ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

SAKINCALI 14.Bölüm

06 Mart 2019

habibtaskin

Kendi dünyasında yalnız değildi. Koyduğu hedeflere eksikte olsa ulaşıyordu. Edebiyat alanında küçük adımlar olsa da ilerliyordu. İnsan seline bilinç götürmeye devam ediyordu. Ne kadarın da başarılıydı; kendisi de tam olarak bilemiyordu. Bu ara da her yılı basamak basamak geri de bırakıyordu. Gençlik yıllarında yol arkadaşlarıyla birbirlerine söz vermişlerdi. İnsanca, eşit koşullarda birlikte yaşamaya, üretmeye, paylaşmaya, sınırların, paranın olmadığı bir yaşama merhaba demek için bunca acıya hep birlikte göğüs germişlerdi. Dünün gençleri bugünün yaşlı kuşağına girmişlerdi. İsteselerde istemeselerde yaşamın engebeli yolunda yaşlılıkla birey olarak yüzleşeceklerdi. Kendi kuşaklarından yaprak dökümünü andırırcasına toprağa karışıyordu. Gidenlerin bir hikâyesi vardı. Eksik ve hatalı yanları olsa da, Toplumsal Düşünce etrafında özverili çalışmışlardı. Güzel günlere içten inanıyorlardı. O günü görmek için can atıyorlardı. Ne yazık ki, bir palet, postal harekâtında altta kaldılar. Onurlarını koruma adına bedeller ödediler. Öyle basit değildi ödenenler. İpin ucunda sallandırdılar. İşkence hanelerde cansız bedenler çıktı. Yargı, yargısız infazlığını yaptı. Yarım insan olarak Dört Duvar arasından tahliye olanlar oldu. Ne olduysa oldu. Ama hiçbiri unutulmadı. Unutturmamak için söz vermişlerdi o zindanlarda. Sakıncalı okuduğu kitabının arasına takvim yaprağını koydu. Dirseklerini masaya dayadı. İki elini birbirine kenetledi. ‘Zamanım az.' diye düşünürken İşportacılık yaptığı dönemlerde yaşadığı bir olayı yeniden yaşıyormuş havasına girdi: Aynı mahallede esnaflık yapan Foto vardı. Ana cadde de fotoğrafçı dükkânı vardı. Sakıncalı ile o dönemlerden tanışıyorlardı. Görüş olarak farklı olsalarda komşuluk adına ayaküstü sohbetleri oluyordu. Foto inanç gruplarına daha yakındı. Sakıncalı dünya görüşünü hiçbir zaman saklamadı. İnanç birliği yapanlar yaşadıkları coğrafyada İnanca dayalı bir Parti kurduklarında Foto'da bu kuruluşun içinde yer aldı. Kurulan Parti'nin ağzında devamlı inanç içerikli sözler çıkıyordu. “İnanca saldırı var.” Gündeme oturan buydu. Biraz da inanç üzerinden pirim yapmaları için gündemde tutmaktı. Amaçlarına büyük ölçüde ulaştılar. Parasal ilişkiler, şirketler derken inanç temelinde sermaye yeşile boyanarak piyasa da gülün açışına benzer bir açılışla çoğaldı. Semtler de, ilçeler de, şehirler de yönetici kadroların garibanı yoktu. Parasal musluk, yabancı inanç sermayesi tarafından da finansman olarak aktı. Yüzler gülüyordu. Sözü geçen, çevresi olanlara ağ atılarak kafakol ile yanlarına çekip, genişlemeye başladılar. Garibana makarna, kömür derken Gariban Aboneliği başladı. İşin gidiş hattında maddi durumu iyi olanlar da fırsat fırsattır diyerek Gariban Aboneliği'ne katıldılar. Böyle bir musluktan beslenen belirli bir zümre kendisini sorgulamadığı gibi karşıdakilerinin yaptıklarını da sorgulama zekâ kapasitesine