ForumYeni kitaplar  Yeni Konu 

FAZIL SAY-Yalnızlık Kederi

17 Ağustos 2009

deepblueeagle


FAZIL SAY-Yalnızlık Kederi-Denemeler

İşte, hayatınızı toptan değiştirecek bir kitap daha. İnsan sevgisinin en uç hali. İnsancıllığın, doğaya, canlıya duyulan sevginin, yalnızlığın, üretmenin, sanatın, yüreğin bir insanda toplanmış, bütünleşmiş, bedenlenmiş hali Fazıl Say.

Say’in kitabını evde veya işyerinizde en sık göreceğiniz yere koyun. Veya kitabın kapağını büyütün, duvarınıza asın poster olarak. Sizin için bir mantra olsun, motto olsun bu kitap. Sürekli bakın ve hayatta ne istediğimi bulacağım, bu dünyaya neden geldim, ben kimim deyin, kendimi bütün komplekslerden nasıl arındırırım, yüreğimi nasıl temizlerim, yüreğimi sadece ama sadece iyilikle nasıl doldururum, kendimi nasıl ifade edebilirim, kişilerden, olaylardan nasıl uzaklaşırım, temel kavramlarla, temel insani değerlerle nasıl ilgilenebilirim, kendimle, insanlarla, dünyayla, doğayla nasıl barışabilirim, her türlü çatışmadan nasıl uzak durabilirim, zihnimi nasıl boşaltabilirim, kendimi sevdiğim ve yaptığım işe nasıl verebilirim, nasıl daha alçakgönüllü olabilirim, yani nasıl daha insan olabilirim, deyin.

Fazıl Say, kitabıyla bir insanlık, bir aydın-lık dersi veriyor. Üstelik de niyeti bu değil. Sadece sanatını, müziğini anlatıyor. Yapmayı bildiği tek şeyi. Müziği. Ama her gün, her sabah kendini arındıran, temizleyen bir insan o. Hayatı konserlerde, turnelerde, kayıt odalarında, otellerde, uçaklarda geçen bir sanatçı. Günde bazen 5-10 sözcük sarfeden bir yalnız insan. Yalnız. Tüm aydınlar gibi. Kendini yapmayı sevdiği işe vermek her gerçek insanda olduğu gibi, her aydında olduğu gibi kaçınılmaz bir yalnızlık getirir. Kendini adayarak, yaşamını, varlığını yaptığı işe vererek yapan her insan gibi, o da kendinden çoktan uzaklaşmış, artık kollektif bilincin, toplumsal bilincin, toplumsal duyarlılığın ve sanatsal duyarlılığın temsilcisi olmuş, sevginin yaşayan temsilcisi olmuş bir güzel insan o. Çok iyi, temiz kalpli, son kertede hümanist bir insan. İşini yapıyor, yaratıyor, üretiyor. Müzikle yaşıyor. Ve müziği, klasik müziği, hatta halk müziğini, caz müziğini, dinletmeye, tanıtmaya çabalıyor.

Dünyanın her yerinde konserler verirken, bir yandan da Türkiye ve dünyanın her yerinde çocuklarla konuşuyor, genç çocuklara müziği sevdirmek için onlarla saatlerini harcıyor, onlarla birlikte çalıyor, bir çocuğa müzik öğretmek için kendi konserini bile unutacak denli heyecanlı, çocuksu, naif, otantik, gerçek bir insan. Gerçekten de gerçek bir insan. Gördüğü sakat bir kediyi, dünyadaki iyilikleri, güzellikleri görsün, biraz daha yaşasın diye bahçesine alıp bakan ve öldüğünde hiçbir iyiliği hissedemedi diye üzülen bir insan o.

