EGE ÜNİVERSİTESİ'NDE NELER OLUYOR?

01 Aralık 2010 00:07 / 9559 kez okundu!

 


Anımsayalım... Amerika Birleşik Devletleri'nde herşey, bir gün bir siyah tenli kadının, bindiği otobüste ön sıraya oturmak için ısrar etmesiyle başlamıştı. O ana kadar beyaz Amerikalıların önemli bir kısmına doğal görünen durum ("Zenciler arka sıralara oturmak zorundadır"), bu yürekli kadının direnmesiyle aniden acıklı bir ırkçılık görüntüsünü aldı. Birçok Amerikalı yıllar sonra, bu denli insanlık dışı bir uygulamaya nasıl isyan etmediklerine çok şaşırdılar.

Şimdi Ege Üniversitesi'nde bir genç kız, ön sırada oturmak istiyor.... Yani herkes için sınav vakti!


EGE ÜNİVERSİTESİ'NDE NELER OLUYOR?

Son haftalarda başörtü yasağı konusunda atılan büyük adımlara rağmen Ege Üniversitesi'ndeki öğretim görevlileri ve idari yöneticiler hala direnmekte devam ediyorlar. Yasağı ortadan kaldırmama gerekçeleri ise ellerine bu anlamda bir yazı ulaşmadığı yönünde. Yüksek Öğretim Kurumu çatısı altındaki diğer üniversitelerde yasağın kalkması ve başörtlü öğrencilerin diğer tüm öğrenciler gibi rahat bir şekilde derse girmesine rağmen bu anlamsız direnme duygusu açıklanamayacak kadar ciddi soru işaretleri barındırıyor.

Yasağın içinde bulunmaya devam eden idari birimler ve öğretim görevlilerinin ortaya koyduğu bilinç yasaktan çok yasakçı bir anlayışa sahip olduklarının göstergesidir. Ege Üniversitesi Rektörü, dekanları ve birçok öğretim görevlisi Yüksek Öğretim Kurulu Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın açıklamalarını önemsememekle beraber üniversiteyi kendi alanlarıymış gibi görerek istedikleri gibi borularını öttürmekte ısrar ediyorlar. Üniversiteler dünyada özgürlüğün, demokrasinin ve bilimin doğup büyüdüğü yer olarak bilinirken, bizim ülkemizde "Ben ne düşünüyorsam herkes onu düşünmeli" despotluğuyla hareket eden bir anlayışla özgür düşünce, özgür inanç ve özgür söylemler yok edilmeye çalışılıyor. Hatta bu konuda ileri giden bazı öğretim görevlileri derslerde başörtülü öğrencilere aşağılayıcı sözler söyleyerek onları sınıf arkadaşlarının yanında rencide ediyorlar. Zaten derse girerken başörtüsünü çıkarmak zorunda kalan öğrenci, kendi benliğini dışarda bırakmanın verdiği ruh haliyle derse girmesi psikolojik olarak ona yeterince rahatsızlık verirken, diğer yandan dersin öğretim görevlisinin bulunduğu mevkiden utanmadan kullandığı sözler başörtülü öğrencinin daha fazla kendi içine gömülmesine yol açıyor. Başörtülü öğrenci, sınıfta rencide edildiği için söylemek istediklerini her zaman sınıf içerisinde yüksek sesle söyleyememeye başlıyor. Bu duruma sebep olan öğretim görevlileri olayı daha da ileri götürerek "işte türban takanlar böyle yobaz oluyorlar bu yüzden türban takanlar gerici, konuşmasını bilmeyen köylülerdir" demeye başlıyorlar. Bu durumda insanın aklına şu soru geliyor; Kendisini ilerici, demokratik, Atatürkçü, modern,çağdaş gören bu insanların başörtülü öğrenciler üzerinde uyguladıkları psikolojik baskının hangi kısmı çağdaşlığa modernliğe demokratikliğe uyuyor?

Ege Üniversitesi bu zamana kadar başörtüsü konusunda hiçbir sorun yaşamadığı için övünen bir üniversite. Sorun yaşamamalarının sebebi öğrenciler üzerindeki despotluklarını çok güzel uygulamış olmaları. Bu antidemokratik uygulamaya dur demek isteyen bir öğrenci olduğu zaman ise durumu kendi içlerinde çözmeye çalışıyorlar. Olayın üniversite dışına sızmaması için ellerinden geleni yapan idare, gerektiğinde öğrenciye tehditkar sözler söyleyerek durumu örtbas edebiliyorlar.Bunun en açık örneğini geçtiğimiz haftalarda diğer arkadaşlarım gibi eğitim ve öğretim hakkımı kendi öz kimliğimle yapmak istediğim için mücadele vermek isteyen ben bizzat yaşadım. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Vekil Dekan olan Prof. Dr. Konca Yumlu verdiğim mücadelenin basına sızmasından dolayı bu hareketlere devam edersem eğer öğrencilik hayatımı bitireceğini açık bir şekilde söyleyerek tehdit etmiştir. Prof., Doç., Dr. gibi unvanları üniversitelerde ilimsel ve bilimsel araşatırmalar yapmaları için isimlerinin başına alan bu kişiler bilimden ve ilimden başka herşeyle uğraşıp, özgürlükler ortamı olması gereken üniversitelerde hala nasıl barınabildikleri merak uyandırıcı! Zaten bu olaylar olurken yeterince psikolojik bunalıma giren bir öğrenci bu tehditlerle de karşılaşınca öğretim hayatının riske girmesini göze alamayıp susmak zorunda kalıyor. Bu zorla susturmalar ise artık canımıza tak etmiş durumda!!

