Ermeni tabusuyla yüzleşmek - Erol Anar

23 Nisan 2012 15:40  

 

Ermeni tabusuyla yüzleşmek - Erol Anar

Her 24 Nisan geldiǧinde Türkiye’de bir sendrom yeniden nükseder. ABD Başkanı’nın konuyla ilgili açıklamasında soykırım deyip demeyeceǧi üzerine yorumlar yapılır. Ermeni yasa tasarısı ABD Senatosu’na gelmişse, kabul edilmesi engellenmeye çalışılır, bu konuda çeşitli lobiler devreye girer. Kuşkusuz bir ülkenin “soykırım” demesiyle soykırım var olmaz. Ya da “soykırım yoktur.” demekle de gerçek ortadan kalkmaz. Devletler çoǧunlukla, kendi çıkarları ekseninde hareket ederler.

Ama bu konuda uluslararası insan hakları normları vardır. Nasıl “soykırım yoktur.” diyen őzgürse, “soykırım vardır.” diyen de őzgürce düşüncesini dile getirebilmelidir.İsviçre’de “soykırım yoktur.” demenin suç olması, o ülkede düşünce őzgürlüǧünün engellendiǧi şeklinde yorumlanıyor. O zaman bir kişi kalkıp da Türkiye’de “soykırım vardır.” dediǧinde de, bu kişiye yőnelik dava açılmamalıdır. Ancak o zaman demokratik ve őzgür bir tartışmanın őnü açılır.

Başka bir ülkede bir ulusun adının küfür niyetine kullanıldıǧı bir durum var mıdır? Türkiye’de Ermeni sőzcüǧü küfür ve hakaret olarak da kullanılmaktadır. “Seni Ermeni!” demek bile bazen kullanan kişiye gőre aşaǧılama amacını taşıyabilir. İǧrenç argo sőz ve tabirlere hiç girmeyeceǧim.


Konuyu tarihçilere bırakalım yaklaşımı doǧru mu?


Agos gazetesi’nde bu konuda şőyle deniliyor:

“1915’i hatırlarken, gücümüzü cezalandırma veya bedel ödetme arzusundan değil, hep birlikte geçmişin prangalarından kurtulma isteğinden alıyoruz. Çünkü hepimizi özgür kılacak olan, gerçeklerdir. İnsanları “Dedelerimize katil diyorlar!” diye korkutuyorlar, ama sorumlular Türkler, Müslümanlar veya Kürtler değildir. Çünkü soykırımları halklar değil, zihniyetler yapar. Tıpkı Naziler gibi, İttihatçı zihniyet de, aslında hem mağduru hem de faili kurban etti; ölen öldü, geride kalan ise hastalandı. Sonraki iktidarları bu derin suça ortak edense, yürütülen sistemli unutturma ve reddetme politikası oldu.”[1]

Ayrıca resmi tarih savunucularınca, ”Konuyu tarihçilere bırakalım.” denilmektedir. Tarihçiler őzel olarak bu konuyu araştırabilirler. Fakat herhangi bir yurttaş ya da bir yazar da bu konuda sőz sőyleyebilir. Bunun için o kişinin tarihçi olmasına gerek yoktur. Orhan Pamuk sırf bu konuda düşüncesini açıkladı diye gelen tepkiler nedeniyle, gőnüllü olarak yurtdışına sürgüne gitmiştir. Pamuk, Nobel Edebiyat Ődülü’nü aldıktan sonra, hükümeti őven birkaç açıklaması dışında politik bir sessizliǧe gőmüldü ve meydanı, “Pamuk, Nobel ődülü almak için őyle konuştu.” diyenlere bıraktı. Belki de “haklı olarak” korkmuş olabilir. Çünkü konuşmaya, düşüncelerini açıklamaya devam etse ve Türkiye’de kalsa ya bir kurşuna hedef olabilir ya da cezaevine girebilirdi. Bir okur olarak, Orhan Pamuk kitapları bana hitap etmez, ama düşünce őzgürlüǧü sınırları içerisinde onun kendisini ifade etmesini savunurum. Bir yazar ya da herhangi bir yurttaş herhangi bir konuda düşüncesini açıklama őzgürlüǧüne sahip olabilmelidir. Onu yargılamak suçlamak yerine, düşüncesine katılmıyorsanız bunun gerekçelerini demokratik olarak ortaya koyabilirsiniz.