Kitabı okuyunca sarsılmanız, hatta ağlamanız olası. Say’ın anlaşılma çabasına, kederine, yalnızlığına değil, sevginin gücüne, insanın iyiliğine, sanatçının, üretenin, işini iyi yapmaktan başka bir savaşı olmayan sade insanın insanlara, dünyaya hizmet etme çabasına. Dünyanın yükünü taşıyan, hassas ruhların, algısı çok yüksek insanların bu dünyada yaşadığını görüp sevinçten ağlayabilirsiniz. Fazıl Say hizmet ediyor bizlere. Hizmet etmek, insan varlığının en büyük amacıdır. Hizmet etmek, aynı zamanda doğu düşüncesinin, dünyayı durdurup dünyaya uyanmanın tek yoludur. Kendini önemsememenin tek yolu. Doğulu bilgeler, bilgeliği öğrenmek isteyenlere, önce bahçedeki şu kuru yaprakları topla, derler, toplayınca şimdi dağıt, bir daha topla derler, bu sürekli yinelenir, ta ki öğrenci, anlaması gerekenin, yaptığından bir sonuç, bir çıkar beklememesi, sadece yapması gerektiğini anlayıncaya dek. Bilgeliğin yolu, insan olmanın yolu, önce, çıkar, ego, kariyer, para gibi yüklerden kurtulmaktır.

Kitapta da böyle bir anekdot var. Bir müzisyen, bir haftalığına yanına, öğrenmeye gelen genç bir müzisyene, bir hafta boyunca müzikten hiç söz etmiyor. Bahçedeki bir fidana bakmasını söylüyor bir hafta boyunca. Bir haftanın sonunda, fidan yeşeriyor, müzisyen de ona, sen iyi bir müzisyen olacaksın, diyor. Çünkü, genç müzisyen, görmeyi, sevmeyi öğrenmiştir. Sanatçı olmanın, insan olmanın birinci şartı, koşulsuz sevmektir. Herkesi, her şeyi . Hoşgörülü olmaktır. Zihnini, kendini temizleyip, boşaltıp, sadece iyilikle doldurmaktır. Vermekle.

Zihinlerimiz çok dolu olduğu için, kendimizi sürekli olarak dünyevi olaylarla doldurduğumuz için, bizim gibi olmayan insanları anlamamız, sevmemiz zordur. Say, önemli değil. Önemli olan, böyle insanların olduğunu görüp, biraz daha insanlaşmak. Say hakkında olumsuz düşüncesi olan insanlar, insan hakkında, sevgi hakkında, üretmek hakkında derin düşünmeyenlerdir. Onlara, Say’ın konserlerini, CD’lerini dinlemelerini önerebiliriz. Onu, duygu dünyasını anlamalarını, anlamaya çalışmalarını. Çaba göstermeden anlamak olası değil. Belki, kitabını okuyarak biraz anlamak mümkün olabilir. Elbette, yazdıkları, onun dünyasını, müziğini, tam olarak yansıtamıyor bize. Çünkü, yazılınca, yaşananlar, biraz eksik kalıyor, çerçevesi çiziliyor. Onu okuyarak değil, müziğini dinleyerek anlayabiliriz. O bir gerçek sanatçı. Büyük müzisyenlerin müziğini kendi iç dünyasından gelen esinle tekrar yaratıyor. Her defasında farklı çalıyor. Ve kendi müziğini besteliyor. Sürekli besteliyor.

Fazıl Say, yaşamını müziğe adamış bir sanatçı. Küçüklüğünden itibaren Mithat Fenmen, David Levine gibi piyanistlerle çalışmış. Onu piyanosu başında gördünüz mü. Görmeyi deneyin. Sanki müzik tanrıları, ona, sen bizim elçimizsin, yüreğimizsin, elimizsin, demiş gibi. Ve o da, bütün öğretmenlerine, bütün müzisyenlere teşekkür ediyor. Piyanosunun başında yaşıyor, yaratıyor, notalarla yaşıyor, besteliyor. Onun anlatacak bir öyküsü var. Varlığının nedenini bulmuş. Aslında herkes, hepimiz böyleyiz. Hepimizin kendimizi gerçekleştirebileceğimiz bir yönü vardır. Şiir yazan sadece şiir yazmalıdır, resim yapan sadece resim, doktor sadece hayat kurtarır, şifa veren sadece şifa verir. Ve yapar. Nedenini de bilmez. Soranları da anlamaz. Sadece yapar. Sorgulamaz.

Fazıl Say, 10 yıl kadar önce, uçakta yazdığı kitabından sonra, şimdi bu ikinci kitabıyla yine müziğini, beynini, yüreğini sunuyor bize. Bu kitap onun çığlığı. Duyun ve okuyun.