Yusuf Ziya Özcan'ın basında yer alan açıklamaları ile Türkiye'deki birçok üniversitede başörtü sorunu çözülmüş durumda. En azından sınıftan öğrencilerin çıkartılmaması konusunda anlaşma birliğine varıldı. Ama Ege Üniversitesindeki öğretim görevlileri "Yusuf Ziya Özcan'nın nasıl başa geldiğini de biliyoruz o yüzden bir sözle hareket edecek değiliz" diyerek üniversitenin YÖK bünyesinde olduğunu hiçe sayarak hareket etmeye devam ediyorlar. Dersten bir öğrenciyi çıkarmanın cezası Anayasanın 112. maddesine göre "eğitim ve öğretimin engellenmesi" olarak bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bunun başörtülü öğrenciler tarafından öğretim görevlilerine bildirilmesine rağmen başörtülü öğrenciler sınıf arkadaşlarının içinde hakarete uğrayarak dersten çıkarılmaya devam ediliyor. 13.10.2010 tarihinde Doç.Dr. Lale Kabadayı tarafından dersten çıkartılan ben, bu duruma en iyi örneği oluşturmaktayım. O hafta içersinde Kabadayı'nın dersi dışındaki derslere "öz kimliğimle" girebilmeme rağmen Kabadayı'nın fakülteyi ayağa kaldırmasından sonra hiçbir derse giremedim. Bu "özgür düşünce,özgür inanç" kavramlarından nasibini alamamış kişilerin tavırlarına rağmen bir sonraki hafta aynı derse tekrar başörtümle girdim. Tüm sınıf arkadaşlarımın şahit olduğu nahoş bir durumla karşılaştım. Feminist olduğunu her fırsatta dile getiren, ön yargılarınızı yıkın diyerek bizlere yeni kapılar açma yolunda sözler söyleyen ve hayatta istekleriniz için mücadele verin haksızlıklara karşı çıkın sözünü 3 yıl boyunca kendisinden bizzat işittiğim kişi şimdi karşımda sırf inancımın emrettiği şekilde en doğal hakkım olan eğitim hakkımdan yararlanmak istediğim için bana bağırıyordu. Bir öğretim görevlisinin bu şekilde tüm sınıf önünde bağırmasının ne kadar "üzücü" olduğunu bir kenara bırakıp sırf özgürlük mücadelemi vermek istediğim için "terbiyesiz" sözüne maruz kalmam ayrıca kendisini kınadığım bir durumdur. Sadece bana değil beni korumak isteyen iki arkadaşımada aynı hakareti etmiştir. Eğer başörtümle girmek istemem "terbiyesizlikse" bu dünyadaki en büyük terbiyesiz olma şerefine nail olduğum için mutluyum! Dersten beni ve beni korumak isteyen arkadaşlarımı çıkartamayınca dersi iptal eden Lale Kabadayı, ders iptal etme hakkının olmadığını hatırlatmama rağmen alaycı bir tavırla "Öyle mi? Ders iptal edilmiştir!" dedi. Benim derse başörtülü girmem O'na göre kanunların çiğnenmesiymiş. Anayasada bu konuda bir kanun olmadığını söylemem, yapılan açıklamaları dile getirmem, sırf dersten öğrenci çıkartıldığı için İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü tarafından öğretim görevlisi hakkında soruşturma başlatıldığını söylemem bir aykırılık değil benim derse başörtülü girmem aykırıydı! Söylenen sözler, yapılan hareketler ve tavırlar Ege Üniversitesinde "keyfilikten" başka bir anlam içermemektedir. İnsani kimliklerini dahi geri plana atarak sınıf içersinde yapılan hakareti bölüm başkanının odasına gidip yalanlayan kişiler tarafından bunları duymak ve bu zamana kadar onlara ayrı bir saygı beslediğimi hatırlamam bana daha çok acı veren bir durumdur. Sadece bununla da kalmayıp "sınıfta bizi mit izliyor ya seni derse aldığımın fotoğrafını çekip yayarlarsa" gibi komik düşünceleri barındırıp bunu dile getiren bir öğretim görevlisinin olması hayretler içinde kalmama yetiyor.

Üniversite rektörlüğünce fakültelere yapılan açıklama ise başörtülü öğrencilerin asla derse girmeyeceği yönünde. Bazı öğretim görevlileri bu yasağın anlamsız olduğunu düşünüp başörtülü öğrencileri kendi insiyatifleriyle derse almış olmalarına rağmen dekanlık tarafından şiddetle uyarılıyorlar. Bu sebeple kendi kariyerlerini ve benliklerini daha önde gören öğretim görevlileri geri adım atarak başörtülü öğrencileri derse almıyorlar. Hatta bazı öğretim görevlilerinden duyduğum söz beni dehşete düşüren ayrı bir durumdur. Beni odasına çekip bizzat "Seni derse almak isterim ama Lale'nin gazabından korkuyorum" diyen öğretim görevlileri sistem içerisinde kendi benliklerini çoktan unutup haksızlıklara bu kadar gözlerinin kapalı olmasını asla anlayamadım anlayamam da...! Kendileriyle aynı konumdaki bir öğretim görevlisinden böyle çekinmekde ayrı bir soru işaretini zihinlere kazımıyor değil. Öğretim görevlilerinin tavırları dışında Rektörlüğün tavrı daha tüyler ürpertici..! Hukuku kendilerine göre hareket ettiren Ege Üniversitesi Rektörlüğü Başörtüsünden ziyade şapka ile dahi derse alınmayacaklar diyerek yazılı olmayan açıklamalarla fakültelere sözlü uyarılar yapıyorlar. Derslere başörtülü girebileceğimize dair yazılı bir açıklama gelmeden bizleri derse almayacaklarını söyleyen öğretim görevlileri şapka ile ilgili yazılı bir açıklama olmamasına rağmen nasıl bu yasağı uygulayabiliyorlar merak uyandırıcı!!! Hukuki olarak şapkanın hiçbir yasağı olmadığını söylememe sadece sözle kalmayıp yazılı belgelerle durumu açıklamama rağmen, Ege Üniversitesi Hukuk Müşavirlerinin yaptıkları açıklama hayretler uyandırıcı: "Bana kalsa ben zaten seni içeriye almam" sözüyle cümlesine başlayıp devamında: "Hukuki olarak şapka yasağı yok ama şapkayla girebileceğine dair kanunen bir şey de yok" diyen avukatlar barınıyor Ege Üniversitesinde... Bu açıklamanın bir hukukçu tarafından yapılması Ege Üniversitesinin nasıl bir komediye dahil olduğunun en açık örneğidir! Yasalarda bu konuda hiçbir şey yazmıyorsa zaten yasak olmadığı içindir. Eğer her ayrıntı yasalarda yazsaydı ciltler dolusu Anayasa kitabı olurdu! Bunu bir hukukçu olmadan bizler idrak edebiliyorken Hukuk Fakültesi mezunu birisinin (ve bu kişi avukatım diye ortalarda dolaşıyor!) bu savunmayı yapması içinde bulunduğum duruma ağlamaktan çok güldürmüştür . Zaten hukuki bir yasak olmadığı için yazılı olarak şapka yasağını fakültelere resmi bir yazıyla gönderememeleri de bundan kaynaklanmaktadır. Hukuku dahi kendilerine çeviren bir üniversiteden bilim adına birşeyler yapılmasını beklemek ne beyhüde bir inançtır!

