra gelinen noktaya baktığımızda artık yazarlar değil, yayınevleri ve kimi kurumlar bile iki ve daha fazla dilli kitaplar yapmakta yarışıyorlar.

Ben Türkçe yazan bir yazarım. İlla ki etnik kimliğim de vurgulanacaksa elbette Kürdüm. Halkımın edebi mutfağından beslenerek yazıyorum metinlerimi. Ama bir farkla, bu zengin Kürt edebi kültürünün hakkını her daim teslim ederek.

Bunun iki nedeni var.

Dünyanın değişik coğrafyalarındaki edebiyatlara, kültürlere ilgi duyanlar nedense yanıbaşlarındaki ve her daim binyıldır birlikte yaşadıklarını dillendirdikleri Kürt kültürüne yabancılar. Haklılar! Çünkü neredeyse yüz yıldır, Kürtler onlar için Türk’tü. Dolayısıyla sinema filminde bozuk Türkçe konuşan, edebiyat eserlerinde olumsuz tiplemelerle tanınan, yaşadıkları metropol şehirlerin varoşlarında iğrenerek yaşadıklarını bildikleri tiplerdi Kürtler. Onlara göre, böylelerinin tarihi de yoktu ki edebiyatları olsun!

İkinci olarak da kültür, sanat dünyasının kimi aklıevvelleri bu zengin Kürt kültürünün adını dahi telaffuz etmeden hoyratça ve bozuk para gibi harcıyordu değerlerini. Sıradan bir aşk hikâyesinden tutun, Kürtçe şarkıların, mitolojinin, hikâyelerin; dizilere, tiyatro oyunlarına, sinema filmlerine, müzikallere varıncaya kadar Türkçeleştirilmiş halleri özgün örneklermiş gibi sunuluyordu insanlara.

Evet, bir kez daha vurguluyorum. Ben Türkçe yazıyorum. Çünkü benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda Kürtçe büyük baskılar altında bir dildi. Aile ortamında konuşulmuyordu. Ben anadilimi sonradan öğrenenlerdenim. Ama anadilimde, Kürtçemde maalesef yazabilme becerim yok. Bir ilkokul çocuğu gibi bir sayfalık yazıda onlarca yanlış yaparak yazıyorum kimi kısa Kürtçe metinleri.

Ama halkımın değerlerine en az Kürtçe yazan arkadaşlarım kadar kıskançlıkla sahip çıkıyor ve çıkmak gerektiğini de savunuyorum. Bu sebeple Kürt edebi mutfağından beslenerek edebiyat yapmaya yeltenenlerin bir görevinin de yukarıda saydığım gerekçelere ek olarak insaniyet halleri gereği hak teslimiyeti sorumluluğu ile karşı karşıya olduklarını bilmelerini isterim.

Benim bir yazar olarak okunmama gelince; ilk kitabımın yazılıp basılması üzerinden 1997’den bu yana onaltı yıl geçmiş. Geçtiğimiz yıl, yani onbeşinci yılda “Ula Fılle Hoş Geldin” kitabım onbeşinci kitap olarak çıktı. Üçüncü gününde ikinci baskısını yaptı.

Kitabın coğrafik varlık yurdu olarak kabul gören İstanbul metropolünün ve entelijansiyasının gözden de gönülden de hayli uzağında olan Diyarbakır gibi; onlara göre taşra, bana göre “Alternatif Muhalif Metropol” bir şehirde yaşıyorum. Yeri geliyor o çokbilmişlerin hegemonik, ukala, kendini beğenmiş tavırlarına inadına meydan okuyan inatçı tarafımla karşı duruyorum. Yüksek sesle dillendiriyorum.

Kitapları başka dillere çevrilip basılan ve yazı dilim olan Türkçede de iyi okunan bir yazar olduğumu kendim biliyorum. Ama bunun tabi bir de okur cephesi var. Şehrimde hep sokakta, okurla yüzyüze olan bir yazar olduğumdan okur-yazar yüzleşmesinin çokça geri dönüşlerini hemen hergün olumlu anlamda yaşamam, beni daha sıkı yazmaya zorlayan bir hale tekabül ediyor diyebilirim…

----

Bu söyleşi aslında İzmir’in yağmuruna bir de benim hazırlık derken yazarın bendeki kitaplarını dur şuna da bakayım yok olmaz onu da okusam diye diye yazıya gömülmemle birlikte baharı buldu. Araya gönlümün doğu’su girince sohbetlere karıştı. Konuşmaktan derdim Yervant’ın sesi.

