ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

Sakıncalı 4.Bölüm 'Öykü'

13 Kasım 2018

habibtaskin

“Ben soğukluğumu yaptım, artık sıra sende” dercesine yavaştan soğuk hava yerini ılıman havaya bırakıyordu. Badem ağaçları kendini gösterirken, kurumuş otlar yeşile dönüşürken, bir yandan hafiften tüm canlılara dokunuyordu. Sakıncalı, Kırtasiyeci'den ihtiyaçlarını karşılıyordu. Her ikisi de o günü açıp konuşmadı. Bir sır olarak aralarında kaldı. Babasının dükkâna gelmediğini biliyordu! Şiir kitabını zor koşulda olsa da parasını denkleştirmeye çalışıyordu. Bir yandan tanıdık aracılığıyla yayınevi aramaya devam ediyordu. Nasıl olacağını tecrübeli olan şairlerden öğrendi. Kendine göre bir dosya hazırladı. Numaralandırdı. Ortada yayınlayacağı bir yayınevi yine yoktu. Bir yandan düşüncesinde oluşan bir sorunun üzerinde yuvarlanıp duruyordu. ‘Şiir kitabımı çıkardım. Kime nasıl ulaştıracağım?' Az düşünmedi. Bir ara ‘Kitap çıksın bakarız icabına' işi döndürdü. Yolda yürürken, dinlenirken, evde şiirin cümlelerini yerli yerine oturtmaya düşünerek başlıyor, anında tükenmezkalem ile not defterine yazıyordu. Biraz daha devamını getirmek için düşünüyordu. Yazı ve düşünce olarak hoşuna gittiği şairlerin döktürdükleri heceler zincirine hayran kalırdı. ‘Böyle ne zaman yazabileceğim?' diye düşünürdü. Şiir yazma kıvrak bir zekâ istiyordu. Cümlelerin yerlerini bulması için hamle yapması gerekiyordu. Bir değil! Belki de birçok kez denemeliydi acemi. Edebiyat dergilerinde şiirleri çıkmaya devam ediyordu. Yayınlananları internet üzerinden birkaç yere okunsun diye yolluyordu. Okuyucudan kendisine ulaşacak bir haber yoktu. İkilem içine düşüyordu! Şiirleri için destek veren orta yaşlarda bir Şair Büyüğü vardı: “Şu dergiye yolla…” Demesiyle ilk şiirini yollamıştı. Sonrasında kendisinin düşüncesine uyan bir edebiyat dergisine yollamıştı. Orada devamlı yayınlanıyordu. O zaman şu soruyu kendisine sordu! ‘Her edebiyat dergisinin bir çizgisi vardır. Buna göre yol izlerler.' Semtlere satışa belediye otobüsüyle gidiyordu. İndiği yerden sağlı ve sollu alarak ilerliyordu. Dükkândan dükkâna yolculuk yapıyordu. Çalışmaktan değil, düzenin kokuşmuş işleyiş yapısından bedenen, ruhen yorgun düşüyordu. Ara sıra Amcaların kontrolüne takılıyor, bununda farkına varıyordu. Sakıncalı olmak demek ki çok tehlikeliymiş bu gezegende. Amca'nın birisi sorgu sırasında: “Niçin yazıyorsun?” Diye tekrarı olan bir soruyu üçüncü ya da dördüncü günde sormuştu. Göz göze geldiklerinde Sakıncalı'nın aklına o an gelen: “Yazar'da aynı söylemi söylüyor. Ben söyleyince mi bana yasak koyuyorsunuz? Sömürüye hayır! Bağımsız kalacağız!” Amca şaşırdı. Nüfusuna geçirecek hali yoktu ama ona dikkatlice baktı. Hafiften ellerini iki yana açarak, birden parladı: “O söyler! O vatansever. Senin gibi bozguncu değildir. Sana yazmayacaksın diyorum. Sonucuna katlanırsın.” Sakıncalı sırıtarak hafiften güldü ve mırıldandı: “Vatansevere bakın hele!” Amca hiçbir şey söylemeden odadan çıktı. Sakıncalı, olmayan bir davadan gümbürtüye gitmiş olsa da mahkemesi