Çok eşlilik yalanları - Cihan Aktaş

31 Mayıs 2011 16:24  

 

Çok eşlilik yalanları - Cihan Aktaş

Çok evlilik döne döne tartışmaya açılıyor ülkemizde. Bu da bir sorunun, çözülmeye gerek duyulmadığı için çatallanan bir sorunun varlığını ortaya koyuyor. Gelgelelim ortaya koyma biçimi de bazen hem büyütüyor sorunu, hem de bir çıkmaza sürüklüyor.

Bu konuyu Wisdom Net’in davetiyle bir dizi konferans için bulunduğum ABD’de, Canaan Valley Konferans Merkezi’nde de dile getirdim önceki gün. Peygamberimiz (s.a.) damadı Ali’nin kızı üzerine evlenmesine hiç sıcak bakmamıştı. Çok evliliğe kapılarımızı açalım demek kolay da adalet nasıl sağlanacak? Kanunen erkeğe tanınan hakkın kadınları mağdur etmesinin önüne nasıl geçilecek, ayeti kerimelerde öne sürülen adalet şartını gözetmek hiç kolay olmayacakken.

İslami hayat tarzını benimsediğim ilk yıllarda bazı cemaatlerde nefsiyle cihat adına kocası için ikinci eş arayan kadınlar görür, bu kadınları hayretle izlerdim. Müslüman kişinin nefsiyle cihatı yüceltilirken bu ikinci eş iştiyakı bana çelişkili görünürdü. Ne aşk olurdu ortada çünkü, ne himaye edilmek istenen Ümmü Seleme misali yaşını başını almış dul bir kadın.

Öte taraftan mevcut durumun da kabule şayan olmadığı açık, bu nedenle de döne döne aynı konuyu konuşmaya mecbur kalıyoruz. Toplumumuz en az doksan yıldır öykünmeci bir toplumsal tasarım adına bir yalanla yaşamaya alışmış. Resmi aile söylemlerini dinlerken sanırsınız ulusal aile modeli vatan sathında etkin, geçerli. Pratikte ise imam nikahı üç şekilde mevcut: Resmi nikahı dinen meşrulaştırmak adına, kadın varlığını nüfustan saydırmayan, meta veya mülk olarak algılayan bir telakkinin dayatmasıyla ve nihayet özellikle büyük şehirlerin görece güçlü bekar kadınları tarafından tercih edilerek...

İranlı yönetmen Tehmine Milani “Yarısı Saklı” filminde evli hocasına aşık olan üniversite öğrencisi solcu genç kızın iç çatışmaları yoluyla “kuma” olgusunu tartıştı. Başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edemeyeceğini bilen kadınlar ve erkekler için değil, ikinci evlilik. Söz konusu olan elbet bitme noktasına gelmemiş evliliklerdir. İdealist kadın ve erkekler aşklarını kalplerine gömerken, kimi erkekler adalet şartını gözetmeye hiç de gerek görmeden bir harem kurma mantığıyla çok eşli bir hayat sürdürmeye devam ederler. Kimi tuzu kuru kadınlar ise zalimleşerek sözde gerçekçilik dahası “takva” adına çok eşliliğin erkeğin hakkı olduğunu söylerler. Yeni gelenekselci düşünürlerimiz benzeri bir hükmü bir antimodernist eylem olarak önerirler başörtüsü mağduru genç kızlara: Madem bir eylemde bulunmak istiyorsunuz, hiç durmayın, ikinci eş olun.

Ne ilk eşin rızası ne de adalete dönük bir hassasiyet arandığında İslami ve antimodernist eylem, kişiyi basitleştiren, bayağılaştıran bir tuzağa dönüşmez mi?

Mütedeyyin kadınlarımız çevrelerinde varsıllaşmaya bağlı olarak sökün eden hedonist talepleri kışkırtacak yerde, aynı kesimlerde genç nüfus arasında yükselen evlilik yaşı üzerine kafa yorsalar, toplumun hayrına bir konunun çözümüne katkıda bulunmuş olurlardı.

Ne yazık ki idealist insanların değerlerine uygun olarak biçimlenmiyor toplum. Çok eşliliğin ilk mağduru olan kadın hukuken de kör bir sahada kaderine terk ediliyor. Büyük bir yalanı paylaşmaya zorlanıyor aileler. Üstelik ihanete uğrayan kadının mazlumiyeti ve acısının sebebi sadece eşi değil, bir de “öteki” kadın. Simone de Beavuoire’nin Konuk Kız’da anlattığı gibi, kuma, radikal ötekiliğin yıkıcı yüzüdür.

Vicdan noktasından bakıldığında sanırsınız her bilinç ötekinin ölümünü izlemeye güç yetiremez. Kimisi aşkı öne sürer, kimisi himaye ihtiyacını. Niye erkekle kadın birbirinin velisi olacak yerde, metalaştırmaya çalışıyor? Hem neden sadece kadın oluyor, mutsuzluğu pahasına bir evliliği sürdürmesi beklenen taraf? Erkek yeniden aşık olma hakkını kendinde bulurken neden Müslüman kadının üzerine gelen ya da gelmesi muhtemel bir kumayla ilgili tasalarla yaşamaya mahkum olması imani bir sınav sorusu olarak dayatılıyor.

Erkeğin ikinci eş talebine müsamaha bekleyen açıklamalardan önce konuşmamız gereken bir diğer önemli sorun, “ya benimsin ya da kara toprağın” mantığıyla eski eşleri tarafından öldürülen kadınlara biçilen yazgı olmalı.

Bunlara karşılık çok eşliliğin kanunen tanınması bana mantıksız gelmiyor, yalana dayalı ilişkilerin tahribatı daha ağır göründüğü için. Yasaklama yoluna gitmek sorunu çözmek anlamına gelmiyor çünkü. Sadece mağduriyetlere ve insanların haksızca suçlanmasına neden oluyor. Kaldı ki bir yandan zina suç olmaktan çıkarılırken çok eşliliğin yasaklanmasında da bir tutarsızlık var. Bu tutarsız yaklaşım sadece Cumhuriyet’in Osmanlı karşısındaki meşruiyet söyleminin bir parçası olarak dolaşımda... Oysa Osmanlı döneminde bu denli çok eşliliğe açık değildi toplumumuz, bunu Cem Behar’la Alain Duben’in ‘İstanbul Haneleri’ isimli çalışmasındaki veriler de doğruluyor... Belli sınırlamalar ve şartlarla kanunen düzenlendiği takdirde, oran olarak düşmesi beklenebilir çok eşliliğin. Ne de olsa aslında çok eşli kişilerin önemli bir kısmının ikinci eşin varlığına biçtiği anlam açık yüreklilikle yaşanamayacak denli gizli kapaklı, gelecek ufkundan yoksun bir “ilişkinin” resmini sunuyor.

aktascihan@gmail.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0