Bu tavırla karşılaştığım için bir avukat tanıdığıma Ege Üniversitesi Rektörlüğüne gitmesi için rica ettim. Rektörün Ankara'da olması nedeniyle Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Atilla Silkü ile görüşen avukatım Rektörün söylediği sözü bana aktarması şaşırmama neden olmuştur. Rekör Yardımcısı Atilla Silkü "Bizim okulumuz özgürlükler okuludur o yüzden böyle bir şey asla söz konusu olamaz. Eğer başörtülü bir öğrencimiz dersten çıkartılıyorsa dersten çıkartan öğretim görevlisi hakkında hemen soruşturma başlatırız" diyerek bu sözler yeniden başörtülü girmek için adım atmama neden oldu. Ama bu sözlerin "çift taraflı oynamaktan" başka bir şey ifade etmediğini anlamam çok uzun sürmedi! Ertesi hafta bu sözlere rağmen derslere alınmayınca Bölüm sekreteri Nevzat Süzen aracılığıyla Atilla Silkü'yü arayıp kendisine sözlerini hatırlatmış olmama rağmen "ben böyle bir şey asla söylemem böyle meseleler yüzünden beni rahatsız etmeyin" diyerek başörtüsü için mücadele veren bir öğrencinin meselesini dahi "önemli" görmeyen bir zihniyetle karşı karşıya kaldığımı anladım. Ege Üniversitesi bu ayıbını nasıl örtecek merak ediyorum!!!

Bazı kişiler "Başı açık öğrencilerin baskı altına alınmaması için başörtülülerin girmesi yasaklanmalı" diyerek sadece kendilerini düşünen bir bakış açısıyla olaya yaklaşıyorlar. Ama biz başörtülülerin ne kadar rencide edildiğini, ne kadar hayattan soyutlandığını ve düşünülenin aksine ne kadar baskı altına alındığını görmezden geliyorlar. Bizde bu ülkede yaşıyoruz. Benim başörtüsü takmayan arkadaşlarımdan hiçbir farkım yok. Buna rağmen psikolojik durumum hiçe sayılarak keyfi hareketlere kurban gidiyor. İnsanların kendi düşüncelerini bencilce dayattığı ortamlar istemiyorum. Özellikle üniversiteler bu bencilliğin yuvası olmamalı. Bu toplumu tek tipleştirmekten vazgeçin artık. Bırakın herkes nasılsa öyle olsun. Tüm insanların aynı şeyleri giyinip aynı şeyleri sevdiği aynı şeyleri düşündüğü aynı ırka mensup olduğu bir toplum yaşanılası bir toplum olamaz!

Ve Ege Üniversitesi bu zihniyette birçok öğretim görevlisini bünyesinde barındırıyor. Başörtüsünü siyasi simge olarak gören bu yüzden üniversitede barınmaması gerektiğine inanan öğretim görevlileri derslerde "Benim yedi ceddim CHP'li" diyerek siyasi konuşmalar yapabiliyorlar. Bu sözleri sarfedip inançları gereği başörtüsü takan öğrencilere karşı nasıl "siyasi simge olarak başörtüsünü takıyorsun" demeye yüzleri oluyor merak uyandırıcı!

Sizlerle bunları paylaşıyorum çünkü görün, bilin, öğrenin çevrenizde neler oluyor. Kapalı kapılar ardında neler yaşanıyor. Özgürlükleri için uğraşan kişiler nelere maruz kalıyor, hangi insanlık dışı hareketler yüzünden yıllarca emek verdikleri şeylerden dahi bir anda vazgeçebiliyorlar. Bu ülke çok yaşadı bunları. Ne baskılar, ne eziyetler gördüler. Ve bu durumlara sessiz kalan sizler bu insanlık dışı sisteme hizmet ediyorsunuz. Sessiz kalmak, yaşananlara hiçbir şey söylememek, not kaygısıyla, okulu bitirememek korkusuyla, başıma ne gelir telaşıyla, koltuğumu büyültemem paranoyasıyla yanı başındaki arkadaşına dahi destek olamayan sizler bu sistemin büyümesine hizmet ediyorsunuz. Artık uyanın bugün bizler bunu yaşıyorsak yarın sizler başka bir mücadeleyi vermek zorunda kalabilirsiniz. İşte o zaman yanınızda birilerini hissetmek istersiniz. O zaman farkına varmayın "mağdur" kelimesinin anlamının. Biz birlik olabilseydik, herkesin özgürlüğünü savunabilseydik, gerçek anlamda demokrasinin varlığını anlayabilseydik Ege Üniversitesini hipdrom gibi kullanan zihniyetler şuan olmazdı. O yüzden eğer bu yazıyı okuyorsanız gözlerinizi açma zamanı gelmiş demektir!