sahip değillerdi. Siz ne diyorsunuz? Hııımmm. ‘Satılmak.' Her zaman malın satışı olmaz. İnsanımsı varlıklar da mal gibi satılabilirmiş. Sakıncalı'nın çevresi alabildiğine geniş olduğunu, Toplumsal Düşünceyi savunduğunu bildiğinden, ayrıca İçeriden çıkıp hiç kimse iş vermediğinden, boynuna geçirdiği ekmek teknesiyle dolaştığını ve başka hesapları göz önüne alan Foto bir akşamüzeri onun gidip geldiği yolda önüne geçere: “Bana on dakikanı ayıracaksın. Hiç itiraz etmeyesin.” Birlikte ana caddeden aşağıya dönen sokak arasına dalış yaptıklarında yol hafiften aşağıya doğru meyilliydi. Birinci sokak değil, ikinci sokağın solunda bulunan köşe dükkâna girdiler. Dükkân sahibi ayağa kalkarak: “Hoş geldiniz. Siz oturun benim dışarıda biraz işlerim var.” Diyerek dükkânı terk etti. Vakit kaybetmeden konuya giriş yaptı: “ Sana bir teklifim olacak! Bırak paylaşımı, eşitliği, biraz da paranın üstünden bak dünyaya. Ye, iç keyfine bak. Bunca yıl mücadele nereye kadar?” Çok dikkatli dinlerken, bir yandan lafı nereye getireceğini tahmin etmeye çalışıyordu? “İnanca dayalı bir Parti kurduk adına bakma, her kesimden insan var. Senin de bize katılmanı istiyorum. Altına bir araba ve iş imkânı veriyoruz.” Teklif gayet güzeldi. Bu işsizlikte milli piyangodan yüklü para çıkmışçasına, kebap işti. Foto bu işe ‘garanti gözüyle bakıyordu.' Hiç kimsenin paraya hayır deme cüreti olamazdı. Her bireyin bir fiyatı vardır mantığı işlene işlene, herkesin satın alınabileceği düşüncesi ağır basıyordu. Sakıncalı gayet yarı ciddi, sulu söze girdi: “Ben almayayım. Birlikte, eşit koşullarda yaşamadan yanayım.” Sözü bittiğinde ayağa kalktı: “Ben gidiyorum. Ölen yol arkadaşlarıma, insanlara sözüm var. Ayrıca benim fiyatım yoktur.” Dükkândan çıkıp evine doğru yürürken arkasından bakarak söylendi: “Neyine güveniyorsun ey Sakıncalı? Önüne serilen serveti nasıl tepersin manyak?” Yaptığı her işten pişmanlık duymamıştı. Yaşamın bir bedeli olduğunu görerek yaşıyordu. Yine de düşe kalka olsa da onurunu korumaya devam ediyordu. Foto onunla karşılaştığında şoktan çıkamamış, soğuk havasını takınmaya başlamıştı. Aklında ‘Fırsatı nasıl paraya çevirmez vardı.' İnsanın, hangi makam da olursa olsun satın alınışını birçok konuşmada duymuştu. Yaşamın iğrenç çarkları özel mülkiyet ile kapıyı aralarken yıllar içinde kokuşmuşluktan istifade eden edeneydi. Öyle bir döneme girilmişti ki, seçimler dönemi sıkça yapılmaya başlanmıştı. Paralıların resmigeçit yaptığı, bol keseden dağıttığı ama öz olarak hediyeciklerin yerlerine göre dolgun ya da çok az dolgun olarak ulaştığı bir dönemden geçiliyordu. Babalarının ya da ölmüşlerinin hayır dualarını almak için değildi bunca yapılanlar. Foto tekrardan Sakıncalı'ya olta atar. Ana caddenin üzerinde beton direğinin yanında ayaküstü konuşmaya başlarlar: “ Sen neyi teptiğinin farkında mısın?” “Neyi tepiyor muşum?” “En pahalı bir arabayı iste alayım.” “Jaguar alalım mı?” “Alacağım.” Sakıncalı gülüp gülmeme arasında: “Bu para kimden?” “Sen ne