ÇAÐIN RUHUNU YAKALAYAN YÖNETMEN: DAVID FINCHER

01 Þubat 2011 16:53 / 1739 kez okundu!

 


Doksanlý yýllarýn baþlarýndan itibaren Kara Film “Film Noir” türüne getirdiði yenilikler ile önce küçük kitleler tarafýndan takdir edilen bir yönetmen oldu David Fincher. O yýllarda “Ben Kwai Köprüsü gibi büyük iþlerle uðraþamam, dip not olabilecek filmler yaparým” diyen Fincher zamanla bu “ývýr zývýr” iþlerle özgün bir sinematografi yakaladý.

Kendisini izleyen kitle büyüdü, zaman zaman orta akým sinemanýn güvenli, barýþýk sularýna doðru dümen kýrmasý bile dozunda kaldý, hayal kýrýklýðý yaratmadý. Sinemanýn en sevilen türlerinden olan Kara Film türünü içerik olarak yeniden inþa ederken, kýrklý yýllarýn Alman Dýþa Vurumcu sinemasýndan gelen karanlýk dünyayý günümüze uyarladý. Zamanýn ruhunu, en karanlýk yüzünden yakalamaya çalýþan Fincher kendisini tanýmlarken: “Bazý insanlar yaþamda her þeyin yolunda gittiðini görmek için sinemaya gider. Benim bu tür bir sinema ile iþim olmaz ” diyor. Doðru bir saptama gönül verdiði türünde parlak, renkli yaþamlar ile bir alýþ veriþi yok. Film Noir , Amerikan sinemasýna özgü, paradoksal Fransýzca adlandýrýlmýþ bir kategori oldu. 1955’de iki Fransýz eleþtirmen Raymond Borde ve Etienne Chaumeton bu türü sadece “düþsel,erotik,tuhaf,karýþýk ve zalim” olarak tanýmlamanýn yetersiz olduðunu yazdýlar. Fincher’in sinematografisine bir göz atmak, bu sözlerin doðruluðunu kanýtlamaya yeterli oluyor : en önemli filmleri seri katiller, paranoyak karakterler, sado mazoist eðilimler veya yaþamý yaþlýlýktan gençliðe doðru tersten yaþayan bir adam veya yalnýzlýðýný ödünlemek için sosyal paylaþým sitesi kuran genç bir adam üzerine. Hepsi ruhsal labirentlerin, karanlýk köþelerini keþfetmeye çalýþan veya buralarda tutsak kalmýþ bireylerin hikayeleri oldu. Sözü tekrar kendisine verirsek: “bir sinema salonundaki insanlarýn ne hissettiklerinden her zaman sorumluyumdur, onlarýn kendilerini huzursuz hissetmelerini isterim”. Frenlenemez bir içgüdünün uzantýsý olan, tüketen insan onun baþ karakteri oldu. Onun doyumsuzluðuna karþý duran, onun iktidarýný kýrmaya yönelen, iç dünyasýný keþfetmesine mecbur kýlan hikayeler anlattý. Fincher’i bu derinlik içersinde överken, onu bu dönem insanýna özgü ikircikli duruþdan kendisini de kurtaramamýþ olduðunu görüyoruz. Bir taraftan tüketimi eleþtirir, ama onun nimetlerinden de uzak kalmaz. Bir gün Lewi’s veya Pepsi reklamý çeker, ertesi gün de Dövüþ Kulübü’nün setine gider. Seksen sonrasý kurulan ideoloji fakiri kapitalist sisteminin yarattýðý, para karþýlýðý her þey yapýlýr fakat ‘yaptýðýmýzýn farkýndayýz’ bireysel duruþ. Kubrick karanlýkta, kendi kendisi ile kaldýðýnda akýl hocalýðý yaparken, Spielberg onun sistemle barýþýk abisi olur.

Sinemaya giriþi, doksanlý yýllarda çýkýþ yapan bir çok Amerikalý yönetmenin deneyim fabrikasý olan, MTV ritminde müzik klipleri ile olur. Ýlk klip teklifini George Lucas’ýn rüya atölyesi Light and Magic özel efekt stüdyosunda Ýndiana Jones ve Star Wars filmleri için çalýþýrken alýr. Rick Springfeld için çektiði klip sonrasý müzik dünyasýndan, Sting, Rollýng Stones, Michael Jackson baþta olmak üzere bir çok ünlü isim ile çalýþýr. En beðenilen klipleri Madonna için yaptýðý ‘Vogue’ ve ‘Express Yourself’ ile Rolling Stones için yaptýðý ‘Love is Strange’ olur.

