DEDELERİMİZ CEHENNEMDE OLMASINLAR SAKIN?

09 Temmuz 2011 01:26 / 2983 kez okundu!

 


Dersimli dedelerimiz için...

Çağırdı beni. Hemen gittim. Öyle özleşmişiz ki; nice yıllar geçmişti aradan. Buna karşın, sarmaşamıyor, koklaşamıyorduk. Öpemiyordum ellerinden; O da benim gözlerimden. Ama yine de duyumsuyordum sıcaklığını ve Gökova’mızın kokusunu bedeninin. Aynıydı; hiç de istemeden ayrıldığımız günkü gibiydi. Gökova’nın dalgaları alnında, gülümsemesi yüzündeydi. Yine nasırlıydı elleri, parmakları küt ve kalın, gövdesi gemice. Ensesindeki baklava baklava çizgiler duruyordu hâlâ.

Dedeciğim, dedem benim!

O da bana dikkatli ve uzun uzun baktı. Baktı; biraz da hayret ve şaşkınlıkla, “Beni yakalamışsın, neredeyse akran olmuşuz.”

Evet, dedim, evet. Sesim kısılmış titremiş, boğazım yanmıştı doğrularken O’nu.

“Ağartmışsın sakalları da. Sen de dede oldun ha?”

Yine sadece evet diyebildim.

“Kaç tane torunun var?” Şimdilik iki tane, biri kız diğeri erkek; Karya ve Doruk. İsimleri yadırgadığı belliydi.

“Pek de azmış. Ömürlü olsunlar. Benim otuz beş torunum ve bir de sen vardın.”

Beni ayırmıştı yine. O’nun gibi üç karım, on çocuğum olmadığını söyledim usulca ve usûlünce. Bir kızım bir oğlum… Ağzımda kaldı lâfım.

“Biliyorum, biliyorum. Benim seninle olduğum gibisindir torunlarınla herhâlde?”

Bir şey diyemedim; olası mıydı ki bu?

“Güreşte yeniliyor musun sen de?” derken gülümsüyordu.

Oyuncaklarını satın aldığımı söyleyince, boynunu bükerken dudaklarını kıvırdı. Satın almak yerine emek harcamalıymışım. Hatta torunlarımla birlikte yapmalıymışım oyuncaklarını.

“İki çocuğa oyuncak yapmak da ne ki? Öyle değil mi? Hem o zaman başka seversin torunlarını. İnsan emek harcadığını sever, sevdiğine emek harcar.”

Başım eğildi.

“Sıkma canını, denizden artık oyuncak yapılacak temiz tahtalar da çıkmıyor ki; hep yağlı ve kirliler.”

Gönlümü alıyordu. Denize götürüyorum ama dediğimde “Aferin sana” dedi. Bodrumlu bir dedenin de ilk işi torunlarına denizi sevdirmek olmalıymış zaten. Yüzme, dalma kendiliğinden gelirmiş ardından. Adaboğazı’na, Haremten’e gidiyoruz dedim. Durgunlaştı, Karada’ya doğru döndü; “Karaada’ya, mağaraya gitmiyorsunuz, demek ki?” Hayır dedim, seninle gittiğimiz günlerdeki gibi değil artık oralar. Biliyormuş.

“O mağaranın ağzında havuz oluşsun diye set çekilir mi hiç? Üç kuruş para için yok ettiler fokları. Girip çıkamadılar yuvacıklarına; içerde kalanları öldüler, dışarıdakiler de çekip gittiler çaresiz. Şimdilerde de balıkları kafesliyorlar; denizleri kuruttular ya… Dipleri çamur pislik; yaşam yok, Üstü Gökova, altı Çölova…”

En çok da beyazın bu kadar kirletici olduğuna şaşırıyormuş.

“Ankara’daki, pisliklerini taşıdılar bu beyaz evleriyle kıyılarımıza öbek öbek. Sadece kıyılarımıza mı? Ta tepelere kadar beyazla kirlettiler memleketimizi.” Bizim evlerin ruhu varmış da onlarınkilerin yokmuş. “Harcında alnımızın teri var bizim evlerimizin, taşlarında el izlerimiz…”

Öfkeliydi, hem de nasıl? Durmak, susmak bilmiyordu.

“Bu kadar kirlenmeselerdi Ankara’da, kirletmeselerdi Ankara’yı, buralar da böylesine kirletilemezdi. Gökova’da kömürlü santralin ne işi var? Koylar kapatıldı. Ormanlar yakıldı. Hayvancıklar yana bağıra attılar kendilerini denize, boğuldular bu sefer de. Dolduruldu kıyılar. Oteller yapıldı havuzlu havuzlu; koca denizi yok ettiler ya. Şimdi, cehenneme çevirdikleri Gökova yerine, bir bardak suda tepiniyorlar. Yazık oldu Gökova’mıza, cehenneme çevirdiler, cehenneme!..”

Daha o kadar çok konuda yakındı ki, vakitsiz ayrılmak zorunda kaldım yanından; biraz da yeterince mücadele etmediğime utanarak…

Gökova’mızı cennetten güzel bilirdim. Dedem sonsuza kadar oralarda diye sevinirdim. Dedelerimiz cehennemde olmasınlar sakın?


