Hopa’dan İzmir’e benim adaletsiz ülkem - Markar Esayan

11 Aralık 2011 11:48  

 

Hopa’dan İzmir’e benim adaletsiz ülkem - Markar Esayan

Yer İzmir’in Karabağlar Karakolu... Tarih geçen temmuz ayı... F.C. isimli kadın, eşi, damadı ve kayınbiraderiyle bir eğlence mekânına gidiyor. Üç polis mekânı basıp kimlik kontrolü yapıyor. Koca, kadının kimliğini arabadan almak üzere dışarı çıkıyor. Bu sırada anlaşıldığı kadarıyla kadın kimliksiz olduğu için karakola götürülmek isteniyor. “F.C. eşim kimliğimi almaya gitti, biraz bekleyin” derken kadının itirazı yumrukla karşılık buluyor. Karakola gidiliyor.

Vatan gazetesinden Kemal Göktaş işte bu karakoldaki safahatı gösteren Karabağlar Karakolu’ndaki kamera kayıtlarına ulaşıyor. Cuma günü de Vatan’ın manşeti haline geliyor bu feci şiddet olayı. Tebrikler Kemal Göktaş.

Videoyu birkaç kez izledim. Hadi diyelim ki kadın, polislerin iddia ettiği gibi mukavemet ve hakaret etti. Zaten F.C, sadece polislerin ifadesi esas alınarak 6,5 yılla yargılanıyor. Delile, şahide filan gerek yok. Zaten karakolda kadın lehine konuşacak kimi bulacaksınız ki! Belli ki kadın şikâyet edince bunlar da ağır suçlarını gizlemek için kadına dava açmışlar. Kadının yaptıkları ise çok vahim! Birinin koluna tokat atmış, diğerinin kolunu tırmalamış, üstelik sarhoşmuş ve küfretmiş. Üstelik kendisi iddia edildiği gibi “iffetli” bir ev hanımı değil de, bir “konsomatrismiş”. Savunma bu.

Görüntüleri izliyorum. Kadını iki sivil polis dakikalarca acımasızca dövüyorlar. Yere yatırıp kelepçeliyor, kedinin fareyle oynadığı gibi, durup durup vuruyorlar. Bir de resmî giyimli muhterem bir polis var. Bu polis görünümlü kişi de, ikisi kadını yumruklar, tokatlar, tekmelerken, kâh cep telefonuyla konuşuyor, kâh bir başka hazretin istediği kalemi kadın dövülürken onları üzerinden şahsa uzatıyor –burada çok zorlandı, çok üzüldüm–, kâh sanki eşsiz bir doğa manzarasına bakarmış gibi kadın haşat edilirken o performansa dalıp dalıp gidiyor.

Kadına 6,5 yıl istenirken, polisler işkence, taciz ve dayak atlanarak, sadece kötü muameleden 1,5 yılla yargılanacaklarmış. Ortaya çıkıyor ki, o polisler de hâlâ görevlerinin başındaymış.

Haberin ve görüntülerin medyada ses bulması üzerine, aynı gece polisler görevden alındılar.

Tıpkı, aynı gün görülen Hopa davasında altı aydır tutuklu bulunan 22 öğrencinin tahliye edilmesi gibi...

Tıpkı ondan bir gün önceki davada Ankara’da pankart astıkları ve evlerinden Tolstoy’un Savaş ve Barış romanı çıktığı için 25 yılla yargılanan ve sekiz aydır tutuklu bulunan Bahadır Söylemez ve Özgür Alkan’ın tahliye edilmesi gibi...

Ekim ayında ise, Başbakan’ın konuştuğu Roman Çalıştayı’nın düzenlendiği Abdi İpekçi Kongre Salonu önünde parasız eğitim pankartı açtıkları için tutuklanan ve 18 ay hapiste kaldıktan sonra tahliye olan Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz’ı da hatırlayın. Okullarından atıldılar. Hayatları geri alınamaz şekilde zarar gördü o çocukların.

Tüm bu “telafiler”in ortak noktası kamuoyu baskısıyla gerçekleşmiş olması.

Bir haberle medya, sivil toplum uyanıyor, baskı olgunlaşınca arızaların panikle halline gidiliyor. İşkenceci polisler açığa alınıyor, İçişleri Bakanlığı ancak o zaman müfettiş tayin ediyor, Cumhurbaşkanı Gül de “Olayın takipçisi olacağım, çok üzüldüm” demek zorunda kalıyor, mahkemeler tahliye kararlarını art arda veriyor.

Gerideki sistem ise aynen çalışmaya devam ediyor.

Böyle ülke olur mu? Böyle adalet olur mu?

Üstelik bu sadece siyasi olaylar için geçerli; adi suçlardan yatanların kamuoyunda örgütlü ve itibarlı olmadıkları için, sahip çıkanları da yok. Adam yaralamaktan sadece bir yıl hüküm giyen akciğer kanseri 74 yaşındaki Avni Karabulut, Ümraniye Cezaevi’nde kan kusa kusa öldü, cezaevinde ölen 30. mahkûm olarak... Biz de savcıya yazdığı son dilekçeden manşet yaptık: “Kan kusuyorum, arz ederim.”

Tabii onlar siyasi olmadıkları, adi suçlar işleyen alt kasttan insanlar oldukları için ihmal edilebilirler değil mi? Çocuklar Ergenekoncu, kadın da konsomatristi zaten...

Ara ara mektuplar alıyorum cezaevlerinden... Hasta mahkûmlar sağlık hizmetlerini doğru dürüst alamadıkları gibi, o kadar insan yerine konmuyorlar ki, acil durumlarda bile, kaderlerine terk ediliyorlar.

Bu ölen, aşağılanan insanların durumu Başbakan Erdoğan’ı, Adalet Bakanı Ergin’i, İçişleri Bakanı Şahin’i hiç ilgilendirmiyor mu? O hiç sevmediğim kıyas cümlesini kurayım, F.C. sizlerin karınız, kızınız olsaydı ne hissederdiniz? Aylarca bir hiç uğruna hapiste örselenenler sizin evlatlarınız olsaydı?

Yeni ameliyat olan Sayın Başbakan kendini mesela Avni Karabulut’un yerine koysun. “İki lavabo kan kustum sayın savcım. 1,5 saat içinde eğer ölmezsem, durumumla ilgilenilsin, bana kan verilsin.”

Karabulut öldü. Bu dilekçenin cevabını kim verecek şimdi?


mesayan@markaresayan.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0