ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

NAZLI'DAN GERİYE NE KALDI? "Öykü"

22 Eylül 2019

habibtaskin

Nazlı iki katlı sarı boyalı evin ikinci katında yalnız başına yaşardı. Bahar ve Rıza adında iki çocuğu vardı. İkisi de evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışlardı. Nazlı kendisine bir demlik çay yapar ve balkonda tek başına çayını yudumlarken, batan güneşin kızıllığı kaybolana kadar bakarken, geçmiş acı anılarını hatırlardı. Esmer güzeli Nazlı genç kızlığını hatırladıkça hüzünlenir, aynanın karşısında saçlarını uzun süre tararken, akrabası olan Ali'yi düşünürdü. Ali uzun boylu cüsseli, aynı zamanda yakışıklıydı. Sevdalarını bir türlü birbirlerine açamamışlardı. Nazlı on altısındaydı. Nazlı tarla dönüşünde babası ile annesinin kısık sesle konuştuklarını duymuştu. Akşam çaylarını içtikten sonra babası eliyle karşı duvar dibindeki samandan yapılma, kalın bezden kenarları el emeğiyle dikişli minderin üzerine oturmasını istedi. Nazlı oturur oturmaz babası: “Artık evlenme çağına geldin. Şehirde oturan akrabamız Saliha teyzen, oğlu Nuri'ye seni istiyor. Tarlada çile çekmeyecek, şehirli hanım olacaksın.” dedi. Nazlı babasına karşı gelemezdi, boynunu büktü. O gece Nazlı yatağında sevdalı olduğu Ali'yi düşünerek çok ağladı. İki gün sonra köye Saliha teyze ile oğlu Nuri geldiler. Nazlı'nın evleneceğini herkes duymuştu. Ali sevdalısının evleneceğini duyduğu gün köyü terk etmişti. Saliha ağabeyi Halil'in evinde misafirdi. İkinci gün Saliha ve ağabeyleri Halil, Rıdvan, ablası Nimet, kız kardeşi Emine ile birlikte kız istemeye geldiler. Evde kızın tüm akrabaları ve köylüleri gelmişti. Herkes bir merak ve heyecan içindeydi. Nazlı heyecan, hüzün, merak ve kaygı içindeydi. Acemi bir çocuk gibi ne yapacağını bilemiyordu. Annesi ve akrabaları ikide bir ona: “Tarladan kurtuluyon kız...” dedikçe Nazlı'nın suratı kızarıyordu. Nazlı bugüne kadar köyünden başka bir köye gitmemişti. Nazlı odada konuşulanları duydukça kalbi daha hızlı çarpıyordu. Uzaktan gördüğü Nuri'nin ince kıvırcık siyah saçı, bıyıkları aşağıya doğru sarkmış, ince yapılı, uzun boylu yakışıklı olduğunu fark etti. Giyimi ve konuşması köydekilerinden farklıydı. Nazlı heyecan içinde elleri titreyerek kahveleri dağıtırken, Nuri ile göz göze gelmiş, utanarak bakışlarını kaçırmış, hızla odadan çıkmıştı. Yeme içme ve hoş sohbetten sonra sıra isteme merasimine gelmişti. Nuri'nin büyükleri söze başladı. “Allah'ın emri, peygamberin kavli ile kızınız Nazlı'yı oğlumuz Nuri'ye istiyoruz.” Çıt çıkmıyordu. Nazlı'nın babası derin nefes aldıktan sonra kız babası olmanın edası ile: “Verdim, hayırlı uğurlu olsun.” dedi. Genç çiftin el öpme merasiminden sonra herkes mutluluk içinde, ertesi günde yapılacaklar konuşulmuş, konuşmanın bitiminden sonra herkes evine dağılmıştı. Sabah erkenden hep birlikte düğün hazırlığı için kasabaya gittiler. Nazlı