görülüyordu. Etrafa “asi” diye teşhir edilmişti. Yargılananlardan sadece birini tanıyordu. Mahkeme on iki eylül bin dokuz yüz seksen darbesinde yargılanmasını göz önüne alarak, işlemleri görüyordu. Sakıncalı olmak böyle bir şeydi. Sana mı kalmış bağımsızlık, herkese iş, ev, bedava eğitim, dillere özgürlük, eşitlik… Sende onu bunu dolandırsan, çarpsan itibarlı olurdun. Örneğin bir stokçu! İş bitiren! Üsttekileri dolandıran! O zaman senden iyisi olmazdı. Düzen böyle kurulmuştu. Avantalarının akışını hiç keserler mi? Olanakları her türüyle ellerinde, istedikleri gibi emrindeki kullarını öteye beriye kullanıyorlar. Sakıncalı'nın o kadar çok yazacak anısı vardı ki, bir yerden çıkış yapmalıydı. Amca'nın dediği gibi “Sonucuna katlanırsın!” Sakıncalı bugüne kadar birçok olayın sonucuna ağır bedel ödeyerek katlandı. Şiir kitabı için bir arkadaşının yardımıyla yayınevi buldu. Önden biraz para verecekti. Gerisi kısa zaman içinde ödeyecekti. İnternetten satışı yoktu. Bu olumsuz bir gelişmeydi. Kitaplarını satacaktı ama nasıl olacaktı? Yazar arkadaşı bir konuşmasında Sakıncalı'ya: “Sen daha yenisin! Biraz ilerledikten sonra sermaye kültürü altında kokuşmuş yazar takımını göreceksin. Her şeyi ben bilirim havasında, karşısındakini küçümseyen gözlerle süzerler. İnsanlara bilinç götürme niyetinde değillerdir. Birbirlerine türlü oyunlar oynarlar. Oyunun içinde engellemeler vardır. Küçümseme, karalamalar vardır. Sermaye kültürünü yakından tanıyacağın günde gelecek ve iğreneceğine eminim. “Senin amacının emeği, sömürüyü vurgulayarak yazılara dökmen olduğunu biliyorum. Sana başarılar dilerim.” Şiir kitabına sonunda ulaştı. ‘Bu bir adımın başlangıcıdır. Daha iyiye doğru yazacağım.' diye düşündü. Kırtasiyeci destek amaçlı biraz aldı. Aklından başka düşünce geçmedi Sakıncalı'nın. Tanıdıklarına veriyordu vermesine ama çekiniyordu. Kimileri parasını çıkarıp veriyordu. Çoğunluk vermiyordu. Ne yapacağını şaşırdı. ‘Ne zormuş!' diye aklından geçirdi. O an ‘Bir yazar kitabını satmaya çalışır mı?' diye düşündü. Mantıklı gelmedi. İlerleyen günlerde edindiği yazar arkadaşlarıyla da bu konuyu paylaştı. Sakıncalı şiir kitaplarından birkaç tane sırt çantasında bulunduruyordu. Tanıdık çıktığında kitabından söz edip veriyordu. Bir ara ‘Doğru mu yapıyorum?' diye düşündüğü de oldu. Semtin pazarında satış yaparken birden ‘Şiir kitabımı çıkardım. Beni hiç kimse tanımıyor. İnsanlara nasıl ulaşırım?' diye düşündü. İlçelere gittiği de oluyordu. Oradakilere sattıkları kırtasiye ve diğer malzemeler ucuz geliyordu. Satış iyi oluyordu. Yalnız devamlı gitmiyordu. Ayda bir gidiyordu. Bazen başka bir işportacı önden gidiyordu. O zaman umduğu satışı yapamıyordu. İlçenin kahvehanesinde satışa ara verdiğinde dinlenirken, çayını yudumlarken, gazete okurdu. Gazete sayfaları fotoğraflarla doluydu. Yazıları büyük harfleydi. Kim kime ne yapmış? Kim kimi tokatlamış? Kim nereyi soymuş? Derken köşe yazarı dediğimiz şahsiyet sosyete haberlerini cıvıtarak, yalakalık yaparak yazmıştı. Yazıyı gözden geçirirken aklına ‘Köşe yazısı yazmalıyım.' geldi. Kendisini