Birleşik Haziran Hareketi ve Bilanço

29 Ağustos 2015 16:05 / 2035 kez okundu!

 

 

"İsyan kendiliğinden patladı. Herhangi bir parti, örgüt, ya da çevrenin hegemonyasında gelişmedi. O eylemin öne çıkardığı aktivistlerin öncüğünde, üstünlükleri ve zaaflarıyla doğrudan demokrasi, doğrudan eylem yöntemleriyle yürütüldü. “Tutan” tüm toplumsal hareketlerin mayası olan kadınların, “apolitik” olduğuna karar verilip kendisinden umut kesilen ortaokul lise çağındaki gençlerin kitlesel katılımı yalnızca eylemin enerjisini yükseltmedi. Taze, dinç ve temiz esen bir rüzgar gibi, toplumdaki gençlikten, dolayısıyla gelecekten umutsuz, karamsar havayı da dağıttı."

 

Giriş

Bundan tam bir yıl önce, 30 Ağustos 2014’de Ankara Vişnelik’te bir araya gelenler birkaç aylık bir çalışmanın sonunda Birleşik Haziran Hareketi’nin kurulduğunu duyurdular.

Zamanında, yerinde bir başlangıçtı.

2013 Gezi/Haziran isyanından bir yıl, Tayyip Erdoğan’ın yüzde 51,5 oyla cumhurbaşkanı seçilmesinden 20 gün sonra, gerilimli ve kritik geçeceği önceden belli 2015 dönemecinin öngünündeki bu başlangıç katılımcılar ve sol kamuoyunda heyecan ve enerji yarattı.

Heyecan ve enerjinin kaynaklarından biri, Gezi/Haziran isyanıydı. Gerici, totaliter AKP iktidarı ve ona ayak uyduran burjuva muhalefet kısırlığı içinde bunalan toplumda, yön ve yol arayışı canlanmış, emekçi, sol/sosyalist hareket yeniden toplumsal bir gereksinim durumuna gelmişti.

Bu büyük isyanın Haziran Hareketi’nin esin perisi olduğunda hiçbir kuşku yoktur.

İsyan, yalnız siyasal alanı değil, baştan sona tüm toplumu,  neredeyse tüm ayrıntılarıyla günlük yaşamı, eğitimi, kültürü, tüm toplumsal ilişkileri Sünni İslamcı, milliyetçi, sermayeci bir dünya görüşü ve kültür doğrultusunda dönüştürmekte olan tek parti/tek adam diktatörlüğüne karşı kitlesel, eylemli bir çıkıştı.

Çıkış noktası ve odağı Taksim Gezi Parkı olan, dalga dalga tüm yurda yayılan bu özgün hareketlenme, olağan koşullarda siyaseten bir araya gelmesi düşünülemeyecek toplumsal muhalefet güçlerini birleştirdi ve eğitti.

Eylem, birleştirir. Eylem, ayrıca, en etkili ve kitlesel bilinç üretim aracıdır.

İsyan kendiliğinden patladı. Herhangi bir parti, örgüt, ya da çevrenin hegemonyasında gelişmedi. O eylemin öne çıkardığı aktivistlerin öncüğünde, üstünlükleri ve zaaflarıyla doğrudan demokrasi, doğrudan eylem yöntemleriyle yürütüldü. “Tutan” tüm toplumsal hareketlerin mayası olan kadınların, “apolitik” olduğuna karar verilip kendisinden umut kesilen ortaokul lise çağındaki gençlerin kitlesel katılımı yalnızca eylemin enerjisini yükseltmedi. Taze, dinç ve temiz esen bir rüzgar gibi, toplumdaki gençlikten, dolayısıyla gelecekten umutsuz, karamsar havayı da dağıttı.

