Vizyondan yeni bir film ve usta bir yönetmen

29 Haziran 2009 16:41 / 2877 kez okundu!

 


Yeðinboy, "Yeni Bir Film ve Usta Bir Yönetmen" köþesinde geçtiðimiz günlerde vizyona giren Transformers ile "sinemanýn peygamberi" ünlü yönetmen Luis Bunuel'i anlatýyor. Ýyi okumalar...


"TRANFORMERS"LAR BÝR DÖNDÜ PÝR DÖNDÜ 


TRANSFORMERS
 
YENÝLENLERÝN ZAFERÝ
 

Yönetmen: Michael Bay
Oyuncular: Shia LeBoeuf, Megan Fox, John Turturro 


Daha güçlü, daha gürültülü, daha fazla robot Transformers serisinin yenisini tanýmlamaya yeter. Spielberg korumasý altýndaki yönetmen Michael Bay yüksek tempo baðýmlýlýðýný bir kez daha sýnýyor, 4000 litre benzin kullanýlarak gerçekleþtirilen patlama sahneleri de üstüne caba. Filmin insani kadrosunu da bir kez daha yeni seks sembolü Megan Fox, çocuksu saflýðýný sürdürmeye kararlý Shia LeBoeuf ile dolduruyor. Kýdemli yan oyuncu kadrosunda ise John Turturro beceriksiz Ajan Simmsons olarak slap stick komedinin tüm þablonlarýný kullanýyor.

Yenilenlerin Zaferi bir kez daha Ýyi Robotlar Autobotlar ve kötü robotlar Decepticonlar arasýndaki savaþý sahneliyor. Her iki robot türünün de tek hedefi Energon adlý enerji kaynaðýnýn yerini keþfetmek. Ordularý güçlendirecek yeni dünyalar kurmaya yetecek bu enerji kaynaðý aralarýndaki savaþý bir kez daha ateþler. Enerji kaynaðýnýn yeri ise esas oðlan Sam’in beyninde dönüp duran görüntülerde saklý. Görüntülerin kaynaðý ise artýk hayatta olmayan büyük babasý kaþif Archibald Witwicky’den kaynaklanýyor. Enerjinin varlýðýndan haberi olan tek insanýn o olduðunu anlýyoruz. 

Tüm bu kargaþanýn arasýnda sürekli hareket halindeki kamera Megan Fox’u bir takvim güzeli gibi göstermeye çabalayan sahnelerde sakin durmaya çalýþýyor. Mýsýr piramitlerine kadar uzanan maceranýn militarist yaný ise rahatsýz edici boyutta. Amerikan Ordusuna övgü niteliðinde süren öykü adeta 11 Eylül paranoyasýnýn devamý niteliðinde. Decepticonlar’ýn resmen Müslüman teröristler olarak dizayn edilmesi, Amerikan bayraðýný yere atmalarý ýrkçý yaklaþýmýn yeni halkasý oluyor. 



Serin bir salonda parlak (gerçekten güzel tasarlanmýþ) robotlar, kulak týrmalayýcý patlamalar, metal gürültüleri arasýnda sürekli hareketli bir kameranýn 144 dakika boyunca (çok uzatýlmýþ) beyninizi yormasýna gönüllü iseniz buyurun. 



***

GERÇEKÜSTÜCÜLÜÐÜN GÝZEMLÝ ÇEKÝCÝLÝÐÝ = LUIS BUNUEL 

‘Sinemanýn peygamberlerinin sayýsý az ve enderdir. Bunlarýn içinde Ýspanyalý Bunuel’den daha güçlüsü yoktur’. Luis Bunuel için söylenmiþ bu övücü sözün sahibi Ýngiliz yönetmen Tony Richardson’dýr. Sinema peygamberi olmak için neler yapýlýr? Sadece film yönetmek böyle bir tanýmlamanýn içini doldurabilir mi? Tabi ki hayýr, o düþünceleri, yaþam tarzý, taviz vermediði kurallarý ile takdir edilen bir insan oldu. Onun ‘Bin dolara yapmayacaðým bir filmi bir milyon dolara hiç yapmam’ sinema duruþunu en iyi tanýmlayan tümcesi oldu. Dolu dolu geçmiþ bir yaþamý þöyle bir anýmsayalým.

