ForumSelam, Naber?  Yeni Konu 

Can terbiyecisi... - Markar Esayan

02 Eylül 2012

hurkus

Can terbiyecisi... - Markar Esayan


Düşüncelerinizin ne zaman bozulduğunu fark edebiliyor musunuz?

Muhtemelen hayır.

Önce algıların ayarlarına bir şeyler oluyor çünkü. Yanlış duymaya yanlış görmeye başlıyor insan.

Hayat dört mevsimden oluşuyor.

İlkbahar, yaz, sonbahar, kış...

Böyle tekrarladığımızı hatırlıyorum yuvada ciyak ciyak.

O mevsimlerin kendi hâlleri var sonra. Bazen sıcak kavurur, bazen sert fırtınaların mermi gibi fırlattığı yağmur damlaları saplanır yüzünüze, kimi zaman da bir meltem gelir bulur sizi, havanın bir anne sıcaklığıyla sarıp sarmaladığı günlerin hakkını da yemeyelim. “Oh!” dersiniz, “Yaşamak ne güzel!” Ama içinizde kışın korkusu olur hep. Aklınızın ve vicdanınızın silecekleri, o çamurlu, delici yağmurdan hızlı çalışmıyorsa, algılarınız bozulur, düşünceye, akla ve vicdana sirayet eder. Oralara yanlış bilgi gittikçe insan değişir. Kötü olur, sarsak olur, keyifsiz olur, mutsuz olur, mutsuz eder, huzursuz eder. Hedefi hep ama hep, on birden vurur. Kötülük 11 ile sınırlandırılmıştır. Asla nihai zaferi kazanamaz. Varoluş mükemmeldir. Kötülük eylemseldir. Eylemin menzili varoluşa yetişemez. Bu bir sır, aramızda kalsın.

Montaigne “İnsan kötü şeyleri bilmediği, beceremediği için değil, canı istemediği için yapmamalı” demiş ya. (Matah bir söz değil, ben bunu 15 yaşımda yazdım. Defterlerimde kayıtlı.)

Böyle bir durumu düşünün. Bir kahve alır mısınız?” “Teşekkürler, canım istemiyor” gibi...

Bu sadelikte anlatıyor filozof. İnsanın kötülüğü canı istememeli. Kolay ve sanırım çok doğru diyor, herhalde arkasındaki koca kavgayı siz de sezebiliyorsunuz bu sözün. Canı terbiye etme manasında diyorum. Kötülüğü canı istemeyecek bir can yaratmak. Ne muhteşem!

Çünkü genellikle, kötülüğü bilmeyen veya onu becerme yeteneklerinden yoksun olduğumuz kadar iyi insanlarız biz. “Hiç o kadar güçlü olmadım. Bir fırsat tanınsa, nasıl da canına okurdum bu dünyanın” diyen, bunu ima eden, bunu hayatında gösteren o kadar çok insan var ki!

Askerlik bunun en iyi gözlemlendiği yerdir. Sivildeki hiçbir kuralın, statünün ve özelliğinizin geçerli olmadığı bir düzende, size verilen rütbeye ve lebiderya bir insan haklarını çiğneme özgürlüğüne sahipsinizdir. Müthiş bir deneyimdir.

Ne canavarlar tanıdım ben askerde öyle. Bir teneke onbaşının nasıl bir Hitler’e dönüştüğünü, meselesi olduğu veya sivilde kendinden “üstün” olduğunu bildiği o kişileri nasıl kahrettiğini... Adama imkân verilmiş kullanıyor. Potansiyel kötülüğün ortalığa saçıldığı hâller.

O yüzden, bu anlamda çoğu insana “güvenmiyorum” ben. Bu testlerden geçmeyen canı pek iyi saymıyorum. Bu arada askerde bir çocuğa feci bir tokat atmıştım. Okuyorsa bu yazıyı tekrar özür dilerim ondan. Kısa dönem eğitim çavuşuydum. Hafifletici sebeplere girmeyeceğim. Herkes çok şaşırmıştı. İlk kez vuruyordum bir askere. Bana cevap veremeyeceği, adil ve eşit olmadığımız bir durumda, bir insana vuracak kadar aşağılık bir iş yapmıştım. Çocuk hem o sert tokat nedeniyle, hem de o tokadı benim atmış olmam hasebiyle, başını yere indirmiş, öylece kalmıştı. Bir arkadaşı geldi yanıma: “Komutanım, o çocuk evli, iki çocuğu var” dedi. Çocuk daha 17 yaşında! Yaşını büyütmüşler. Bu önemli bir konuymuş. Gittim yanına ve özür diledim. Tamam, bu özür Türk askerlik tarihinde bir ilk olabilir, ama yaptığım aşağılık işi hafifletmiyordu. İşin daha da kötüsü, ne kadar naif kalıyordu bu hikâye, benim orada gördüğüm korkunç şeylerin yanında. Yıl 1995...

Ben de “Kötünün, zeki, çevik ve ahlaklısını” tercih ediyorum. Latife tabii... Geçen yazıda bir cümleyle geçmiştim. Kötülük çok önemli bir realite. O zaman onu düşünmeli ve araştırmalıyız. Kötülük çoğunlukla varsaydığımız gibi, başkalarına veya uzaylılara değil, bize dair bir olgu çünkü. Hemen içimizde. Onunla ne yapacağız? Düşündük mü? Pimi çekilmiş bir bomba gibi, patlayacağı ânı kolluyor. İçimizdeki cephaneliğin envanterini çıkardık mı? Yok saydıklarımızla var oluruz diye düşündük mü?

Yoksa sadece korkak olduğumuz, imkânımız olmadığı, beceremediğimiz, bilmediğimiz, pratiğimiz az olduğu için mi kötü değiliz? Arada sırada küçük kötülük aperatifleri alarak mı idare ediyorsunuz? Bütün gün içinizden hasımlarınıza bela okurken, onların yüzüne tebessüm edenlerden misiniz? Mesela, yani aklınıza hiç mi gelmedi, şöyle büyük bir deprem olsa da ölseler diye? Utanmayın, bunlar insani şeyler. Sadece, acaba diyorum, daha dürüstçe oynayabilir miyiz şu oyunu? Daha keyifli olmaz mıydı hayat?

İçimize sinen bir iyiliğimiz olsa, otursa tüm kıvrımları ruhumuzun türlü çıkıntılarına, bu iyi bir şey olmaz mıydı?

İnanınız konuyu ben dağıtmadım, dağınık bir dünyaya doğduk, toparlanmaya çalışıyoruz. Dünya bir yerleşme değil, bir toparlanma yeri çünkü. Ama yazarak, ama çocuğumuzu iyi büyütmeye çalışarak, ya da en iyi gazeteyi çıkarmaya çalışarak vs.. ve bu iyi bir şey.

Kolay olsa, ne değerli ne de kalıcı olurdu...


mesayan@markaresayan.com

Taraf


Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0