TÜLİN TEZEL


Son Güncelleme Tarihi: 10 Aralık 2010 10:46

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
03 Aralık 2010 19:51

nuhungemisi

Ekşi Sözlük'te İzmir Algısı

"ege üniversitesi edebiyat fakültesi psikoloji bölümü’nden prof. dr. nuri bilgin ile gediz üniversitesi’nden pınar uğurlar’ın hazırladığı “izmir ve izmirlilere ilişkin algı ve temsiller” konulu araştırmanın bir bölümünün konusu.

bu ayki izmir life dergisi nuri bilgin ile bir röportaj yayınlanmış, araştırmayı buraya koymanın imkanı yok ama haber aşağıda:

"izmirlilere ilişkin algıyı biraz da biz pekiştiriyoruz

izmirli olmak, diğer kentlerde olmayan, çok daha güçlü bir kimlik. peki, bu kimliğin pekiştirilmesine biz de katkı sağlamıyor muyuz? biz de izmirliliği yeniden ve yeniden üretmiyor muyuz? prof. dr. nuri bilgin’e göre bu karşılık bir durum; yani etki ve tepki...

ege üniversitesi edebiyat fakültesi psikoloji bölümü’nden prof. dr. nuri bilgin ile gediz üniversitesi’nden pınar uğurlar’ın hazırladığı “izmir ve izmirlilere ilişkin algı ve temsiller” konulu araştırma, izmirlinin tipik özelliklerini ortaya koymakla birlikte, karşılıklı bir etki-tepki durumunu da anlatıyor. çünkü izmirlilere ilişkin algı ve temsiller, dış bir gerçekliği saptamadan ziyade, aktif bir “anlam inşa etme sürecinin” de ürünleri. yani izmirli algısını biraz da biz inşa ediyoruz. nuri bilgin, şöyle anlatıyor: “yaşadığımız kent fiziksel bir mekan olduğu kadar psiko-sosyal bir mekan aynı zamanda. bu anlamda da sosyal olarak inşa edilmiş bir mekan. kent ve kente ilişkin algı da inşa edilmiş bir süreci barındırıyor. yani yaşadığımız yerler psiko-sosyal, sembolik ve kültürel anlamlarla yüklü. bu husus, sosyal objelerin sahip olduğu anlam katmanlanmasının, bir başka deyişle düz anlam ve yan anlam ayrımının, mekân konusunda da geçerli olduğunu gösteriyor. belirli bir mekân parçası, sözlük anlamının işaret ettiği yapısal-işlevsel anlamın dışında, daima, az ya da çok zengin bir çağrışım setine sahip. bunların oluşturduğu anlam halesi, onun yan anlamları. kordon (izmir), düz anlamında bir sahil şeridini ifade ederken, yan anlamında zenginlik ve refahı, eğlence yerlerini, şık mağazaları, akşam gezintilerini, martıları, deniz kenarında gezen âşıkları, fayton gezilerini, buzlu badem satıcılarını, vb. çağrıştırabilir. bu çağrışımlar seti, kişilere göre değiştiği gibi, sosyal gruplara göre de farklılaşabilir.” bilgin’in söylemek istediği izmirli olmak ile ilgili algının biraz da pekiştirile pekiştirile inşa edildiği. zira yüceltme ve savunma ile kimlik kaygısı birlikte yürüyor...

izmirli profili
bu bakış açısıyla yola çıkılarak hazırlanan iki aşamalı araştırmada, ekşi sözlük’ün kuruluşundan bu yana geçen 10 yıllık döneminde izmir’in ve izmirli tipinin
nasıl inşa edildiğinin belirlenmesi amaçlanmış. araştırmanın ilk aşamasında 46 kişiden “size göre izmirli kimdir? nasıl biridir?” sorusunun hemen akıllarına getirdiği nitelikleri belirtmeleri istenmiş. serbest çağrışım yoluyla elde edilen niteliklerin dökümünden sonra, 30 sıfat çiftinden oluşan bir anlam ölçeği hazırlanmış: “güzel-çirkin, fakir-zengin, iyi-kötü, sağlıklı-sağlıksız, modern-geleneksel, duygusal-rasyonel, rahat-gergin,
yenilikçi-muhafazakâr, dışa kapalı-dışa açık, sıcakkanlı-soğukkanlı, demokrat-demokrat değil, sakin-telaşlı, sade/ basit-karmaşık, sıkıcı-eğlenceli, doğal-yapay
hızlı-yavaş, bilgili-bilgisiz, isyankâr-itaatkâr, kolay unutur-kolay unutmaz, yurtsever - yurtsever değil, ciddi-hafif, ilkeye bakar-koşullara bakar, melez, karışık-katıksız, saf, beceriksiz-becerikli, ulusalcı-evrenselci, düşünür-güler, işine düşkün - zevkine düşkün, entelektüel-entelektüel değil, bireysel-toplumsal, tüketici-üretici.”
elde edilen sonuçlara göre; izmirli profilinde en yüksek değeri “modern” ve “rahat” sıfatları almış. örneklemdekilerin hemen hepsi izmirlileri “modern”, “rahat” ve “yenilikçi”
olarak tanımlamış. bunların hemen ardından “güzel”, “demokrat”, “dışa açık”, “yurtsever”, “iyi”, “sıcakkanlı”, “eğlenceli”, “melez/karışık”, “entelektüel”, “bilgili” ve “sağlıklı” sıfatları gelmiş.
izmirli profilini karakterize etmede önem derecesi yüksek bu ilk 14 sıfatın adından da önem derecesi daha düşük olan şu sıfatlar geliyor: zengin, hızlı, doğal, isyankâr, ilkeli, ciddi, becerikli, sakin, zevkine düşkün ve tüketici.
listedeki 30 sıfat çiftinden geride kalan 6 özellik çifti ise, örneklemdeki kişiler tarafından izmirli profilini niteleyen özellikler olarak görülmemiş; iki kutuba da kaymadan, yani tam orta değerde görülmüş. örneğin izmirli profili, duygusal veya rasyonel, ulusalcı veya evrenselci değildir; ne bireysel, ne toplumsaldır; ne basit ne karmaşıktır...

