Demokrasi Mücadelesi Açısından 'Yetmez ama Evet'

27 Mart 2012 00:56 / 1861 kez okundu!

 


12 Eylül Anayasası’ndan ve ruhundan tümüyle kurtulmamızı sağlayacak yeni bir anayasa istiyoruz. Mevcut Anayasa değişiklik paketi 12 Eylül Anayasası’ndan tümüyle kurtulmak yönündeki taleplerimizi karşılamıyor. Ama bu paket darbe anayasasının çöpe atılması yönünde önemli bir ilk adımdır. Bu yüzden YETMEZ AMA EVET!

Yukarıdaki alıntı, 12 Eylül Referandumunda, bir grup Sosyalist ve Demokratın, Referandumda uygulayacakları politik tavrı ortaya koymak için yapmış olduğu çağrı metnidir. Kısa ve öz olarak var olan darbe anayasasına karşı sivil bir anayasanın oluşturulma sürecinde tavır belirleme iradesidir bu metin. Bir süredir Radikal 2’nin sayfalarında “Yetmez ama Evet” tavrı üzerinden bir tartışma sürdürülüyor. Bir yanıyla, 12 Eylül Referandumunda alınacak-alınan tavra ilişkin bir tutum belirleyici-taktik bir slogan olan “Yetmez ama Evet” ile yola çıkan bu tartışma, giderek boyut değiştirerek, demokrasinin sınırları üzerinde yürütülen bir tartışmaya doğru evriliyor, diğer yanıyla ise, Sosyalistler arasında yeni ve tehlikeli bir bölünmenin maddi ve psikolojik temelini hazırlıyor. Bu bölünme, elbette ki pratikte Sosyalistlerin bir kısmı ile kendilerini Sol-Liberal bir çizgide konumlandırmayı tercih edenleri bir yana, bunların dışında kalan diğer sol kesimleri ise diğer yana konumlandırdı (burada açık bir milliyetçi çizgide yer alan ve kendilerini hala “sol” olarak görmeye devam eden anlayışları dışarda bırakıyorum).

Ne yazık ki, başka birçok durumda görüldüğü gibi bu durumda da, sol’un her zamanki hastalığı açığa çıktı. Kendisi gibi düşünmeyeni dışlayan ve her türlü hakareti de bu dışlanma içinde içselleştiren bir sol anlayış yeniden sergilenmeye başlandı. Zaten nicelik hesaplamalarda “ve diğerleri” içine sığdırılan, bir virgül işlevi anlamında değerlendirilen genel sol’un içinde bu tavrı alan kesim nedense referandumdaki % 58 evet oylarının ilk sorumlusu sayılmıştır. Kalemi her eline alanın saldırmayı doğal bir hak gördüğü, bütün olarak bu tavrı alanların lanetlendiği, daha sonraki tüm olumsuz gelişmelerin nedeni olarak bu kesimin görüldüğü bir süreç başlamıştır. Hrant Dink’in katlini dahi bu taktik tavra bağlayan densizlerin bile görülebildiği, tam bir şeytan taşlama dönemi yaşanmıştır. Ne yazık ki, bu olumsuz tavrın bittiğini de kimse söyleyemez. Burada, taktik olarak alınan bu politik tavrın argümanlarını sıralayacak değilim, bu yeteri kadar yapıldı. Burada yapmak istediğim, “Yetmez ama Evet” politik-taktiksel tavrına saldırgan bir tutum alarak, kendilerini hem demokrasi mücadelesinin dışına itenler, hem de –haklı veya haksız yere- yine kendilerini objektif olarak Derin Devlet-Ergenekon-CHP bloğunun yanında bulanların tavırlarını değerlendirmektir.

Toplumsal gelişmenin dönemeç noktalarında, özellikle çok daha önemli bir hale gelen "taktik tavır alışlarla stratejik bir hat üzerinde yürümeyi" birbirine karıştıran bu anlayış, çoğumuzun yakından bildiği kaba bir sosyalist anlayışı ortaya koymaktadır. Reform-Devrim ikiliği içinde, reform anlayışındaki diyalektik ilişkiyi “bir çocukluk hastalığı” kapsamında algılayan bu anlayış, bununla bağlantılı olarak, demokrasi kavramını da çarpıtarak mekanik-idealist bir demokrasi tanımına varmaktadır. Gerek demokrasi ve gerekse devlet’e bakış anlamında 20. yy’ın kuramsal hattından çok daha ileri bir noktada olduğumuzu unutmamak gerekir. Sovyet Devriminin ilk yıllarındaki demokrasi kavramına bakış ile bugünü karşılaştırmak ciddi açmazlara neden olabilir. En azında o dönemde dahi Rosa Luxemburg ile Lenin’in, demokrasi üzerine yaptıkları tartışmanın metinleri tekrar okunursa, şimdiye kadar pek de dikkate alınmamış farklı bir demokrasi okumasının yapılabileceği de görülür. Ve yaşam da hala, tüm kuramsal boyutların sınandığı alan olmaya devam ediyor.