toplayarak, ‘Neden olmasın!' Hangi gazete eline geçerse köşe yazılarına bakıyordu. Teknik olarak konuya nasıl dalış yaptığını, süslediğini anlamaya çalışıyordu. Bir gün deneme yazısı yazdı. E posta adreslerine gelişi güzel yolladı. İlerleyen aylarda yazıları farklı sitelerde yayınlanmaya başlayınca mutlu oldu. Kendisini geliştirmek için gayret ediyordu. Ummadığı yerlerde yazıları internet ortamında karşısına çıkıyordu. Arka arkaya haftada bir makale yazısı yazıyordu. Yazısının zikzaklı olduğunun farkındaydı. Sakıncalı'ya yazılarından dolayı destek veren de vardı. Önüne altı ay koydu. Yazıda daha farklı yerlere geleceğine inandı ve inatla yazdı. Yavaştan onu tanıyanlar çoğalmaya başladı. Bazıları ise yazılarından dolayı tanıyorlardı. Bir gün Arkadaşı'yla telefonda görüşürken: “Hadi hadi iyisin. Kitabını çıkardın, meşhur oldun. Köşeyi döndün.” dediğinde şaşırdı. Bir anlık durgunluktan sonra: “Çok köşe döndüm. Birazını sana vereyim.” Karşısında konuşan konuşmasını kısa tuttu. İkili görüşmelerde ‘köşeyi döndün' diyen çıkan çoğunluktaydı. Sonunda Sakıncalı kendisini savunmaya geçmedi. Az da olsa rahatlamış, daha çok geniş bir çevre yaratma düşüncesindeydi. Edebiyat alanında ders veren bir kurumu düşündü ama hangisiydi? Onu bilemiyordu. Zaman içinde yazıları sıklaşınca internet üzerinden e posta ile yazdığı yazıya karşı olanlardan bazıları ağır cümleler kurarak tehdit ediyorlardı. Birçoğunu kendi isteklerinden dolayı çıkardı. İşin ilginç olanı da kendisine “Toplumsal düşünceyi savunuyorum” diyen kişiler de e postasından çıkmak için kısa notlar yazdı. O da gerekeni yaptı. Kendisine spam koyanlar da vardı. Mücadelenin farklı bir alanıyla karşı karşıya geldi. Morali bozulsa da anında kendini o karabulutların içinden sıyırmasını bildi. Kitap okuyarak, yazısına devam ederek moralini toparladı. Yazdığı yazıda, yazılarda gözaltına alınıp tutuklanırım endişesine hiçbir zaman kapılmadı. Bazıları: “Yazdıklarından sana saldırı olacağından endişe duymuyor musun?” “Demokratik hakkımı kullanıyorum.” dese de antidemokratik uygulamalarla çokça karşılaşıyordu. Çıkardığı şiir kitabından birkaç tane belirli kurumlara okusunlar diye verdi. Şiir yazmayı bıraktığında, makale yazısına ağırlık verdi. Bir yandan kısa kısa öyküler yazıyordu. Cümlelerin yerli yerine oturmadığını biliyordu. İnat ederek yazmaya ve deftere, sonra da bilgisayara aktardı. Birkaç tane flaş bellek aldı. Kaybolmasınlar diye bilgisayar aracılığıyla kopyaladı. Şiire başladığı günlerde bir edebiyat dergisine belirli aralıklarla “ben buradayım” dercesine yolladığı, yanıtı gelmeyince, merak edip edebiyat dergisinin bulunduğu Merkez Bulvarı'na sabahın erken vaktinde belediye otobüsüyle gitti. Uzun bir yol kıvrımlı mı kıvrımlıydı. Belirli yerinde yokuş aşağıya doğru iniyordu. Buradan geçmişte troleybüsle sayısız geçmişti. Geçmişte buralarda Yahudiler, Ermeniler, Rumlar ve Levantenlerin yaşadığını öğrenmişti. İki katlı ve tek katlı yapılar göze çarpıyordu. Birçok küçük ya da az büyük dükkân ayakkabı imalathanesi olarak kullanıyorlardı. Işıklara