ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

Sakıncalı 3. Bölüm 'Öykü'

06 Kasım 2018

habibtaskin

Pazarın içerisinde isteksizce yürüyordu. Öğlen olduğu halde birkaç kalem ile çakmak satmıştı. Hepsi kazanç olsa onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Dolaşmaktan, elindekileri satmak için bağırmaktan yorulmuştu. Ne yapacağına karar veremedi. Başını gökyüzüne çevirdi. Mavimsi tabaka öylece yayılmıştı. Pazardan çıkarak az ileride Emlakçı dükkânına uğradı. Giriş kapısının demirleri yeşil beyaza boyanmıştı. İçerideki köşe duvarlar açık maviye boyanmıştı. Sabah demlenmiş çaydan bir bardak içti. Midesinde dalgalanmalar oldu. Emlakçı Sakıncalının durumunu biliyordu: “ Sözde demokrat belediye! Yakın arkadaşların sana nasıl yardım etmezler aklım ermiyor?” Sakıncalı donuk gözlerle baktığında: “ Ben alıştım. Geçmişteki yol arkadaşlarımı düşüncemden temizledim. Geleceğe dair toplumsal mücadeleyi ileriye taşıyanlarla yürümeyi uygun görürüm. Belediyede köşe kapmaca ile yer edenler, ihale almaya çalışanlar, işini yaptırmaya çalışanlar ne yazık ki, geçmişte birlikte omuz omuza verdiğim, verdiğimiz yol arkadaşlarımızda vardır. Ya da diğer gruptaki yol arkadaşlarımda vardır.” Neredeyse elektrikli sobanın yanında sandalyede uykuya dalacaktı. Gözleri bir açılıp kapanırken karşıdan gelen, geçmişin tozlu sayfalarında kalan diğer gruptan olan yol arkadaşını gördüğünde, Emlakçı: “ İyi adam mı desek? Kötü adam mı desek? Yolunu şaşırmış olmalı buraya doğru geliyor.” Kapıdan içeriye Çeyrek Müteahhit girdi. Etrafına bakmadan: “ İyi günler.” Emlakçıyla tokalaştı. Yönünü Sakıncalıya döndüğünde ten rengi hafiften gitti: “ Nasılsın Sakıncalı!” “ Bomba gibi miyim? Yoksa pısırık gibi miyim desem?” Emlakçı gelene çay ikram etti. Arkasından lafı yapıştırdı: “ Çeyrek Müteahhit, nasıl adamsınız? Sakıncalının geçmişini bilmesem? Belediye başkanıyla aran iyi neden işe aldırmıyorsun? Ot kafalıları mı yoksa sana yarayanlarımı işe alıyorsun?” Çeyrek Müteahhit kolundaki saate bakıp, elindeki çayı masaya bırakarak: “ Yahu nasıl unutmuşum! Karşı semtte toplantımız vardı.” Çeyrek Müteahhittin oradan topuklamasına ikisi de güldü. Emlakçı eliyle işaret ederken: “Korku mu desem? Utanma duygusu mu desem?” Sakıncalı efkârlanarak: “Çeyrek Müteahhittin yanına da gittim. Daha kimlerin yanına gitmedim ki?” Sakıncalı satış yapmak için Emlakçının yanından ayrılıp pazara doğru yol aldı. Ara sıra bağırıyordu: “Beş çakmak bir lira…” Etrafını kesiyor pazara giden, gelene bakıyordu. Ağırlıklı kadınlar pazar alışverişine geliyordu. Satış düşündüğü rakamın çok altındaydı. Başka bir iş düşünüyordu, düşünmesine ama bulamıyordu. Vergi iade zarfları kalkınca kazancı hepten düştü. İşportada vergi iade zarfı satmak yerine göre kazançlıydı. Şimdi işler hepten karıştı. Kırtasiye toptancısından gereksinimlerini alırdı. O da geçmişte toplumsal mücadelede yerini almış ve içeride uzun yıllar yatmıştı. Birbirlerini geçmişten tanırlardı. Sakıncalı ona yanında çalışma teklifini götürmeyi bir akşam yemeğinden sonra aklına geldi. Üstelik tanıdıktı. İşi olursa evine yiyecekte götürecekti. Bir akşamüzeri onun yanına uğradı. Çaylar içildi. Sohbet geçmişteki mücadeleye dayandı. Geçmişin sayfasında kalanlar kalmıştı. Şimdiki zamanda kalanlar ne yapıyordu? Sakıncalı ortamını bulduğunda konuya girdi: “ Durumum çok kötü! İşportacılık can çekişiyor. Yanında çalışmak istiyorum; düşüncen nedir?” Kırtasiyeci hiç kekelemeden: “ Biz yol arkadaşıyız. Seni yalnız bırakacak değilim. Yarın sabah gel ve işe başla…” Sakıncalının üstünden büyük bir enkaz kalkmıştı. Anında kuş gibi kendisini hafif hissetti. Yere göğe sığamıyordu. Dükkânı birlikte kapattılar ve otobüs durağına birlikte gittiler. İşe alındığı için mutluydu. Soğuktan üşümeyecekti. Sıcaktan bunalmayacaktı. Eve geldiğinde işe alındığını anlattı. Eşi de çok mutlu oldu. En azından adres belliydi. Semtlere, ilçelere gittiğinde merak içinde kalıyordu. O gece güzel bir uyku çekti. Sabahın erken vaktinde kalktı. Sakıncalının durumundan dolayı Eşi henüz iş bulamamıştı. Hastanede