Haziran eylemliliği, Taksim’e direnişçilerin egemen olduğu 1-15 Haziran arasındaki 15 günde tüm Türkiye’ye, düzen karşıtlarının daha önce pek fark edilmeyen bir yönünü daha gösterdi: 15 gün boyunca eylemciler, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, barışçıl, eşitlikçi, özgürlükçü, dayanışmacı, paylaşmacı, paranın saltanatının geçici de olsa geçersiz kılındığı, karşılıksız hizmetin, gönüllü katkının “ahlak”  sayıldığı komünal bir yaşamın, “başka bir dünyanın mümkün” olduğunu, bir “an” kısalığında da olsa örneğin gücüyle gösterdiler. 

İnsanlık, henüz somut, gerçekleşmiş örnekten daha etkili bir propaganda aracı bulamamıştır.

Haziran isyanı, sola ve tüm topluma iletilen bir yeni mücadele, kültürleşme ve dayanışma çağrısıydı.

Gezi/Haziran isyanı, öte yandan, bu tür büyük, kitlesel ve kendiliğinden çıkışların toplumsal, hatta siyasal bir devrimin öznesini doğurma yeteneğinde olmadığını, devrim süreçlerinde bu tür otomatik düzenekler bulunmadığını bir kez daha göstermiş oldu.

Bu giriş notlarından sonra, Birleşik Haziran Hareketi’nin misyonunun, hiçbir yerde bu açıklıkla formüle edilmiş olmasa da, şu iki noktada özetlenebileceğini düşünüyorum. Bir: 2013 isyanının kendisinden öte değer taşıyan ana iletilerini içselleştirmek, mücadele/eyleme tarzını, kültürünü, toplumsal hareket içinde yeniden üretmek.  İki: Onun eksik bıraktığı şeyi tamamlayarak, o müthiş potansiyeli siyaset kinetiğine dönüştürmek, ya da daha anlaşılır bir anlatımla 2015 dönemecine müdahale edecek devrimci siyasal bir odağa kavuşturmak. 

Bir yıl sonra, Haziran Hareketi’nin neyi yaptığını, neyi yapamadığını bu ölçütler üzerinden değerlendirmenin verimli olacağını düşünüyorum.

Kuruluş

Üç Vişnelik toplantısının yapıldığı 30 Ağustos 2014-19 Ekim 2014 arasındaki 49 günlük süre,  Hareketin, oluşum ve kuluçka dönemi sayılabilir.

İlk toplantının 50 civarındaki katılımcısı, siyasal parti, sendika, meslek ve kitle örgütlerinin önde gelenlerinden, sol, sosyalist akademisyen, yazar ve aydınlardan oluşuyordu.

Sol, sosyalist parti ve örgütlerimizin kuruluşa verdikleri güç ve destek önemli ve anlamlıydı. Bu örgütlerimizin katkısı olmasaydı bu ölçekte bir toplanma gerçekleşmezdi. Bu gönüllü desteği veren örgütlerimizin, aynı zamanda Haziran’ın bir örgütler toplamı, “örgütsel birlik” olmayacağını, örgütsel hukuk ve işleyişin, örgütsel vekalet üzerinden değil, eşit bireylerin, kişisel sorumluluk ve katılımları üzerinden gerçekleşeceğini açıkça belirtmeleri bir başka olumlu noktaydı.

Genel çizgileriyle başarılı bir önkuruluş dönemi yaşandığı söylenebilir. Toplantılar, herkesin görüşlerini açıkça ifade ettiği, karşılıklı saygı ve dayanışmanın egemen olduğu, verimsiz doktriner tartışmalardan uzak durulduğu, birlikte mücadele iradesinin öne çıkartıldığı bir havada geçti. 

19 Ekim’deki üçüncü toplantının sonunda, görüşlerini açıklayan bildirgesiyle, yürütme kuruluyla Birleşik Haziran Hareketi kuruldu. Kuruluşun, forumlar, yerel meclis toplantıları, kuruluşu duyuran kitlesel miting ve toplantılarla, bu çalışmaların sonunda toplanacak Türkiye Meclisi’yle tamamlanması kararlaştırıldı.

Kuruluşun duyurulmasının ardından, Türkiye’nin yüzlerce yerinde forumların yapılması, meclislerin oluşturulması, Haziran düşüncesinin yaygınlık ve ilgi kazanması yadsınamaz başarılardır. 