Ýlk uzun metrajý ise 1993 yýlýnda, James Cameron’un yarattýðý, sinema tarihinin en prestijli serilerinden Alien’ýn üçüncü filmi ile gerçekleþir. Teklif geldiðinde proje büyük bir kaos içindedir, yönetmenin birisi gelip diðeri gitmiþtir ve ortada kesin bir senaryo yoktur. Yaratýðýn serüvenine dünyada mý yoksa bir gezegende mi, devam edeceði konusu bile kesinlik kazanmamýþtýr . 27 yaþýnda aniden 60 milyon bütçeli, yüzlerce kiþiden oluþan bir ekibin baþýna geçer. Elinden geleni yapar, hikayeyi evrende bir hapishaneye taþýr. Bir þekilde uzayda, bir parça yeryüzü yaratýr, Sigourney Weaver ile özdeþleþmiþ, androjen ruhlu Teðmen Ellen Ripley finalde yaratýktan hamile kalýr. Sinemada yaratacaðý karmaþýk ruhlu kahramanlara Ripley ile baþlamasý hoþ bir tesadüftür. Androjenik bir kadýn kahramanýn, gelecek nesil yaratýklarýn soyunun sürmesi için seçilmiþ olmasý paradoksun ta kendisidir. Ripley gerçekle yüzleþtiðinde bir yol ayrýmýndadýr ya doðuracaktýr veya embriyoyu kendisi ile yok edecektir. Çok sevdiði klostrofobik atmosferlerin ilkini uzaydaki hapishanenin dar ve uzun koridorlarýnda yaratýr.Bir hapishane dolusu radikal hýristiyaný, loþ ve dar koridorlarda yaratýðýn avýna dönüþtürür. Yaratýðýn kaçan insanlarý koridorlar boyu kovalamasý veya finalde cehennem ateþini andýran alevlerin içine Ripley’in sürpriz atlayýþý bile filmi kurtaramaz. Çok beðenilmez, yeterli adrenalinden ve içerikten yoksun olduðu düþünülür ve Alien serisinin en zayýf halkasý olur.

Birçok sinemaseverin kabul ettiði gibi, özgün sinematografisi ‘Seven-Yedi’ ile baþlar. Sinema tarihinin en çarpýcý seri katil öykülerinden olan Yedi, baþtan sona süren klostrofobik ve tedirgin atmosferi ile seyirciyi sarsar. Ýncil’de yer alan yedi büyük günaha göre, seri cinayetlerini iþleyen katil, çürüme ve yozlaþmaya karþý verdiði mücadelesinde Tanrý’yý taklit eder. Sürekli yaðmur yaðan ve adý belirtilmeyen kent filmin karanlýk atmosferini kucaklarken, suç ve günahý barýndýran, çürüyen ruhlarýn merkezine dönüþtürür. Cinayetleri aydýnlatma ile görevlendirilen emeklilik eþiðindeki detektif Somerset (Morgan Freeman) ve çaylak Mills (Brad Pitt) arasýndaki yaþlý/genç detektif iliþkisi bazen baba/oðul veya usta/çýrak ekseninde seyreder. Sakin ve akýlcý Somerset, atak ve heyecanlý Mills’i kontrol etmekte zorlanýrken, cinayetlere nasýl akýlcý yaklaþabileceðini de öðretir. Gerçekte Sommerset’de toplumun içinde çýrpýndýðý yozlaþmadan yakýnmaktadýr. Katil her daim detektiflerin önünde gider, geride býraktýðý ipuçlarý ise verdiði mesajlarýn duyurusu gibidir. Her bir cinayeti zekice planlanmýþ, kurbanlar özenle seçilmiþtir. Fincher modern yaþamýn çürümüþlüðü ve umutsuzluðu ile yüzleþtirdiði detektifleri, öyküsünde kahramandan çok kurban olarak þekillendirir. Katilin neden öldürdüðünü bilmelerine karþýn bir sonraki hamlesi karþýsýnda çaresizdirler. Katilin kendi ayaðýyla gelip teslim olmasýndan sonra hiç kimse de bir rahatlama olmaz. Daha yediye bir ceset vardýr ve olacak mýdýr ? Bu durumda sonraki adým nasýl gerçekleþecektir gerçekleþmiþ ise ne zaman öðreneceðiz? Her Fincher filminin kahramanlarý gibi detektiflerde ellerinde olmayan nedenlerden dolayý bir durumun içine itilmiþlerdir. Çýrpýnýþlarý her seferinde toplumun bireyselleþmesinin ördüðü duvara toslar. Filmin baþarýsýnda Fincher kadar görüntü yönetmeni Dariýus Khondji’nin baþarýsý da büyüktür. Filmi siyah beyaz anlayýþý içinde çeker ve karanlýk ile öyküyü iç içe geçirir. Görüntülerin grenli ve karanlýk gözükmesi için negatifler üzerinde yeni bir teknik uygular.