Bunuel 1900’de Calanda’da doðar. Madrid Üniversitesinde önce Antomoloji (böcek bilim), sonra tarih ve felsefe okudu. Zengin bir aileye ait olmanýn rahatlýðýyla gençlik yýllarýný maddi sorun yaþamadan geçirdi. Üniversite öncesi gönderildiði Cizvit okulu onun ileri yýllarda din karþýtý, ateist bir insan olmasýnýn en büyük nedeni olur. 

Madrid yýllarýnda ünlü sanatçýlar arasýna girdi. Bunlarýn içinde onu gelecekte çok etkileyecek Salvatore Dali ve þair Federico Garcia Lorca gibi sanatçýlar da vardýr. Onlarla olan dostluðu onun sonsuz düþler dünyasýný daha bir canlandýrýyordu. Otobiyografik kitabý ‘Son Nefesim’de düþler için þöyle der: ’Eðer bana yirmi yýllýk ömrün kaldý, bu günlerin her birinin yirmi dört saatinde ne yapmayý istersin diye sorulsaydý þöyle yanýtlardým: Bana gerçek yaþamdan iki, düþlerden de yeniden anýmsayabilmem koþuluyla yirmi iki saat verin… Çünkü düþ ancak kendini besleyen bellekle yaþar’. Öðrenim sonrasý gittiði Paris, özgürlüðü ve cüretkarlýðý ile onu þaþýrtýr. O günlerde gerçeküstücülük akýmý en deli, en yaratýcý günlerini yaþýyordu. Andre Breton, Max Ernst gibi sanatçýlarýn önderliðinde kendini bir sanat akýmýndan çok devrimci bir hareket olarak görüyordu. Eskimiþ olan tüm deðerleri toptan reddederken bilincin ortaya koyduðu tüm engelleri kaldýrmak için Freud yöntemleri ile þiir ve resmi bir araç olarak kullanan gerçeküstücüler zaman zaman alay etme, rezalet çýkarma, adam dövme gibi eylemler ile toplum karþýsýna çýkýyorlardý. Nesnel gerçekliði yýkmak için gerçeküstücü nesneler yaratýlýyordu. Sýnýrlarý yýkmak isteyen bu akýmýn zamanla eski sanat eserlerine yenilerini katmak dýþý bir iþlevi olmadýðý anlaþýldý. Bunuel de gerçeküstü akýmýndan yola çýkmasýna karþýn sosyal konularý tüm doðallýðý içinde iþleyen, din ve kiliseyi yeren bir çok film yaptý. 

ENDÜLÜS KÖPEÐÝ ve ALTIN ÇAР

1929’da kendisinin ve Dali’nin bir rüyasýndan yola çýkarak çevirdiði sessiz ve siyah-beyaz ‘Endülüs Köpeði-Un Chien Andalou’ gerçeküstü akýmýn ilk sinema ürünü olur. Bunuel rüyasýnda ayý kesen ince uzun bir bulut ve gözü yaran bir ustura, Dali ise karýncalar ile dolu bir el görür. Bu iki rüyadan yola çýkarak bir haftadan kýsa sürede yazýlan senaryoda temel kural psikolojik, kültürel ve mantýksal hiçbir açýklamaya meydan býrakmayacak bilinç dýþý, þaþýrtýcý her düþünce ve görüntüye açýk olmak. Film muhafazakar kesimden gördüðü tepkilere, tehditlere raðmen umulmadýk bir baþarý kazanýr. Her þeye raðmen film yasaklanmaz ve sekiz ay süre ile afiþte kalýr.