“izmirli, esas olarak ‘kadın’dır”
araştırmanın kadın ve erkek katılımcıların bazındaki anlamı farklı değil. nuri bilgin de
“kadın ve erkek katılımcıların izmirli betimlemeleri büyük ölçüde örtüşüyor” diyor ama bir parantez açarak: “ancak izmirli profilinde cinsiyete göre istatistiksel olarak bazı anlamlı
farklılaşmalar gözleniyor. bunlar arasında en belirgin olanlar dikkate alınırsa; -izmirli geleneksel değil, moderndir, ama kadınlara göre daha moderndir, -izmirli yenilikçidir, ama erkeklere kıyasla kadınların gözünde, daha yenilikçidir, -izmirli dışadönüktür, ama kadınlar onu erkeklerden daha dışa açık bulmaktadır, -izmirli sıkıcı değil, eğlencelidir; kadınlar onu erkeklerden daha eğlenceli bulmaktadır, -izmirli bilgilidir, ama erkeklere kıyasla kadınlar onu daha bilgili görmektedir. tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde, anlam ölçeğinde izmirlilere, kadınların erkeklerden daha olumlu değerler atfetttiği görülüyor. bu farklılık konusunda mümkün yorumlardan biri, izmirli dendiğinde örneklemdeki kadınların kadın izmirlileri; erkeklerin de kendi hemcinslerini düşünmüş olmaları.”
bu anlamda izmirli denince “izmirli kadın/kızların” düşünülmüş olması ihtimali mevcut. bilgin, şöyle anlatıyor: “her kentin nüfusunda ilke olarak kadın ve erkek sayısı eşit olsa da, sosyal muhayyilede, bazı kentler kadınlarıyla anılır veya kadın çağrışımları daha güçlüdür. nitekim, medyada dolaşan imaj ve temsiller izmirliler arasında kadınları öne çıkarmakta ve izmir, özellikle ‘kızlarının güzelliği’ ile anılmaktadır. bunun gerçeği yansıtıp yansıtmamasıyla ilgilenmeksizin denilebilir ki sosyal düşüncede izmirli, esas olarak ‘kadın’dır.”

izmirli kızlar: 14 sayfa
bilgin, bu görüşü destekleyen bir veriyi de, çeşitli kentlerin kadın veya kızlarıyla ilgili ekşi sözlük girişlerinin karşılaştırılmasında bulmuş. “türkiye’deki büyük kentlerin kızlarına
ilişkin girişlere bakıldığında, ağustos 2009 itibariyle ekşi sözlükte; -istanbullu kızlar: 1 sayfa, -ankaralı kızlar: 2 sayfa, -bursalı kızlar: 1 sayfa, -adanalı kızlar: 2 sayfa,
-konyalı kızlar: 1 sayfa yer tutarken, -izmirli kızlar: 14 sayfa yer tutmakta” diyen bilgin, şöyle söylüyor: “görüldüğü üzere izmirli kızlara ilişkin girişler, diğer kentlerinkilerden kat be kat daha fazla. üstelik genel olarak izmirliler hakkındaki beyanlarda da, izmir’in kızları en
belirgin temalar arasında yer alıyor. cahit külebi’nin ‘izmir’in denizi kız, / kızı
deniz / sokakları hem kız, hem deniz kokar’ dizeleri bir slogan gibi sık sık dile getiriliyor.
dolayısıyla izmirli profilinde, kızların yanı sıra erkeklerin de izmirli prototipinde
‘kız/kadın’ niteliğinin ön planda olması kuvvetle muhtemel.”