Okuyunca önce onu, sanatı, sonra kendinizi seveceksiniz, sonra da dünyayı, yaşamı. Ve sonra da neyi iyi yapıyorsanız, hiç kimseye kulak asmadan sadece onu yapacaksınız. Yapmayı sevdiğiniz tek şeyi. Her neyse o. Ve, ondan sonra, zor bir karar verip, kendinizi biraz yalnızlaştıracaksınız, kendinizle uzun günler, uzun geceler baş başa kalacaksınız. Ta ki tertemiz olana dek. Yalnızlık eğitiyor insanı. Sonra da barışık ve mutlu olarak yaşama yine atılacaksınız. Hiçbirşey beklemeden. Beklemeden ama bekleyerek.
19 Ağustos 2009

hurkus

Ahmet Hakan Hürriyet gazetesinde bugünkü köşesinde Fazıl Say ve kitabına dair ilginç şeyler yazmış...

Dâhi isen dâhiliğini bil

“Sanatçı”, “yaratıcı”, “deha sahibi” çok özel insanların bir ayrıcalığı olmalı mı?
Mesela...
İsmet Özel’in Türklük üzerine ortaya attığı hezeyanlar karşısında, sırf “İsmet Özel büyük şairdir” diye gıkımızı çıkarmayacak mıyız?
Mesela...
Bedri Baykam’ın politik tuhaflıklarına, sırf “Bedri iyi ressamdır” diye iki çift laf edemeyecek miyiz?
Mesela...
Sezen Aksu’nun güldürmeyen esprileri karşısında, sırf “Sezen gibisi yüz yılda gelmez” diyerek “Sahnede kırdı geçirdi” başlığını atmak zorunda mıyız?
Mesela...
Fazıl Say’ın yeterli imla bilgisine sahip olmamasına rağmen fikirlerini yazıyla ifade etme hevesine kapılmasına, sırf “Fazıl bir dâhidir” diye ses etmeyecek miyiz?
* * *
Elimde Fazıl Say’ın Doğan Kitap’tan çıkan “Yalnızlık Kederi-Bir Müzisyenin Notları” adlı kitabı var...
Karıştırıyorum kitabı:
Had safhada bir özensizlik...
Müthiş bir işin kolayına kaçma olayı...
Düşünceler savruk... Anlatım bozuk... İfade yetersiz...
Kapaktaki fotoğraf da taklit...
Bazılarına göre klasik müzikte deha mertebesine ulaşmış bir adam olan Fazıl, ne yazık ki düşüncelerini yazıyla aktarma noktasında tam bir yetenek düşmanı...
Ne yani?
“Dâhiler imtiyaz sahibidir” diyerek, susup geçecek miyiz? Ben ki her alanda eşitlikçilik fikrinin hastasıyım, dâhinin dehası hatırına hiç bundan vazgeçer miyim?

Ahmet Hakan/Hürriyet
19.08.2009
19 Ağustos 2009

deepblueeagle

ahmet hakan, tanımıyorum, kim olduğunu bilmiyorum, ama doğru yazmamış. yaratıcı, deha insanlar elbette eleştiride dokunulmaz değil. ancak, anlamadım, ahmet hakan müzik adamı mı veya müzik eleştirmeni mi, fazıl say kadar ya da herhangi bir sanatçı kadar müzik bilgisi var mı. olmadığı açık. çünkü, eleştirisinde tek bir müzik terimi, deyimi yok. sözleri düz. bir müzisyeni eleştirmek için müziği bilmeniz gerek. ahmet hakan bey'in yazısında müzik hakkında tek bir cümle bile görmedim. bir eleştiri yapmamış. yazısında bilimsellik de yok, bütünlük de. 

fazıl say bir müzisyen. ve düşüncelerini, anılarını, müzikal duygularını yazmaya çalışmış. bir edebi yapıt yarattığını iddia etmiyor. imla bilmek zorunda değil. müziğini, heyecanını, duygularını anlatmaya çalışmış. yansıtmak istemiş. ve heyecanını çok iyi yansıtmış. ben okuyunca ağladım. heyecanını anlatmak istemiş. çocuksu ve safça. o piyano çalıyor. yazarlık, kurgu, türkçe kursları alması gerekmiyor. ama ahmet hakan bey'in önce müzik dinlemesi ve sonra da hoşgörüyü öğrenmesi gerekiyor. ahmet hakan beyin yazısında ne eleştirilmiş, anlaşılmıyor. hiç bir şey söylemiyor. 

