ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

Sakıncalı Bölüm 12

19 Şubat 2019

habibtaskin

Deniz çok kirliydi. Kirli dalgaların kıyıya vuruşu hoş görüntü değildi. Nedense hava sıcaktı. Bir anlam veremedi. Mutfağa geçtiğinde işyerine giriş ve çıkış yaptıkları yerden geçerek kitabevine uğradı. Çalışanların iki üniversite bitirdiklerini biliyordu. Onların yüz hatlarını bir süre izledi. Mutlu olmadıklarını düşündü. Günden güne gizli işsizlerin arttığını biliyordu. Elinden bir şey gelmediği gibi dünyayı da değiştirmeye gücü yoktu. Paralı düzende anne, baba çocuklarının eğitimi için didinirlerdi. Sonuçta bir hüsran tablosunu yaşarlardı. Çocuğu için torpil aramaya koyulurlardı. Acı gerçeklerden bir tanesidir. Raflardaki kitaplara sırasıyla baktı. Alacağından değil, vakit geçirmeye geliyordu. Oysa kitaplara baka baka yerleriyle birlikte isimlerini ezberlemişti. Akşam başlayan müşteri yoğunluğunda bulaşık tabaklarını yıkamakta zorlandı. Patroniçem yardıma geldi. Zorlandığı günlerde yardıma geldiği oluyordu. Sakıncalı ter içinde kalırdı. İş bitiminde giyim eşyalarını değiştirirdi. Evine gitmek için işyerinden çıkar çıkmaz durak karşısındaydı. Aynı akşam Belediye Otobüsünü beklerken yanına bir balici genç yaklaştığında, yaşamdan bıkmış bir hali olduğunu fark etti. Ruhu başka âleme takılmıştı. Konuştuğu anlaşılmıyordu: “ Ban… para…” “Para mı istiyorsun?” Gözleri yumuk olarak başını salladı. “Neden istiyorsun?” “Otobü… bine...” “Nereye gitmek istiyorsun?” Elini gelişi güzel salladı. “Bekle ben seni ilk gelene bindireceğim. Para verme direk arkaya geç otur.” Elini başına götürerek ‘olur' anlamına getirdi. Sakıncalı ona bakıyordu. Olurda saldırır diye. İlk durağa gelen Belediye Otobüsüne bindirdi. Şoföre el işareti yapıp onun bir balici olduğunu anlattı. “Bununla işimiz var. Neyse son durakta indiririm.” Diye söylendi. Belediye Otobüsünün arkasından bakındı. Tinerci genç için üzüldü. Patroniçem ile mutfakta kısa bir sohbet etmişti: “Ben Pazar günü Eşi'mi buraya akşama doğru getirsem, iş bitiminde birlikte gitsek olur mu?” Hafiften gülümsedi: “Olur ama müşteri olmadığı zamanı seçersin. Bir de ne içerseniz para vermeyin.” Sakıncalı çok duygulandı. Sosyetik yerde tahta sandalyelere oturarak, denizi seyretmek, akşamını izlemek, gece karanlığında karşı tarafın ışıklarını görmek, vapurların ışıklı geçişini görmek farklı bir duygu yaratacağı kesindi. Eve gittiğinde haberi Eşi'ne müjdeledi. Birlikte hafta sonunu heyecanla çekerken, sayılı günler geldiğinde, Eşi hava kararmadan önce gelip, deniz kenarına oturdu. Çayının yudumlarken, menüye baktığında yüzünün renk değiştirdiğini Sakıncalı gördü. Kendilerinin normal şartlarda böyle yerlerde oturamayacağını biliyordu. Yukarıdakiler ile aşağıdakilerin farkını başka açıyla yeniden yaşadı. İş bitiminde eşinin yanına oturdu. Garson Dört ikisine karışık dondurma getirdi. Bir süre hiç konuşmadılar. Denizden esen hafif ılık rüzgâr tenlerini yalayıp geçiyordu. Gecenin karanlığında çevredeki yanan lambalar hafiften loş ışıklarını denizin üzerine gelişi güzel bırakmıştı. Dalgalanmayla birlikte şekilden şekle giriyorlardı. Eşi yüzünü dönmeden konuşmaya başladı: “Menüye az önce baktım. Dediğin gibi el yakıyor.” Gülümsedikten sonra: “Seni bakarken gördüğümde, suratının şekli değişti. Benimde canım yandı. Uçurum dağ gibi mi desem?” “Normalde buraya gelemeyiz.” “Bir avuç para babası zevk ve sefa içinde yaşıyor. Ya bizim gibiler?” “Şuan canlısını yaşıyoruz. İzinle buradayız.” Garson Dört yanlarına gelerek: “ Müşteri bu saatten sonra gelmez. Ben dükkânı kapatıyorum. Siz oturun.” Birbirlerine: “İyi geceler.” Dediler. Uzun tahtadan yapılma, iri renkli minder üzerine Eşi ile birlikte oturup, kolunu omuz arkasından doladı. Bir ara birbirlerine bakıp gülümsediler. Sakıncalı Belediye