kenti farklı kılan ne?
izmir şehir olarak da ekşi sözlük’te diğer bütün kentlerden daha fazla giriş konusu olarak duruyor. tabii çıplak rakamlarla değil, bunların kent nüfusuna oranları yapıldığında. analize göre ağustos 2009 sonu itibariyle; • izmir için 72 sayfada 1800 giriş (3.7), • ankara için 78 sayfada 1936 giriş (4.4), • istanbul için 82 sayfada 2034 giriş (12.5), • bursa için 12 sayfada 284 giriş (2.4), • adana için 19 sayfa 452 giriş (2), • konya için 11 sayfada 264 (1.9) giriş saptanmış. bilgin, “bu sayılar kent nüfuslarına orantılandığında, izmir’in diğer kentlerle kontrastı artıyor” diyor: “ankara ve istanbul’un nüfusları izmir’in nüfusunu bir veya birkaç kez katlamakla birlikte, toplam giriş sayılarının izmir’in sayısına yakın olduğu gözleniyor.
üstelik istanbul gibi büyük bir kültürel ve tarihsel mirasa ve bu nedenle de zengin bir
sembolizme sahip olan büyük bir merkeze kıyasla izmir, sosyal düşüncede, kimlik
yeri olarak gerçekten de önemli bir yer işgal ediyor. bir şehrin diğerleri arasında
öne çıkması veya ayrıcalıklı bir düşünce konusu olması, onun genelde kamuoyuna
da yansıyan bazı ayırt edici özellikler taşımasını veya farklı bir durumu olması veya
farklı bir olay yaşamasını gerektirir. izmir’i bu anlamda özel kılan bazı olaylar var:
bunlardan biri genel seçimlerde türkiye genelinden farklı bir tablo çizmesi; ikincisi
izmir’e ‘gavur’ sıfatının yakıştırılması. istatistiksel anlamda normdan sapan davranış
veya eğilimler nedeniyle (örneğin 2002 genel seçimlerinde genç parti’nin izmir’de
yüzde 18’le ikinci olması veya 2007 genel seçimlerinde, ülke genelindeki eğilimin
aksine chp’nin birinci parti olduğu birkaç ilden biri olması), ‘mevzuu bahis’ olmakta.
bu davranışlardan rahatsız olanlar bunu bir ‘fırsat’ gibi kullanmak isterken, söz
konusu davranışların aktörleri, bunlara sahip çıkıyor ve eleştirilere karşı savunmaya
giriyor.”
bilgin, ekşi sözlük’e giriş yazanların tavrını, izmir’i yüceltme ve savunma tavrı olarak yorumluyor. ancak, “nadir de olsa, bu savunma, izmirlilerin yazarın değerler sistemine göre olumsuz gördüğü bazı olay veya grupları ötekileştirmesine yol açabilmekte ve bunlar sosyal psikolojide uyuz keçilerin sürüden dışlanması veya ‘çirkin ördek yavrusu’ muamelesi olarak nitelenen bir anlayışın hedefi olmakta” diye ekliyor: “örneğin izmir ‘bugün beni hayal kırıklığına uğratmıştır. sokaktaki her üç kişiden biri akp'ye oy vermiş lan. ayıp. hadi başka yerlerden göçtünüz, insan havasından suyundan biraz bir şeyler öğrenir di mi?’. bu tavrın iç grup homojenliğini koruma kaygısından beslendiğini düşünmek makul görünüyor.”

semboller
izmir ve izmirli kimliğine ilişkin algı araştırması, aslında karmaşık anlamlar ağına işaret ediyor. “yaşam alanlarımız, tek tek bir anlam taşımaktan çok, kendilerinin dışında var olan
bir anlamlar ağı veya ızgarası içinde yer alırlar. örneğin kent kavramı, binalar grubu
olmaktan ziyade kıra veya köye karşıt bir yer olarak anlamlandırılır. kentin kitle
iletişim araçlarında, sinemada ve günlük konuşmalarda oluşan ve dolaşan sosyal temsilinde
güvenlik sorunlarının boy gösterdiği varoşlar, sefaletin kök saldığı gecekondular,
sapkın ergenlerin, tinercilerin, sokak çocuklarının dolaştığı karanlık kuytular,
şiddetin hüküm sürdüğü kenar mahalleler, tüketim toplumunun tapınakları büyük
alışveriş merkezleri, her sabah ve akşam fabrikalara akın eden işçi kafilelerini, trafik
sıkışıklıklarını vb. merkezi çekirdek etrafında bütünleştirir” diyen bilgin, bu temsilin stereotipleştirme ile ilgili olduğunu söylüyor: “kentin sosyal temsili kapsamında belirttiğimiz imajlar, genel olarak kente ilişkin sterotiplere örnektir. tek tek kentlere ilişkin stereotipler, belirli bir kentin bir veya birkaç özelliğini tüm kente bağlayan bir sembolizm halinde görülür: paris’in bir aşk şehri, şikago’nun mafya merkezi veya zürih’in bankalar ve bankerler kenti olarak stereotipleştirilmesi, bunun örneklerindendir. bazen bir film veya bir olay, tüm kente damgasını vurabilir: çeşitli filmler arasında casablanca, kahire’nin mor gülü ve venedikte ölüm filmleri adı geçen kentlerin, roma ve dolce vita filmleri roma’nın, atom bombası hiroşima’nın, kennedy suikastı dallas’ın sembolü haline gelmiştir. kafka’nın prag’la, freud’un viyana’yla çağrışımı da bu olgunun tezahürleridir. işte ekşi sözlük yazarları da izmir söylemlerinde çeşitli semboller kullanıyorlar.”

kimlik kaygısı
bilgin’e göre stereotipleştirme bazen sembolleri karikatürleştirme derecesine kadar varıyor. örneğin bilgin, genel ve yerel seçimlerde kentin seçim tercihlerinin ne olacağı sorusununun kamuoyunun gündemine taşınmasını meraktan çok, kimliksel kaygıya bağlıyor: “bu sorgulamada merak unsurundan çok, kimliksel bir kaygının etkili olduğu söylenebilir. zira kentin artık bir özelliği olduğu iddia edilen veya olması istenen tercihlerinin değişmesi, bu tercihi gruba/kente özgü köklü bir davranış tarzı ya da kimlik işareti olarak yerleştirmek isteyenleri endişelendiriyor. grup üyeleri tarafından hissedilen kaygı ve korkular, bazılarını savunucu karamsarlığa sevk ediyor; gerçekleşmesinden endişe duyulan olay veya durum sanki gerçekleşmiş gibi öne alınıyor. olaylar, kentin varsayılan veya yerleştirilmek istenen yeni özelliği doğrultusunda geliştiğinde ise, kentlilerin davranış tarzı, bir kimlik işareti olarak pekiştiriliyor.”
bilgin’in araştırma sonuçlarına dayanarak yaptığı yorumlar, birçok farklı bilgiye de kaynaklık ediyor. örneğin bilgin, “görüldüğü üzere izmir’i ayırt edici özellikler, turizm danışma bürolarının veya turist rehberlerinin anlayışıyla örtüşmüyor” diyor: “turizm görevlileri, hem genel geçer, hem de sosyal arzulanırlığı olduğuna inandıkları özellikleri öne çıkarıyor, ancak daha konjonktürel ve kişisel motiflerle hareket eden sözlük yazarları, bu kaygıları paylaşmıyor. pek çok izmir broşüründe yer alan ve izmir’in sembolü gibi görülen saat kulesi, ekşi sözlük yazarları tarafından kayda değer bulunmamış. kuşkusuz, bir kent ile kentin çeşitli yayınlarda ve medyada temsili arasında bir örtüşme yok.”

