Tiyatro mu devletten çıkar yoksa devlet mi tiyatrodan? -1

09 Mayıs 2012 12:38 / 1929 kez okundu!

 


Bugünkü tiyatro meselesini geçmişinden bağımsız, sadece iktidar – muktedir ilişkisi içerisinde değerlendirmeye çalışırsak elimize anlamsız bir kamplaşmadan başka bir şey geçmez. O nedenle bu yazının amacı, sorunumuz “tiyatro”nun devlet mekanizmasıyla olan geçmişini ortaya koymaktır.

Konuyu, ülkenin Batılılaşma macerasından –yani Tanzimat ve biraz daha öncesinden- ayrı değerlendirmek bizi yanlışa götürür. O nedenle 110 yıl kadar öncesine dönüp devlet – tiyatro ilişkisini göz önüne sermek ve şimdiye kadar süregelen “devlet destekli tiyatro” geleneğini bütünsel olarak anlamak lazım geldiğini düşünmekteyim.

Anadolu’nun “geleneksel tiyatro” başlığı altında toplayabileceğimiz, kendi kültürüne ait bir tiyatro kültürü mevcuttur: Orta oyunu, meddahlık, kukla oyunları, Karagöz oyunları, köy seyirlik oyunları… Fakat günümüzde ülke olarak, kültürüne vakıf olduğumuz tiyatro tarzı geleneksel tiyatro değil, Batılı tarz tiyatro olarak isimlendirilen tarzdır. Çünkü Türkiye’deki tiyatro şimdiki haliyle, Batı kökenlidir ve Osmanlı’daki Batılılaşma hareketleriyle birlikte edebiyatımıza ve hayatımıza dahil olmaya başlamıştır.

Peki nedir bu Batılılaşma? Nerede başlar? Hemen söyleyelim… Tarih derslerimizden de bildiğimiz gibi, devlet Avrupa’nın her yönden Osmanlı İmparatorluğu’nun önüne geçtiğini fark etmiş ve arayı kapatma telaşıyla Avrupa’ya yetişmeye çalışmıştır. Lale Devri’yle başlatabileceğimiz bu sürece, 3.Selim ve sonrasındaki Tanzimat Dönemi ivme kazandırmıştır. Saray, Batı’yla sürekli içli-dışlı olmaya başlamış, Avrupa’daki sosyal yaşam tarzı giderek Saray’ın bulunduğu İstanbul merkez olmak üzere, yerleşmeye başlamıştır. Bu Avrupai yaşam tarzının en önemli ögelerinden biri de hiç kuşkusuz tiyatrodur. İşte günümüzdeki koşulları hazırlayan “devlet destekli tiyatro” kavramını bu dönemde açıkça görmeye başlarız.

Abdülmecid Dönemi’nde bahsi geçen Avrupai yaşam tarzına adapte olunması adına Dolmabahçe, Yıldız ve Çırağan Sarayları’na yaptırılan tiyatro salonları, devletin tiyatroya en bariz şekilde yaptığı ilk teşviktir. Çünkü halihazırda halk tarafından talep edilmeyen bir kültürün, muhakkak her şeyde söz sahibi olan padişahın (devletin) iznine ve desteğine ihtiyacı vardır. Bu nokta önemlidir. Çünkü tiyatro, şahsi kanaatimce, toplumun bilinçaltında hep devlet babanın desteğine ihtiyaç duyan bir olgu olarak yer almıştır.

Toplumsal bilinçaltının bu şekilde çalışması şaşırtıcı değildir: Bir devlet politikası olarak Batılılaşma ya da modernlik, halkın talebi doğrultusunda seçilen bir yol olmamış, aksine iktidarın güttüğü politika üzerine halka dayattığı bir şey olmuştur. Yani yabancıdır, dışarıdan gelmiştir. Hayatımıza doğal yollardan gelmeyen her şey gibi –bkz:demokrasi- tiyatro da hem maddi hem de manevi açıdan varolabilmek için sürekli devlet babasının desteğiyle, kendini bu topraklardaki insanlara kabul ettirmeye çalışmıştır.

Yine o dönem gelişmelerine baktığımızda Saray’ın ısmarlamasıyla yazılan oyunlar görürüz. Bunlardan ilki, hepimize lisedeki sıkıcı edebiyat derslerinde öğretilen Şinasi’nın yazdığı Şair Evlenmesi’dir. Padişah, İstanbul’da Ermeniler’in ve diğer gayrimüslimlerin başını çektiği özel tiyatroların oluşum hareketine, fermanla imtiyaz tanımış ve halkın olası ters tepkilerine karşı tiyatrocuların “caiz” bir iş yaptığı konusunda halka güvence vermiştir. Bu da devlet-tiyatro ilişkisinin altı çizilmesi gereken bir diğer örneğidir. Bütün bu çaba Doğu – Batı sentezi yoluyla, “kendimize ait” kültürün inşası içindir.

Emekleyen bir bebek olan Batılı tiyatronun, ilerleyen zamanlarda yürümeyi öğrenmek için de koruyucu bir babaya, yani devlete, ihtiyacı olacaktır.

Devlet, yürümek isteyen çocuğunu yarı yolda bırakmamış, 1914’te hazine bütçesinden verdiği 3000 liralık bütçeyle Darü’l – Bedayi’nin kurulmasını sağlamıştır. İlk konservatuvar niteliğindeki bu kurum, müzik ve tiyatro eğitimi vermek üzere, İstanbul Belediyesi’nden sağlanan destek sayesinde ilk öğrencilerini almaya başlamıştır. Sonrasında ise bugünkü anlamıyla ödenekli tiyatronun ilk örneği olarak, “İstanbul Şehir Tiyatroları” ismini almıştır. Bu durum, devlet-tiyatro ilişkisi açısından altı çizilmesi gereken önemli noktalardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cumhuriyet’in ilanına kadar kabaca bu şekilde gelişen devlet – tiyatro ilişkisinin, Cumhuriyet Dönemi’nde de hem değişen hem de değişmeyen şekillerde devam ettiğini görürüz. Üzerindeki yabancılığı bugüne kadar tam olarak atamamış olan tiyatronun, Cumhuriyet’le daha doğrusu imparatorluktan “demokrasi”ye geçiş yapan topraklarla imtihanı ne şekilde olmuş, ona da bir sonraki yazıda değineceğim.

Not: Bu yazımda bana katkıda bulunan, mesai arkadaşım Ayşegül Ünlü Erhan’a teşekkürler.


Ezgi ÖZCAN

09.05.2012


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.