Dindar gençlik yetiştirmek - Murat Belge

04 Şubat 2012 08:34  

 

Dindar gençlik yetiştirmek - Murat Belge

Başbakan konuşmayı seviyor. “Bu beni ilgilendirmez” dediği bir konu da yok, görünüşe bakılırsa. Olabilir. Şimdiye kadar, söylenmesi gerekli ve doğru, pek çok söz söyledi. Ancak, son seçimlere yaklaşırken herkesin dikkatini çeken bir üslûp farklılaşmasına girdi. Bu devam ediyor ve bundan böyle devam edeceği izlenimini veriyor.

Şu birkaç gün içinde, “vahim sözler söyleme” zincirinin en vahim örneğini verdi: dün değindiğim “salı atışmaları” çerçevesinde Kılıçdaroğlu’nun kuru sıkı suçlamasına cevap yetiştirirken, “dindar kuşaklar” yetiştirmeye kararlı olduklarını söyledi. Bu bir polemik içinde dozu kaçmış bir söz müdür, yoksa “ağzından kaçmış” söz müdür, yorumlamasına girişemeyeceğim. Ama her hâlükârda son derece vahim bir sözdür.

Öyle gençlik ya da böyle gençlik yetiştirmek hükümetlerin işi değildir. Daha doğrusu, demokratik dünyada herhangi bir hükümet kendine böyle bir hedef koyamaz, koymaz da zaten. “Laiklik” konusuna hiç girmeyeyim, onun herhangi bir yorumuna uymaz böyle bir “hedef”; ama bu konu Türkiye’de zaten her yana çekilip içeriksizleştirildiği için onu bir kenara (şimdilik) bırakıp doğrudan doğruya demokrasi kavramından güdeyim.

Bir başbakan, hükümeti, partisi vb. “dindar” olabilir elbette. Dindarlığıyla tanınan bir hükümet, halktan aldığı onayla, ülkeyi yönetebilir. Ama şöyle ya da böyle “bir gençlik yetiştireceğiz” dendiği zaman iş değişir. Hangi ülke olursa olsun, “totaliter” zihniyet bu cümleyle başlar.

Dindar olarak yetişmek isteyen gençler olabilir, mutlaka vardır, varolmalarının bir sakıncası da yoktur. Böyle gençlere yardımcı olmak, istedikleri gibi olmalarının önünde engeller varsa onları kaldırmak, bir hükümetin kendine görev bileceği hedeflerdir. Ama aynı ülkede, toplumda, dindar olarak yetişmek istemeyen gençler de olabilir, mutlaka vardır, onların varolmalarının da hiçbir sakıncası yoktur. Hükümet “hükümet”se, onlara da yardımcı olmakla, onların da istedikleri gibi yetişmelerinin önünde engeller varsa bu engelleri kaldırmakla yükümlüdür. Ama Başbakan bu sözüyle, anlattığım durumda kesin bir taraf olduğunu, birine yol açmaya çalışırken öbürünün yolunu tıkayacağını ve mümkünse onları da o beğendiği yola sevketmeye çalışacağını beyan etmiş oluyor.

Bunun demokrasi ile bağdaştırılır bir yanı yoktur. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, “toplum mühendisliği”nden çektiğimiz kadar hiçbir şeyden çekmedik. Bu ülkede bunun tezahür etme biçimi Atatürkçülük oldu. Askerî, sivil her Allah’ın günü “Atatürk yolundan bir santim sapılmasına izin verilmeyecektir” mealinde nutuklar attılar. Yaşadığımız bütün o korkunç darbeler de sonunda bu gerekçeye dayandırıldı.

Başka ülkelerde başka türlü tanımlanmış hedeflerin örneklerini gördük. İtalya’da Mussolini’yi anlamış, Almanya’da Hitler’i benimsemiş, İspanya’da Franco’ya bağlı genç kuşaklar (ve başka yerlerde yığınla benzeri) yetiştirilecekti.

Ama Sovyetler Birliği’nde, Çin’de, dünyanın o cephesinde de komünizmi içselleştirmiş, Marx’ı, Lenin’i ezberlemiş, “diyalektik materyalizm” ilkeleri çerçevesinde gençlik yetiştirme hedefleri vardı.

Biri Komünizm, öteki Atatürkçülük, o öyle, bu böyle, bunlar ayrıntı. “Dindar kuşaklar yetiştireceğiz” cümlesini söylediğiniz anda bütün bu akımlarla aynı zemine basıyorsunuz, aynı yöntemleri, aynı değerleri benimsiyorsunuz.

Kimse kendinden başkasının kim olacağına, nasıl biri olacağına karar veremez. Kimse, tarih boyunca kurulmuş, başta “devlet”, çeşitli yapıları, insanları şu yöne, bu yöne yönlendirmek, öyle değil de böyle düşündürmek üzere kullanamaz. Kimse, herhangi bir ideolojiye göre adam yetiştirmeye kalkışamaz.

Bunları yapmaya niyetlenenin demokratik dünyada işi yoktur.

1981’de YÖK çıkıp “Atatürk ilkeleri çerçevesinde bilim...” türü yaveler savurduğunda o üniversiteden istifa etmiştim. Ezkaza başka türlü bir rejim kurulup “Eğitim Marksist ilkeler doğrultusunda...” falan dese, gene istifa ederdim.

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0