ilk defa Nuri ile yan yana yürüyordu. Nuri, Nazlı'nın gönlünü kazanmak için güzel sözler söylüyor, Nazlı ise yavaştan Nuri'ye ısınıyordu. Nazlı, akşam yatmadan önce dolaba asılı olan gelinliğine bakarak hayaller kurmaya başladı. Ailesiyle birlikte bir ömür boyu olmayı arzuladı. Düğün günü akşamı içilen içkinin, yenilen yemeğin haddi hesabı yoktu. Davulcu ve zurnacı bile sarhoş olmuşlardı. Nuri ile Nazlı odalarında artık baş başaydılar. Nuri gelinin yüz görümlüğünü takıp yüzünü açtı. Nazlı korku ve heyecan içindeydi. Nuri erkek olmanın öz güveniyle, Nazlı'dan önce soyundu. Nazlı onu çıplak hatta cinsel organını görünce utancından suratı pancar gibi oldu. O gece canının yandığını ilk günkü gibi hatırlıyordu. Nazlı kapının çalmasıyla irkilmişti. Kapı komşusu Nesrin'in, “Kocakarı neredesin?” sesiyle kendine geldi. Nazlı kızarak: “Ne var moruk karı?” dedi. Nazlı ve Nesrin birbirlerini seven iki arkadaştı. Her dertlerini birbirlerine açarlardı. Nazlı'nın o gece uykusu hepten kaçmıştı. Pencerenin perdesini hafif aralayarak karşı sokağa doğru bakındı. Tahta sandalyesini alıp pencerenin yanına koyarak üzerine oturdu. Ayağa kalkarak perdeyi hepten açtı. Eliyle de pencerenin kilidini açarak kendi gövdesini pencereden dışarı sarkıttı. Uzaklarda gübre kokusu ve köpeklerin havlamaları geliyordu. Gözleri doldu. Kendisini tutamayarak ağladı. Köyden şehre gelişini hatırladı. Traktörle çeyizlikleri kasabaya otobüslerinin hareket edeceği tek katlı binanın önüne önceden getirilmişti. Köy meydanı da onları uğurlamaya gelenlerle dolmuştu. Vedalaşma gözyaşlarıyla uzun sürmüştü. Nazlı'nın anne ve babası kızlarının iyi bir aileye, akrabalarına gittiği için ayrıca seviniyorlardı. Gözleri arkada kalmayacaktı. Köyün dolmuşuna balık istifi binmişlerdi. Köyden hareket ettiklerinde arkalarından köyün kadınları ellerindeki taslarla su dökerek uğurlamışlardı. Nazlı başını köye çevirdiğinde köy görünmez olmuş, dağların arkasında kalmıştı. Ana yola çıkıncaya kadar toz bulutu içinde ilerliyorlardı. Nazlı etraftaki ufak tefek yerleşim alanlarına bakarken, gözleri zaman zaman Nuri'ye doğru kaydıkça utancından başını öne eğiyordu. Otobüsün hareket edeceği yere geldiklerinde, çeyizlerini otobüsün bagajına özenle yerleştirdiler. Hüzünle devam eden vedalaşmada yine gözyaşı vardı. Otobüs hareket ettiğinde aşağıdakiler ve otobüstekiler birbirlerine el salladılar. Nazlı başını pencereden arkaya doğru çevirse de kıvrımlı caddeleri geçtiklerinde artık ailesi görünmez oldukça yalnızlık duygusuna kapıldığında Nuri'nin uzanan ellerinden güç almıştı. Yüz yüze bakıştılar. Saliha onları böyle mutlu gördüğü için seviniyordu. Akşama doğru garaja geldiklerinde Nazlı dev gibi otobüslere bakıyordu. İnsanların karınca gibi her taraftan çıktığını, koşuşturduğunu gördüğünde başı döndü. Uzun ve yorucu yolculuktan sonra gecenin ilerleyen vaktinde Saliha