Bunuel’in ikinci filmi olan ‘Altýn Çað-L’Age D’Or’ daha büyük tepkilere yol açar. Sesli olarak çevrilen filmde gerçeküstü temalara müzik ve sözün desteðinin saðlanmasý filmin gücünü arttýrýr. Bu kez senaryo aþamasýnda Dali ile yollarý ayrýlýr. Tema olarak olaylarýn ters akýþý sonucu bir türlü birleþemeyen genç bir erkek ve kadýnýn hikayesini anlatýr. Gerçeküstücülük akýmýnýn kurallarýna sadýk kalarak geleneklere, kiliseye, uygarlýða tüm gücüyle saldýran bir film olur. Sað basýn ve saðcý gençlik örgütleri filmin gösterildiði sinemayý yaðmalar, perdeye bomba bile atýlýr. Bir hafta sonra film emniyet tarafýndan kamu düzenini korumak adýna yasaklanýr. Tüm kopyalarý yok edilir. Bu yasak yaklaþýk elli yýl sürdükten sonra 1980’de New York’ta tekrar gösterilir. Filmin bugün birisi Paris ve diðeri Londra olmak üzere sadece iki kopyasý mevcuttur. Kopan tüm bu gürültüler Hollywood’un dikkatini Bunuel üzerine toplar. 

Gerçeküstücülüðün en çoþkulu dönemleri üç yýldan biraz fazla sürer. Bunuel bu dönemi sonraki yýllarýnda ‘Bilince, aykýrýlýða, anlaþýlmazlýða ve iç benliðimizden gelen tüm eðilimlere bir çaðrýydý. Öyle bir çaðrý ki, ilk kez böylesine güç ve cesaretle her yerde yankýlar uyandýrýyordu. Bize kötü görünen her þeye karþý verdiðimiz mücadelede az rastlanýr bir karþý çýkýþ, güçlü bir direnmeyle varlýðýný sürdürüyor ve bir oyun tadý veriyordu’ sözleriyle tanýmlar. Bu dönem onun içinde varlýðýný tüm yaþamý boyunca sürdürür ve her filmde kendisini hissettirir.

Hollywood kurallarýnýn kendisiyle uyuþmayacaðýný düþünen Bunuel MGM stüdyolarýnýn film teklifini kabul etmez. MGM onu kazanmaya kararlýdýr. Danýþman olarak iyi bir ücret karþýlýðý stüdyolarda incelemeler yapmasý için onunla altý aylýðýna anlaþýr. Üç ay sonunda hesaplarýný kapatýr ve Paris’e geri döner. Dönüþ sonrasý gerçeküstücüler ile baðlarýný koparýr ve baðýmsýzlýðý seçer. Ýspanya’daki Les Hurdes adlý daðlýk bölge üzerine okuduðu bir araþtýrma kitabý ilgisini çeker ve içinde belgesel bir film çekme isteði uyanýr. Ramon Acin adýnda eski bir anarþistin piyangodan kazanýp kendisine bu belgesel için verdiði yirmi bin peseta ile Les Hurdes daðlarýnda bir ay süre ile Ekmeksiz Topraklar’ý çekti. Bazý köylerinde ekmeðin bile olmadýðý bu yoksul topraklardan çok etkilendi, filmin kurgusunu bir yemek masasý üzerinde tek baþýna, beþ parasýz yaptý. Film bir nevi taþ devri yaþayan vatandaþlarýný gösterip Ýspanya’yý küçük düþürdüðü iddiasý ile hükümet tarafýndan yasaklanýr.

