Sistemli saldırıların anlamı ne?..

17 Aralık 2010 22:12 / 2051 kez okundu!

 


Roni Margulies’e bir kere daha saldırıldı. Bu defa yanında Sur Belediye Başkanı bir Kürt, biri hak savunucusu, diğeri Batı Trakya eski milletvekili olan iki Yunanistan’lı da vardı. Bu beşinci saldırı oldu. Saldırıdan sonra, Roni’ye dönük 5 ölüm tehdidi geldi. 2’si Necip Fazıl Kısakürek üzerine yazdığı yazılardan dolayı. Üçü ise belirsiz. En azından ben yorumlamak istemiyorum.

Roni’ye saldırıldığı gün, saldırının yapıldığı saatlerde Roni’nin genç yoldaşları polis şiddetine karşı İstanbul’da yürüyüş yapıyorlardı. 2 gün önce de Ankara ve İzmir’de yapmışlardı. Aralık'ın 25'inde de Ankara'da miting yapacaklar.

Roni’ye saldıranlar bunu bir kampanya konusu haline getirdiler. Bazen ellerinde “Roni-Coni” gibi pankartlar taşıyorlar ve aynı saldırgan öğrenci çevresi Antikapitalist Öğrencilerin “Anadil içeri, polis dışarı” afişlerini iki değişik üniversitede yırttılar. Saldırganlar 'Antikapitalist Öğrenci Hareketi'nin afişlerini yırtarken afişlerin içeriğini ya anlamadılar, ya da karşıydılar.

Roni’ye 5 kere saldıranlar her saldırdıkları ortamda elden geldiğince korundular. Zarar görmemeleri için çalışıldı ama onlar yaptıklarından çok gururlular.

Örneğin, Çanakkale saldırısından sonra yanlarına kattıkları başka ulusalcı kişilerle birlikte saldırının 'demokratik bir hak' olduğunu, onlara karşı çıkan ve saldırıya uğrayanların ise 'provokatör' olduğunu iddia ettiler. İnsanın nefesini kesen bir düşünce bu. Saldıran 'demokratik hakkını' kullanıyor, saldırılan haksız. Vay canına! Nasıl bir mantık?

Çanakkale’de İHD toplantısına yapılan saldırının “ırkçı” olarak nitelendirilmesini bazı solcular ağır buluyor. Gerçekten de “ırkçılık” ağır bir itham ama her eylemin de bir tanımı var.

“Anadilde eğitim içeri, polis dışarı” afişini yırtmanın anlamı ne olabilir?..

“Roni – Coni” pankartı taşımanın ne anlamı olabilir?

Roni’nin yanı sıra bir Kürt, bir Yunanlı ve bir Batı Trakyalı Türk’ün konuşmacı olduğu bir insan hakları toplantısına, İnsan Hakları Günü'nde saldırmanın ne anlamı olabilir?

Hrant’ı kimse unutmasın. Önce Ermeni Konferansı’na yumurtalarla saldırıldı. Sonra Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ın duruşmalarında yazarlara ve dayanışmacı topluluğa saldırıldı. Orhan Pamuk Roni’ye yazılı ve fiili saldırı yapan çevrelerce ağır bir biçimde eleştirildi. Kimi zaman romanları, kimi zaman Ermeni katliamı ile ilgili söyledikleri eleştirildi. Ve sonunda oluşan bu iklim içinde birisi çıktı ve Hrant’ı öldürdü.

Bir insana 5 kere saldırır, ağıza alınmayacak sözlerle saldırır, demediğinizi bırakmazsanız, oluşan bu iklimde önce '5 ölüm tehdidi' gelir sonra da birileri Hrant’a yapılanı tekrarlamak ister.

Hrant için sayısız gösteri oldu. 15 kere duruşmasına gidildi. 24 Nisan’da Ermenilerden özür dilendi, Taksim meydanında oturuldu. Roni bunların hepsinde yer aldı.

Ya ona saldıranlar? Ben Hrant’ın mahkemelerinde o çevrelerden 2-3 kişi dışında kimseyi görmedim. (O, 2-3 kişiyi de daima ayırdettim.)

Roni’ye saldıranlar 24 Nisan’da da yoktu. Onlar herhalde o sırada bir kümesten yumurta topluyorlardı.

Ermenilerden özür dileyenler, Roni ve en geniş anlamda bütün dostları sayısız tehdit aldı. İnternette haklarında söylenmedik laf bırakılmadı. Peki Roni’ye saldırınlar? Onlar soykırım konusunda ne düşünür?