“biz” algısı
bilgin’e göre nasıl ki sosyal dünyamızı kavramak ve açıklamak için stereotiplere ihtiyaç duyuyorsak, mekânda da kendi konumumuzu belirlemek için bunlara gerek duyarız. bu gerek, çoğu zaman ait olduğumuz grubun, “biz”in ve diğerlerinin konumlarını ayırma eğilimi şeklinde kendini gösterir. bu tür durumlarda, sosyal ve mekânsal stereotipler birbirine eklemlenir ve sosyal kimliğimizin oluşumuna katkıda bulunurlar. bilgin, örnek veriyor: “ekşi sözlük-izmir yazarlarının pek çoğu izmir’i anlatırken hem kendilerini ve hem de grup aidiyeti ekseninde ‘memleketleri’ni anlatıyorlar. bu, doğal bir durum, çünkü bir kenti sahiplenmek, bu kent ile kendi kimliği/benliği arasında bir bağ kurmak demek. analiz edilen girişlerde, ‘memleketim’, ‘izmirim’, ‘kentim/şehrim’, ‘evim/yuvam’ sözcüklerini kullananların toplam sayısı 350’ye yakın. bu demektir ki yaklaşık her 5 kişiden 1’i aidiyet vurgusu yapmış. fakat kentle özdeşleşme veya kente bağlılık belirten başka ifadelerin de olduğu dikkate alınırsa, aidiyet vurgusunun daha da güçlü olduğu söylenebilir: ‘doğduğum, büyüdüğüm, çocukluğumun şehri...’ veya ‘hayatı anlamaya başladığım, hayatımın sona ermesini istediğim yer’, vb. çeşitli kentlerde yaşayanların kentlerini yüceltme eğilimlerinin, kent ile sosyal ve
kişisel kimlikleri arasındaki ilişkiden kaynaklandığı öne sürülebilir. ‘biz’in yeri olarak kentin ve ‘biz’ olarak kentlilerin, diğer kentlere ve kentlilere göre farklılaştırılması, iç-grup tarafgirliği varsayımına uygun olarak bu temelde açıklanabilir.”

izmir’e dair semboller
peki ekşi sözlük’te izmir’le ilgili ne tür semboller kullanılıyor? bunların frekansı nedir?
• coğrafya, tabiat ve iklim boyutu: deniz (388 kez) sıcak (223 kez), güneş (112)
ege (91), yağmur (48), körfez (22), sahil (21), imbat (17) ve diğerleri (deprem, sel,
adalar),
• izmir’in çevre beldeleri boyutu: urla (88), çeşme (72), foça (24), efes (19),
bergama (11), tire (11) ve diğerleri (alaçatı, seferihisar, ödemiş, dikili, bayındır,
gümüldür, aliağa, vb),
• semt, mahalle ve yerler boyutu: kordon (169), karşıyaka (112), alsancak (92),
konak (48), bornova (51), fuar (30), kemeraltı (25) , bayraklı (23), bostanlı (22),
buca (19), göztepe (14), balçova (11) , pasaport (10) ve diğerleri (narlıdere, inciraltı,
çiğli, mavişehir, vb),
• kızlar ve aşk boyutu: kız/lar ( 518), aşk (272), âşık/lar (166), kadın (144),
genç/lik (37), sevgili (22), erkek (18) vb.,
• yaşam keyfi ve zevkler boyutu: balık (114), gece (151), rakı (63), boyoz (39),
kumru (32), gevrek (32), tatil (37), zevk (23) ve diğerleri (midye, yaşama, hayat,
cafe, bar, restoran, vb. ),
• kent ve insan özellikleri boyutu: şehir (1123), insan (612), kent (192), belediye
(129), aydın (180), rahat (112), özlem (110), mutlu/luk (67), gurur (56), iş/siz
(54), cumhuriyet (47), modern (37), güven/li/k (34), trafik (30), temiz (28),
avrupa/lı (25), ucuz (20), laiklik (19) ve diğerleri (demokrasi, kozmopolit, çağdaş,
yol, cadde, vb),
• sık rastlanan diğer bazı sözcükler: güzel (691 kez), seçim/ler (162), hayat (147),
yaşam (137), akp (144), chp (114), koku (110), arkadaş (72), canım (56),
üniversite (46), dost (43), vb.