gelmeden, bir banka vardı. Bankanın az yukarısında çok katlı bir bina vardı. Üçüncü katına merdivenlerden yürüyerek çıktı. Kalbi çarpıyordu. Kapıyı açıp içeriye girdiğinde, karşı masada oturan Uzun boylu, gür bıyıklıyı gördüğünde: “Günaydın hocam edebiyat derginize her hafta bir şiir yolladım. Yayınlanmadı ve elinize geçip geçmediğine dair kuşkuya düştüm. Bende gelmeye karar verdim.” Uzun boylu, gür bıyıklı hafiften tebessüm etti. “Şiirlerinizi okudum. Yalnız bir sorunumuz var. Fazla politik!” Sakıncalı şaşırmıştı: “Ama Nazım'ın da yazdığı politik şiirleri vardır.” Sakıncalı lafı uzatmadı. Gelen çayı içerken, karşısında gözleriyle gördüğü, kulaklarıyla duyduğu edebiyat dergisinin işleyişinin farklı olduğunu düşünüyordu. İçeriye iki kişi daha girdi. El sıkışma faslı bitince sandalyelere oturdular. Girenlerden Birisi: “Hocam kitabın çıkacaktı?” Girenlerden Diğeri: “Biz seni ziyarete geldik. Kitabını okumak için sabırsızlanıyoruz.” Uzun boylu, gür bıyıklı başını sallarken, dudaklarını buruşturdu. İki eliyle masaya vurduktan sonra bir eliyle, aşağıda duvar dibinde duran paketi gösterdi: “Kitaplarım burada!” Girenlerden Birisi onun sözünü keserek: “Hocam bana ve arkadaşıma birer tane imzalayıp versen gayri! Heyecan dorukta!” Uzun boylu, gür bıyıklı sinir küpüne döndüğünde, odadakiler şaşkın bakışlarla ona bakıyorlardı. Birden konuya geçti: “Postaneden sabahleyin bu koliyi aldım. Sevinçle büroma geldim. Hemen paketten bir tane kitap çıkardım. İlk önce dış kapağına baktım. Kapak tasarımı hoşuma gitti. Adım soyadım da var. İç kısımda özgeçmişim de var. Daha önce çıkardığım kitaplarımın isimleri de var. Buraya kadar çok güzeldi. Yaprakları birer birer açtığımda, yazdıklarıma baktığımda, ‘Ben acaba başka birinin kitabını mı okuyorum,' diye düşündüm? Sırasıyla her kitaba moralim bozuk olarak baktım. Sinirsel kat sayım bir kere tavan yaptı. Yazdıklarımı kim kontrol ettiyse, hepsini budayarak kendi düşüncesinde bir roman yaratmış! Gel de sinirlenme! Ben bu kitabı gönül rahatlığıyla hiç kimseye veremem.” Oradakiler hepten bu işe şaşırdılar. Sakıncalı ilk defa böyle bir durumla karşılaşmıştı. Edebiyat dergisi çıkaran ve kitapları olan birine bunun nasıl yapıldığına mantığı almadı. İşe çıkmadığı bir gün Yazar Arkadaşı'yla yolda tesadüfen karşılaştı, Sakıncalı. Başından geçeni anlattı. O da bu işe şaşırdı. Bir ara: “Demek ki şiirlerini fazla politik bulmuş! Sen yazmana devam et! Ona aldırma…” Sakıncalı her yeni bir günde yazma konusunda yeni fikirler ediniyordu. Yazmak zor da olsa inadına yaşadıklarını gelecek kuşaklara aktarma niyetindeydi. İşin başlangıcında yazarların ruh ve hallerini de görebilme olanağı yakalamıştı. Kimileri dünyayı ben yarattım havasındaydı. Sahi neyi yaratmışlardı? Halkın ya da halkların bir sorununa sahip çıkmışlar mıydı? Curcunalı bir yaşamda kokuşmuşluğun her türlüsü var. Önemli olan burada bir yazarın kişisel tavrıdır. Sakıncalı, düşüncesinde sorularla kaldırımda yürüyordu. Hüseyin Habip Taşkın 06.11.2018
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0