Çevresinin daniskası - Arif Ali Cangı

23 Eylül 2008 10:08  

 

Çevresinin daniskası - Arif Ali Cangı

***



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı “derelerine sahip çıkan” Karadenizliler kızdırdı, “ben çevrecinin daniskasıyım” dedi. Erdoğan, konuşmasında, çevrecileri sadece boş vakitlerini değerlendiren insanlar olmakla eleştirmiş ve şunları söylemişti: “Ta belediye başkanlığından beri çevrecilik konusunda neler yaptığımı özellikle İstanbul’da yaşayanlar çok iyi bilir. Ben fidan da dikmedim, ağaç diktim. İstanbul susuzdu. Istrancalardan su getirdik. O çevreciler o zaman da karşı çıktı. Ağaçları söküyorlar dediler. İnsanoğluna su getiriyoruz kardeşim. Bir şeyler sökülecek tabii. Dağları deldik, tüneller yaptık. 800 bin fidan diktik ama Istranca’ya. Bu adamlar yapılanı görmüyor.”



Başbakan bu konuda ilk kez konuşmuyor; Daha önce de “çevrecilerle mücadelemizi vereceğiz” demişti. O zaman da “dünyada korunması gereken 200 ekolojik bölgeden biri olan Fırtına Deresi üzerine kurulmaya kalkışılan hidroelektrik santralının Danıştay kararı ile durdurulmasına”na öfkelenmişti.



Başbakanın başı yaşam savunucusu Karadenizliler ile hep dertte. Karadenizliler de bundan vazgeçmek niyetinde değiller. Geçtiğimiz Temmuz ayında Hopa Festivali’ne gittiğim zaman onları tanıdım. “Derelerin Kardeşliği” adı altında bir araya gelmişler ve özgür akması için derelerinin nöbetini tutuyorlar. Başbakana benim önerim öfkelenmeyi bıraksın, çünkü bir şey değişmeyecek, maazallah sağlığına bir şey olacak.



BAŞBAKANIN ÇEVRE ANLAYIŞI



Başbakan, sözleriyle çevre anlayışını, neye değer verdiğini de gösteriyor. Yok edilen ormanın yerine dikilecek ağaçlarla, ormanın geri geleceğini düşünüyor. Oysa orman, ağaçları ve içinde yaşayan tüm canlıları ile doğal ekosistemin bir parçasıdır. Ağaç dikerek orman ekosistemini oluşturamazsınız. Başbakan Erdoğan’ın çevre algısında, orman sadece ağaç, hatta odundan ibaret. Kesersin, yenisini dikersin olur biter. Yani çevre sorunlarını bütünlükçü olarak görmeyen, samimiyeti olmayan bir yaklaşımdır.



Doğal ve kültürel değerlerin korunması, sağlıklı çevrede yaşama hakkını korunması, bir bütün olarak insanla birlikte tüm canlıların yaşamının korunmasını kapsamalıdır. Bu da basitçe “çevrecilik” olarak tanımlanamaz. O yüzden biz kendimizi çevreci olarak değil YAŞAM SAVUNUCUSU olarak tanımlıyoruz. Yaşam savunuculuğunun “çevrecilik” olarak tanımlanması, yapılan işin, korunan değerlerin küçümsenmesi anlamına gelmektedir.



Başbakanın yaptığı de budur. “Çevrecinin daniskasıyım” sözüne de gündem oluşturmak ve gerçek çevre gündemini saptırmaya yönelik bir söz olarak görmeli. “Çevrecinin Daniskası” tartışması yapılırken, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın Nükleer Santral Kurulmasına ilişkin çalışmaları tüm yoğunluğu ile devam etti ve bu konu kamuoyunda hiç tartışılamadı.



KİRLETEN KALKINMA



Bugün çevre hakkının korunması alanında iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. 'Kirleten öder' yaklaşımını benimsendiği sürdürülebilir kalkınma anlayışı, diğeri de kirletmenin önlenmesini hedefleyen yaşamın sürdürülebilirliğini sağlamaya yönelik anlayış.