Ne demişti gönlüm…dinle ve sus!...


Şeyhmus Diken Okumaları için:

Kürdilihicazkâr Metinler (Doruk, Ankara 1997)

Güneydoğu'da Sivil Hayat (Metis, İstanbul 2001)

Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, Diyarbakır (İletişim, İstanbul 2002, 7. Baskı 2011)

Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım (İletişim, İstanbul 2003, 3. Baskı 2009)

Tango ve Diyarbakır (Lîs, 2004 Diyarbakır)

İsyan Sürgünleri (İletişim, 2005 İstanbul, 2. Baskı 2010 Ekim)

Türkiye'de Sivil Hayat ve Demokrasi (Dipnot, Ankara 2006)

Amidalılar, Sürgündeki Diyarbekirliler (İletişim, İstanbul 2007, 2. Baskı Ekim 2009)

Taşlar Şahit (Lîs Yayınları, Diyarbakır Şubat 2008, Eklerle cd’li 2.basım 2008 Aralık Dyb.)

Zevalsiz Ömrün Sürgünü Mehmed Uzun (Lis Yayınları-2009 Ocak)

Diyarbekir El Sallıyor (Diyarbakır Tabip Odası Yayını. Türkçe-Kürtçe-İngilizce 2009 Ekim Diyarbakır- CD’li 2. Basım Eylül 2011 Lis Yayınları, Diyarbakır)

Bir Kürdün AKP Okumaları (Evrensel Yayınları. 2009 Kasım. İstanbul)

Gittiler İşte. (Aras Yayıncılık. Nisan 2011, 2. Basım Ağustos 2011 İstanbul)

Bir İnsan Hakları Delisi, Rıdvan Kızgın.(Dipnot Yayıncılık, Ankara Mart 2012)

“Ula Fılle Hoş Geldin” (İletişim Yayınları. İstanbul, Kasım 2012)


Diğer dillere çevrilerek basılmış kitapları:

Diyarbekir, Bajarê Ku Razên Xwe Ji Bircên Xwe Re Dibilîne (Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir: Diyarbakır kitabı, Kürtçenin Kurmancî lehçesine çevrilerek, Lîs Yayınları arasından çıktı. Çeviri: Zeynep Yaş, Diyarbekir, 2006)

Dûrxirawekanî Raperîn (İsyan Sürgünleri Kürtçenin Soranî lehçesine çevrilerek Herêma Kurdistan Wezareta Rewşenbîrî Yayınları ve Bîr Yayınları’nın ortak kitabı olarak çıktı. Çeviri: Feyzullah Brahîm Xan, 2007)

Diyarbakır La ville qui murmure en ses murs. (Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, Diyarbakır Editions Turquoise yayınevi tarafından Fransızca’ya çevrilerek Paris’te yayınlandı. Çeviri: François Skvor. Önsöz: Ariane Bonzon ve Mehmed Uzun. Aralık 2010-Paris)

Eto Che Gi Niama Veche. (Gittiler İşte, Ararat News Publishing yayınevince Bulgarcaya çevrilerek Sofya’da yayınlandı. Çeviri, Emily Slavkova. Edit, Anahit Khaçikyan, Ronî Alasor. Redaksiyon, Xaço Xaçikyan, 258 sayfa. Mayıs 2012 Sofya.)

*Gittiler İşte’nin Fransızcası Nisan ayında Pariste, Ermenicesi de Haziran ayında Erivan’da çıkıyor. İsyan Sürgünleri’nin Kürtçesi Mayıs’ta TÜYAP Diyarbakır Kitap fuarında okurla buluşuyor…


Yapayalnız kalmanın inceliğidir Dicle!..

On gözlü köprünün bir gözü…

Koynundaki Zevalsiz ömrün sürgününe!..

Sevgiyle…


Şubat. 2013 Şeyhmus Diken
Mart 2013 İffet Diler
www.izmirizmir.net

Son Güncelleme Tarihi: 25 Mart 2013 11:11

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.