2009 da, AB konusunda "kayıp yıl" olmamalı!

25 Ocak 2009 21:40 / 2157 kez okundu!

 

Türker Alkan, Radikal gazetesinde yazılarını zevkle okuduğum bir hocam. Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç bir televizyon programında Avrupa Birliği’ne girmemize karşı olduğunu ve aynı zamanda da Doğu Bloğu dağıldıktan sonra işlevsiz kalan NATO’dan da çıkılması gereğini söyleyince, Alkan hoca da birkaç gün bu konuyu işledi. “Türkiye AB’ye girmesin,” demenin nasıl bir Atatürkçülük olduğunu da sorguladı. Alkan, AB’ni her şeye rağmen savunan bir bilim insanı hiçbir zaman olmadığı gibi bazen Hoca’nın AB’ne fazla yüklendiğini bile düşünmüşümdür. 

Türkiye 2009 yılına AB açısından önemli bir başlangıçla girdi. Hem Egemen Bağış’ı başmüzakereci olarak atadı hem de başmüzakereciliği bakanlık düzeyine getirdi. 1999 Helsinki zirvesinde adaylık statüsünü aldıktan sonra demokrasi, ekonomi ve AB’ye mevzuat uyumu alanlarında önemli adımlar atan Türkiye, son birkaç yıldır hız kestiği AB konusuna yeniden ivme veriyor. Dünyadaki ve Avrupa’daki gelişmelere bakarsak Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından önemli bir zaman kaybı söz konusu. Fakat 2009 kayıp yıl olmamalı.

Somut hedefler ve takvimi belli politikalar

2009 yılı Avrupa için de önemli. Ekonomik kriz ve enerji konularının yanı sıra Avrupa Parlamentosu seçimleri de Haziran’da. Diğer taraftan, Hırvatistan’ın üyelik sürecine ağırlık verileceği ve AB ile Makedonya arası ilişkilerinin kuvvetlendirilmesine yönelik çabaların artırılacağı biliniyor. Yani Hırvatistan’dan sonra Makedonya da tam üyelik sırasına giriyor. Ayrıca, Doğu Ortaklığı adı altında yeni bir projeyi hayata geçirmeyi planlayan Çek Dönem Başkanlığı, Avrupa’nın doğusunda ve Güney Kafkasya’da bulunan ülkelerle ilişkilerini derinleştirmek niyetinde. Türkiye tüm bu süreçlere seyirci kalmamalı. Böyle yapmayacağı sinyallerini de veren Türkiye’nin halen somut hedefleri ve takvimi belli politikaları ortada yok.

Avrupalılaşma süreci Türkiye’nin birçok politikasını etkilemiş, yaşamımızın hemen hemen her alanında değişimi getirmektedir. Sadece birçoğunu, Avrupalılaşma sürecinin etkisi olduğunu bilmeden yaşamaktayız. Getirilen değişimlerden en önemlisi de sert güç meselelerinin yumuşak güç ekseninde değerlendirilmesidir. Örneğin, Kürt sorunu siyasileşmiş, kamuoyunda ve siyasi aktörler arasında ciddi şekilde tartışılmakta ve kültürel haklarla ilgili çeşitli açılımlar yaşanmaktadır. Çevre ülkelerle ilişkilerde de çok taraflı, işbirliği ve kazan-kazan ilkesine dayalı bir yaklaşım benimsenmiştir. Ortadoğu bölgesinde bölgesel istikrar, diyalog ve uzlaşı alanı yaratma konusunda Türkiye’nin politikası AB ile kesişmektedir. Ortadoğu’nun ihtiyacı olan demokrasi ve adil politikalar doğrultusunda Türkiye’nin bölgeye yönelik politika ve eylemleriyle AB’nin bölge için geliştirmeye çalıştığı strateji de kuvvetlenmektedir.

Ticaret, yatırım ve teknoloji gibi alanlarda AB ile bütünleşme içinde olan Türkiye Avrupa’nın küresel gücü için önemli bir artı değerdir. Türkiye Avrupa’nın altıncı büyük ekonomisi ve Avrupa’nın enerji tedariki çeşitliliğinin güvencesi olan birçok petrol ve doğal gaz taşıma hattının kavşağında Türkiye var. Batı Avrupa ülkelerinde Türk kökenli milyonlarca AB vatandaşı yaşamakta ve siyasetten sanata kadar her alanda etkinlikleri her gün artıyor. Sorun kültürel farklılıkta kilitleniyor… Bu konu hem Avrupa’da hem Türkiye’de gündemin önemli maddesi. Türkiye’de bir kısım AB’ne tam üye olunursa, Türk İslam kültürünün yok olacağını, bir kısım da ulusal kimliğin erozyona uğrayacağını ve ulusal yapının tehlikede olduğunu söylüyor. Azınlık hakları ve yerel yönetimlere verilecek yetkiler nedeniyle dini ve etnik grupların gün ışığına çıkması Türkiye’de bir çok kesimin korkulu rüyası. Ayrıca Avrupa’da ötekileştirmenin artması ve giderek çoğulculuğu kaldıramayan bir toplum imajı çizmesi Türkiye’deki Avrupa karşıtlığını körüklüyor. Belgelerdeki Avrupalılık ile kafalardaki Avrupalılığın örtüşmediğini gösteriyor. Avrupa Türk ve İslam kültürünü ötekileştirdikçe, Türkiye’de de ulusal ve kültürel argümanlar öne çıkıyor.

Burada iki soru gündeme geliyor. Birincisi, Türkiye gerçekten bu kadar değişik mi? İkincisi ise Avrupa’nın değerleri gerçekten ortak mı? Ortak bir Avrupa kültürü, buna dayanan ortak bir kimliği var mı? Avrupa Değerler Araştırması her on yılda bir 33 ülkede yapılıyor. Bu ülkeler içinde Türkiye’de var. Araştırmanın en son yapılan 2000 yılı bulgularına bakılırsa, Avrupa ülkeleri arasındaki farkın ne denli büyük olduğunu görürüz. Özellikle kuzey ve güney Avrupa ülkeleri arasındaki fark şaşırtıcı. Kişisel özgürlük ve tolerans gibi kavramlar kuzeye ait kavramlar, güney ülkelerinde çok düşük. Türkiye ile ilgili bulguların ise Akdeniz kültürüne sahip diğer AB ülkeleri ile çok yakın olduğu görülmektedir.

Aynı araştırmanın sonuçları Avrupa kimliğinin de sanıldığı gibi kuvvetli olmadığını ve Avrupa’da halen ulusal kimliklerin önemli olduğunu göstermektedir. İnsanlar Avrupa vatandaşlığını fonksiyonel faydacı bir kavram olarak algılamaktadır. Araştırmanın bulguları bize Avrupa kültürünün homojen olmadığını gösteriyor. Buna rağmen ortak tarih ve kültüre dayanan bir Avrupa kimliği inşa edilmeye çalışılıyor. Türkiye’nin bu inşa sürecinin dışında kalması Avrupa’nın ötekisi olmaya devam etmesi anlamına geliyor. Bunun da Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği yol olduğunu kimse iddia edemez.

Canan Balkır

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.