yapacaksın? İşin de hazır.” “Neden Ben?” “Çevren geniş ve herkesle bağın var. Deneyimin var.” “Ben parayı sevseydim. Bürokrat babamın sayesinde işi götürürdüm. Başka kapıda dolan derim.” Foto bu konuşulanları sorumlularına anlattı. Hepsi bir ağızdan: “Manyak mı bu?” demişlerdi. Aradan yıllar geçtiğinde yine şenliklerin yapıldığı seçim zamanında Foto seçim otobüsünün ön tarafındaki koltuğa oturmuş, kendince gelen geçenin nabzını ölçüyordu. Onu tanımayanlar belki de önemli bir şahsiyet diyebilirlerdi. Sakıncalı'yı görünce otobüsü durdurup ayağa kalkıp açılan kapının ağzına geldi: “Sana son bir şans veriyorum! Sana ne söylediysem hepsi olacaktır. Otobüse bindin bindin. Binmezsen bir daha teklif yok!” El sallayarak oradan yan sokağa döndü. Arkasına bakınmadan yoluna gitti. Otobüs hareket ettiğinde kapı ağzından dışarıya bakınıyordu. Sadece aklında Sakıncalı vardı. ‘Manyak.' Emeklisine aylar kala Yüksek Yargı'nın son kararını yargılandığı yazar ve farklı meslekten olan arkadaşlarıyla bekliyordu. Beraat kararı ağır bassa da, ceza almayı düşüncelerinin dışında tutmuyorlardı. Olumlu ya da olumsuz bir karar çıkabilirdi. Yargılandığı arkadaşlarının bir kısmıyla Çevre Kahvehanede toplandıklarında tenha olan duvar dibindeki masa etrafına oturduklarında Hafiften Esmer konuşmaya başladı: “Yüksek Yargı birçok kararı bozdu. İtiraz üzerine cezalar ine ine düşünce suçuna düştük. Ellerinde delil yoktur. Burası bizim ülkemiz her an karşımıza sürpriz bir ceza çıkma ihtimali kuvvetlidir. Düşüncem derki? Ceza alınca burada mı kalalım? Yoksa sınırları aşarak dili, kültürü farklı bir diyara mı gidelim?” Zor bir soru sorulmuşçasına masadakiler sessiz kaldılar. Hafiften Esmer: “Bir karar vereceğiz!” Sakıncalı konuşana baktığında: “Ben derim ki? Eeee… Burada kalalım. İçeride insanlık mücadelesini verelim.” Birlikte yattığı Yazar: “Sakıncalıya katılıyorum. Burada kalalım. Dört Duvar arasında yatmaksa yatalım.” Konuşmalar sonunda burada kalmalarına ve içeride Dört Duvar arasında cezalarını bitirmelerine karar verdiler. Bu kez de çevrelerine bu kararı nasıl anlatacaklardı? Sorusunun yanıtını aramaya koyuldular. Buluşmadan sonra birkaç ay sonra Yüksek Yargı olumsuz yönde kararını vermiş, hukuk yolları bitmişti. Karar şöyle açıklanmıştı: “Delil yok ama elleri tabanca gibi maddeleri göz önüne alarak, birçok kişiyi bir araya toplayabilirlerden.” Dört Duvar biletlerini kesmişlerdi. Karar böyle olsa da, askerin yönetime el koyduğu yıllarda ceza alanlar bu dava da olduğundan yüce yargılayıcılar geçmişin sayfasını kapak ve delil olarak göz önüne almışlardı. Bu yorum yargılananlara aitti. Ceza kesinleştiğinde Sakıncalı işi bırakmak istedi. Güneşin yakıcı sıcaklığında Patroniçem'e olanları anlattı. Birlikte yukarıya çıkarak Muhasebeci'ye: “Sakıncalı Dayı'nın kaç günü kaldı?” Bilgisayardan dokümanlarına bakıp: “ Gününü doldurmuş, bu senenin bitmesine yirmi gün var. Önümüzdeki seneden on beş güne yakın alırsa eline biraz fazla para geçer.” Patroniçem oturduğu