ile Nuri ve Nazlı evlerine gelmişlerdi. Saliha'nın mutluluktan yüzü gülüyordu. Nazlı'ya: “Kızım birlikte yaşayacağımız ev burasıdır. Evine hoş geldin.” dedi. Nuri'nin acelesi varmışçasına: “Anne biz yorgunuz yatmaya gidiyoruz.” deyince Saliha bozuntuya vermeyerek: “Peki siz yatın.” dedi. Yatak odasında Nuri Nazlı'nın gözlerine bakarak soluyordu. Nazlı'nın ise ürkek bir hali vardı. Nuri onu yakalayıp dudaklarını, boynunu öpmeye başladı. Diğer eliyle de üstündeki elbiseleri çıkardığı ve ilk günlerin acılı cinsel deneyimini hatırlıyordu ki, köpeklerin havlamasıyla kendine gelerek: “Acımasız insanların içine sıçayım!” dedi. Bu arada kapı çalınmıştı ki uyku mahmurluğu ile kapıyı açamadı. Daha sonra kapının altından atılan düğün davetiyesini gördü. Nazlı evlenen çiftler için iyi yorumlar yapmazdı. Divana gelişi güzel oturup zarfın içindeki hafif mavi olan kartı çıkardı. “Evleniyoruz.” yazısını görünce: “Ebenizinkini görürsünüz.” diyerek mırıldandı. Evliliğinin ilk günlerine geri döndü. Kayınvalidesinin kendi üzerinde baskı kurduğu günleri hatırladı. Saliha onu tek başına sokağa salmazdı. Yanına yama olup birlikte dolaştığı günlerin birinde üst sokakta bulunan tanıdıkları bir tuhafiye dükkânına uğramışlardı. Orada Hüseyin ve Şevket'le tanışmışlardı. Nazlı kocası Nuri'nin işsiz olduğunu ve ava olan merakını ilk hafta annesiyle iş konusunda tartıştığı zaman öğrenmiş, evliliğe bağladığı umutları yıkılmaya başlamıştı. Nazlı mutfakta çay yaparken salonda oturan Şevket, Hüseyin, Saliha ve Nuri'nin seslerini duyuyordu. İş konusunda konuşuyorlardı. Hüseyin ile Şevket, Nuri'ye yükleniyorlardı: “Evlisin yarın bir gün çocuğunuz da olur. Senin sorumluluğun çalışmak olmalıdır. Acilen iş bulmalısın.” Nuri gayet sakince: “İş bakmadığımı mı zannediyorsunuz?” diyordu. Nazlı Nuri'nin tembel olduğunu artık biliyordu bilmesine ama sonları ne olacaktı? Şevket üzüntü içinde: “Saliha abla yanlış yaptın. Oğlun düzelecek diye Nazlı'nın başını yaktın. Senin oğlanda çalışma isteği yok!” dedi. Saliha kızsa da tepkisini açığa vurmazdı. “Başka çarem yoktu.” dedi. Bu konuşmaları duyan Nazlı kendisini adaklık koyun gibi hissetti. Harcandığını anlamıştı anlamasına ama derdini kiminle paylaşabilirdi ki? Nazlı evin içinde bir kanarya gibi kafeste yaşıyordu adeta. Kocası Nuri bir gün olsun onu koluna takıp gezmeye götürmedi. Güzel bir söz söylemedi. Nazlı evin içinde bir hizmetçi, yeri geldi mi Nuri için cinsel ihtiyacını giderici rolündeydi. Nazlı'nın hamile olduğu anlaşıldığında Saliha'nın morali hepten darmadağın oldu. Bir maaşla kira ver, ev geçindir ve çocukla birlikte dört boğaza bakacağı aklına gelince oğluna ve gelinine söyleniyordu. Doğumda bir kız çocuğu dünyaya geldi. Adını Bahar koydular. Saliha çok geçmeden evin içinde bağırıp, çağırmaya başladı. Nazlı sessiz kalsa da Nuri bildiğini yapıyor, ava gitmekten geri kalmıyordu. İş