Türkiye’nin yapması gereken en őnemli şeylerden birisi geçmişiyle yüzleşmek ve gerçekleri açıǧa çıkarmaktır. Bu konu sadece tarihçilerin ilgi alanına bırakılamaz. Bu konuyu geniş olarak, Belge Yayınları’ndan çıkan “Azınlıklar Yerli Halklar ve Türkiye” kitabımda incelemiştim. Kitap, o dőnem savcılar tarafından gőzden kaçırılmış olacak ki, Hulki Cevizoǧlu’nun bir televizyon programındaki ihbarı ile gündeme gelmişti. İstanbul Basın Savcısı, bunun üzerine Ragıp aǧabeyi aramış (Zarakolu) ve kitabın yayınlandıǧı tarihi sorarak bilgi almıştı. Beş yıllık zaman aşımı dolduǧu için dava açamadılar. Bu kitabın zaten baskısı bitti, piyasada yok.



Konuyla ilgili birkaç not


Yine Chiviyazıları Yayınevi’nden çıkan “İnsan Hakları Tarihi” adlı kitabımda da bu konuyu, Genelkurmay kitapları dahil, çeşitli kaynaklardan yola çıkarak incelemiştim. Ama bu kitap savcıların gőzünden kaçmadı ve üç gün içinde hızla toplatıldı. Ve sonuçta beraat etti. Bu kitabımdan konuyla ilgili birkaç alıntıya yer vermek istiyorum:

“Dőnemin İçişleri Bakanı Talat Paşa, Halep yőneticilerine gőnderdiǧi gizli telgrafında şőyle diyor: “Türkiye’de yaşamakta olan Ermenilerin ortadan kaldırılması konusundaki Cemiyet kararı, daha őnceden size bildirilmişti. Bu karara aykırı bir tutum içinde bulunanların gőrevlerinin başında tutulmamaları gerekir. Atacaǧınız adımlar, Ermenilerin sonunu getirici bir nitelikte, kesin ve keskin olmalıdır. Hiçbir şekilde yaşa, kadın ya da erkeǧe ve vicdana bakmayın.”[2]

“Abdülhamid dőneminde 350 bin, Jőn Türkler dőneminde ise 1.5 milyon Ermeni őldürüldü. Kafkaslara ve Arap ülkelerine geçenlerin sayısı ise 800 bindir.”[3]

“1 Kasım 1918’de birçok ittihatçı, Ermeni soykırımındaki rolleri nedeniyle İtilaf devletlerince yargılanacakları korkusuyla bir Alman denizaltısıyla ülkeyi terk ediyorlardı. Suçluluk korkusuyla gerçekleşen bu kaçış, Ermeni soykırımının gerçekliǧini ortaya koyan argümanlardan yalnızca birisidir.”[4]

Mustafa Kemal, aslında Cumhuriyetin kuruluş aşamasında bunu kabul ederek, katliamı Osmanlı’nın yaptıǧını ve kendilerinin yeni bir cumhuriyet olması nedeniyle sorumluluk sahibi olmadıklarını sőylemeyi düşünüyordu. Fakat sonra çeşitli nedenlerle, bu düşünce hayata geçirilemedi.

“Bahriye Nazırı Hulusi Paşa, Barış Konferansı’na gitmeden őnce Amasya’da Mustafa Kemal ile gőrüşüyor ve izlenmesi gereken temel noktalari tespit ediyorlardı. Bu temel noktalardan birisi de şuydu: ‘Tehcir (yani Ermenilerin bulundukları yerlerden alınıp güneye yollanması olayı) dolayısıyla suç işleyenlerin cezalandırılması adalet ve politikalar bakımından zorunludur.” [5]

Daha birçok kaynak ve belgeyi incelemiştim. Burada bütün bunlara yer vermek imkansız. Bunun için yalnızca birkaç alıntı yaptım.

Resmi tarih anlayışı, olayın “karşılıklı çatışmalardan” ibaret oldugunu iddia etmektedir. O zaman bırakalım őzgürce tartışılsn ve gerçekler ortaya çıksın.



Neden Ermeniler hedef alındı?


Peki neden Ermeniler hedef alındı? Aslında hedef alınan gayrımüslimlerdi: Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler. Daha őnce Osmanlı kimligi içerisinde kendisine yer bulabilen bu kimlikler, Pan Türkizm tarafından dışarıya atılıyordu. İttihatın 3. Kongresi’nde Türkçülük karşıtı (aslında müslüman olmayan azınlıklar kastediliyor) her düşüncenin cezalandırılması őǧütleniyordu. Müslüman olan Çerkesler, Abhazlar, Çeçenler, Kürtler, Lazlar, Gürcüler ve diǧerlerinin Türklük potası altında eritilebileceǧi őngőrülüyordu. Her alanda bir Türkleştirme politikası yürürlüǧe sokuluyordu. Jőntürk devrimini destekleyen Ermeniler, paradoksal bir biçimde onlar tarafından kurban seçiliyorlardı. Bu olayda, Hamidiye alayları ve Kürt çeteleri de kullanılıyordu, fakat asıl sorumlu kararı alan ve uygulamaya koyan İttihat hükümetiydi.