Üstünlükler ve zaaflar, aynı madalyonun iki yüzü gibi hemen her zaman birlikte var olurlar. Haziran kuruluşunda da öyle oldu.

Bildirgenin, bir araya gelen güçlerin asgari ortaklıklarını kısaca ifade etmesinin başarı olduğu kabul edilebilir. Ancak, iç ve dış savaş alametlerinin belirdiği, AKP’nin “Yeni Türkiye” rejimini yerleştirmek için yeni hamleler geliştirdiği bir ortamda yalnız AKP’nin değil, düzenin karşıt kutbu olarak sivrilmeye aday bir hareket için yeterli olmadığı açıktı. “Sosyalizm” sözcüğünün bile geçmediği bir tuhaf ortalamacılık içeriğe egemen oldu. Örneğin, Kürt sorunundaki “ayrılma hakkı”ndan hiç söz etmeyen tek yanlı “birlikte yaşama” vurgusu sorunluydu.

Zaaflar, sorunlar, yapılamayanlar

Kuruluş aşamasındaki en önemli eksiklik, bence, hareketin siyasal amaçlarına, verili Türkiye ortamının sert koşullarına uygun bir örgütlülük ve eylemlilik için son derece gerekli iç hukuk ve işleyiş kurallarının, amaçları, yeri, yöntemi belirlenmiş bir eylem takviminin “öyle de olur, böyle de olur” liberalliği içinde geçiştirilmesi oldu. Bu geçiştirmenin görünürdeki, dillerdeki nedeni “doğrudan demokrasi/doğrudan katılım”dı. Bu doğru değildi. Örgütsel işleyişlerin oldu bittilere bırakıldığı, iç hukuku, kurul ve kuralları, sözcüleri olmayan bir oluşum işlemez. Siyaset boşluk tanımayacağı için de, işlerse, akla gelebilecek en antidemokratik yöntemlerle, kural ve kurul dışı yöntemlerle işler.

“Yapılamayan”ları teknik, pratik bir sorun olarak almak, kendi kendimizi aldatmak olur. Haziran Hareketi örneğinde, yapılamayanların tümünün nedenleri de sonuçları da siyasaldır.

Bir: Haziran Hareketi, siyasal bir odak, siyasal bir toplanma ve eylem merkezi olamadı. Programıyla ve eylemiyle düzen karşıtı, diri, iddialı bir güç olarak öne çıkamadı. Parti fetişizmiyle, örgütsel liberalizmin birbirlerini tuhaf biçimde besledikleri, siyasetsizlik/apolitizm Haziran ortamına egemen oldu.

İki: Hareketin varlık nedeni, kendisini oluşturan örgüt ve bireylerin yapamadığını yapmak, toplumsallaşmak olarak tanımlanmıştı. “Zaten” birleşmiş olanların ötesine geçerek emekçi halk kitlelerini kazanmak, birleştirmek, harekete geçirmek hedefleniyordu. Su yükseldiğinde üstündeki kayıklar, yani örgütler de yükselecekti. Ne yazık ki, süreç böyle gelişmedi. Sol örgüt ve yapılar kendi gereksinimlerini, hareketin bağımsız iradesini oluşturma, toplumsallaşma gereksiniminin önüne koydular. Tüm dönem boyunca Hareketin tek, en hazırlıklı ve en başarılı çıkışı olan 13 Şubat boykotunda bu açıkça ortaya çıktı. Türkiye Meclisi’nde, üstelik tartışmalar sonunda alınan kararla ana dilinde eğitim hedefi eklenmesine rağmen eylemin  “Laik ve bilimsel eğitim için boykot” başlığıyla yürütülmesindeki ısrar bu öncelik farklılaşmasını ortaya koyan örneklerden biridir.

