ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

SAKINCALI 5.Bölüm 'Öykü'

21 Kasım 2018

habibtaskin

Sıcaklar biraz daha arttığında Sakıncalı'nın işine geliyordu. Soğuk havada satış yaparken her yere oturamıyordu. Satış için girdiği bazı dükkânda oyalanmak için gelişi güzel sohbet açıyordu. Kimi dükkân sahipleri çay ısmarlayınca, hele sandalyeye oturunca yorgunluğunu üzerinden atmak için konuşmayı uzatıp, dükkân sahibini de konuşmaya dâhil ediyordu. Çayını bir iki dikişte bitirmiyordu. Yorgunluk çayını midesine indiriyordu. Bankta otururken Eşi'nin geceden hazırlamış olduğu yarım ekmek arası kızartılmış biber, patlıcan, patates ve üzerine domates sosu dökülmüş öğlen yemeğini birkaç dişleyişte bitirdi. Bir yarım ekmek arası olsaydı eğer onu da midesine indirecekti. Sırt çantasında bulunan plastik şişedeki suyu ağzına götürür götürmez bir dikişte sonuna kadar içti. Karnı doyduğunda, üzerine uykunun ağırlığı çöktü. On beş dakika uyudu ya da uyumadı. Gözlerini açtığında kendisini dinç hissetti. Aklına nereden pat diye düştüyse, yargılandığı davanın başlangıç kısımları geldi. Televizyonda aleyhlerinde bölücüler, bozguncular diye arka arkaya ilan edilmişlerdi. Sakıncalı kalp krizi geçirdiği için bitkindi. Sakıncalı ve diğerlerinin sorgusu bitmişti. Mahkemeye çıkarılacağı gün iki Amca'nın arasında merdivenlerden aşağıya yürüyerek, kapı dışında bekleyen arkada duran beyaz dolmuşa bindirildi. İki dolmuşa gözaltına alınanlar bindirilir bindirilmez, ilk önce yavaşça hareketlendi. Bahçe kapısı çıkışından sağa dönüldüğünde, şoför ayağıyla benzin pedalına yüklendi. Sakıncalı anlamsızca bakınıyor, hemen uykuya dalıyordu. İlk getirildiği hastane acil önünde dolmuşlar durduğunda, teker teker merdiven altındaki yere getirilerek, Doktor'un karşısına çıkarıldılar. Doktor sesiz sinemanın başaktörüydü. Muayene etmedi. “Neyin var?” demedi. Alın bunları tepe tepe kullanın demeye getiren beyaz kâğıda karaladığı yazıların altına imzasını ve mührünü gönül rahatlığıyla bastı. Her şey demokrasicilik kılıfına göre ayarlanmıştı. Sıra Yargılayıcı'ların bulunduğu yöne doğru dolmuşlar hareketlendi. Sakıncalı düşünecek halde değildi. Yaşadıklarının ‘bir düş olmasını' aklından geçirdi. Bir ara alt dudağını ağzının içine doğru alarak, alt ve üst dişleri arasında sıktı. Canının yanmasıyla yaptığı uygulamadan vaz geçti. Biran önce her işlemin bitmesini istiyordu. Ağrısı tüm organlarında cirit atıyordu. Dolmuşlar, Gözleri bağlı bir elinde terazi, diğerinde kılıç olan bir heykel önünde durduklarında Sakıncalı ile diğerleri indirildi. Arka kapıdan içeriye alınarak asansörle yukarıya Yargılayıcı'nın bulunduğu kata çıkarıldı. Dar bir koridor, ince ve uzundu. Sol ve sağ tarafta birçok kapı vardı. Sakıncalı ‘kapıların üzerine geldiği' hissine kapılarak derinden bir nefes alıp verdi. Amcalar Yargılayıcı'nın odasını bulmuşlardı. Yargılananlar teker teker içeri alınıyordu. İfade ağırdan alınıyordu. Amcalar sabırsızlanıyordu. Mesaileri bitecekti. Biran önce evlerine gitmek istiyorlardı. İfade alımı uzadıkça Amcalar Yargılayıcı'ya