The Game-Oyun bir sonraki projesi olur. Bir kez daha karanlýk bir öyküyü paranoyak iþaretler ile donatýr. Filmde zengin finansçý Nicholas Von Norton’u (Michael Douglas) kardeþi Conrad’ýn (Sean Penn)’in hazýrladýðý 48.yaþ günü sürprizi ile sürüklendiði karanlýk macerayý anlatýr. Sürprizler ve çaresizlikler içinde, yaþadýðý refah yaþantýnýn tek düzeliðini ve konforunu yitiren Norton sonuçta kendisini sadistçe kullanan bir oyunun parçasý olduðunu anlar. Tüketim toplumunda bireyin terslikler karþýsýnda nasýl periþan olabileceðinin detaylý bir tanýmlamasýný yapar. Erkek iktidarýnýn kýrýlganlýðýný, güç gösterisinin ne kadar yapay koþullara baðlý olduðunu gösterir Fincher. Bunu yaparken de sýnýrlarýn nasýl kolay manipüle edilip, kapitalist sistemin insaný istediði zaman en tepeye veya en dibe atabileceðinin de mesajýný verir. Ýlginç olan seyircinin de oyunun bir parçasý olmasý olur, finale dek kimse her þeyin kurgulanmýþ bir oyun olduðunun farkýna varmaz.

Tüketim toplumunun insanlarý tüketmeden bir þeyler yapýlmasý gerektiðini Dövüþ Kulübü ile duyurur. Bu kez kurbanlarý parçalanmýþ bir kimliðin parçalarý olan Tyler Durden ve ismini bilmediðimiz anlatýcýdýr. Anlatýcý tüketim toplumunun bedensel bir sureti olarak karþýmýza çýkar ve alt benliði olan Tyler Durden’ýn yaþamýný anlatýr bizlere. Bastýrýlmýþ erkekliðin patlamasý ile tüketim köleliðinden kurtuluþun mümkün olduðunu anlatýr. Ruhun temizlenmesinin ise ancak anarþi üzerinden geçerek, son durakta tüm sistemi çökertme ile son bulacaðýný iddia eder. Ýddia etmez bunu kendi çapýnda da gerçekleþtirir. Durden’ýn hayali bir suret, bir alt benlik olduðunu anlamamýz final bölümüne kadar sürer. Fincher final sürprizini ustaca gizler bir kez daha. Kendi kendini yumruklayan bir adam kýsa sürede tüm ülkeye yayýlan dövüþ kulüplerini kurar. Modern çaðýn tüketim, stres, yalnýzlýk ile hýrpaladýðý ruhlarý, geceleri yaþadýðý tatmini ertesi gün þiþ bir göz, kýrýk bir burun ile iþ yerlerine götürür. Mutluluk için dövüþ kulübünde ortaya çýkarsýn ve dövüþürsün, sonuçta yaþadýðýn boþalma attýðýn ve yediðin yumruklarýn bilançosudur. Brad Pitt’in canlandýrdýðý karizmatik alt benlik ve ezik anlatýcý Edward Norton arasýnda yaþanan baþlangýç mutluluðu, þiddet arttýkça yerini tedirginliðe terk eder. Alt benlik tüm bedeni ele geçirmek üzeredir. Bu kez insan doðasýnýn güvenilmezliði ortaya çýkar, þiddet de tüketim kadar doyumsuzluk ve baðýmlýlýk yaratýr. Yarattýðý karanlýk atmosfer bir kez daha öyküsünün en önemli parçasý olur.