Üç: Forum ve meclisler hareketin kuruluş amacına, felsefesine uygun biçimlerdi. “Meclis” yapısı, ayrıca, sürekli bir halk yasaması biçiminde çalışarak, daha önceki deneyimlerin açıkça ortaya koyduğu, birbirinin tekrarı, bezdirici, bıktırıcı toplantı döngüsünü kırmaya elverişli bir araç işlevi de görebilirdi. Bu olanak da, konformist eğilimlerin üstün gelmesiyle heder edildi. Daha kötüsü, Meclisler  “forum” adı altında biçimsizleştirilerek, karar alan-uygulayan birimler olmaktan uzaklaştırıldı.

Dört: “Mutabakat” gerekçesiyle karar al(a)mama, ya da karar konusu olacak tartışmalardan kaçınma bir süre sonra meclis toplantılarında neredeyse kural haline geldi. Böylece meclisler en başından devrimci yerel organlar bir yana, kendini yeniden üretmekten aciz, giderek sönümlenen “birlikteliklere” dönüştüler.

Beş: Haziran Hareketi, yola çıkarken örgütlerin aritmetik toplamı olmayacağını ilan etmişti. 19 Ekim-28 Aralık sürecinde tam da öyle, daha da kötüsü oldu. Topluma açılamayan, sözüyle eylemiyle yürüyüp büyüyemeyen Haziran Hareketi, örgütlerin sürtüşme ve didişme alanına döndü. Öğütülecek buğday olmayınca değirmenin taşları birbirini yemeye başladı.

Altı: Daha önemlisi, Haziran Hareketi kendisi siyasal özne olamadığı gibi, bileşenleri bireylerin, karar veren, uygulayan, eyleme çağıran, propaganda yapan özneler olmasını da engelleyen bir tarzı egemen kıldı. Hep birlikte, tek tek yapılabilecek olandan daha büyük bir güçle ve etkiyle topluma gitmek yerine herkes öne çıkanı geriye çekti.

Yedi: 27-28 Aralık Türkiye Meclisi toplantısı oluşumun tüm zaaflarını, zihinsel dağınıklığını, amaç disiplininden yoksunluğunu yansıtan bir ayna oldu. İki gün boyunca, herkesin herkese ajitasyon çektiği, hareketin önündeki hiçbir ciddi sorunun tartışılıp bilince çıkarılmadığı, hazırlanıp sunulan Örgütsel İşleyiş Kuralları Taslağı’nın bir dahaki toplantıya havale edildiği, yeni yürütme kurulunun hareketin kuruluş felsefesine yabancı yöntemlerle saptandığı bu toplantı perşembenin gelişini çarşambadan duyurmuş oldu.

Sekiz: Haziran Hareketi, defalarca önerildiği halde Hareket içi iletişimin, fikir tartışmalarının en katılımcı, en etkili ortamı, aynı zamanda karar oluşturma düzlemi olacak İnternet sitesini kurup geliştirmedi.

7 Haziran seçimleri: Haziran’ın sınavı

7 Haziran seçimleri üzerinden yürütülen tartışma ve yarılmayı yukarıda özetlemeye çalıştığım sürecin sonuçlarından biri olarak değerlendiriyorum. Seçim olmasaydı, başka bir gelişme, siyasal ve örgütsel olarak hazır olmayan Hareket üzerinde aynı dağıtıcı etkiyi yaratırdı.

Haziran Hareketi seçim gündemini, zamanında, uygun ortamlarda, Hareketin felsefesine uygun yöntemlerle, üretken bir siyasal içerikte tartışmayı ve bir sonuca bağlamayı başaramadı.

Hareketin sahip çıkar göründüğü CHP, HDP, Haziran Hareketi seçim bloku önerisinin gerçek bir karşılığı yoktu.

Daha işin başında, seçim konusunun milletvekili adaylıklarını da içeren bir ittifak konusu olarak ele alınması, 7 Haziran’ın ülke, rejim ve emekçi halk açısından taşıdığı siyasal içerik, bu içerikle verili seçim aritmetiği arasındaki ilişki değerlendirilmeden “kiminle, nasıl?” sorularına yanıt aranması arabayı atların önüne koşmaktı. Yanlıştı. Yanlış tartışmadan doğru sonuç çıkmazdı; çıkmadı.

