HADİ GEL KÖYÜMÜZE GERİ DÖNELİM

02 Mart 2018 23:56 / 1023 kez okundu!

 

 

12 Eylül darbesi sonrası sömürü halkın üzerine iyice çullanınca kapitalizmin gelişmesine paralel olarak altmışlı yıllarda başlayıp yetmişlerde yükselen köyden kente göç patlamıştı artık. Buna eş zamanlı olarak doğuda terör tırmandırılıyor bir yandan da darbe yönetimi, terörle mücadele ediyoruz maskesi ardında Kürtlere kan kusturuyor, köyler boşaltılıyor, gidecek yeri yurdu kalmayan Kürt nüfus da büyük kentlerin gecekondu semtlerinin yolunu tutuyordu.

Bu iç turizm patlaması, dış turizm patlaması gibi değildi. Gelenler giyim kuşamları, sarıkları şalvarları, adetleri görenekleri, dindarlıklarıyla falan geliyor, büyük kentlere yeni varoşlar ekliyor, çoğaldıkça çoğalıyorlardı.

Kent soylular bu durumdan çok muzdariptiler. Neredeyse kendilerini, kendi kentlerinde gezemez tozamaz hissediyorlar, içlerine ya da 'şatovari' özel mekanlarına kapanıyorlardı. Gecekonduculuk almış başını gidiyor, yetmişlerin 'şirin mi şirin, gecekondu evleri' devrimin taşıyıcılığından irticanın kalelerine dönüşüyordu.

Bu işten, bir kaç nesil önce büyük kentlere kapağı atmış ve önce 'yerli' kent soylularla çatışmış, hatta kapitalizmin nesli olarak gördükleri bu burjuva kesime karşı feodal bir devrimcilik anlayışıyla tavır almış, köylülükten yeni çıkmış ama henüz daha tam anlamıyla kentleşmemiş, yarı küçük burjuva diyebileceğimiz kesimler daha da çok şikayetçi olmuşlardı. Seksenli yıllar, romantik devrimciliğin hayatın gerçekleri ve faşizmin mengenesi altında değişime uğratıldığı yıllar oldu.

Küçük burjuva devrimciliği, Anadolu'dan öbek öbek gelen 'gerçek' halk akını karşısında şaşırmıştı. Bunlarla mı devrim yapılacaktı, hadi canım...

Şimdi anti kapitalizm ve anti emperyalizm ekseninden, anti İslam (işte bunun adı irtica karşıtlığı idi) çıtasına zıplama zamanıydı. Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri bu ruh halini es geçerler miydi hiç. Ülke bir baştan bir başa yağmalanır, bankalar hortumlanır, gecelik faiz yüzde onbinlere tırmanırken irtica ve bölücülük karşıtlığı kırmızı kitaplar yazıldı. 28 Şubat, işte bu yoğun değişim ve bu değişimi kendi soygun düzenini güçlendirmek yönünde kullanan tufeylilerin kırmızı kitaplı propagandaları altında yapıldı.

28 Şubattan sonra ne oldu peki? Anayasa kitapçığı fırlatıldı diye ülke büyük bir mali krize sürüklendi. Bir kitap fırlatmayla, Cumhurbaşkanı ile Başbakan tartıştı diye mali kriz mi olurmuş? Ama oldu işte. Bu 'krizi' yönetmek üzere Dünya bankası ve IMF tarafından 'yeni' Düyunu Umumiyenin başına tam yetkili bir sömürge valisi atandı. İstediği her yasa, her değişiklik parçalı siyasi yapıya rağmen kabul edildi. Onun yapmak istediklerine karşı olan bakanlar azledildi. Ne dediler; 'demokrasiye balans ayarı' yapıyoruz. Halbuki balans ayarı yapılan Türkiye ekonomisi idi. Türkiye'yi borç sarmalına dolamış emperyalist odakların alacaklarının tahsil garantisi için bir 'balans ayarı' yapıldı. Ücretler başta olmak üzere halkın her türlü geliri üzerine ipotek konuldu. Bu soygun sonucunda ise 50 milyar dolar buhar oldu.

Kapitalist talan ve terör sonucu yerinden yurdundan edilen, ekmek derdiyle büyük kentlere akın eden halk kitlelerinin ise artık 'köylerine dönme' zamanıydı. Ne işleri vardı onların büyük kentlerde. İşte o yüzden onların payına başlıktaki şarkı düştü.

 

Firuz TÜRKER

28.02.2018

 

Son Güncelleme Tarihi: 03 Mart 2018 00:03

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.