ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

SAKINCALI 8. Bölüm

22 Ocak 2019

habibtaskin

Birahanenin denize bakan kapısından içeriye girdi. İçerisi leş gibi bira ve sigara kokuyordu. Masalarda dünden kalma kültabları duruyordu. Masaların üzerine dökülmüş bira ve çerezlerin kırıntıları ben buradayım diyordu. Barın yanındaki kapıdan çalışacağı yere girdi. İçerinin yüksekliği eski evlerin tavanı kadardı. Ustaların çalışacağı tezgâhlar ile yemeklerin pişirileceği ocaklar, fritöz, birde kendisinin yıkayacağı bulaşık yerine üstün körü baktı. Dışarıya açılan bir kapı vardı. Denize bakan yerin üzerinde bir karakol ile hemen bitişiğinde yolcu gemilerinin gelip gittiği iskele vardı. Aklından ‘ Dört Duvar'dan farksızdır. Resmen bir hücreye benziyor.' Diye geçirdi. F Harfi Dört Duvarda kaldığı ilk aylarda görüşe giderken, revire çıkarken, telefon hakkını kullanırken koğuş kapısından çıktımı İç Güvenlikçi Sakıncalı'nın üst ve alt giysilerini elleriyle arama yaparken, bacak kısmında iki elini kullanarak özellikle apış aralasın da mıncıklama ile taciz ediyormuş pozisyonuna girdiğinde: “ Bu ne yahu? Ne biçim arama yapıyorsun?” İç Güvenlikçi ses çıkarmaz, sadece: “Ayakkabılarını çıkar!” Çökük vaziyette olduğundan ayakkabının tekini eline alıp yukarıya kaldırıp aniden sertçe beton zeminin üzerine birkaç el topuk kısmını vururdu. Sakıncalı neredeyse ona orada girişecekti: “Yavaş!” O ise umursamaz. Ayakkabıyı uç ve topuk kısmından tutarak ikiye katladığında: “Seninle işimiz var. Ayakkabıyı ayakkabılıktan çıkaracaksın.” Birde bunun dönüşünde koğuş kapısından içeriye girerken aynı işlem uygulandığında: “Sen kasıtlı mı yapıyorsun?” Sakıncalı ile Yazar bu olan insanlık dışı uygulamayı yan tarafta yatan, aynı davadan Hafiften Esmer'e anlatırlar. Etraflarında bulunan adli ve Toplumsal Düşünceyi savunanlara da olanlar anlatılır ve alınan yanıt aynıydı: “Aynı uygulama bize de yapılıyor.” O gece dilekçe yazdılar ve koğuşların yazmaları için havalandırmadan yüksek sesle bağıra bağıra birbirlerine ilettiler. Sabahleyin dilekçeler verildi. Akıllarda kalan ise kaç kişi bu dilekçeyiz yazmıştır? Oldu. Koğuş ziyareti yapan Dört Duvar'ın psikologları ile konuşurlarken, iğrenç aramanın bir daha yapılmaması için sözlü söylendi. Elinde bulunan kalınca deftere not aldı Erkek Psikolog. Aynı kişi bir dahaki nöbette daha önceki yaptığını tekrar yapınca ağız dalaşına girdiler. Koridorda karşılıklı olan kameralar çekimdeydi. İdareye dilekçe yazdıklarından sonra arama uygulaması biraz daha esnek hale getirildi. Dev Adam çalışma giysileriyle mutfağa girdiğinde: “ Günaydın. Kendini nasıl hissediyorsun?” “Kapana sıkılmış olarak hissediyorum.” Gülümsedi: “Burada biraz idare et ki, çevre edinirsin. Yerini yaptın mı çekip gidersin.” “Sigortalı iş bulmak zor.” İkinci Patron geldiğinde Sakıncalı ile görüştü. Sigorta bir hafta içinde yapılacaktı. Morali düzeldi. Sorumlu Usta geldiğinde tanıştılar ve işe koyuldular. İş yaparken kapalı yerde olduğunu unutuyordu. Diğer zamanlarda canı sıkılıyordu. İşyerinde çay içerken tezgâhlara bakındı. Yüzünü tavana çevirdi. Aklına, bir pazarda satış yaparken esnafların tezgâhları arasında dolaşıyordu. İstediği satış yoktu ama yorgunluğu vardı. Yukarıya doğru geldiğinde merdivenlerin altındaydı. Etrafa bakınıyordu. Birisi gelse de hepsini alsa diye. Gözüne aşağıdan gelen ellerinde dolu torbalarla F Dört Duvar'ın Sorumlu Üç'ünü gördü. O da onu gördü. Karşılıklı birbirlerine bakındılar. F Dört Duvar'ın Sorumlu Üç konuya girdi: “ Sana nasılsın? Demeyeceğim; halin ortada. Yalnız bizde bir derin nokta bıraktın!” Sakıncalı'nın gözleri parladı. Duyu organını sonuna kadar açtı. Ne yumurtlayacak? Diye. “ Başkentten gelen heyet ile görüşmeyi kabul etmiştin. Yazar o gün görüşe gitmişti. Heyetin Başı: “ İç Güvenlikçiler, Dört