MEKSÝKA YILLARI 

Ýspanya Ýç Savaþý sonunda çeþitli sýnýflardan gelen pek çok Cumhuriyetçi Ýspanyol gibi Bunuel de kendisine sürgün yeri olarak Meksika’yý seçer. 1946-1964 yýllarý arasýnda çevirdiði otuz iki filmin yirmisini Meksika’da gerçekleþtirir. Bunlar kýsýtlý bütçeler, 18 ile 24 gün gibi kýsa sürelerde çekilen filmler olur. Bunuel tüm kariyeri boyunca hýzlý çalýþan, önceden tüm filmi kare kare düþünmüþ bir yönetmen oldu. Kurgu için ise üç, dört gün ona hep yetti. On beþ yýl gibi uzun bir aradan sonra yapýmcý Oscar Daneigers ile yaptýðý ilk film þarkýlý, tangolu ‘Gran Casino’ olur. 

Bunu yine ticari bir film olan ‘El Gran Cavalero’ izler. Sonrasýnda çevirdiði Los Olvidados-Unutulmuþlar bir kez daha Bunuel’in filmleri üzerine olan tartýþmalarý alevlendirir. Yoksul bir ortamýn ortasýnda doðmuþ bir çocuk çetesinin birbirleri ve çevreleri ile olan savaþýný anlatan film acýlarý ve toplumsal sorunlarý þiirsel bir uslup içinde anlatýyordu. Filmin Meksika’yý küçük düþürdüðü iddia edildi. Bunuel’e yöneltilen sert tepkiler Cannes’da filmin kazandýðý en iyi yönetmen ve görüntü ödülleri sonrasý kesilir. Film Meksika’da bir kez daha gösterime girer. Arkadan gelen ticari baþarýyý hedefleyen ‘Sokak Kýzý Suzanna-Susana la Perversa’, ‘Gökyüzüne Çýkýþ-Subida al Cielo’, ‘El-Cinnet’, ‘Vahþi Adam’ gibi filmler Bunuel’in yapmak istediði sinemanýn sadece esintilerini taþýr fakat sonuçta hepsi Meksika tipi filmler olur. Birçok sýradan ara filmden sonra Ýngiliz sermayesi ile Robinson Crusoe’u çeker. Öncesinde sadece ticari bir film gibi gözüken Crusoe her alanda büyük baþarý kazanýr. Eleþtirmenler yalnýzlýðýn insanýn iç dünyasýnda yarattýðý yýkýmý ve gücüyle bunlarý aþabilmesini mükemmel aktaran Bunuel’i yere göðe sýðdýrmazlar. Emily Bronte’nin romaný ‘Tutku Uçurumu-Abismos de Passion’ yönetmenliðinin ilk yýllarýndan itibaren düþündüðü fakat yapýmcý bulamadýðý için çeviremediði bir projedir . Yirmi dört yýl sonra Daneigers’in teklifiyle eski heyecanýný kaybetmiþ olmasýna karþýn senaryoda önemli bir deðiþiklik yapmadan çeker. Aþký, çýlgýn bir aþký her þeyin üstünde tutan iki sevgiliyi anlatan öyküyü Bronte’nin ruhuna sadýk, aþký yücelten bir anlatýmla perdeye yansýtýr. Meksika yýllarýnýn en önemli filmlerinden olan ‘Nazarin’ (1958) gördüðü ilgiye karþýn çoðunlukla yanlýþ yorumlanmýþ bir film olarak tarihe geçer. Bir papaz, bir fahiþe ve isterik bir kadýn arasýnda geçen öyküde, papaz her iki kadýný da doðru yolu bulmalarý için tutkularýndan vazgeçirmeye çalýþýr. Film Katolik çevreler tarafýndan çok sevilir, övülür. Özünde Katolik dininin papazlardan temizlenip, gerçek hümanizmaya ve ateizme ulaþmasýný hedefliyordu. ’Tanrý’ya þükür, Tanrýtanýmazým’. Bunuel bu ünlü ironik deyiþini dini bir öykü anlattýðý çok filminde öyküye yedirerek, üstü kapalý –ayný ironik anlayýþ içinde- ancak iyi bir gözlemcinin ulaþabileceði bir sonuç olarak iþledi. 