bulma diye bir derdi zaten yoktu. Nazlı kızını büyütmeye gayret ederken, evdeki sorunlardan biraz olsun uzaklaşıyordu. Aradan bir yıl geçti. Nazlı ikinci çocuğuna hamile olunca: “Nuri baba oluyorum!” diye sevinirken, Saliha hepten kafayı kırdı. Oğlunun adını Rıza koydular. Nazlı pazar yerinde alışveriş yaparken zaman tüneline gitmiş, sanki kaybolan geçmişini arıyordu ki dert ortağı arkadaşı Nesrin'i görünce sataşmadan edemedi: ‘”Alışveriş bahane erkek ayarlamaya geldin di mi?” Nesrin kahkahayı bastı: “Asıl sen azdın zilli…” söz düellosu bitince birlikte yürümeye başladılar. Nesrin: “Onu bunu bırak, parası olan yaşıyor be anam. Doğduğumdan beri felek bana hep tokat vurdu. Böyle yaşamanın içine tüküreyim.” Nazlı, Saliha ve Nuri'nin bir olup kendisini sokağa attığı günleri hiç unutmamıştı. Nazlı yürürken Nesrin'e bakınarak mırıldandı: “Benim yaşamım çalındı. Lağım çukuruna düştüm. Asıl o tokadı ben yedim hem de okkalı.” Nazlı her zamanki gibi pencerenin önüne oturdu. Hafiften başını göğe çevirdi: “Yıllardır annemi, babamı, kardeşlerimi, ağabeylerimi göremedim? Sağlar mı acep? Ulan şerefsiz, soysuz Saliha, Nuri yaşamımı kül ettiniz be, ben yaşıyor muyum?” Nazlı o gün o yeri akşama kadar dolaştı, evlendiği zamanı ve çocuklarıyla birlikte kovulduğu günleri hatırlayarak, yaşadığı eve gitti. Sokağın köşesine gelince evi gördü, gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşandı. Yaşadıkları hâlâ canını acıtıyordu. Kendine gelince etrafına bakındı: “Hüseyin'in evi ve dükkânı üst caddedeydi.” diyerek sokağa yöneldi, eve çıkma cesaretini kendinde bulamadı. Yönünü Şevket'in çay ocağına çevirdi. Sokak aralarından dolana dolana yarı düşleriyle adımlarını atıyordu. Çay ocağına geldiğinde Şevket ile Hüseyin'in oturduğu yerdeki tahta sandalyeye oturdu. Birbirlerine anlamsızca baktıklarında: “Hayrola beyler beni tanıyamadınız mı?” dedi. Bir anlık şaşkınlıkla birlikte suratının rengi hafiften atan Hüseyin yutkunarak: “Görüşmeyeli on beş yıl oldu.” dedi. Konuşmalar geçmişin derinliklerine daldığında, Şevket'in kardeşi onları eve davet etti. Nazlı elindeki sigarasını döndürürken: “Sizlerle görüşmeyeli kaç yıl oldu bilemem ama şunu çok iyi biliyorum: Erkeklerin hepsi puşt ve adi.” dedi. Hüseyin Nazlı'ya doğru baktı: “Bu yargıya nasıl vardın? Ben bir şey anlamadım?” dedi. Nazlı uzunca bir kahkaha attığında oradakiler birbirlerinin suratlarına anlamsızca bakıyorlardı: “Anlamasınız! Siz sokağa atılan çaylak kadının ve çocuklarının yaşadıklarını da anlamazsınız?” Şevket kızmadan normal ses tonuyla: “Nazlı bizden ne kötülük gördün?” dedi. Nazlı yumruğunu sıkarak masaya vurduğunda, yüz hatları gerildi. Masanın üstündeki çay bardakları etrafa düşerken çay suları da gelişi güzel yere doğru aktı: “Şerefsiz Nuri sizin arkadaşınız değil miydi? Annesi zilli, kahpe Saliha değil miydi? Ben onların akrabası değil miydim? Çocuklar