Duvar'ın Sorumluları dışarıya çıksın mı?” Diye sana söyledi. Gülümsemiştin, oysa bizler senin ‘dışarıya çıksınlar demeni bekliyorduk.' “ Hayır kalabilirler. Çekincem yoktur.” Etrafına bakındın, daha doğrusu bizleri kamerayla kayıt altına alıyor gibiydin. Başladın konuşmaya: “ Her yere bir tane Dört Duvar yapılıyor. Alfabetik sıraya göre gidiyor. Yöneticiler büyük iş yapmışçasına sevinçle, basın aracılığıyla insancıklara ve dünyaya duyuruyorlar. Dört Duvar yapmak insancıklara güvenmeme anlamı taşır. Kültür seviyesinin bozulduğunu gösterir. O duvarların tümüyle kapanması gerekiyor. İlk önce insanların ekonomik, sosyal ve kültürel olarak koşullarını düzeltip devamlı üst düzeyde tutulması gerekir. Gelelim Dört Duvar arasında olanlara, adlisi, düşünce suçlusu, Toplumsal Düşünceyi savunanlar koğuşlardayız. İç Güvenlikçiler bizlerle ilgileniyorlar. F Dört Duvar'ın Sorumluları ve Başı altında olanlara emirler yağdırıyorlar. Şöyle olacak, yapılacak… Yukarıdan gelen emirlerde Dört Duvarın Sorumlu Başı ve onun altındakiler uymak zorunda kalıyorlar… Kendilerinin karar verme yetkisi yoktur. Acil sorunlarda yukarıya danışıyorlar. Burada dövmeler havalandırma ile koğuşta oluyor. Kameranın kapsam alanına girmiyor. İç Güvenlikçi üstünden emir alıyor ve işini kaybetmemek için hükümlü ya da tutukluya: “Allah Allah diyerek cenge çıkan cengâver fazla gazlanmanın etkisinde kalarak karşısındaki savunmasız insana cop ve sopalarla saldırır.” Dövülenler gerçekten sinmiş midir? Dövülen kişi dövenler için iyi düşünce besler mi? Ya dövenler sonrasında nasıl bir etki altındadır? Birde idarenin ispiyoncusu vardır. Bugün yakınını idareye söyleyen kişi başı sıkışınca idarenin canına her zaman okumaya hazırdır. Dört Duvar arasında bu olumsuzluklar olurken, idare edenlerin hepsi neyle baş başadır? Ailelerimize ve bize bir saldırı olur mu? Düşüncesi hep var olacaktır. Buraya formalite olsun diye gelmeyin. Burada direnenler insanlık onurları için direniyorlar.” Heyetin Başı ince uzun boyluydu. Üzerinde takım elbisesi ve gömleğinin üzerinde kravatı vardı. Kırlaşmış saçları çokça döküktü. Sana bakarak: “Bana inan buraya formalite icabı gelinmiyor. Herkesin söyledikleri rapor haline getirilecektir. Başkente ileteceğiz. Orası gerekeni yapar mı? Yapmaz mı? Zaman gösterir.” Ona bakınarak: “ Yukarıdakilerin düşüncesinde demir parmaklıklar olduğu sürece, bir çözüme kavuşmaz. Kısırdöngüde hepimiz döner dururuz.” Heyetin Başı sana teşekkür ederek, koğuşu boşaltmıştık. O gün Heyet ile bir aradayken senin konuşmanı değerlendirdik. Sana hak verdiler. Bizde hak verdik ama düzen böyle kurulmuş ve işliyor.” Ona bakarak: “ Bir gün bu çarkta kırılır. Ne zaman olur bilemem! Sana sadece bir söylemim olacaktır. Vicdanının sesini dinle! Sürüleceğim diye korkma. İşten atılsan da… İlk önce benim halimi aklına getir.” Onun arkasından bakındı. Merdivenleri düşünceler içinde çıktı ve gözünden kayboldu. Efkâr basmıştı bir kere, tenha yer bulup oturdu. Boynundaki tezgâhını çıkartıp konuşulanlara odaklandı. Eve gittiğinde Eşin'e anlattı. O ise hiçbir yorumda bulunmadı. Yorgundu nedense uykuya dalış yapamıyordu. Yüreğinde bir kıpırdama vardı. Neye yormalıydı? Sandalyenin üzerinde otururken iki eli masadaydı. Giden kayıp günlerine daldı. Kısa bir süre sonra kendine geldi. Düşüncesi yatmanın zamanı geldi diyordu. Öyle bir durumdaydı ki, düşüncesinde kopukluklar vardı. Yorgunluk hepten sarmış olmalı ki, kedisini yatağın üzerine bıraktı. Yoğun tempo karşısında ayakta kalabilmenin mücadelesini verirken devamlı matematik hesabı yaparcasına kendisini yenilemeye çalışıyordu. Piyasada da ikiyüzlülük, arkadan hançereme düzenin istediği gibi tik tak işliyordu. Dünün ve bugünün arasındaki koşullar biçim olarak farklı olsa da öz olarak onurunu koruma en ön plandaydı. İşyerine