Otobüsünü kaçırmamak için cep telefonundaki saate baktı: “Yarım saate yakın oturalım. Son otobüse kalmayalım. Belki dolu olabilir?” Havalar sıcaklaştıkça her pazar sistematik bir şekilde Eşi geliyordu. Kendileri içinde moral oluyordu. Dışarıdan görenler onların zengin olabileceğini ya da sevgili olduklarını düşünüyorlardı. Mahkemesi de devam ediyordu. Bir yandan kendisi ve yargılananlar için beraat bekliyordu. Her olumsuzluğa karşıda ‘belki de ceza verebilirler' diye de düşünüyordu. Ne olacağı belli değildi. Dört Duvar arasında yatarken yılbaşını içeride geçirmişti. Onun için yılbaşı bir şey ifade etmiyordu. Değişen hiçbir şey yoktu. Parasal gücü olanlar altta kalanların canına okuyordu. Silah fabrikaları ölümcül aletler üretip insanlar birbirini öldürsün, doğa tahrip olsun diye can atıyorlardı. Doğa her türden çöplüğe dönmeye devam ediyordu. Din adamları olanlara sesiz kalmaya devam ediyorlardı. Yağmurlu bir günde çıplak ayakla, Yazar arkadaşıyla havalandırmada duvar dibine yakın sıra halinde koşmaya başlamışlardı. Saçlardan akan yağmursuyu, üzerlerine çarpan damlacıklar ile kazağı ve eşofman altını ıslattı. Atlet ile külotu da ıslatmıştı. Yarım saate yakın koşmuşlardı. Birden içeriye koşup üst kata çıkarak banyo havlularını alıp üzerlerindekileri çıkarır çıkarmaz kurulamaya geçtiler. Saçlar, kollar, bacaklar vücut, banyo havlusunun teması vardı. Üzerlerindekileri değiştirip, yatakta ince battaniyenin altına girip, kendilerini korumaya çalışmışlardı. Öğlen karavanası gelinceye kadar kalkmadılar. Bu çılgınlık Sakıncalı'dan çıkmıştı. Yıllar öncesinde de yağmur altında genç bir delikanlıyken yapmıştı. O zaman bağırarak koşmuştu. Kendine geldiğinde geçmişte yaşadıklarına gülümsedi. Bizim Gazete'de makaleleri yayınlanmaya devam ediyordu. Her haftada bir yazısı yayınlanıyordu. Böyle olunca insanlar onu merak eder olmuşlardı. Yayınlanan yazılarına zaman zaman gazetenin sorumlusu kendi Toplumsal Düşünce anlayışını yazı aralarına serpiştiriyordu. Sakıncalı bu yapılandan rahatsız oldu. Konuyu Yazar 2 yayınevi temsilcisi'ne açtı. Sadece düzeltmesi yapılıyordu ama ara sıra rota karışıp yazısına ekleme yapılıyordu. Mahkeme altı ay sonarsın da dışarıdan davaları görülmek üzere hepsini serbest bırakmışlardı. Sakıncalı buruk bir sevinç içindeydi. Mahkemeden Dört Duvar arasına döndüklerinde çevresindekilerle paylaşmışlardı. Giyim eşyalarını duvardan yan havalandırmaya atıyorlardı. Aniden koğuşları İç Güvenlikçi'lerin baskınına uğramışlardı. O günkü Sorumlu Olanı: “ Yaptığınız yasak!” Sakıncalı: “Yandakilerin giyimleri yok!” “Zorluk çıkarmayın. Birazdan gideceksiniz.” Atılan eşyalar duvarın arkasına adli mahkûmlara gitmişti. Gitmeyenler ellerinde kalmıştı. Koğuş kapıları açıldı. Her iki taraftan koridora çıktıklarında arama yapılmadan, direk geldikleri yerden idare binasına gittiklerinde, koğuşlarına gelen İç Güvenlikçi'lerle karşılaştıklarında O günkü Sorumlu Olanı: “Televizyonu ve diğer eşyalarınızı bırakabilirsiniz. İhtiyacı olana verelim!” Hafiften Esmer gülerek: “Şaka mı yapıyorsunuz? Biz eşyalarımızı yandaki adli arkadaşlara bırakmak istiyoruz.” “Olmaz! Biz istediğimize veririz.” “Biz de vermeyiz.” İç kapıdan çıkıp, dış kapıya doğru yürüdüler. Sakıncalı dış duvarlara ve nöbetçi kulelerine bakıyordu. Kapı gaaarrrrç diye açıldığında dışarıya çıktılar. Karşı tarafta asfalt yol geçiyordu. Boydan boya ormanlık vardı. Sakıncalı bu sıralarda geçmişine sıkça gidiyordu. Yaşadıkları kolay değildi. Savruldu; sendeledi; ayağa kalktı. Yeniden kendisine bir yön belirlemeye çalıştı. İşsiz kaldı. Destek görmedi. Önüne hedef koydu. Yazıda ‘belirli yere geleceğim.' Diye kendini şartlandırdı. İnatla geçen günlerde epeyce yol aldı. Mutluydu. Hüseyin Habip Taşkın 01.01.2019
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0