Bir de tabii, Kürt sorunu konusunda. Roni ve yoldaşları Kürt Özgürlük Hareketini “koşulsuz destekler.” Roni daima, her olayda, her gelişmede Kürtlerden yana tutum alır. Bu konuda yazdığı belki yüz yazı var, belki yüz konuşması var. Kürt sorunu üzerine yazdıkları hakkında açılmış pek çok dava var. Davadan davaya koşturup duruyor.

Peki Roni’ye saldıranlar? Onlar Kürtler konusunda ne düşünür? Onlar ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmaz. Onlar ezilen ulusun ayrılma hakkını savunmaz. Onlar Kürdistan’a Kürdistan diyemez. Onlar “anadilde eğitim hakkı” afişini sökerler, daima Kürt ulusunun yanında yer alanlara saldırırlar.

Roni’yi eleştiren ulusalcı sosyalistler Roni’nin 'AKP’li olmasının yanı sıra 'Fethullahçı' olduğunu bile söylediler. Onlar bu eleştirileri yaparken Roni Necip Fazıl’ı eleştiriyor ve tehditler, hedef göstermeler içeren yaygın bir medya saldırısına da uğruyordu.

AKP’li ve Fethullahçı suçlamasıyla, Roni’nin Necip Fazıl eleştirileri Roni’ye dönük ulusalcı sosyalist saldırının politik durumunu gösteriyor. Ulusalcı sosyalistler fiili saldırılarını “renkli demokratik eylem” diye şirinleştirmeye çalışırken aslında oluşturulan puslu havaya katkıda bulunuyorlar.

Gerçekte, ulusalcı sosyalistlerin asıl sorunu toplumdan yalıtlanmış olmaları. Bütün büyük laflarına rağmen ulusalcı sosyalizm güç kaybediyor. Toplumun bütününde zaten hiçbir itibarları yok. Onlar artık sosyalist çevreler içinde de güç kaybediyorlar.

Bu nedenle Roni’nin de içinde olduğu 'Yetmez ama, Evet' kampanyasına düşmanlar. Bu düşmanlıkları komik boyutlara da ulaşıyor. Polis öğrencilere hunharca saldırıyor, onlar dönüp 'Yetmez ama, Evet' kampanyasına saldırıyorlar. Trafik kazası yaşasalar bunu da 'Yetmez ama, Evet' kampanyasından bilecekler.

Neden? Çünkü referandum öncesi 4 ulusalcı sosyalist grubun miting ve gösterileri, 'Yetmez ama, Evet' mitinglerinin yanında küçük, hem de çok küçüktü.

'Yetmez ama, Evet' kampanyası büyük işçi ve emekçi kitleleri, sosyalistlerin çoğunluğunu harekete geçirdi. Onlar diğer nedenlerin dışında, bu nedenle de Roni’den ve arkadaşlarından nefret ediyorlar.

Roni ve arkadaşlarını AKP’nin yanına düşmekle suçlarken kendilerinin CHP ve MHP’nin yanına düştüklerini, CHP ve MHP ile birlikte 12 Eylül Anayasası’nın azıcık da olsa değişmesine karşı çıktıklarını ve böylelikle de AKP'yi güçlendirdiklerini saklıyorlar. Kendilerine taban olarak referandumda hayır diyen yüzde 42’yi görüyorlar ve sonra çıkıp emekten, emekçiden bahsediyorlar.

Bilmiyorlar mı, o yüzde 42’nin sınıfsal özelliğini. İçinde 1-2 milyon en zenginin olduğunu ve TÜSİAD’ın da kendileri gibi 'hayır' dediğini. Bilmiyorlar mı, o yüzde 42 içinde Cumhuriyet Mitingleri’ne katılarak “ordu göreve” diye slogan atan insanlar olduğunu. Roni’ye saldıranlar bu mitinglere ya katıldılar ya da bu mitingleri akladılar. Sonra da darbelere ve darbecilere karşı yürüyüş yapanları suçladılar, küçümsediler. Ergenekon’u küçümsediler. Ele geçirilen torbalar dolusu darbe belgesini küçümsediler.

Roni ve arkadaşları ise; defalarca sokağa çıkıp darbelere karşı yürüdü. Özgürlük sloganı arttı. “İlker Başbuğ kapa çeneni”, “ordu kışlaya” dedi. Ya Roni’ye saldıranlar? Onlar bir kere dahi sokakta darbelere karşı çıkmadılar. Çıktıkları televizyon programlarında 'biz de darbeye karşıyız' dediler ama tek bir kere sokağa çıkmadılar.