AKP’nin anlayışı; “kirlenirse temizlenir, bozulursa düzeltilir” yaklaşımıdır. Artık kirletmenin, bozmanın, yok etmenin kılıfı halini almış Sürdürülebilir Kalkınma anlayışıdır. Bu yaklaşımda, yaşamın sürdürülebilirliği değil ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği önceliklidir. Kirletenler kirliliği temizlemek için de teknolojiler üretmekte, kirletirken de temizledikleri savıyla da kar elde etmektedirler. Kirletmenin önlenememesi halinde, yaratılan teknolojilerle de yaşamın sürdürülebilmesi olanaksız hale gelecektir. O yüzden sürdürülebilir kalkınmayı değil, yaşamın sürdürülebilirliğini esas almak zorundayız.



AKP'NİN KARNESİ



AKP Hükümeti’nin çevrenin korunması konusundaki yaklaşımını görebilmek için hükümet üyelerinin değişik zamanlarda yaptıkları açıklamalara da bakmakta yarar vardır;



» Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Manisa İdare Mahkemesi’nin Develi Köyü’nde yapılması planlanan katı atık depolama tesisine ilişkin verdiği iptal kararına kızmış ve “…orası yasak, burası yasak, o zaman götürelim şehrin göbeğine dökelim. Eğer yürütmenin yerine kendisini koyacaksa buyursun 'şuraya dökün' diye teklifte bulunsun…” demişti.



» Siyanür liçi yöntemiyle altın madeni işletmesine karşı yürütülen barışçıl eylemler Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ı kızdırmış; “…arada 50 kişiyi soyuyorlar, pijamaların altını giydiriyorlar, üstü yok. Yallah dışarı.…” demişti. Maliye Bakanı Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) uygulamasına da yüklenmiş, “Ha düz duvara tırman ha ÇED raporu al” diyerek, madencilere “bana gelin bir gün Çevre Bakanı’na gidip konuşalım. Bu sorunu birlikte çözelim” çağrısında bulunmuştu.



» Uşak-Kışladağ Altın Madenin açılışını yapan AKP Hükümeti’nin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler “Türkiye'nin altın merkezi olmasını istemeyen bazı çapulcu kesimler var, onlara pabuç bırakmayacağız” demişti. Danıştay 6.Dairesi Temmuz/2007’de Kışladağ Altın Madeni için yürütmeyi durdurma kararı vermesinden sonra defalarca sormamıza karşın, Enerji Bakanı “çapulcu kim?" sorusuna bir türlü yanıt vermedi. 'Kışladağ Altın Madeni Danıştayın kararına rağmen Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kanunsuz emriyle yeniden açıldı.



AB’ye uyum sürecinin zorlamasıyla çevre alanında bir takım yasal düzenlemeler yapılmışsa da bu konuda da AKP Hükümetinin samimi olmadığı, göz boyamadan öteye geçemediği ortadadır. İki örnek vermemiz gerekirse; “Çevreyi kirletme suçu”nun Ceza Yasası’na girmesi ve Çevre Yasası değişikliği.



Çevreyi Kirletme eylemleri Türk Ceza Yasası’nda suç kabul edilmiştir. Uyum adı altında kabul edilmesinden iki yıl sonra yürürlüğe girmişti. Bu kez Çevre Yasası değişikliği ile ceza yasasının düzenlemeleri etkisiz hale getirilmişti. Şu anda Savcılıklarda ve Mahkemelerde çevreyi kirlemekten açılan soruşturma ve davanın azlığı hükümetin samimiyetsiz yaklaşımından kaynaklanmaktadır.



Son olarak Çevre ve Orman Bakanı’nın su pazarlaması, AKP’nin neyi önemsediğinin açık bir göstergesi. TÜSİAD’ın düzenlemiş olduğu 'Sürdürülebilir Su Yönetimi Konferansı'na katılan Veysel Eroğlu, "25 milyar dolar hidroelektrik santral, 20 milyar dolar sulama yatırımları ve 5 milyar dolar da içme suyundaki yatırımlar olmak üzere, 50 milyar dolarlık bir yatırım pastası var. Özel sektörün devreye girmesi isabetli olur" dedi. Bu toplantı ne için düzenlendi, bakan neden bunları söyledi? Mart 2009’da İstanbul’da koskoca bir Su Pazarı kuruluyor; Dünya Su Konseyi İstanbul’da toplanıyor. Bütün hazırlıklar buna. Karşı çıkmazsak suları da satacaklar babalar gibi. Başbakan ve Hükümetinin karnesi bu. Bu karneyle çevrenin değil, olsa olsa çevresini korumanın ve kollamanın daniskası olunur.



Arif Ali Cangı'nın Sesonline.net'teki köşesinden alınmıştır.

22.09.2008

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0