HELSÝNKÝ, KUZEY KUÞU / P.MISIRLIOÐLU

11 Ocak 2007 13:47  

 

HELSÝNKÝ, KUZEY KUÞU / P.MISIRLIOÐLU

KUZEY KUÞU HELSÝNKÝ



Batýp çýkan güneþten, iki gündüzlü geziden, yemekten ve içmekten, yürümekten giderek þiþen vücudumuz ve ayaklarýmýzdan hiç þikayetçi olmadýk.

Yüzen adalarýn ve mavi kokulu denizlerin içinden geçtik. Silja Line ile Ýsveç’in baþkenti Stockholm’den, Finlandiya’nýn baþþehri Helsinki’ye geldik.

Ben ona Kuzey Kuþu dedim.

Sakinliðini ve yumuþak huyluluðunu çok sevdim. Her tür mimari yapýnýn hiç aceleye getirilmeden, gösteriþsiz fakat özenli, zarif ve elit formlarla tasarlanmýþ oluþu ve üzerinize düþmeyen binalarýyla çevrelenen bu diyarlarda keyfimiz hala çok yerinde. Hem romantik, hem de idil hayatlarýn terkisinde dört nala ilerliyoruz, kuzey ülkelerinin Baltýk kýyýlarýnda.
Danimarka kriterlerini aþtýk þimdi Helsinki kriterleri ile haþýr neþiriz.

Buradan ayný hamurdan yoðrulan St. Petersburg’ a geçeceðiz C.Ludwig Engel, Helsinki’deki Senato Meydaný ve etrafýndaki üniversite ve St.Nicholas Katedrali’ni yapan mimar. Yani eski adýyla Leningrad’a damgasýný vuran adam, benzer þehir ve mimari anlayýþýný Helsinki içinde geliþtirmiþ ve yaratmýþ. Ýyi ki de yaratmýþ.

Vantaa Nehri kýyýlarýnda 1550 yýlýnda kurulan þehir daha sonradan 19.yüzyýl da Rus Çarý tarafýndan özel olarak yeniden kurgulanýr.Ýsveç Kralý Gustav zamanýnda onlara ait bir yerleþim merkezi iken zaman içerisinde Finlandiya’ ya baþþehir olan Helsinki þimdilerde sessiz bir yönetimin, soylu azameti içerisinde size ferahlýk ve sonsuzluk bulaþtýran bir karaktere sahip olur.

Ancak buralarý anlatmadan önce…Size biraz Silja Line’dan bahsetmeliyim.
Stockholm’de daha önce beraber dolaþtýðýmýz gruptan koptuk ve biz çift baþýmýza Finlandiya kýyýlarýna yöneldik. Geride kalanlar çok piþmandýlar buralara kadar gelip “Kuzey Kuþu”nu göremeyecekler diye. Biz bu iþi Türkiye’de
planlamýþtýk. Gemi biletimizi önceden almýþtýk. Silja Line için akþamüstü saatlerinde, Stockholm Limanýna geldiðimizde elimde Norveç bayraðý gibi giyinmiþ oyuncak geyik Hansa
ve bizim gülen yüzlerimiz, gemi personelinin sýcak ilgisi ile ahenkliydi. Buralarda, birbirlerine çok fazla gelip giden Ýskandinavlar yüzünden gemi yolculuklarý adeta bir yaþam biçimine dönüþmüþ. Ýçki, sigara, puro vs. gibi zararlý ama keyif verici maddelerin fiyatlarý da vergileri de çok yüksek. Her þey alamamaya göre düzenlenmiþ esasýnda. Ya da þöyle demeli belki. Hepsi zengin olmalarýna raðmen kendilerini çok fazla içkiye verdiklerinden, bu tür giderleri aþaðýya çekmekte hünerli hale gelmiþler. En büyük hünerleri de sýk sýk gemilerle yolculuk ve bütün gece içki ve muhteþem yemeklerle eðlence. Gemide alýþveriþ ve içki çok uygun fiyatlara çünkü. Gemiler yani yüzen saraylar çok lüks ayný zamanda. Ýçinde her derde deva cazibe noktalarý düþünülmüþ. Elbette denizin üzerinde çok çaresizsin. Ya içeceksin, ya alýþveriþ edeceksin. Haa tabii geminin yüzme havuzu ve SPA merkezi de yine sizin tercih edebileceðiniz yerlerden. Yalnýz kaybolmamak için önce gemiyi çok ciddi öðrenmeniz gerekecek. Benim ciddiyetsizliðim epeyi sýkýntý yarattý baþlangýçta. Biraz kayboldum da. Zaten bir puzzle olan yüzen çok katlý devasa gemi çözüldüðünde, sizin ayrýlma vaktiniz de gelmiþ oluyor. Her neyse gemi güvertesinde, içinde, dýþýnda kilometrelerce yürümüþ oluyorsunuz. Spor da “insert” oluyor böyle bir gezide.