Bütün bunlardan sonra Roni’ye saldıranların ırkçı, ulusalcı oldukları bence çok açık. Eğer, ırkçılık eleştirisi bazılarına ağır geliyorsa, lütfen yukarıda yazdıklarımı bir daha düşünsünler, bir de hiç değilse Ahmet Türk’e saldıran faşiste “ama o emekçi” diyerek sahip çıkanları, bunu söyleyenlerle birlikte cephe kurmaya çalışanları, Roni’nin örgütüne “karşı devrimci” diyenleri,

“anadilde eğitim” afişini sökenleri, bir tek kere bile Hrant’ın mahkemelerine gelmeyenleri, Ermenilerden özür dilemekten itina ile kaçanları de iki üç cümle eleştirseler.

Roni, polis korumasını “yıkmaya çalıştığım devletten koruma istemem” diyerek reddetti. Roni’nin arkadaşları Roni’yi savunacaklar. Ama bizim korumamız karşı şiddeti içermeyecek. Şiddete, uygulanması çok kolay olan karşı karşı şiddetle cevap verilmeyecek. Aksi takdirde darbe gözleyenlere yardımcı olunur, tuzağa düşülür.

Ama eğer bir gün Roni’ye geri dönülmesi mümkün olmayan bir saldırı gerçekleşirse, bu olaya ilişkin rolleri ne olursa olsun, ulusalcı sosyalistlerin önder kadroları sorumlu olacaklar...


Doğan Tarkan

17.12.2010




Son Güncelleme Tarihi: 20 Aralık 2010 10:35

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
20 Aralık 2010 23:41

bern

Sayın Tarkan yüreğinize sağlık... içim umut doldu.

19 Aralık 2010 23:40

Bekir ersin

Dünyanın en gelişkin 17. ülkesinde yaşayan(200den fazla ülke var), ordusu birçok ülke topraklarında bizzat görev(!) halinde olan, sermayesi dünyanın dört bir yanında yatırımlar yapan bir ülkenin ferdi olarak anti emperyalizm öncelikle kendi sermayesinin karşısında yer almaktır. Burası Darfur değil ki. Dünyanın en dibinde yaşamıyoruz. Kaldı ki asla sosyalistler(marksist olanları) ulusalcı(millyetçi) olamazlar. Marx daha 1848de işçi sınıfının vatanı yoktur der.(komunistlerin de) Ulusalcılık elbette bir fikirdir. Ama neden saygı duyulmalıdır anlamak mümkün değildir. Ulusalcılık işçi sınıfını, tüm ezilenleri bölerken, ezilenleri kendisini ezenlerle uzlaşmaya teşvik eder.
Bu ülkede binlerce faili mechul var. Öldürülen öğretmenler, hemşireler kirli savaşın kurbanıdırlar. Ki aynı kirli savaş çok sayıda çetenin varlığını da meşrulaştırmış ve Hrant'ın öldürülmesini de kapsayacak çok sayıda cinayetin sebebi de olmuştur. Bu cinayetler birbirinin karşıtı değil aksine ulusalcı zihniyetin sonucu olarak ortaya çıkan kirli savaşın, nefret ortamının neticeleridir.
Evet bu ülkede yargı yıllardır yavaş işliyor. Çok sayıda dava bu ve benzeri sebeplerle zaman aşımına uğruyor. Biz de istiyoruz ki davalar çok daha hızlı görülsün. Kimse haksız yere hapis yatmasın. Ergenekon, Balyoz, Hrant'ın, Şerzan Kurt'un öldürülmesi gibi davalarda bir an önce sonuçlandırılarak suçluların gerekli cezaları almaları sağlansın.Secilmis belediye baskanlarının da aralarında yer aldığı 2000'e yakın BDP'li 1 yılı aşkın zamandır hapiste dava edilmeyi bekliyorlar. Bu ülkede hiç darbe olmamış gibi darbe zanlılarını gönül rahatlığıyla savunan sizler, kendi hakları için mücadele eden Kürtler için niye aynı şeyleri söyleyemiyorsunuz?
Evetin grev hakkını kısıtlamasının mümkün olamayacağını bal gibi siz de biliyorsunuz. Çünkü uluslarası sözleşmeler her zaman daha üstte yer alırlar. Bu durumu değiştiren bir hüküm geçmemiştir. Batıda yetmez ama evet diyenler bu ülkede gerçekten demokrasiyi savunanlardır. Yetmezlerinden birisi bu anayasa değişikliğinin Kürtlere hiç bir şey katmaması, bir diğeri de grev hakkı ve örgütlenme özgürlüğü getirmemesidir. Yaşanılan her türlü kötülüğü yetmez ama evetçilere mal etmek tuhaf bir söylemdir. Bu ülkede anayasa değişikliğinden önce polis göstericilere sanki hiç saldırmamış gibi, adaletsizlik, vb. hiç yaşamamış gibi... Ancak referandumdan sonra tabii ki çok önemli bir gelişme yaşandı. Devlet alenen Kürt hareketinin önderliği ile barışı konuşmaya başladı. Bu ülkenin son 30 yılına damgasını vuran savaşın sona ermesi için yeni bir umudun ortaya çıkmasının önü açılmıştır, seçimlere kadar ateşkes uzatılmıştır.
Yine bu referandumun neticesinde vesayetçi rejimin yıkılması yolunda adımlar atılmıştır. HSYK seçimlerinde Adalet bakanlığının listesinin kazanmış olması dahi bu durumu değiştirmez. Zira öncekinden çok daha demokratik bir ortamda yapılmış bir seçimle yeni HSYK seçilebilmiştir.
Sosyalistlerin derdi Ne AKP ile ne de diğer partilerledir. Sistemledir. Sosyalistler özgürlükleri, demokrasiyi savunurlar. Ulusalcılık ne özgürlük getirir, ne de demokrasi. Bu ülkedeki bütün milletlerin, dinlerin mensuplarının haklarının savunulması, varlıklarının tanınması işçi sınıfını bölmez, birleştirir. Türk bir ezilenin dostu Türk patronu değil, Kürt, Ermeni, yahudi, Yunan, ABD'li, Alman, Fransız vs. işçisidir. Ulusalcılık ise bu dostlugun düşmanıdır. Ulusalcılar elbette devrimci olabilirler, ama ancak burjuva demokratik devrimcisi. Ha bir de karşı devrimci.