uyum sağlamayı başaramadı. Çalıştığı ortamı hücreye benzetmesiydi. Zar zor bir ay oldu. Bir yandan etrafında başka bir iş bakıyordu. Koşullar koşullar sömürüye yelken açmış çarpa çarpa gidiyordu. İşyerinde Sorumlu olan uzun boylu, atletik yapılı Bir Genç vardı. Çalışma ortamından sorumluydu. Mutfak bölümüne de kontrole gelirdi. Biraz iş konuşmasından sonrada geyik sohbeti başlatırdı. Karı kızdan konu açardı. Sakıncalı bozulsa da zorunluluktan susardı. Öğleden sonra mutfakta hızlı çalışma vardı. Tek tük bulaşıkları yıkarken, birden elektrikler kesildi. İçerisi tam bir zindana dönmüş oldu. Müşterilerin olduğu bölüme çıkmaları yasaktı. Mecburen içeride bekliyorlardı. Bulaşık yıkamayı bıraktı. Aklına şubede sorguda evli olanların nasıl çözüldüğünü yol arkadaşlarından duymuştu: ‘Eziyetin her türlüsü uygulanırken, gözleri bağlı olan tüm baskılara, sözlü saldırılara rağmen, susmayı tercih ederdi. Amcalar okşadığı kişinin Eşi'ni ya da Annesini getirirlerdi. Sorguda olanın gözleri açılırdı. Getirdiklerine elle sarkıntılık hafiften başlardı. Seans içinde direnenin gücü ayaklar altına alınırdı. Bildiğini konuşmaya başlardı. Ya da oradan buradan derken işi az zararla atlatmaya çalışırdı. Az ya da çok konuşsa da çözülme çözülmedir. Sorgudakinin psikolojisi alt üst olmuştur. Hangi yüzle Yol Arkadaşları'nın yüzlerine bakacaktır. Her isim vermede o kişi sorguya alınacak ve canı acıtılacaktır.' Buda çözülmenin başka bir uygulamasıydı. Mücadelede bu ve bunun gibi olaylara rastlanıyordu. Aslında ne pahasına olursa olsun; direnmek zorundadır kişi. Yola bakan demir kapı açıldığında içeriye güneşin ışığı yansıdı. Dışarıya çıkarken, havalandırmaya çıkıyormuş hissi uyandı. Arabaların, Belediye Otobüslerinin, mobiletlerin sık geçtiği bir yerdi. Bu arada insanların sıklığı da göze çarpıyordu. Gece on bire doğru işi bıraktıklarında, genel temizlik yapılmıştı. Durak hemen üst yolda benzinliğin yan tarafındaydı. Tatil gününe denk geldiğinden işler yoğundu. On beş dakikaya yakın bekledi. Bu süre içinde gözleri her yanı taradı. Sonunda beklediği Belediye Otobüsüne bindiğinde oturacak yer yoktu. Yorgunlukta bir yandan bastırınca, yolculuk çekilmez oldu. Deniz kenarından yollarına devam ederken inenler ve binenler oluyordu. Şoförün sesi duyuluyordu: “ Arka tarafa yanaşalım.” Orta taraflarda birinin sesi duyuldu: “ Kardeşim arkadan gelen otobüse binsinler. Neredeyse kucak kucağa gideceğiz.” Şoför karşılık vermedi. Meydana geldiklerinde yolcuların çoğu indi. Hemen boş cam kenarındaki yere oturdu. İnenlerin çoğu başka yerleşim birimlerine gitmek için Otobüs Duraklarına gitti. Gecenin sessizliğinde, Dört Duvar arasında, ikinci katında pencereden dışarıya birçok kez bakmıştı. Yağmurlu havalarda havalandırmaya inen yağmur tanelerini loş ışıkta izlerdi. Düşlere dalardı. Bazen birçok düşe geçiş yapardı. Saatine baktığında zamanın ne çabuk geçtiğini anlardı. İlkbahar, yaz aylarında, havaların güzel olduğunda açık olan pencereden dışarıya özlem içinde bakardı. Dışarıdan gelen temiz havayı içine çekerdi. Gündüzleri de aynı pencereden ve havalandırmada duvara yaslanarak gökyüzüne bakardı. Bulutların şekillerinden anlamlar çıkartırdı. Kendi dünyasıyla birleştirerek bambaşka konular yaratırdı. Hayal gücü bu olsa gerek. Bazen sevdiklerine ulaşırdı. Onlarla konuşur, dertleşirdi. Yarınlarda güzel günlerin olacağını onlara müjdelerdi. Kendisi bedenen içeride olsa da, düşünce olarak dışarıdaydı. Bir bakıma dev cüsseli duvarları, tel örgüleri, nöbetçileri aşarak firar ediyordu. Durakta indiğinde yüzünü gökyüzüne çevirdi. Sokak lambasının yansıyan sarı ışığından net göremedi. Başını gideceği yere çevirdiğinde yürümeye başladı. Gecenin sessizlik ağı etrafını yavaştan örüyordu. Hüseyin Habip Taşkın
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0