kolayına kaçmak diye bişey yok. say, kuliste, uçakta elinden geldiğince yazmış. heyecanını, müzik yüreğini iyi anlatıyor. ve zaten öncelikle müzisyen olma yolundaki gençlere seslenen bir kitap bu. biraz da kızı kumruya. 

bir müzisyen olarak anlatabildiği denli anlatmış. ben de yorumumda, zaten duygularını yazı yoluyla iyi aktaramaz demiştim.
kapak fotoğrafı taklit demiş. onu bilmiyorum. ahmet hakan beyin yaptığı çok ayıp. böyle bir yazı yazan kişi (eleştirmen mi bilmiyorum, ama eleştirmene benzemiyor, sadece okurların duyguları ile oynayan biri olduğu belli) fotoğrafın orijinalini de koyar. böyle suçlama olmaz. inandırıcı değil. bütün yazıda ne belge var, ne eleştirel bir cümle. ne yönden eleştirdiği belli değil. müzik yönünden mi, edebiyat yönünden mi, ben tek bir edebiyat terimi, veya bir müzik terimi görmedim yazısında. 

say, bir müzisyen, edebiyatçı değil, ama ahmet hakan bey de çok kötü bir eleştirmen, bir eleştiri yok yazısında. 

ayrıca, yurdumuzda eksik noktalardan birisi de, sanatçılarımızın, düşüncelerini, anılarını yazmamaları. birçok sanatçı arkasında kendisini anlatan yazılı bir eser bırakmadan ölüp gidiyor. bu konuda bir kitaplığımız yok türkiyede. biyografiler, otobiyografiler yönünden de eksik. ki, dünyada en çok okunan türdür. o kadar az anı kitabımız var ki. örneğin, tarık akan, ali poyrazoğlu, macide tanır, müzehher va-nü gibi az sayıda sanatçımız, düşün insanımız anılarını yayınladı. veya adalet ağaoğlu, tomris uyar, oğuz atay gibi yazarlarımız günlüklerini. 

keşke bütün sanatçılarımız anılarını, düşüncelerini yazsa. gelecek genç müzisyenler, sanatçılar için öyle önemli ki bu. 

ahmet hakan bey, bir edebiyat veya müzik eleştirisi yazmadan önce füsün akatlı, nurullah ataç, memet fuat, fethi naci, semih gümüş gibi edebiyat eleştirmenlerini okuyarak eleştiri nasıl bişeydir onu öğrenmeli, ya da üner birkan, evin ilyasoğlu, zeynep oral gibi müzik yazarları, eleştirmenlerini okuyarak biraz müzik öğrenmeli ki, müzik veya kitap üzerine bir yazı yazacağı zaman yazının içinde en azından biraz kitap veya müzik bilgisi olmalı.

ahmet hakan bey, ayıp etmiş. bu basit yazısı için kendinden utanmalı. yaygın bir gazetede bu denli ucuz sözler olmamalı.

fazıl say bey ise, bu eleştiriyi herhalde komik ve saçma bulur.
yanıt vermesi bile gerekmiyor.
ahmet hakan bey, herhalde kendi reklamını yapmaya çalışmış olmalı.
20 Ağustos 2009

Medya mı, petrol şirketi mi, sabun fabrikası mı, siyasi parti mi belli olmayan kuruluşların yuppi özentisi çalışanları daha kaç sanatçının, aydının hayata ve memleketine küsmesini sağlayacaklar bakalım...
Göreceğiz bu tezgah nereye kadar.
Çözümsüzlükten, dil yarasından karın doyurmak nereye kadar.
Bilinçli olarak sanatçısıyla, aydınıyla halkın arasına düşmanlık tohumları ekmek nereye kadar.
Bir yandan "açılım" ve "demokratlık" kahramanlığına soyunurken, bir yandan da kendisine "biat" etmeyeni düşman ilan etmek nereye kadar.
Gün gelir hayat herkese "tevazu"yu öğretir. İstemese de öğretir.
Çok Ahmet'ler geldi geçti bu topraklardan.
Ama bir tane Sezen Aksu, bir tane Fazıl Say geldi...
Üstelik geçmeyecekler, hep kalacaklar.
Onları seviyoruz .

t.ugan
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0