KANDİYA’DAN KARMAT’A

16 Temmuz 2010 22:36 / 2245 kez okundu!

 



Giritli dedemin babasının da bıyıkları böyleydi. Bir de Hamza Rüstem’inkiler. Kemeraltı’ndaki fotoğrafçı dükkânının vitrinine koyduğu fotoğrafından gördümdü. Gerçekten de koçboynuzu gibiydiler. Gür ve uçları özenle yukarı doğru burulu. Saçı da, kaşı da bıyıkları gibi bembeyazdı. Ortadan az fazlaydı boyu.

Erkenden açardı dükkânını. İçeriyi, sonra da kapısının önünü süpürürdü. Ama önce süpürgeyi hafif ıslatır, su serperdi. Bir vitrinciği vardı dükkânının. Camında “KUNDURACI ALİ KANDİYALILAR” yazıyordu. Önlüğü ve fanilasındaki lekeler zaten mesleğini eleveriyorlardı. Demek Girit Kandiya’dandı.

En kısa sürede çıraklığını kaptım tabii. Ama bir türlü ondan önce gelip de ben süpüremedim dükkânı. “Olsun, ziyanı yok” derdi. Ben de haftalık almazdım zaten. Babam “Kandiyalı başına gelecekleri bilmiyor olmalı, seni dükkânına sokmuş” diyordu. Kıskançlığından tabii. Onun dükkânına gitmiyorum ya. Hem, inanın gerçekten uslu duruyordum. Mecburdum. Öyle şeyler anlatıyordu ki Kandiyalı. Soluksuz dinliyordum. Meselâ bıyıkları neden öyleymiş? Parmağıyla kaşını, gözünün etrafını çizer ve burnunun üzerinden bıyığının ucuna doğru gezdirirdi. “Gördün mü, bak, Ali yazıyor yüzümde.” Demek, Arapça Ali yazabilmek için yüzüne, bıyık bırakıyormuş. “Bak, böyle de yazınca, Allah diye okunur.” Nasıl dindardı anlamıyordum. Hiçbir vakitte, dükkânı bana bırakıp ta namaza gittiği olmadı. Babam, “Adam tekin davranıyor. Seni anlamış.” diyordu. Gücüme gitti doğrusu. Sordum Kandiyalı’ya. “Bizim namazımız kılınmış oğlum, ondan gitmiyorum.” dedi.



Alçak masanın etrafında hasır örgülü sandalyelerde otururduk. Tımışkı yapardım ben. Liflere balmumunu yukarı aşağı sürerdim. O da iğneye geçirir, bizle deldiği derileri dikerdi. Akşamüstleri şarabını yudumlardı tezgâhın altından. Ali’yi anlatırdı; zülfükârını, Düldül’ünü. Ali yiğit adammış. Esasında Halifelik O’nun hakkıymış ama Muaviye hakemleri satın almış. Kandiyalı ne bilgili adamdı. Hasan ile Hüseyin, Kerbelâ… Duvarda resmi de vardı bu olayın. Kartonun üstünde ve siyah beyazdı. Bu öykü ve resim çok üzerdi beni.

Bu kadar bilgili ustam, şarabın haram olduğunu bilmiyor muydu? Sordum. “S..tirsinler oradan ham sofular! Çeşmelerden bedava aksa, onlardan bize sıra gelmez” dedi. “Alın terim bu benim. Çalmıyorum çırpmıyorum. Kendi emeğim, kendi param. Yetim hakkı yemek onlarda, faizcilik, tefecilik O haramzâdelerde. Onların içtikleri su haram be!” Babama anlattım. “Senin Kandiyalı bektaşi anlaşılan; desene bulmuşsunuz birbirinizi.” dedi.

Kandiyalı ustam, dedim ya bilgili adamdı. Yalnız Girit’i, Kandiya’yı değil, Arabistan’ı da biliyordu, Aşat oğlu Hamdan Karmat’ı da. Ali gibiymiş bu adam da. Ali’nin hakkı için isyan etmiş. Çölün yoksulundan, göçerinden, Habeşli zenclerinden, kölesinden yanaymış. Herkes eşit. Kimse kimseden varsıl değil. Herkes çalışacak. Muaviye öyle değilmiş. O zenginden, ticaret erbabından yanaymış. Şam’daymış Muaviye; ipek yolu üzerinde…

Bazen bu muhabbetlerimize mahallenin çöpçüsü de katılırdı. Su verirdim O’na. Soluklanırken, hem Kandiyalı’yı dinlerdi hem çalısını değiştirirdi süpürgesinin. Kepengin demirine takardı teli, gerdire gerdire çalıyı sıkardı iyice. Süpürgenin çok dayanması için, hep aynı yönüyle süpürülmemesi gerekirmiş. Bütün öğrettiği bu kadar. Kandiyalı ustam öyle miydi ya? Çöpçüye de öğretiyordu. Ne demekse, “…cünüp olunca tüm bedeni değil, sadece suçluyu yıkamak yetermiş.”

Sonunda bir gün Kandiyalı ustamdan önce gelebilmiştim dükkâna. Ben süpürebilecektim ortalığı. Ustamı bekledim. Gelsin açsın kepengimizi. Ama o gelmedi. Hiç gelmedi ama.

Sevgi dolu kalbinin çağrısına uymuş, cemevinden yürümüş gitmiş sonsuzluğa.

Kandiyalı ustam, hem öksüz hem de eksik bilgiyle bırakmıştı beni bu dünyada. Ama gönül dolusu sevgisi miras kalmıştı bana.


Ertuğrul Barka

Haziran 2010

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
02 Eylül 2010 19:52

GİRİTLİ KIZI

Sonunda bir gün Kandiyalı ustamdan önce gelebilmiştim dükkâna. Ben süpürebilecektim ortalığı. Ustamı bekledim. Gelsin açsın kepengimizi. Ama o gelmedi. Hiç gelmedi ama. “KUNDURACI ALİ Yolun açık olsun mekanın cennet olsun.

ne kadar güzel anlatmışsınız ertuğrul bey sanki o günlerde yaşadım.

işte GİRİTLİ olmak böyle birşey

teşekkürler ertuğrul barka yüregine sağlık

YAZILARININ DEVAMINI BEKLİYORUZ TEŞEKKÜR EDERİM
20 Temmuz 2010 17:13

Özdemir

Sevgili Dostum...

Seni kıskanıyorum...Biz iş dünyasının girdaplarında mücadele eder iken; Sen ise yaşamın en ince dokularını Bize aktarıyor, aslında yazılarınla bir nefes alıyor ve güzel tadları Bize hatırlatıyorsun.

İşimin arasında okudum ve bunlar geçti aklımdan..Yüreğine ve eline sağlık..Sevgilerimle..
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.