kızıyorlardı. Çekinmeseler ana avrat söveceklerdi. Kol saatlerine bakıp “Oooff” diye aralarında çekende vardı. Ara sıra yargılananlara pis pis bakıp ‘sizin yüzünüzden evimize' gidemiyoruz demeye getiriyorlardı. Sakıncalı kesin olmamakla birlikte kendisini İhbar edeni tahmin ediyordu. O kişiyle sadece edebiyat ve toplumsalcılık üzerine konuşmaları vardı. İhbarcı hakkında bilgiyi sonradan edinmişti. O zaman Sakıncalı: “ Kazığın üstüne oturdum.” Demişti. İfadeler biter bitmez iki Kadın, iki erkek serbest bırakıldığından tek dolmuşa bindirildiler. Birisi Sakıncalı'nın Eşi'ydi. Diğeri edebiyat üzerine sohbet ettiği arkadaşının eşiydi. Akşam trafiğine denk geldiklerinde Amcalar söylenip duruyorlardı. İlçenin ortasında kalan eski bir Dört Duvar arasının bulunduğu yere saatler sonra geldiklerinde, demir kapıyı Dış Güvenlikçiler açıp dolmuş içeriye girdi. Demir kapı tekrardan kapandı. Sakıncalı on iki Eylül bin dokuz yüz seksen öncesinde burada yatan yol arkadaşlarını ziyaret için birkaç kere gelmişti. ‘Burada kalırsam iyi olur' diye aklından geçirdi. Yeni açılan, yerleşim biriminden çok uzakta olan Dört Duvar arasının koşulları daha zor olduğunu biliyordu. Dış Güvenlikçi'lerden hafiften Şişman olanı parmak izi alıyordu. Diğeri fotoğraflarını çekerken: “ Şöyle dur. Dik dur. Yan dur. Başını dik tut…” Diye uyarıyordu. Belki de konuşmayı yapan kişi görevinin etkisinde kalarak komut olarak vermiş olabilirdi? İşlemler burada bitse de, İç Güvenlikçi'lerle işleri vardı. Burada da aynı işlemler yapılırken, İç Güvenlikçi'nin birisi ince uzun sopalarla, copları kucaklayarak geldi. Bir küçük büstün arkasına koydu. Bu büst, ülkeyi kurtaran kişi olarak ders kitabında yerini almıştı. Şimdi büstün önünde sıra okşanma zamanıydı. ‘Bıraktığın yoldan gidiyoruz' zamanıydı. Dört Duvar'ın yöneticilerinden Sorumlu Biri geldi. Amcalarla karşılıklı el kol hareketleriyle yüksek dozajda konuşuyorlardı. Amca'nın birisi: “ Başlarım ben böyle kanuna.” Dedikten sonra: “ Bölücüleri ve bozguncuları F Harfi Dört Duvar kabul ediyormuş.” Dedi. Sakıncalı ve diğerleri okşanmaktan şimdilik kurtulmuşlardı. Ya gittikleri yerde ne olacaktı? Nasıl bir okşanma olacaktı? Hangi sürprizler bekliyordu? Dolmuş trafikte sıkışmış araba sürüsü içinde kağnı arabası gibi gidiyordu. Amca'lardan Tombik olanı şoförün yanında bulunan koltuktan başını arkaya çevirerek: “ Soruşturma bitti. Hanginiz sorumlusunuz?” Hiç kimsede çıt yoktu. Aynı kişi Sakıncalı'ya dönerek: “ Sorumlu sensin bunlarda altındakiler değil mi?” Sakıncalı sessiz kaldı. Aynı kişi başını Hafiften Esmer'e çevirdi: “ Senin tipin sorumluya benziyor. İkinci kişi kim?” Yanıt alamayınca başını öne çevirdi. Ortada bir sorumlu ve yardımcısı lazımdı. Yerleşim biriminin dışına çıktılar. Ormanlık alanın içinden epeyce yol aldılar. Yolda arabaya benzer bir şeyle karşılaşmamışlardı. İki ayaklı yürüyen bir canlıda yoktu. Sebze ve balık halini geçtikten sonra otoban köprüsünün altından geçerek dolmuş tam gaz gidiyordu. Sakıncalının uykusu ağır bastı. Ne kadar uyuduğunu hatırlamasa da, ani bir frenle koltuğun üstünden