1965’de çektiði ve bu yýlki Ýstanbul Film Festivali’nde gösterilen ‘Simon Çöl Azizi-Simone del Desierto’ Suriye’de on dördüncü yüzyýlda çölde bir sütun üzerinde kýrk yýl dua etmiþ, Tanrý’ya yalvarmýþ bir azizi anlatýr. Finalde kendisini sürekli kandýrmaya çalýþan þeytanýn peþine takýlýr ve New York’ta bir diskoda çýlgýnca eðlenir. Yapýmcýnýn parasýnýn bitmesi sonucu sadece kýrk iki dakika çekilen film bu haliyle bile Venedik’te beþ ödül kazanýr. Bu kadar ödülü baþka hiçbir filmi kazanmaz. Meksika topraklarýnda çektiði son filmlerinden birisi olan ‘Ölüm Meleði-El Angel Exterminator’de (1962) çok sevdiði temalardan birisini iþler: insanlarýn çok istedikleri halde bir türlü gerçekleþtiremedikleri arzularý. Bir grup insan tiyatro sonrasý yemek için toplandýklarý bir odadan bir türlü çýkamaz. Basit bir isteðin gerçekleþmemesinin anlaþýlmazlýðý. Bu temayý önceki ve sonraki filmlerinde farklý þekillerde iþler. Burjuvazinin Gizli Çekiciliði’nde bir grup insan bir türlü yemek yiyemez, Arzunun Þu Karanlýk Nesnesi’nde yaþlý adam çok istediði halde genç kýz ile birlikte olamaz, Altýn Çað’da çok isteyen iki sevgili bir türlü seviþemez. 

ÝSPANYA VE FRANSA YILLARI

1961 yýlýnda Meksika’da yaþarken Ýspanya’dan gelen bir teklif üzerine Madrid’te ‘Viridiana’ý çeker. Meksika’da yaþayan sürgün Ýspanyol Cumhuriyetçilerin dönüþü nedeniyle kendisini hain ilan etmelerine karþýn bu filmi yapar. Rahibe olmak isteyen genç bir kýzla kötü niyetli amcasýnýn hikayesini anlatan film hem Katolik kilisesi hem de Franco ve taraftarlarý tarafýndan lanetlendi. Film Cannes’da Ýspanya yapýmý olarak Altýn Palmiye kazanýr. Film ülkesinde yasaklanýrken Ýspanya adýna yarýþmasýna izin veren sinema dairesi müdürü görevinden alýnýr.

1963 yýlýnda Paris’te yapýmcý Serge Silbermann ile tanýþýr ve ortak ilk filmleri baþ rolde Jeanne Moreau’nun oynadýðý ‘Bir Oda Hizmetçisinin Günlüðü-Journal d’une Femme de Chambre’ olur.Son dönem filmlerinin deðiþmez senaristi olan Jean Jacques Carriere ile de ilk filmi olur.1969 da uzun süredir tasarladýðý Katolik dinindeki baðnazlýk ve mezhep sapkýnlýklarý üzerine bir film olan ‘Samanyolu-La Voie Lactee’nu çeker. Ýsa’yý gülen, koþan, uyuyan normal bir insan gibi gösteren film bir kez daha ortalýðý karýþtýrýr. Nazarin filminden sonraki çeliþkili tepkiler bir kez daha tekrarlanýr. Filmin Katolik karþýtlýðý veya taraftarlýðý þeklindeki tartýþmalar Bunuel’i hiç ilgilendirmez, o yansýttýðý liberal düþüncelerden ve baðnazlýk dünyasýna yaptýðý yolculuktan memnundur. 