18 Aralık 2010 03:06

FRee_MeDia

Sayın Tarkan, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi Genel Başkanı olarak Anayasaya evet kampanyasıyla emekçilerin grev hakkının örtülü olarak elinden alınmasına yardımcı oldunuz. Çok iyi biliyorsunuz ki 54. maddenin 1. fıkrası dururken memurlar genel grev yapamayacaklar. Bu nasıl devrimcilik? Bu nasıl Sosyalizm ? Anayasa değişikliği grev yasaklarını kaldırmamış, genel grev ve siyasi grev hakkı getirmemiş, tersine memurlar için mutlak grev yasağı getirmiştir. AKP’nin Anayasanın sendikal haklarla ilgili maddelerinde yaptığı değişiklikler, yetersiz olmanın ötesinde ILO sözleşmelerinin ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin ve uluslararası çalışma hukukunun ihlali anlamına gelmektedir. Anayasaya evet diyerek dilinizden düşürmediğiniz insan haklarını da kısıtlanmasına neden oldunuz.
Sayın Tarkan, bölünmenin sonu yoktur. Ülkeleri etnik kökenlerine göre bölebilirsiniz, dini inaçlarına göre bölebilirsiniz, insanların renklerine göre bölebilirsiniz. Bir dönem olduğu gibi doğu-batı diye de bölebilirsiniz. Yüzlerce parçaya, yüzlerce kere bölebilirsiniz. Kürtleri de kendi içinde bölebilirsiniz, zazalar-kurmançiler v.s. Ama kime hizmet ettiğinizi bilmeniz gerekir. Elbette herkes kendi dilinde eğitim görebilmelidir. Ama ulusal bütünlük için tek bir dil ve tek bir bayrak geçerli olmak zorundadır. Ulusal bütünlük olmazsa, emperyalist sermayenin sömürüsü olursunuz. İkiye üçe bölünmüş bir Türkiye hayalinin temel amacı budur.
Roni Margulies’e gelince…ulusalcılık da bir fikirdir. Eğer fikirlerine saygı duyulmasını istiyorsa, fikirlere saygı duymayı öğrenmelidir. Doğu’ya Güneydoğu’ya görev yapmak üzere giden bir öğretmenin, bir hemşirenin öldürülmesi de en az bir Hrant Dink cinayeti kadar haksızlıktır, vahşettir ve ırkçılıktır. Bunları da görüp yazması gerekir. Roni Margulies’in hüküm bile giymeden, 3 yıldır hapiste çürütülen bir yazarın uğradığı haksızlığı da yazması gerekir. Yoksa kalemi “kiralık” damgasını yer, insanların nefretini toplar. Hatta ve hatta örgütüne de "karşı devrimci" sıfatının yakıştırılmasına neden olur...

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.