sadece benim çocuklarım mıydı? O piç kuruları yol, iz bilmeyen beni çocuklarımla sokağa attılar.” Nazlı hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Fatma açık olan kapıyı kapadı. Şevket açık olan cam çerçeveleri kapattı. Hüseyin limon kolonyasının kapağını açtı. Evde bir telaş başladı. Nazlı yere baygın düşerken Hüseyin ile Şevket onu yakaladıkları gibi divanın üzerine taşıyıp yatırdılar. Fatma avuç içine döktüğü limon kolonyası ile elini ve bileklerini ovmaya başladı. Nazlı bir müddet sonra kendine gelince: “Uyumak istiyorum hiç uyanmamacasına.” dediğinde Fatma koluna girdi, odaya götürüp kanepeye uzanmasına yardım etti. Açık kapıdan içeriye doğru bakarlarken üçünün gözleri dolmuştu. Gecenin ilerleyen vaktinde Nazlı kendine gelince onların bulunduğu yere gelerek bir sigara yaktı. Oturması için ona yer gösterdiler. Hüseyin üzüntü içinde: “Özür dilerim senin yaranı deşmek istemedim.” dedi. Nazlı oradakilere donuk gözlerle bakarken: “Benim yaramı ne sen ne de Şevket anlar. Benim yaşadığım zindan hayatını bana erkek denilen şerefsizler yaşattı. Sizlere de güvenemiyorum.” dedi. Sigarasının dumanını halka halka ağzından çıkartırken: “O gece cebimde para değil, kâğıt parçası bile yoktu, gidebildiğimiz yere kadar yayan yürüdük. Bir karakola sığındık. Karakoldaki polisler beni başından atmak istiyorlardı. Yalvar yakar beni ve çocuklarımı içeri aldılar. İşlem yapmasalar da o geceyi çocuklarımla karakolda geçirdim. Sabahleyin diğer polisler geldi. Keyifleri yerine gelince beni ve çocuklarımı sosyal hizmetlere ait bir binaya götürdüler ve oraya teslim ettiler. Her yer pislik içindeydi ya da bana öyle geliyordu. İki çocuğuma günde iki süt veriliyordu. Bir hafta sonra tekrar kendimi sokakta buldum. Valiliğe gittiğimde çocuklarımı elimden alıp Çocuk Esirgeme Kurumuna verdiler. Haftada bir çocuklarımı görmem uygun görüldü. Beni de sığınma evine geri yolladılar. Burada kalışım on beş gün sürdü. Gemi iskelesine gittim, adamın birine yalvardım, yol paramı verdi. Gemiyle karşıya geçtim. Gemiden indiğimde karşımda uzunca bir çarşı, sokağın iki kenarında yüksek binalar, insanları bir ucundan içine yutan, diğer ucundan dışarı atan bir caddesi vardı. Kalabalığa katılıp, insan selinin içinde yürümeye başladım. Karnım açtı. Öyle bir yere daldım ki, tenha sokakta bir çiçekçi dükkânına denk geldim. Çiçeklere bakarken, aslında neye baktığımı bende bilmiyordum. Orta yaşlarda göbeği öne doğru götü geriye doğru olan gür siyah saçlı bir adam bana: “Size yardımcı olabilir miyim hanımefendi?” dedi. “Ben hiç cevap vermedim. Benim kuzu olduğumu hemen anlamış olacak ki, beni içeriye davet etti. Dinlenecek, bana yardım edecek birisi olarak o an düşündüm? Kendisinin aç olduğunu birlikte yemek yiyebileceğimizi söyleyerek bana da yemek söyledi. Yemekten sonra çay faslı başladı. Sonra sohbet faslı, acıma duygusu moduna