yerden kalkarak Muhasebecinin yanına giderek, bilgisayara bakındı. İyi bir çözüm yolu nasıl bulabilirimi düşünmeye başladı? “Sakıncalı Dayı toplam bir ay buradasın. Eğer seni gazeteci ordusuyla almaya gelen olursa, buranın adını çıkartırlar diye üzülme! Sen ilk önce insansın. Keşke herkes senin gibi olsa!” Bir ay içinde tutuklama emri çıkartılabilirdi. Patroniçem'in desteğini aldığından dolayı mutluydu. Eşi olanları duysada üzüntüsünü belli etmemeye çalıştı. Oğlu da üzgündü. Ya Sakıncalı? Kafasında her düşünce fışkırıp duruyordu. Yanıt aramaya koyuluyordu. Zamanının daraldığının farkındaydı. Her işini anında bitirmek istiyordu. Olmuyordu. Sayılı günler geçip gittiğinde iş yerinden ayrılma vaktinin geldiğini işaret ediyordu. Oysa buraya çok alışmıştı. Garsonlardan, mutfak personeline, muhasebeciye alışmıştı. Patroniçem öğleden sonra geldiğinde direk çalışma yerine geçti. Çok sürmediği gibi elinde gazete kâğıdına sarılı olan kabarık küçük paketi Sakıncalı'ya verdi. Paketi alınca birkaç kâğıda çıkış imzasını attı. Patroniçem: “Sakıncalı Dayı vedalaşmayı akşam yapalım. İçeriden çıktığında burası açık olursa çalışmaya gelmek istersen kapım sana açıktır.” Nerdeyse duygusallıktan ağlama moduna geçecekti. Kendisini zor tuttu. Yalnız kaldığında elindeki paketi açtı. Paralar gözüne çok geldi. Üç kez saydı. Paranın fazlaca verildiğini düşünerek, paket elinde çalışma odasına yürüdü. Kapıyı vurup içeriye girdi. Patroniçem masada hesap işindeydi. Eşi piposunu içerken bir yandan gazetesini okuyordu. Muhasebeci ayakta elindeki küçük kâğıda bakıyordu. Patroniçem ona bakınarak ‘ne var?' dercesine başını oynattı. Sakıncalı biraz sıkılgan tavrıyla: “ Yalnız konuşalım mı?” “Sakıncalı Dayı aramızda yabancı yoktur. Rahatlıkla konuşabilirsin.” “Verdiğin para fazla olduğundan geri getirdim.” Patroniçem gülümseyerek: “ Bu para sana ananın süt akı gibi helal hoş olsun. Evin kira değil, eşin ve çocuğunu, seni de hesaba katarak hesapladım. İçeriden çıkıncaya kadar. Bu para hepinizi idare eder. Seni bekliyorum.” Sakıncalı tahta merdivenleri indiğinde kendisini mutfağa attı. Gözyaşlarının akışına engel olamadı. Sahiplenme duygusuyla kendisini kaybetti. Belirli bir aradan sonra bulaşık yıkadığı çeşmede suratını yıkadı. Ağır adımlarla kitabevine yürüdü. Nasıl yürüyüp geldiğini anlayamadı. Kendisini raflardaki kitaplara bakarken buldu. Diğer zamanlar yeni gelen kitapların sayfalarını kurcalardı. Oralarda farklı konular arıyordu ama nedense bulamıyordu. Belki de bulmak istemiyordu. Akşam olduğunda Patroniçem mutfağa gelip vedalaştılar. Birbirlerine sarılıp iyi dilekte bulundular. O gece gelen müşteri azdı. İşleri erken bittiği için iş yerindeki arkadaşlarıyla vedalaştı. Belediye Otobüs Durağına giderken çalıştığı yerin dış duvarlarına, denizine karanlıkta baktı. Birkaç gün sonra yolculuk başlayacaktı. Dört Duvar arasında yeni bir yaşamla yüz yüze olacaktı. Hüseyin Habip Taşkın 16.01.2019
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0