'Gündüz Güzeli-Belle du jour’(1966) sinemanýn erotizmi en fazla hissettiren filmlerinden birisi olur. Film erotizmi Catherine Deneuve’ün gizemli güzelliði yanýnda gözükmeyen fakat sürekli hissedilen gizli bir þehvette hissettirir. Severine, cinsel fantezilerini gündüzleri Madame Anais’in randevu evinde yaþar. Genç kocasý Pierre ile ruhsuz bir evlilik yaþar, hatta ayrý yataklarda yatarlar. Korkarak baþladýðý bu gizli yaþam bir süre sonra vazgeçemediði bir alýþkanlýða dönüþür. Bir süre sonra bir müþterisi ile yaþadýðý yakýnlaþma onun istemediði bir olaylara sürükler. Bunuel’den beklenildiði gibi öyküye Severine’in þiddet yüklü mazoþist rüyalarý serpiþtirilmiþtir. Gerçek ve düþün eþit aðýrlýkta olduðu anlatým finalde de her ikisini de birleþtirir. Açýlýþ sahnesinde Severine’in mazoþist rüyasýndaki fayton finalde boþ olarak gelir. Artýk düþler bitmiþtir. Joseph Kessel’in ayný adlý romanýndan uyarlanan film yazarýn bile söylediði gibi kitabýndan bile daha baþarýlý bulundu. Burada Bunuel’in dahice, detaylara sadýk yönetimi,öyküye mükemmel emdirdiði sadomazoþist düþler ve deðiþmez senaristi Jean Claude Carriere’in baþarýsý filmi unutulmazlar arasýna ekler. Film seyredenlerin unutamadýðý tekrar tekrar seyrettiði bir hayran kitlesi oluþturur. Filmin en önemli mitlerinden birisi içinde ne olduðu bilinmeyen fakat açýldýðýnda randevu evinde çalýþan kýzlarý ürküten bir kutudur. Bunuel bile bu kutunun içeriðini yanýtlayamaz. Tarantino’nun Ucuz Roman’da kullandýðý açýldýðýnda içinden ýþýk saçan evrak çantasýný nereden ödünç aldýðý anlaþýlýyor. 

Bunuel sinemasýnýn en önemli kilometre taþý olan ‘Burjuvazinin Gizli Çekiciliði-Le Charme discret de la Bourgeoisie’(1972) ile burjuva sýnýfýnýn týkanýklýðýný, toplumun diðer kesimleriyle olan kopukluðunu, dünya deðiþirken onlarýn ayný tiyatroyu oynadýklarýný düþ ve gerçeðin iç içe geçtiði bir üslupta anlatýr. Bu sýnýfýn dýþtan gözüken ihtiþamý ve ciddiyetinin ardýnda yatan tekrarlara dayalý yaþam þeklini kara mizahýn müthiþ gücüyle acýmasýzca eleþtirir. Karikatür tipler, absürd tesadüfler, tamamlanamayan olaylar, gerçeküstü detaylar, paradokslar Bunuel’in mesajýný unutulmaz bir görselliðe dönüþtürür. Öncelikle filmin geçtiði dönemi irdelersek 1972 Vietnam bataklýðýnda Amerika, ‘68 öðrenci hareketlerinin tüm dünyada uyandýrdýðý sosyalist esintiler, öncelikle Güney Amerika’da çoðalan askeri cunta hükümetler, globalleþme arifesinde emperyalist hareketlerin hoyratça sürdüðü bir soðuk savaþ dönemi görürüz. Bunuel burjuvaziye karþý dururken onlarý yargýlamýyor yaþamlarýnda içi boþ, ilerlemeyen ritüellere mahkum olmuþ bireyler olarak gösteriyor. Filmin altý burjuva karakteri korkularýný ortak bir rüyada görür. Rüyalarý onlarýn gerçek yaþamlarýný yönetir. Baþlarýný Miranda’nýn Paris Büyükelçisinin (Fernando Ray) çektiði altý varlýklý insan bir akþam yemeði için bir türlü bir araya gelemez. Gelseler bile bu kez farklý engeller ortaya çýkar. Ya lokanta kapalýdýr veya lokanta patronu ölmüþtür, cenazesi arka odada yatmaktadýr, yahut yemek esnasýnda ordu eve gelir. Yemek yiyememek, tüketememek korkusu onlarýn varoluþlarý karþýsýna dikilen bir engel olarak çýkar her seferinde. Bu korkularýna seviþememek, anarþi, terör gibi güvenlilerini tehdit edici unsurlar eklenir. Faþist bir idarenin hakim olduðu anlaþýlan Miranda hakkýnda büyükelçi sürekli yalan bilgiler verir. Ülkesinden pembe tablolar çizer. Filmde serpiþtirilmiþ sýra dýþý olaylar arasýnda sürekli manevra yapan bir ordu, bahçývanlýk yapan Piskopos, rüyasýný anlatan teðmen öykünün çarpýcýlýðýný arttýrýr. En sembolik sahnesi olan altý burjuvanýn ýssýz bir yolda yürümesi onlarýn tükenmiþliðini artýk her þeyi kabullendiklerini temsil eder. En kýsa mesafeyi bile film boyu oto ile katedenler artýk benzin bile bulamaz, o yol belki de onlarý ölüme götüren son yoldur. 