Ermeni tabusu, Türkiye’de hemen hemen kimsenin deǧinmek istemediǧi veya deǧinmekten kaçındıǧı konuların başında gelir. Çünkü bu konuda farklı gőrüş açıklayanlar, hemen “vatan hainliǧi” ile suçlanırlar. Genelde bu konuda yazanlar da resmi ideolojinin tezlerini savunurlar. Őrnegin Ragıp Zarakolu, aslında Kürt sorununa olan ilgisinden çok, Ermeni tabusuna yőnelik yayınladıǧı kitaplar ve katıldıǧı toplantılar nedeniyle tutuklanmıştır. Kendisi de bunu bőyle dile getiriyor. Türkiye’de bu konuda çok az da olsa mesafe alınmışsa, bunda en büyük pay kuşkusuz Belge Uluslararası Yayıncılık’ındır.

Hocalı katliamını protesto gőrüntüsü adı altında, Azerbaycan tarafından finanse edilen ırkçı ve nefret sőylemleriyle dolu mitinglerle bir yere varılamaz. ABD’deki lobilere, her yıl bu nedenle milyonlarca dolar akıtmak da çőzüm deǧildir.



'Gerçekleri Araştırma Komisyonu' kurulmalıdır


Tabularla yüzleşmek Türkiye’de demokrasinin de őnünü açacaktır. Őnce yasalar yeniden düzenlenmeli, düşünceyi ifade őzgürlüǧünü engelleyen maddeler kaldırılmalıdır. (Őrneǧin TCK’nin 301. maddesi) Medyanın kışkırtıcı ve nefret suçları işlemesini engelleyen yeni yasalar çıkarılmalıdır.

Aslında sorun bununla da bitmiyor. Toplumun içindeki nefret ve ırkçılık da sorgulanmalıdır.

Çőzüm başka ülkelerin parlamentolarında deǧil, bu topraklarda őzgür bir tartışmanın őnünün açılmasından ve nefret sőylemlerinden uzak durulmasından geçmektedir. Resmi tarih anlayışı sorgulanmalıdır. İçinde tarihçilerin, yazarların, sosyologların ve konunun uzmanlarının yer alacaǧı tarafsız ve baǧımsız bir “Gerçekleri Araştırma Komisyonu” kurulmalı ve devlet arşivleri bu komisyona açılmalıdır.

İttihatçı mantık sorgulanmalıdır. Osmanlı’nın yaptıǧı her eylemi savunan neo-Osmanlıcılar elbette bunu yapmak istemeyeceklerdir. Daha Hırant Dink’in őldürülmesinde sorumluluǧu olan devlet gőrevlileri yargılanmış deǧil ve azmettirici olarak yargılanan kişi de serbest.

Ne dersiniz, “dindar ve kindar bir gençlik” yetiştirmek ile meşgul olanlar bütün bunları yapabilirler mi?



[1] Agos gazetesi: Sayı: 836, 20 Nisan 2012.

[2] Anar Erol: “İnsan Hakları Tarihi”, Chiviyazıları Yayınevi, 2. Basım, 2000, s. 111, İstanbul; Mantran Robert: “Osmanlı İmparatorluǧu Tarihi”- Osmanlı Devletinin doǧuşundan XVIII. yüzyılın sonuna XIX. yüzyıl başlarından yıkılışına- Çeviren: Server Tanilli, Cem Yayınevi, Cilt: II, 1. Basım, Haziran 1995, s. 57, İstanbul.

[3] Anar Erol: “İnsan Hakları Tarihi”, Chiviyazıları Yayınevi, 2. Basım, 2000, s. 112, İstanbul; “Naim Beyin Anıları: Ermeni Kırımları ve Sürgünleri ile İlgili Resmi Türk Dokümanlari, Londra 1921, s.64, Aktaran: Dr. Ahmed Kemal Mazhar, age. S.70.

[4] Anar Erol: “İnsan Hakları Tarihi”, Chiviyazıları Yayınevi, 2. Basım, 2000, s. 112, İstanbul.

[5] Anar Erol: “İnsan Hakları Tarihi”, Chiviyazıları Yayınevi, 2. Basım, 2000, s. 135, İstanbul; “Sőylev”, s. 398.

T24

Son Güncelleme Tarihi: 23 Nisan 2012 15:48

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0