Ertuğrul BARKA

08.07.2011

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
11 Temmuz 2011 14:04

akyarli

sevgili ertuğrul! bana torun olduğum günleri anımsattığın için teşekkür ederek başlamak istiyorum. ışıklar içinde yatmasını dilediğim dedem (babamın babası ki ben ona büyükbaba derdim - annemin babasını hiç görmedim) bana kendi elleri ile, pedal çevirince hareket eden bir araba yapmıştı. bu arabanın karizması ile - 1957 yılında ilkokulun 2. sınıfında öğrenciyken - bursa'da yapılan 23 nisan törenlerinde tüm okulların önünden geçme görevini almıştım. sevgili büyükbabam, arkamdaki kortejin hızına uyum sağlayabilmem için beni iterek hızlanmama destek olmuş ve yol boyu benimle birlikte yürümüştü. anımsadığımda hala o günlerin heyecanını duyuyorum. dilerim ben de torunlarımın anılarını anlatacağı bir dede olurum. içten sevgilerimle.

11 Temmuz 2011 13:20

Merih Yücel

Cennet ve cehennemin bu dünyada olduğunu sanıyorum. Kazandığımız sevaplar iyi insan olmaktan geçiyor. İnsanlar önce BEN'lerinden kurtularak iyi insan statüsüne ulaşabilirler ve önce çevrelerini temiz tutarak korurlar. Tüm yaşam formlarına saygı duyup, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak için çalışırlar. Ve geleceklerini cennete çevirirler. Aslında o cennette yaşayanlar, nesillerimiz aracılığı ile yine biz, yani bizim DNA'mızı taşıyan yeni bireyler olacaktır. DNA, organizma yaşlanınca, yeni genç organizmalara geçerek devam eder gider. Böylece kalıtsal devamlılık sağlanır. Gelecekte var olacaklar bu gün yaşayanlardır. Bu anlamda ölümün olmadığını ve doğumun da bir yenilenme olduğuna inanıyorum. Çoğalarak gidiyoruz. Çağdan çağa sürüyoruz. Eğer kötü insanlar olur isek geleceğimizi cehenneme çeviriveririz bencilliklerimizle. O zaman güzel dünyamız 425 santigrat derecelik cehenneme dönüşür. Venüs'ün yüzeyi gibi. Dünyadaki yaşam veren kaynakların (hava, su, toprak ve canlılar ) yağmalanışı, günahkar insanların çoğaldığını gösteriyor. Görünen o ki: Sonumuz: KÜRESEL ISINMA VE CEHENNEM. Umarım abartmamışımdır.

11 Temmuz 2011 12:22

heykel

Bizim dedeler Gökova'yı belki de hiç görmediler. Dersim'in yaylalarında koyun guttüler, Munzur'da çimdiler, çamların değil ama meşe gölgesinde dinlendiler. Gözelerden su içtiler; ışgın, kenger, çasur mantarı topladılar, sac ekmeği yaptılar, konuklarını şir ve zerfetle ağırladılar, cem tuttular, dara durdular. Kavgalarını, iç sorunlarını devlet kurumları ve güçleriyle değil, cemleri, büyükleriyle çözdüler... Az gitti uz gitmedi, zaman da dümdüz gitmedi ama geçti gitti. Bugünlere geldik. Yaylalarımıza gökten ateş yağıyor, meşelerimiz kül oluyor. Munzur'a gem vuruluyor; dağ keçilerimiz, karacalarımız, geyiklerimiz, tavşanlarımız, tilkilerimiz, kekliklerimiz... ve insanlarımız terk ediyor ana kucağını. Bırakın dedelerimizi, mezarları bile rahat değil. Şimdi Gökova'da, Dersim'de, Sinop'ta, Çukurca'da, Bergama'da, Hopa'da... yatan dedelerimiz "imdat" diyor. Torunlarından birlik olmayı, bıraktıklarını korumayı bekliyor. Birbirlerinden çok uzakta yatsalar da, Anadolu'ya saplanan her darbeyi aynı anda hissediyorlar Ertuğrul hocam.

10 Temmuz 2011 13:57

Nezih Öztüre

Ayakkabıcı Salım usta ve Gazozcu Hacı Cemil benim dedelerimdi.
Rahmetliler torunlarını hiç yanlarından ayırmazdı. Bizlere hep zamanları vardı, gitmezsek gelir alırlar, bizlerle vakit gecirirlerdi. Halleri vakitleri mahduttu ama gönülleri gani... İşe de götürürlerdi, Bağa, bahçeye de. Kahve'ye gidildi ise gazoz garanti.
Şimdilerde bakıyorum da pek çok ailenin cocuklarına vakti yok ama imkanı cok. Kumda kale yapmıyorlar ama kale gibi arabalar altlarına cekiliyor, iki laf etmeye zamanları yok ama her yöne sonsuz görüşmeli cep telefonları son modelinden; orda bile'' arama mesaj at, çok meşgulüm''.
Meşguldünüz, Meşhurdunuz, Mühim şahsiyettiniz madem, niye Çoçuk yaptınız?
Torunlarına oyuncak yapan Dedelere, Çoçuklarına kucak açan anne babalara selam olsun.

10 Temmuz 2011 01:09

seçil

İnsan yaşadığı yeri ya cennet yapar ya cehennem. Ama yanımızdan gidenler cennette ve mutludur...

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.