1974 tarihli ‘Özgürlük Hayaleti-Le Fantome de Liberte’ni Samanyolu filminde geçen ’’özgürlüðümüz ancak bir hayaletten ibarettir" tümcesinden esinlenerek çevirir. Film düþünce olarak Samanyolu-La Voie Lactee ve Burjuvazinin Gizli Çekiciliði ile gerçeði arayýþ üzerine bir üçlü olarak kabul edilebilir.

Sinema tarihinin en güzel isimli filmlerinden birisi olan ‘Arzunun Þu Karanlýk Nesnesi-Cet Obscur Objet du Desir’(1977) çarpýcý bir aþk öyküsünü anlatýr. Pierre Louys’un 1889 da yayýmladýðý Kadýn ve Kuklasý adlý romanýnýn Bunuel anlayýþý içinde modern bir uyarlamasý olur. Altmýþlý yaþlardaki soylu ve zengin Mathieu halktan bir kýza Conchita’ya tutulur. Onu elde edebilmek için her türlü yolu dener. Ona sevecen davranmaya çalýþan Conchita iþ seviþmeye gelince kendisinden oldukça yaþlý soyluya her türlü bahaneyi uydurur. 
Arzu ile yanan adam bir süre sonra kýzýn oynadýðý bir kuklaya dönüþür. Bir kez daha burjuvazi karþýsýna çýkan engellere takýlýr. Bir türlü seviþemeyen, tüm zenginliðine, fedakarlýklarýna raðmen istediðini elde edemeyen bir burjuva tablosu daha remeder Bunuel. Conchita karakteri farklý iki kadýn oyuncu tarafýndan canlandýrýlýr: Zarif ve mesafeli Carole Bouquet, Latin ateþi taþýyan daha cilveli Angela Molina. Erkek doðasýný etkileyen iki farklý diþi karakter erkeði parmaðýnda oynatýr, durur. Burjuvanýn büyük korkusu terör ve anarþi bir kez daha arka planda yer alýr. Büyük bir patlama ile biten finalde anarþi burjuvaziyi bir kez daha ortadan kaldýrýr. Seyircisini bir kez daha þaþýrtýp, düþündürmeyi baþarýr Bunuel.
Son Nefesim’den alýntýyla Bunuel’in bu dolu yaþamýný noktalayalým: “Her þeyin baþý rastlantýdýr, rastlantýnýn yanýnda kardeþi giz vardýr. Her þeyi anlamak hýrsý, bu neden? þu neden? Ardýndan onu küçültmek, basitleþtirmek isteði, iþte doðamýzýn en feci yönleri. Hayatýmýzýn gizini cesurca kabullenebilsek, iþte o zaman saflýða benzeyen katýksýz bir mutluluða çok yaklaþmýþ olurduk.” 

Emin Yeðinboy
29.06.2009





 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.