Sorunun tüm siyasal boyutlarıyla, ciddi biçimde, yazılı ve sözlü olarak her düzeyde tartışılması gerekiyordu. Yürütme Kurulu böyle bir tartışma örgütlemeyi denemedi bile. Onlarca farklı görüş ve önerinin dile getirildiği tek seferlik Meclis toplantı tutanaklarının “işlenmiş” dökümünü seçim kararının demokratik kaynağı olarak göstermek ise kabul etmek gerekiyor, yaratıcı bir buluştu (!)  

Haziran Hareketi’ni paralize eden “çözüm”ün gerekçesi son derece apolitikti: Bütünlüğümüzü koruyan bir seçim tutumu geliştirelim! (Yürütme Kurulu’nun 18 Şubat 2015 tarihli açıklaması.) Sonunda, aranan kan bulundu. “Altını çizdiğimiz toplumsal talepleri inandırıcı biçimde sahiplenen güçlerle seçim sürecinde dayanışma içinde” olunacaktı. (Yürütme Kurulu’nun 3 Mart 2015 tarihli duyurusu).

Sonuç olarak Yürütme Kurulu, Türkiye siyasal ortamını doğru okuyarak, seçmen yurttaşa seçim günü ne yapması gerektiğini de söyleyen bir seçim tutumu alamadı.

İşin ilginci, bu tutum Haziran Hareketi’nin “bir bütün olarak hareket” etmesini sağlayamadı. Bir iki cılız kıpırdanış dışında seçim döneminde Haziran Hareketi, “hareket” edemedi. Bütünlük? Bütünlük de korunamadı. Ya da, tepede dağınıklık yaşanırken, tabanda, oy tercihinde bütünlük başka türlü gerçekleşti.

Gerisi biliniyor. Kimileri kendi partileriyle seçime girdi. Benim de içinde yer aldığım bir grup, Erdoğan’ın başkanlık dayatmasını püskürtecek, AKP’yi sandıkta geriletecek, barajın yıkılmasına vesile olacak seçenek olarak  “HDP’ye oy ver!” çağrısı yaptık ve o doğrultuda Barajı Yıkmak için +1 çalışması içinde yer aldık.

Sonuç yerine

Birleşik Haziran Hareketi başladığı noktanın gerisine düşmüştür.

Aynı şeyleri yaparak farklı sonuç almak olanaksızdır.

Hayatın ve siyasetin kendi adaleti yoktur.

Haziran Hareketinin başarısızlığının faturası, ne yazık ki yalnızca varılan sonuçta başat rol oynayan aktörlere değil, emekçi kitlelerin acil gereksinimi olan bir tasarıma, özünde doğru kurgulanmış bir araca kesilmiş oldu. Birleşik, eylemli, örgütlü, meclisli mücadele düşüncesi yıpranmış, güven ve enerji yitirmiş oldu.

Bir yıllık sürecin dürüst, açık, eleştirel bir değerlendirmesini yapmadan, hiçbir şey değişmemiş gibi yola devam etmek mümkün değildir.

Ne yapmalı sorusuna verilecek yanıt eleştiriden-özeleştiriden başlamak zorundadır. 

 

Haluk YURTSEVER
 
29.08.2015
 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
30 Ağustos 2015 12:04

nuhungemisi

Ütopyamızın öldüğünü bir türlü kabul etmeyen Haluk'un, aşil noktasını belki tam da bu oluşturuyor. Sosyalizm'in öldüğünü kabullenip, enerjimizi onun iyi yanlarını içeren ama mutlaka onu aşan; feminizm, din, çevre, diktatörlük, Doğu'ya bakış konularında yenilenmiş ve insanların gözünde kirli olmayan yeni bir ütopya için (adı ne olur bilemiyorum) harcayabilseydik keşke. Nuhungemisi buna uygun Aşure konseptli bir çıkış öneriyor. Tartışmak için geç değil :)
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.