Darwin'in Doğumunun 200. Yılı için İnsanlığın Bilinçsel ve Düşünsel Evrim Serüveni -1

06 Ekim 2009 02:07 / 2087 kez okundu!

 


“Tarihin kendisi, doğa tarihinin, doğanın insanlaşmasının edimsel bir bölümüdür. İnsan biliminin doğa bilimini içermesi gibi, doğa bilimi de aynı şekilde insan bilimini kapsamına alacak, tek bir bilim olacaktır.” Karl Marks


Bilinç ve düşünmek insan beyninin işlevlerinden ikisidir. 

İnsanlığın bilinçsel ve düşünsel evrim süreçlerini anlayabilmek için, öncelikle doğanın insanlaşması sürecini anlamak gerekir. 

İnsanlar, yeryüzünün en gelişmiş canlılarından insansılardan (anthropoid) türemişlerdir. 

Bugünkü bilgilerimize göre, insansıların üst düzeyindeki canlıların-gelişmiş maymunların, evrim zincirlerini insanlara kadar uzatmak olasıdır.
 
Gelişmiş maymunlarla ilk insansıların, milyonlarca yıl önce ortak bir ataya sahip oldukları bilimsel olarak belgelenebilmektedir. Ortak atadan gelen gelişmiş bu iki primatın yaşam koşullarının değişmesiyle, birbirlerinden değişik ve ayrı evrimsel süreçler izlemeğe başlamaları doğaldır. 

İnsansıların, kaba bir tanımlama ile günümüzden 35 - 9 milyon yıl kadar önce, doğal koşulların değişimi uzantısında, tropikal ormanların bitimindeki savanlıklarda yaşamak, yeni ortamlara uymak zorunda kaldıkları ve bunun doğrultusunda kimi önemli bedensel, yapısal ve işlevsel değişiklikler geliştirmeğe başladıkları saptanmaktadır. Yaşamak zorunda kaldıkları yeni doğa koşulları gereği, bunların, daha çok iki ayakları üzerine kalkma eğilimi gösterdikleri, ön ayakların, pençelerin, taş atma, tuzak kurma, besin bulma gibi işlevleri yürütebilmek için çok geniş bir eylem alanında işlev gördüğü ve bu evrim süreci içinde özellikle ellerin ve başparmağın işlevlerinin gelişiminin arttığı bilinmektedir.

Ön ayakların kollaşması, pençelerin elleşmesi, birinci parmağın başparmağa dönüşmesi süreci içinde - bunların hem nedeni hem de sonucu olarak - besi maddelerinin değişimi, proteinli ve daha kolay çiğnenir olanlarının çoğalmasıyla, koşullu olarak, çenelerin ufaldığı, dişlerin değiştiği, çiğneme işlevi ile ilgili organların kafada tuttukları alanların azaldığı, ağız yerine burundan nefes alınmaya başlanabilmesi ve beyne daha fazla oksijen gidebiliyor olması nedenleriyle beynin daha hızlı büyümeye başladığı saptanmıştır.

İnsansıların bu gelişmeleri ve evrimleri, ancak dirimbilimsel ve toplumsal yasaların eyitişimsel etkileşimleriyle gerçekleşebilmiştir. Bu dirimbilimsel ve toplumsal ilişkilerin birliği saptandıktan ve bu tür bir yöntemsel yaklaşım benimsendikten sonra, insanlaşma sürecinin üzerindeki gizler daha hızlı aydınlatılmaya başlanmıştır.

Ancak yine de doğanın milyonlarca ve milyonlarca yıl süren insanlaşması süreci hakkındaki gizlerin tümüyle çözüldüğünü söylemek olası değildir.

Bugün, bu insanlaşma sürecini tarih, üç aşamada incelemektedir:

Birinci aşamada, iş ve amaçlı etkinlikler henüz ortaya çıkmamıştır. Etkinlikler henüz içgüdüsel niteliktedir; temel yönlendirici güç de salt dirimbilimsel ilişkiler ve dirimbilimsel yasalardan oluşmuştur. 

İkinci aşamada ise; belirginleşmeğe başlayan toplumsal ilişkilerin, dirimbilimsel güçlerle eyitişimsel birliği – etkileşimi oluşturmaya başladığı saptanmaktadır. Bu dönemde de yönlendirici güç, dirimbilimsel ilişkilere koşulludur. Fakat, doğada yeni ve tarihsel bir güç kaynağı olarak toplumsal ilişkiler, toplumsal gereksinimler ortaya çıkmağa başlamıştır.

Daha sonraki dönemlerde, evrim düzeyinin yükselmesiyle birlikte; toplumsal ilişkilerin, dirimbilimsel etkenleri aşarak, fakat yine de bunlarla birlikte ve eyitişimsel etkileşim hâlinde, insanlaşma sürecini yönlendirdikleri saptanmaktadır.

İnsanlar düşünmeye başlamadan önce özdeksel gereksinimlerini karşılamaya çalışmışlardır. Bunu da aletler, araçlar ve gelişen organlarıyla gerçekleştirmişlerdir. Özdeksel malların üretimi, âlet kullanma dönemi, insanlaşmanın başlangıcıdır.

Bu tarihsel dönemden sonra, insanların yaşamı âletsiz-amaçsız hayvan etkinliklerinden nitelikçe ayrılmaya başlamıştır. Karl MARKS, bu konuda, “…insanların ilk tarihsel işi, insanları hayvanlardan ayıran ilk iş, insanların düşünmeleri değildir. Kendi geçim araçlarını üretmeye başlamalarıdır…”, “…insanların kendileri kendi geçim kaynaklarını üretmeye başlar başlamaz, kendilerini hayvanlardan ayırt etmeğe başlamışlardır…”, demiştir.