Demokrasi Mücadelesi

Konuyu çok fazla dağıtmama adına, demokrasi tartışmalarında, kavramın diyalektik olarak kavranması gereken noktaya geri dönmeliyiz. Burjuvazinin, “yanlış bilinç” yaratma ve “kitle üzerine hegemonya kurma” adına yaratmış olduğu ve kullandığı “Burjuva Demokrasisi”ni dışarıda bırakarak, sınıfın-halkın ve kitlelerin sahip çıkması gerektiği bir demokrasi anlayışı, bu kavramın diyalektik olarak özünün ortaya çıktığı bir süreci bize gösterir. Bu süreç tarihsel bir süreçtir ve kapitalizm içindeki demokrasi mücadelesi kadar, sosyalizm içindeki demokrasi mücadelesini de kapsar. Bir türlü içini doldurmayı başaramadığımız ve koltuk değneği gibi bir tarafta duran “Sosyalist Demokrasi” kavramını anımsayalım.

İşte demokrasinin mekanik olmayan, diyalektik bir tasavvurudur bu kavramsallaştırma ve “Yetmez ama Evet” tavrının da tam karşılığını vermektedir. Bu tavrı anlayamamak, siyasette karşılığını kaba-mekanik bir sosyalist tavır olarak göstermektedir. Günümüzde, kapitalizm içinde demokrasi mücadelesi, iktidarın (bütün iktidarların) sınırlandırılması, zorlanması ve olanaklarının sınıfın-halkın ve kitlelerin yararına olacak şekilde daraltılması mücadelesidir. Kapitalizmin aşılma mücadelesinde her olanağın kullanılması ve bunun bir yaşam tarzı olarak sürdürülmesi, devrimci bir demokrasinin -kapitalizm içinde dahi kurulabilme olanaklarının- oluşturulması anlamında yaşamsal öneme sahiptir. Bu da Reform-Devrim ikiliği içinde her tür seçeneğin kullanılmasına hazır olmak anlamına gelecektir.

Kapitalizmin içinde, hegemonyayı tüm ezilen sınıf ve kesimlerin yararına olacak şekilde genişletme mücadelesidir yapılmak istenen. Kapitalizmin sınırları içinde kalan –temsili burjuva- demokrasisi ile bu sınırların dışında kalan tüm dışlananların, ötekileştirilenlerin demokrasisi arasındaki ayrımdır, bize bu konuda yol gösteren. Klasik Cumhuriyetçi demokrasinin -sadece- eşitlikçi karakterinin karşısında modern zamanların özgürlük temelli demokrasi anlayışıdır siyasal tavırlarımızı belirleyen. “Siyasetin varoluş nedeni özgürlüktür ve özgürlüğün deney (ve tecrübe) alanı eylemdir” diye yazar Hannah Arendt. İşte bu özgürlüğün peşinden koşan demokrasi mücadelesinde siyasete sahip çıkmak, siyaset dışı bir eylem alanını savunan her türlü askeri vesayet ve darbeci geleneğe karşı durmak, sosyalist bir politik duruşun temel kıstası olmuştur ve olmalıdır.

Burada, soruna sadece AKP odaklı bakmak, bizi ister istemez kaba bir politik tavra zorlayacaktır. Sorun AKP’nin -veya herhangi bir iktidar odağının- özgürlük ve demokrasi anlayışı değildir. Sorun tüm halkın özgürlük ve demokrasi anlayışı ve talepleridir. Bizim tavrımızı belirleyen de budur. Dönemsel politik tutum alışlarla (taktik), uzun vadeli ve genel bir politik hat çizilmesi (strateji) arasındaki temel farkları ve ilişkileri tekrar düşünmenin önemi ortada, yoksa sapla saman birbirine karışmaya daha çok devam eder.

“Yetmez ama Evet” tavrı konusunda yapılan haklı savunuların bir yanında ise, kanımca, yeni bir hatanın ortaya çıktığını görüyoruz. Taktiksel anlamda ve konjonktürel olarak bu politik tavrın her koşulda devam ettirilmeye çalışılması, “Hala Yetmez ama Evet” tavrında görülüyor. Bu tavır, politik gelişmelerde meydana gelen değişiklikleri dikkate almayan, deyim yerindeyse “taktiksel bir politik tavrı, stratejik bir tavra dönüştürme” yanlışını içeriyor.

Bu, sosyalistleri sisteme-iktidara eklemlenme tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak bir tavır olarak görülmelidir. İktidarın gerek muhafazakarlık ve gerekse demokrasi konusundaki tutum alışlarının hem niteliği hem de niceliği, sosyalistlerin ve demokratların tavırlarını belirleyecek esas unsurlardır.


Ferruh ERKEM

26.03.2012


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.