“Panik Odasý-Panic Room” son iki filminin çizgisinden oldukça uzakta, tipik bir orta akým seyirlik olur. Sanki bir dinlenme, arayý doldurma filmidir. Milyoner kocasýndan ayrýldýktan sonra Manhattan’da büyük bir evde 11 yaþýndaki kýzý Sarah(Kristen Stewart) ile yaþayan Mag (Jodie Foster) gecenin bir yarýsý evine giren üç adamdan kaçabilecekleri tek yer vardýr, süper donanýmlý ve pahalý panik odasý. Felaket anlarý için inþa edilmiþ süper güvenli, çelikten bir odadýr burasý. Darius Khondji görsellikte yine farklý iþler yapar, seyirciyi hareketli kamerasý ile evin içine sokar, katlar ve odalar arasýnda sürekli gezdirir, bazen hava boþluðundan veya atýk su borusundan içeri göz atan röntgenciye dönüþtürür.

“Zodiac” bir seri katilin araþtýrýlmasýný anlatýr. Mesele klasik anlamda seri katilin yakalanýp herkesin tatmin edilmesi deðildir. Bir katilin araþtýrýlmasýnýn hangi akýlcý yöntemler ve ipuçlarý üzerinden yürütüldüðü, “puzzle” ýn tamamlanmasý için nasýl bir tutkulu bir takipçilik gerektiðinin, farklý yer yer belgeselci tavrýnda bir sinema dili ile anlatýr. Kendisine Zodiac lakabýný takmýþ olan seri katilin yetmiþli, yýllarýn baþýnda farklý þehirlerde iþlediði, kurbanlarýn genelde kadýnlarýn olduðu gerçek öyküden yola çýkar Fincher. Polise gönderdiði kodlar yüklü mektuplar tüm teþkilatýn açýklayamadýðý ip uçlarý olur. Ýki meraklý gazetecinin gayretleri de bir noktada takýlýr, kalýr. Film seyircinin çok hoþuna gitmez, fakat farklýlýklarý ile Fincher’in sinematografisinin en ayrýksý ürünlerinden olur.

Fincher’in popülaritesini en fazla “Benjamin Button’ýn Tuhaf Yaþamý-The Curiose Case of Benjamin Button” perçinler. F.Scott Fitzgerald’ýn bir öyküsünden yola çýkarak Eric Roth gibi deneyimli bir orta akým senaristin kalemine teslim olan Fincher, tam anlamýyla büyük kitleleri etkileyen 13 Oscar adaylýðý alan bir film kotarýr. Hayatý tersinden, gençleþerek yaþayan bir adamýn öyküsünde Brad Pitt, bu kez Fincher ile geçmiþte yaptýðý iþlerde olduðu gibi marjinal, karanlýk bir karakter deðildir; yaþadýkça gençleþen, güzelleþen bir adamýn duygularýný ve felsefesini yer yer yürek buran bir dille seyirciye iletir. “Hayatý ne yönde yaþadýðýn deðil, nasýl yaþadýðýn önemlidir” mesajýný verir. Uzun yýllara yayýlan aþk öyküsü, Cate Blanchette gibi mükemmel bir oyuncunun varlýðý ile öykünün en güçlü yönünü oluþturur. Fincher’i sadakatle izleyen kitle, öncekilerden daha güçlü daha muhalif darbeler beklerken, bu orta akýma meyleden dönüþünden hayal kýrýklýðý içinde kalýr.

Nihayet 2010’da gelen “Sosyal Að-Social Network” onun eleþtirisel bakýþýnýn tamamen dumur olmadýðýnýn müjdesini verir. Facebook’un kurucusu Mark Zuckenberg’in yaþamýndan yola çýkarak iletiþimsizlik, yalnýzlýk gibi modern yaþamýn kronik hastalýklarýna dokunurken, trajik bir kahraman ile tanýþtýrýr seyirciyi. Normal yaþamýnda otizm sýnýrlarýnda dolaþan genç bir adamýn, dünyaya bilgi sayar yolu ile meydan okumasý, internet dünyasýnýn birçok meraklýsýna ayna tutar. Karanlýk ve sivri sinema dilini böylesine gerçek bir öykü içinde kullanýrken yarattýðý metaforlar ile birçok yan baðlantýya atlar. Altýn Küre’yi kazandýktan sonra, 2011 Oscar ödülleri için en iyi yönetmen dalýnda pozisyonunu güçlendiren yer alan David Fincher, kazansa da, kazanmasa da bir sonraki filminde ne yapacaðý merak konusu.



Emin Yeðinboy

31.01.2011


Son Güncelleme Tarihi: 03 Þubat 2011 15:40

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.