Çalışma, insanların, iş araçları yardımıyla doğadaki nesneleri dönüşüme uğratıp, kendine yararlı hâle getirdiği amaçlı, bilinçli etkinliklerdir. Friedrich ENGELS, “… O, her insan yaşamının birincil ve öyle bir temel koşuludur ki, belli bir anlamda insanı çalışma yaratmıştır demek zorundayız…” der.

Bugün artık ağırlıklı olarak “doğada olmayan, insanın doğaya kattığı şeyler” ortamında yaşanmaktadır; ekinsel ortamda.

İnsanlar, çalışma ile dirimbilimsel doğalarını aşıp, toplumsal varlık hâline gelmişlerdir. İnsan topluluklarının değişim kaynağı, artık, toplum içinden çıkmağa başlamış; toplum, temel itici, yönlendirici güç olmuştur. Toplumsallaşma ile insan, sıradan bir doğal varlık olmaktan çıkmıştır. Engels’in dediği gibi, “…hiçbir maymunun taş bir bıçak yaptığı görülmemiştir…”

Doğa, işte böylesi bir süreç sonunda “bilinç” aşamasına ulaşmıştır.

Bilinç, uzun bir inorganik, organik-dirimsel evrim sonunda, çalışma ve toplumsallaşmanın uzantısında oluşan maddenin en yüksek düzeydeki örgütlenişini simgeleyen insan beyninin, merkezî sinir sisteminin bir işlevi, ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Bilinç, ileri derecede organize olmuş maddenin, insan beyninin bir özelliğidir…

Bilinç, maddenin bir özelliğidir. Fakat, bilinç, madde değil, nesnel gerçeğin bir yansımasıdır…

Toplumsal bilinç, genel olarak din, sanat, töre, ideoloji, hukuk, v.b özgün bilinç bölümlerini içermektedir…

Fakat, bütün bu göreceli özgün bilinç alanları da yoğun bir bağımlılık içinde, gene toplumsal davranışların oluşumunu, biçimlenişini koşullarlar.

Toplumsal ayrışımlar, sınıflaşmalar ile birlikte, bilinç de içerik ve biçim bakımından değişmiş, başkalaşmıştır. İşbölümünün artışı, kol ve kafa emeğinin birbirlerinden ayrılmaları, bilincin gelişimini, değişimini hızlandırmıştır.

Dinsel, sanatsal, töresel, ideolojik, hukuksal bilinçlerin tarihsel gelişimlerinin incelenmeleri, elbette ayrı bir çalışmanın konusudur. Bu nedenle burada söz edilmeyecektir.

Böylesi bir süreçle bilinçlenen insan, içinde yer aldığı doğa hakkında da düşünmeğe başladı: “Doğa nedir; doğa hakkında ne biliyoruz ve ne bilebiliriz?” Kendi varlığını, kim olduğunu, yaşamın amacının ne olduğunu anlamağa çalıştı, sorguladı: “Ben ve evren nedir? Bu ikisinin dışında başka bir şey var mıdır? Bütün doğayı oluşturan bir temel özdek veya öz; sözcük anlamı doğanın en son ve bölünemeyen yapı taşları olan “atom”lar var mıdır? Doğa zamansal ve mekânsal olarak sonsuz mudur ya da sonu olan bir yaratıcının, diğer bir deyişle tanrısal bir varlığın mı eseridir?”

“Bizler birer birey ve toplumsal varlık olarak nasıl yaşamalıyız? Şu andaki veya gelecekteki yaşamımızda iyi bir yaşamdan umduklarımız nelerdir?”

İnsan, “iyi ve kötüye; özgürlük ve özellikle istencin özgürlüğüne; hukuk ve devletin tüzesine” yönelik sorular da sormaktadır. 

“Mutluluğumuz kurallara ve töreye uygun bir yaşam sürmemize mi bağlıdır; dürüst, töreli ve namuslu bir yaşam sürmek bize bir ödül kazandırır mı, yoksa dürüst ve töreli insanlar budala mıdırlar? Eğer bu dünyada ödüllendirilmemiz olası değilse, ruhun ölümsüz olduğunu, sonsuz yaşamın ve öteki dünyada alacağımız bir ödülün hayâlini kurabilir miyiz?”

İnsanlık, artık, düşüncelerinden uzaklaştıramadığı temel sorulara ikna edici ve doyurucu yanıtlar aramaya başlar. 

Devam edecek... 


Ertuğrul Barka
06.10.2009

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
19 Ekim 2009 15:24

illedost

Marx, Darwin, Freud ve Einstein ortak bir özelliğe sahip kişilerdir : Ne mi o ? 'Sorun' ancak ve ancak içerlek çözümlemeyle anlaşılabilir, irdelenebilir ve de mümkünse çözüle/aşıla-bilir'i insan,toplum ve bilim tarihine maletmişlerdir!
Yani 
"insan" ise 'sorun' insan incelenmelidir : Freud.

"toplum" ise 'sorun' , 'toplum' incelenmelidir : Marx.

"doğa" ise 'sorun' , "doğa" incelenmelidir : Darwin.

"madde" ise 'sorun' , "madde" incelenmelidir : Einstein.

Ya da tersinden söylersek : Sorunun yanıtı 'sorun'un dışında 'şeytan' , 'tanrı' , 'ilahi hikmet' ve yine 'tanrı'  'ilahi hikmet' değildir !

08 Ekim 2009 14:20

tam35judo

Sn. Ertuğrul abicim, her zamanki gibi karizmatiksin. Sayende geçmişteki hiçbir şey karanlıkta ve muammada kalmayacak. Yazılarını takip ediyorum ve başarılar diliyorum. 
Saygılarımla...
Mesut KAPAN

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.