sözcükler
ekşi sözlük yazarlarının izmir hakkındaki söylemlerinde taranan sözcüklerin listesi;
• aile • akşam • akdeniz
• akp • alkol • aliağa
• alsancak • anadolu • anne
• anı • ankara • arkadaş
• arsenik • aşk • aşık, lar
• atatürk • avrupa,-i, -lı • aydın, aydınlık
• ayrılmak • baba • bahar
• balçova • balık • balkon
• soğuk • sokak • belediye
• batım • bayraklı • bergama
• bira • bok • bornova
• bostanlı • boyoz • buca
• cadde • cafe • cami
• cennet • çeşme • chp
• çiğdem • cumhuriyet • çağdaş
• çay • çocuk • demokrat, -rasi
• deniz • dost • düşman
• efe • efes • ege
• emekli • erkek • ev
• ermeni • expo • farkı, farklı
• foça • fuar • gavur
• gaziemir • gece • gecekondu
• geçmiş • gelecek • genç, -lik:
• gevrek • göztepe • güneş
• güzel, -lik • gülümsemek • güzide
• hasret • hava • hayat
• huzur, -lu • hüzün • iskele
• istanbul • izmirli • kadın
• kadifekale • kale • kar
• karabağlar • karşıyaka • kent, şehir
• kemeraltı • keyif • kış
• kız • kiraz • kocaoğlu
• koku, -mak • insan • konak
• kordon • körfez • kule
• levanten • liman • lokma
• manisa • mart • martı
• mayıs • midye • modern, -lik
• mutlu, -luk • nefret • otobüs
• özlem, -ek • özgürlük • palmiye
• piriştina • rahat, -lık • rahatsız
• rakı • rum • rüzgar
• sabah • sahil • sanayi
• zengin • zevk • seçim, -ler
• sevmek • sevgi • sevgili
• sevinç • sevmemek • sıcak
• tatil • temiz • trafik
• türk • ucuz • urla
• üniversite • vapur • yağmur
• yaz • yazlık • yunan, -lı"

(songcity, 03.12.2010 16:32)"
02 Aralık 2010 21:53

İSMAİL HAKKI ATILGAN

Ege Üniversitesi'nde yaşanan bu olayı hiç garipsemedim. Hatta böyle bir olay ne zaman olacak diye merak bile etmiştim.

Sadece Ege Üniversitesi'nde mi yaşanıyor sanki bu gibi olaylar. 9 Eylül'de, Urla'da, Gediz Üniversitesi, Yaşar Üniversitesi'nde sanki yok mu bu ve buna benzer mahalle baskıları. Bir babayiğit elinde TARAF veya ZAMAN gazetesini açıp da okuma şansı var mıdır? Tanıdıkları olan varsa bir denesinler bakalım neler olacak.

Burası İZMİR, burada taş atan mini etekliler, danıştaya dava açan (sigara yasağı iptali) sivil toplum kuruluşuları var. Bu şehrin toplu taşım araçlarının şoför mahalinde (kalpaklı ATATÜRK) resimleri, araba arkalarında Atatürk imzaları, minibüs camlarında TC TÜRKİYE tapusu posterleri olan bir şehirde yaşıyoruz. Üniversitesinde de tabii ki ikiyüzlülük olacak. En özgürlükçüsü bile anında bir numaralı ulusalcı militan olabilir. Çünkü başka bir yaratıcılıkları, toplumsal sorumlulukları yok. Daha da kötüsü kendilerine güvenleri yok, kompleks içinde daha da saldırganlaşıyorlar.

Bunlarla mücadele etmek kolay değil. İyi ki şu (gerçek demokrat) site var da sesimizi biraz duyurma şansına sahibiz.

Site yönetimine ve sayın İlhami beye çok teşekkür ederim bu olayı burada tartışmağa açtıkları ve haber olarak verdikleri için.

Bir sitemimi söylemeden geçemeyeceğim. Hayvan hakları, doğa dostluğu, edebi yazılar, tarihi ve kültürel miraslar da çok çok önemli ama şu olay çok daha az mı önemli? Neden o konularda sayfalarca fikir yürüten yazı yazıp çözüm öneren arkadaşlarımız bu yazının altına fikirlerini önerilerini yazmazlar ki?

Benim bir önerim var. EGE ÜNİVERSİTESİ'nde tanıdığı olan kız öğrencilere başlarını örterek derse girmelerini söylesek, her fakültede baş örtülülerin çoğalmasını sağlasak da bu anlı şanlı sözüm ona bilim adamlarının tavırlarını Türkiye kamuoyuna afişe etmeyi sağlasak, olamaz mı? Hatta şu meşhur BORNOVA SEVGİ YOLU'ndaki kafelere başörtülü öğrencilerin gitmesini sağlıyarak, Anadolu'dan gelen kız öğrencilerin de cesaretini artırsak olamaz mı?

Şikayet etmek, dilekçe yazmak, yakınmak sadece kişiyi tatmin eder. Ama tepkiyi pratikte uygulayarak çoğaltmak, tartışmayı ve doğruyu bulmayı, çözümü getirmez mi?

Hadi bakalım sayın arkadaşlar çözüm önerilerinizi ve sonuçlarını incelemeye, görmeye başlıyalım, olur mu?


01 Aralık 2010 00:42

nuhungemisi

Bu ülkede artık türbanlılar din derslerinin seçmeli olmasını, diyanetin her dine eşit uzaklıkta olmasını isteyerek Alevilerin hakkını istiyorsa; Aleviler, başörtüsü takanların üniversiteye rahatça girebilme özgürlüğünü savunmaya başladıysa; Kürt olmayanlar, Kürtler üzerindeki dille ilgili ve diğer yasakların kalkması için sesini daha çok çıkarıyorsa o ülkeden umutlu olmak için çok sebep var demektir.

Ege Üniversitesinin başı açık öğrencileri, öğretim üyeleri; tarihi bir sınavla karşı karşıyayız... İzmir'imizin adını yeniden "Demokrat İzmir" yapmak için hayatın bize verdiği bu şansı doğru kullanalım ve her ortamda sesimizi yükseltelim... Başörtülü kardeşlerimiz emin olun ki "örtünmeme özgürlüğünün" de en kararlı savunucusu olacak ve olası kimi işgüzarlıkta da yanıbaşımızda olacaklardır.

İzmir'deki kardeşliğin, çoğulculuğun, özgürlükçülüğün yeniden yeşermesi için elinizi uzatın, bir damla su da siz verin.

Unutmayın, çok kısa zaman sonra bu anlamsız yasakları nasıl bir ara savunabildiğine bir çok kişi inanamayacak...

Çocuklarımıza anlatacak bir özgürlük öykümüz olsun....

Çorbada tuzumuz bulunsun.
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.