Daha önce Kopenhag’dan Oslo’ya geçerken bir gece yattýðýmýz geminin zengin açýk büfesinin tadý hala damaðýmýzda. Envai çeþit deniz ürünü ile tam bir kolestrol þöleni. Kimse kalp saðlýðý ile ilgilenmiyor varsa yoksa hayata olan açlýðýmýz ve dünya nimetleri…



Geminin güvertesinden çeke çeke bitiremediðim gecenin olmamýþ halleri sanki baþka deniz zamanlarýný anlatan bir hikaye gibiydi. Dýþarýda üþüyüp, içeriden devam ettiðim fotoðraf çekimlerim 23.00 olmasýna raðmen saatler, her deklanþör sesiyle sanki daha da uzadý. Hani bir þeyin baþýný beklersin de uzar ya saniyeler bile. Sonunda “hay batasýca güneþ” demedim ama ramak kaldý. Askýya alýnmýþ gün batýmý saatlerinden sonra iyice acýktýðýmýzý fark ettik. Onlarca restorandan birinde kendimize harika þaraplar eþliðinde bir yemek ýsmarladýk. Ýki üç saat sonra güneþ tekrar doðacaktý. Sabah ta Helsinki’de olacaktýk. Hýncahýnç doluydu gemi. Her kýlýkta turistle. Biz saatler sonra kamaramýza geldik ve perdeyi örtmeden yüzlerce adacýk arasýndan enfes bir yolculukla Helsinki Limanýna vardýk. Uyuyamamýþ halimizle, gözümüze giren güneþte ayýldýk, çabucak.

1991 yýlýnda Unesco tarafýndan dünya mirasý olarak ilan edilen güzel þehir Helsinki, o tarihlerde Jazz Festivali ile iyice renklenmiþti. Cafe Kapelli en mevki yeriydi Jazz noktalarýnýn. Oturmak için çok zorlandýk. Bir yerlere çömelerek adýný unuttuðum oralara özgü garip bir içki denedik. Ýlk günün taze meraklarý ile oralarý en iyi anlatan Market Square bize çok iyi geldi. Saçta deniz ürünleri, sebzeler, meyveler, çiçekçiler, satýcý sarýþýn güzel kuzeyliler tiyatro dekoru gibi.
Kraliyet Binasýnýn önünden geçtiðimizi anlamadýk bile. Sarayýn ne bekçisi ne de polisi vardý. Onlarda týpký bizim anne babalarýmýz gibi pazara yakýn oturuyorlar. Allah bilir kapýcýlarý da yoktur onlarýn. Düþünebiliyor musunuz? Kral Kraliçe’ye þöyle sesleniyor “kraliçem pazardan iki kilo domatla bir sap brokoli kap gel”. Bunlar da gösteriþsizliðin gösteriþindeler caným. Bu kadar da ayaða düþürülmez bu krallýk, devlet durumlarý.

Üstelik garip anlayýþlarý da var trafik cezasý kesmek zorunda kalsalar, gelir durumuna göre ayarlýyorlar miktarý. Tüm ülkede toplasan beþ milyon küsur insan var zaten. Öyle uygarlar ki Fince ve Ýsveçce yazýlar da hep orada yaþayanlarý eþitlemek için. Ama tabii Rusça ve Ýngilizce bilmek de yine iþgal zamanlarýndan kalma, geçmiþin acý hatýralarý. Garip bir anlayýþla ve doygunlukla tanýþýyorsunuz burada. Bitmeyen ýþýðýn da yardýmýyla þeffaf ve zengin hayatlarla karþýlaþtýrýyorsunuz kendinizinkileri.

Beyaz bembeyaz kar kilisesi gibi duran katedral ve huzur dolu Senaatintori Meydaný’nýn 17.yüzyýl atmosferinde ve neo klasik yapýlarý arasýnda bir de ”iþgalcini sev” der gibi duran Çar 2.Alexander heykeli tam da buralarý anlatýyor. Deniz Aslanlý ve kafasýndan eksik olmayan kuþ heykeli ile zarif anýt heykel Havis Amanda bizim beynimizin Helsinki ayraçlarý oldu.

Artýk öðlen olmuþtu ve bize bir dostumuzun tavsiye ettiði Hotel Kamp’ýn tek kelime ile muhteþem restoranýna gittik. Kamp Brasseri benim dünyada en çok beðendiklerim arasýna dahil oldu. Ýþte siz de görüyorsunuz; günün pasta yani bizim genel deyiþimizle makarnasý, Lobster Salatasý, günün tatlýlarý mükemmel lezzetlerdi ve tabii enfes ambiansý ileHelsinki þarabý. Biraz tuzluydu sadece…yani faturasý.

Limanýn hemen dibinde ise akþam yemeði yine burnumuzun doðru mihmandarlýðýnda olaðanüstüydü.Adý Havis. Ravintola Havis. Etelaranta (birinci a’nýn üzerinde iki noktasý var)16.Helsinki. Balýk ve Deniz Ürünlerinin en doðru adresi. Ringa balýðý, whitefish, levreklerin de doyumsuz tatlarý kayda deðer ama ben “somonun hikayesi” ni yedim yuttum.

Evet yemeðin adý o. Soðuk kuzey sularýnýn vazgeçilmezi somonun hikayesi de kendisi de güzel. Tatlý neredeyse hiç yemediðim halde, baþka kültürlerin coðrafyalarýnda kendimi hiç engellemiyorum. Tabii iki seçeneðiniz var orada ya Fin geleneksel mutfaðý üstelik otantik mekanýyla 1817 den beri G.W. Sundmans Krog ya da “catch of the day”. Üstelik genç ve güzel Finli garson kýzýn yemek ve sunumdaki bilgi ve görgüsü de iþin cilasý.

Günler tatilde ýþýk hýzýyla geçer, sayfalar yazýnca çabuk biter. Ertesi gün St.Petersburg’a, Sibelius Treni ile gideceðimiz için ünlü Helsinki Tren Garý’na gittik. Önceden durumu kolaçan edip, sabah þapþal olmayalým diye.

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaþ
0