Eklenme Tarihi: 01.01.1970 02:00
Facebook'ta paylaş
0

 

Yorumlar
27 Kasım 2010 11:00

hurkus

Devlet tornasından geçen erkekliğin zavallı hali - Ferhat Kentel

Dominik Cumhuriyetinde Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden Mirabel kız kardeşler 25 Kasım 1960 tarihinde, cezaevlerindeki eşlerini ziyaret ettikten sonra ıssız bir yerde gizli polis tarafından tecavüze uğradılar ve öldürüldüler. 50 yıl önce gerçekleşen bu olayın tarihi dünyada "Kadına yönelik şiddetle mücadele günü" olarak ilan edildi.

Dominik Cumhuriyeti Türkiye'ye göre dünyanın öbür ucunda bir ülke ama o zaman Mirabel kardeşlere karşı işlenen tecavüz ve cinayetin benzerleri ne bizim buralarda ne de iki ülke arasında bulunan geniş coğrafyada eksildi. Hem zamanda hem mekânda kadınlar her türlü kılığa (koca, sokaktaki adam ve tabii ki devlet ve uzantıları) girmiş erkek ve erkeklikler tarafından her türlü şiddete maruz kaldılar ve kalmaya devam ediyorlar.

Alın mesela, Türkiye'de 2010'un ilk yedi ayın "vakalarına" dair rakamlar… İşlenen 22 bin suçun 12 bini kadınlara yönelik. (Kadınlara yönelik olsun veya olmasın, işlenen 22 bin suçun kimler tarafından işlendiğini söylemeye gerek var mı?) Bunlar içinde töre ve namus cinayetine ya da başka "gerekçelerle" cinayete kurban gidenlerin yanı sıra yedi bin kadın kasten yaralandı. 281 kadın cinsel saldırıya uğradı. 76 kadın fuhşa zorlandı, 936 kadın cinsel taciz mağduru oldu. 291 kadın ise aile içi şiddete maruz kaldı.

"Vakalar" aslında gündelik hayatta başlıyor. Bir gece vakti, artık son seferlerinden birini yapmakta olan bir minibüs dolmuşun şoförü son sürat ilerliyor. İçinde de biz, birkaç yolcu, kelle koltukta savrula savrula yerlerimizde tutunmaya çalışıyoruz. Kimse bir şey söylemeye cesaret edemiyor. Bir kadın hariç: "Şoför bey, biraz yavaş gider misiniz? Can taşıyorsunuz" diyor. Şoför "kim bu densiz?" gibilerden dikiz aynasından bakıp bir laf söylemeye hazırlanırken, kadının kocası önce kadına dönüyor, "ben varken sana mı düştü?" diye fırçayı basıyor; sonra da şoföre "sen bildiğin gibi git kardeşim" diyerek onunla dayanışmaya geçiyor. Ve kadın susuyor, eve vardıklarında bu "densizliğin" muhtemel başka sonuçlarını hesaplamaya çalışarak… Ve biz savrularak yola devam ediyoruz.

"Erkekçe" yaşanan bir dünyada, erkeğin onuru, gururu, erkek ve kadın arasındaki sembolik iktidar ilişkileri üzerine tahlillere girerek uzatmaya gerek yok. "Sıradan" bir vaka işte…

Ve gündelik hayatın üzerinde, devletin "şefkatli" kollarında şiddete maruz kalan kadınlar… İHD'nin "Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu"nun hazırladığı ve şikâyette bulunmaya cesaret edebilmiş kadınlara dair verileri içeren rapor "vaka" dolu. "Kayıtsız gözaltında taciz ve tecavüze uğrayanlar", "İşkence sonucu bebeğini düşürenler", "Çocuklarıyla birlikte işkenceye maruz kalanlar", "Bekâret kontrolüne maruz kalan kadınlar"…

Genel olarak şiddetin, fakat aynı zamanda kadınlara yönelik şiddetin gündelik hayatımızda sıradanlaşması ile makro alanlarda -yani askerlik, siyaset, eğitim gibi memleket meselelerinde sürekli yeniden üretilen şiddet arasında bir ilişki var. Hangisinin diğeri üzerinde daha etkin olduğu karmaşık bir durum; ancak genel toplumsal hayatımızı tanımlayan, bütünlük ve kimlik veren söylemdeki ve devlet pratiklerindeki şiddet unsurları ile kuşatılmış bir haldeyiz apaçık bir şekilde.

Devlet sınıflar arasındaki güç ilişkilerinin, daha doğrusu bu ilişkilerle ortaya çıkan dengesizliğin, eşitsizliğin somutlaştığı, yeniden üretildiği bir aygıt. Devlet bu ilişkilerin örtüldüğü yer aynı zamanda. Karmaşıklığın basitleştiği, toplumsal hayatın zenginliğinin, farklı arzu ve taleplerin tek bir boyuta indirgendiği, çoğulluğun tek'e indirgendiği bir aygıt.

Devlet şiddet tekeline sahip. En azından meşru olmak için, kendinden başka kimsenin şiddete başvurmasını istemeyen bir yapı. Ancak "Başka kimse şiddete başvurmasın!" demekle böyle bir emir gerçek olmuyor; insanlar söz konusu devlete bakınca, oradaki "teklik" durumundan bağımsız kalmıyorlar. Ve bu durum korkunç bir paradoks yaratıyor; çünkü devlet hem kendi "tekerinde bazı özellikleri toplamak istiyor hem de "örnek" olmak zorunda. Ve sıradan faniler, ama esas olarak erkeklik / askerlik tornasından geçmiş olan erkekler, babalar, kocalar devleti taklit ediyor; devletin işkencecisi de evdeki işkenceciyi taklit ediyor.

Askerlik yapmadıkları için tornaya girmemiş olan, dolayısıyla her zaman çoğul kalma kapasitesi taşıyan, "denetlenemeyen unsurlar" olarak kadınlar üzerinde erkekler ancak şiddet uygulayarak erkekliklerini ispat edebiliyorlar.

Ne zavallı bir durum!


ferhatkentel@gmail. com


Taraf-27.11.2010

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.