girişi, ‘Vah vah, Şerefsiz puşt!' derken burada kalabileceğimi, dükkânın arkasında bir oda olduğunu söyledi. Kanepede yatabileceğimi ve bekâr olduğunu söyledi. İnanmaktan başka bir şeyim kalmamıştı. Dükkânın kepengini üzerime kilitleyip gitmişti. Ben o gece güzel bir uyku çekmiştim. Sabah dükkâna gelince bana: ‘Canım, şekerim, hayatım…' demeye başladı. Sonra elini omzuma götürdü. Evlenebileceğimizi söyleyince inandım. O gece onunla birlikte oldum. Diğer gecelerde de… Günün birinde hafiften şişman bir kadın dükkâna geldi. ‘Utanmıyor musun kocamı baştan çıkarmaya?' dedi bana. Bende açtım ağzımı, yumdum gözümü, kıran kırana bir ağız dalaşı başladı. Saç saça baş başa kavga etmeye başladık. Çevreden gelenler bizi ayırdı. Adamın yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Mahalleye rezil olmuştu. Rezil olanlardan birisi de bendim. Eşyalarımı toparlayıp parasız yollara düştüm. O birahane bu birahane benim dercesine çalıştım. Önüme gelen erkek ile tiksinerek, nefret ederek yattım. Yattığım hiçbir erkekten bugüne kadar hiç zevk almadım.” Hüseyin ve diğerleri ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Hüseyin ağlamaklı olarak: “Ben burada değildim. Şevket buradaydı neden yanına gitmedin? Benim evime çıksaydın annem, babam sana kapılarını açardı.” dedi. Nazlı Hüseyin'e bakarak: “O anlarda hiçbir şey düşünemez olmuştum.” dedi. Bir anlık sessizlikten sonra: “Yıllar sonra bir birahane sahibinin malı oldum. Onun yardımıyla çocuklarımı Çocuk Esirgeme Kurumundan yanıma aldırdım. Çocuklarımın psikolojisi hepten gitti. Yanıma aldırmakla hata ettim.” Nazlı bakışını Şevket'e çevirdi. Şevketin kızarmış yüzü kan çanağına dönmüş gözleriyle karşılaştı. Şevket: “Çocuklar nerede?” dedi. Nazlı kahkahayı koyuverdi: “Onlar kendi halindeler!” dedi. Hüseyin Nazlı'ya bir öneride bulundu: “Bizi ailenden say, gel bizim evde kal, ailem sana hiçbir söz söylemez.” Şevket de: “Hüseyin haklı! Biz bir aileyiz ve benim kapım sana açık hem de kız kardeşimle birlikte?” Nazlı gecenin ilerleyen vaktinde bile ikna olmadı. Evden ayrılırken söylediği son sözü: “Size de güvenemiyorum.” demesiyle Hüseyin ile Şevket yıkılmıştı. Fatma ise şaşkındı. Nazlı sabahı beklemeden gecenin karanlığında kayıplara karıştı. Aradan otuz yıl geçti. Nazlı Şevket'i, Hüseyin'i, Fatma'yı hiç unutamadı. Asıl hiç unutamadığı hayatını zindan eden Saliha ve Nuri'ydi. Çocukları ve torunları havanın güneşli olduğu bir günde Nazlı'nın evinde bir araya gelmişlerdi. Çocuklar yaramazlık yaptığı için Nazlı onları kapı önüne göndermiş ve çocuklarıyla sohbete dalmıştı. Sohbetin seyrini Nazlı, Hüseyin ile Şevket'e çevirmişti: “Sizce her ikisi yaşıyorlar mıdır?” Rıza ile Bahar hiçbir yanıt vermeden annelerinin suratına öylece bakındılar. Hüseyin Habip Taşkın Nazlı, Saliha, Nuri, Hüseyin, Şevket Köy, ev, aile
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0