uçacakmış hissine kapıldı. Dolmuş zikzaklı yoldan acelesi varmışçasına başını almış gidiyordu. Sakıncalı uykunun esiri olmuş, ikide bir gözleri kapanıyordu. Amca'lardan Tombik olanı: “F Harfi Dört Duvar'ı nereye yaptılar böyle? Mesaimiz bittiği halde çalışıyoruz.” Lafın gerisini getirmedi. Sakıncalı konuşmalardan rahatsız olmuş olacak ki gözlerini açtı. Etrafına bakındı. Aşağıda büyük alana kurulu bir yapı vardı. Dış duvarları boydan boya uzuncaydı. Yüksekliği alabildiğine yüksekti. Sayısız çatısı gözüküyordu. Önden ve arka kısımlarda sayısız kuleler vardı. Kulelerin içinde seçilmeyen birileri hareket halindeydi. Sakıncalı'nın uykusu kaçtığında, ‘F Harfi Dört Duvar dedikleri yer burası olsa gerek' diye düşündü! O günün televizyon kanallarında ballandıra ballandıra, spikerler, yorumcular, gazetelerin çoğunluğu olmakla birlikte köşe yazarları aynı koronun tüm bileşenleri olarak, atılan manşetler “tutuklulara ve hükümlülere altın kafesten dinlenme tesisleri yapılmıştır. Hoş geldiniz.” Dercesine insanların aklıyla alay ederken, uyutma seansları da aynı zamanda yapılıyordu. O günün Ortak Yöneticiler'inin yapmış oldukları, beyin yıkama operasyonunun sadece bir dalgasıydı. Bu yerin ne hırlı yer olduğunu Toplumsal Düşünceyi savunanlar biliyordu. Bu olanlar piyasada tartışılırken, derinden gelen pis kokular, planlar üzerinde yorumlamalar tüm hızıyla devam ediyordu. Toplumsal Düşünceyi savunanları F Harfi Dört Duvar arasında tabutluk denilen yerde eritip, onurlarını yok edip düzene ayarlı bir eleman olarak yetiştirmekti amaçları. Bu coğrafyada öyle bir gün geldi ki, karabulutların gökyüzünden yeryüzüne Dört Duvar arasında tutulan Toplumsal Düşünceyi savunanlara karşı açıktan ölüm tamtamlarını çaldıkları bir gündü. Gümbür gümbür kulakları sağır eden ölümcül silahların, ateşlerin, çığlıkların, sloganların birbirine karıştığı, adına ‘Hayata Nah Döndürürüz' vahşet dansını Ortak Yöneticiler ile Militarist Güçlerin birliğiyle gerçekleşmişti. Sakıncalı o gün yaşananları televizyon karşısında gözleri yaşlı izledi. Bir ara sesini yükselterek: “Ah o kiralık, satılıklar yok mu?” Spiker eline tutuşturulan kâğıt parçasına bakarak konuşmasına devam ediyordu: “İçeride ölümcül silahları varmış, yığınak yapmışlar…” Ve benzeri ıvır zıvırlarla yalana dolana sarılmışlardı. Onun için mi otuz canı canından etmişlerdi? Sakıncalı kuşbakışı baktığı F Harfi Dört Duvar'a, canı bir kez daha yandı. Aklına buraya getirilenlere ‘hoş geldin kaba dayağı atılmıştı.' Geldi. İçeriden çıkan iki yol arkadaşı da hemen hemen aynı cümleleri boğazları düğümlenirken, ağlamaklı kurmuşlardı: “F Harfi Dört Duvar'ın iç kapısından girdiğimiz anda karşılıklı dizilenlerin ellerinde cop ya da kalas vardı. Neremize gelirse vuruyorlardı. Bunun adına ölümüne vuruştu. Ellerimizle başımızı güya koruyorduk. Bizim savunma silahımız: ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!' Oldu.” Sakıncalı dalgındı. Dolmuş bir binanın arkasından geçip, varacağı yere gidiyordu. Hüseyin Habip Taşkın 13.11.2018
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0