Yiyin efendiler, yiyin!..

26 Şubat 2014 14:26 / 2019 kez okundu!

 

 

Aşağıdaki şiir, herkesin bildiği gibi değerli aydın şairimiz Tevfik Fikret (1867 - 1915)’e ait çok güzel bir şiirdir. Sanki günümüzdeki yolsuzlukları çağrıştırıyor. Günümüzde meydana gelen bir yolsuzluk oldu mu, hemen aklıma merhum Fikret’in bu şiiri gelir.

 

Han-ı Yağma

Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır 
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır; 
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır! 
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır... 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir 
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir? 
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir! 
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir... 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say 
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray, 
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay; 
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay... 

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar 

Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var. 
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar. 
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar... 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını 
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini 
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini. 
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini... 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak! 
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak! 
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak, 
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak... 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

 

Tevfik Fikret

 

Daha önceki yazılarımda da açıkladığım gibi, İttihat ve Terakki’den günümüze kadar zengin olanların büyük çoğunluğu hep devletten büyük yardımlar görerek ya da kamusal yetkilerini kendi  ticari ilişkilerinde kullanarak zengin oluyorlar! 

Bu yazılarım bir soyut iddia değil, bilakis gerçek olgulardan kaynaklanan bir açıklamadır. Türkiye’de zengin olmanın iki kaynağı vardır.

Bunlardan birincisi, Anadolu’nun Gayri Müslim otokton (yerli) halkları olan Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler gibi tehcir, soykırımlar ve mübadelelere maruz kalmış halklardan kalan taşınmazlara konmadır.

İkinci kaynak da, sırtını devlete dayayıp ve devletten gördüğü imtiyazla (ayrıcalıkla) veya devlet yetkisini yakınlarının çıkarları doğrultusunda kullanarak zengin olmadır. Meselenin asıl püf noktası da buradadır!  

Bir zamanlar tanıdığım biri vardı, seyyar milli piyango bileti satardı. Bir süre sonra bu kişi piyasalarda görülmedi. Bir gün bu kişinin bir tanıdığı bana şunu anlattı: “Ohooo! O adam, tam köşe oldu” dedi! Nasıl olduğunu sordum ve şu cevabı aldım: “Ankara’nın bir ilçe belediye başkanıyla tanışmış ve bu belediye başkanı da, bu kişiye bol bol kaldırım taşları ihalesi vermiş ve bu adam da köşeyi dönmüştür!

Türkiye’nin duayen sanayicilerine bakınız, yine zenginliklerinin temelinde devlet yardımını görürsünüz.

Cumhuriyetin kuruluşuna dikkat edersek, kurucu kadro olanların büyük çoğunluğu ittihatçılardır. Bu kadro, aynı zamanda yoğurdun kaymağını da yiyen kadrodur! Türkiye İş Bankası’nı kuranlar da yine bu ittihatçı kadrolardır.

Tek partili CHP döneminde, kentli seçkinler devletten faydalandılar. Bürokraside üst makamlara gelip kamusal yetkilerini yakınları ya da partili iş insanlarının çıkarları doğrultusunda kullandılar.

Ben, ilkokul öğrencisiyken, bizlere okulda Mustafa Kemal’in hayatı anlatılırken; Selanik’te, dayısının çiftliğinde karga kovaladığını anlatırlardı ve bu konuda okul dergilerinde ve Atatürk köşelerinde resimler bile yapıldı. M. Kemal yönetimi ele aldıktan sonra, zamanının en büyük zengin devlet adamları arasında yer aldı!

Demirel ailesi köylü çoban iken, Süleyman Demirel’in siyasete atılmasıyla; bu aile de, devlet sayesinde köşeyi dönüp zengin oldu. Demirel’in manevi kızı Tansu Çiller de, aynı manevi babasının izinden giderek, devlet yetkisini kendi ailesi için kullanıp, kocasını zengin etti. Bu konuda örnekler, gökteki yıldızlar kadar çok.

Tabi, bunlar hem laik ve seküler, aynı zamanda da muhafazakâr ucube siyasetçilerimizdirler. Bunlar için en temel ilke, önce kendi bireysel menfaatlerini düşünmektir. Buna da “Vatan Millet Sakarya” nutukları atarak ya da cuma namazlarında, camilerin en ön saflarında yerlerini alıp, namaz kılarak yaparlar. Demirel ve tayfasının cuma namazı kılması gibi!

Gelelim dini bütün politikacılarımıza; bir zamanlar ezilmişlik ve mazlumiyet postuna bürünüp, sonra da, iktidara gelip zulüm ve vurgunun alâsını yaptılar. Boşuna, “mücahitler müteahhit oldu” demiyorlar!

Tayyip Erdoğan, kendisi televizyonlarda bir inşaat işçisinin oğlu olduğunu ve okul masraflarını karşılamak için simit sattığını açıkladı. Eğer, sosyal medyaya yansıyan baba - oğul telefon görüşmeleri doğruysa; asıl manidar olan da budur!

Tayyip bey, belediye başkanlığı ve on yılı aşkın başbakanlığı döneminde aldığı tüm maaş ve harcırahlarını hiç yemeyip biriktirse bile, otuz milyon Euro (Avro)’yu bulmaz.  Bu da demektir ki dindar geçinerek, halktan rey alıyorlar ve de kamusal yetkilerini kendi ticari ve şahsi çıkar ilişkilerinde kullanıyorlar!

Birlikte çalıştığım bazı öğretmen arkadaşlarım vardı. Öğretmenlik yaparken maddi sıkıntı çekerlerdi. 1994 yılında, Tayyip bey, İstanbul büyükşehir belediye başkanlığını kazanınca, bu arkadaşlara sahip çıkıp belediyede çeşitli makamlarda görevlendirdi. Bu eski mesai arkadaşlarımın kırk köşe olduklarını, ben değil, bunlarla yakın ilişkiler içersinde olanlar anlatıyorlar. Ne kadar doğrudur bilemiyorum!

Bu eski çalışma arkadaşlarımdan birisi de, Vakıflar eski genel müdürü Yusuf Beyazıt’tır. Sayın Beyazıt, 2002 genel seçimlerinde, memleketi Tokat’tan, delege seçimi ile liste başı oldu ama Tayyip Erdoğan kabul etti, yerine başka bir adayı milletvekili yaptı. Sayın Beyazıt da, seçim sonrası kurulan Abdullah Gül kabinesi tarafından, sayın Tayyip Erdoğan’ın önerisiyle, Vakıflar genel müdürü oldu!

Bilindiği gibi Vakıflar Genel Müdürlüğü, en çok ihalesi ve rantı olan bir kamu kurumudur!

Bizim bir zamanlar mücahitlik sloganı atanlar fırsat ellerine geçti mi; hemen müteahhit oldular ve köşeyi döndüler. Boşuna, bal tutan parmağını yalar dememişler. Bizim mütedeyyin ve 17 Aralık kahramanı politikacılarımız ve bürokratlarımız, bal tutan parmaklarını yaladıktan sonra kendilerine bal ikram eden veli nimetlerinin özel uçağıyla da, aile boyu Umre’ye gittiler!

Bütün bunları gördükçe, merhum Tevfik Fikret’in, o ünlü dizelerini unutmak olur mu hiç?
                   
“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, 
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” 

 

Erkan ARSLAN

26.02.2014

 

Son Güncelleme Tarihi: 26 Şubat 2014 23:55

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.