işe tekrardan alınmadı. Bir kurumun aracılığıyla eşi ile birlikte psikiyatri doktorundan destek alıyorlardı. Kahvaltıyı hazırladı. Yalnız başına karnını doyurdu. Eşinin biraz daha uyumasını istiyordu. Kapıdan dışarıya çıkacağı anda Eşinin sesini duydu: “Gidiyor musun?” “Bugün benim için güzel bir gün.” Eşi yanına gelip ona sarıldı. O da ona. Birbirlerini dudaktan öperek vedalaştılar. Eşi: “ Yolun açık olsun. Kolay gelsin.” Birbirlerine el sallayarak asansöre bindi. Sakıncalı Belediye Otobüs durağına nasıl gelip, otobüse bindiğini, uzun yolu nasıl bitirdiğini, sokak aralarından dolana dolana işe gidenlerle yol aldığını dükkânın önüne gelinceye kadar anlayamadı. Kırtasiyeci içerideydi. Birlikte birer çay içip, Sakıncalı süpürgeyi eline aldı. Daha önceden suladığı yerlerden süpürmeye başladı. Bittiği yerde yerdekileri süpürgeyle küreğe süpürdü. Süpürülenler çöpe girmesiyle son buldu. Kalem, silgi, kalemtıraş, defter ve birçok kırtasiye ürünü vardı. On bin adet olduğunu öğrendiğinde düşüncesinde hafiften bir olumsuzluk eki oldu. ‘ Bunların fiyatlarını nasıl öğreneceğim?' Sakıncalının dikkatini çeken müşterisine göre farklı uygulama vardı. Kırtasiyeciye sorduğunda: “ On bin ürünün üç ayrı fiyatı vardır. Perakende, toptan ve herhangi bir tanıdık, toptancı geldi mi ona göre özel tarife uyguluyoruz.” Sakıncalının aklı karıştı. ‘Nasıl öğreneceğim fiyatları? Yandım anam yandım. Neden öğrenmeyeyim? Buradakiler nasıl öğrendilerse bende öğrenirim.' İlk günün akşamı Eşine bugün yaptıklarını anlattı. İkinci günüde işinin başındaydı. Tezgâhların tozunu aldı. Neyin nerede olduğunu aklında tutmaya çabalasa da olmuyordu! Canı sıkılsa da, başarmak zorundaydı. Öğlen yemeğinde birlikte yemeğe çıktılar. Arka sokakta bir lokantaya gittiler. Lokantada yerde dolaşan küçük böcekleri gördüler. Oradan kalkıp, birkaç sokak yürüdükten sonra bir lokantaya girdiler. Kırtasiyeci ağzında lokması varken: “ Şiir kitabını ne zaman çıkaracaksın?” “ Param olursa!” “ Hadi bakalım aramızdan bir şair doğuyor. Başarılar dilerim.” Dükkâna gelenlere daha kıdemli olan kişi bakıyordu. Kırtasiyeci oturduğu yerden kasaya bakıyordu. Gelenlerin çoğunluğu fiyat alıp gidiyordu. Ekonomi tıkırında gitmiyordu. Vatandaşın her zaman cebi delikti. Az maaş ile geçim idaresi kişiye cambazlık yaptırıyordu. Sakıncalı ikinci günde dükkâna daha çok alıştı. Akşam edilmişti. Evine gidip bugün ne yaptığını anlattı. Yemekten sonra yarım bıraktığı romanını okumaya başladı. Kafası gayet netti. Sabahın erken saatinde dükkâna geldiğinde birçok işyeri kepenklerini açmamıştı. Kıdemli olan dükkândaydı: “ Günaydın ustam Kırtasiyeci yok mu?” “Kendisi az önce buradaydı. Gelir birazdan.” Temizliğe girişti. Her zamanki aynı işlerin tekrarı bugünde yapılıyordu ki, içeriye Kırtasiyeci girer girmez: “ Sakıncalı işi olduğun gibi bırak!” Sakıncalının yüreğine ateş düşmüştü. Ne diyeceğini şaşırdı. Ona doğru yanaştı. Kırtasiyeci sandalyesine oturmuş ona bakarak: “ Yol arkadaşlığımız oldu. Burası babamın benim değildir. Babam dedi ki: “ Onu işten çıkar. Başımız ağrımasın.” İnan benim kararım değildir.” Sakıncalı şaşkınlık içinde: “ Sorun yok! Böyle durumlara alıştım.” Sakıncalı dünden kalmış gibi kafası bulutluydu. Dükkândan adımlarını attı. Yürümeyi yeni öğrenen bir çocuğa benziyordu yürüyüşü. Sallanıyordu. Neredeyse tökezlenip yeri öpecekti. Ağlamaklı oldu. Çay ocağına oturup çay içmek istedi. Elini cebine attığında, sadece dönüş parası vardı. Çay içmekten vazgeçti. İki gün boşuna gitmişti. Kırtasiyeci sormamıştı: “ Yol paran var mı? İki gün yanımda takıldın al şu parayı diyebilirdi.” Semtine geldiğinde aşağı durakta otobüsten indi. Sokak aralarına dala dala yokuş yukarıya çıkıyordu. Bugün yaşadığını düşünecek halde değildi. Eşine olan biteni nasıl anlatacaktı? O da onunla üzülecekti. Evinin önüne geldiğinde eve girmek istemedi. Kahvehaneye oturmak istediğinde cepte parasının olmadığının farkına vardı. Aklına Emlakçı geldi. Sola doğru yürüdü. Birkaç sokak öteden sağa saptı. Yokuş aşağıya hızlıca indi. Emlakçı dükkânda yoktu. Öğlene kadar o sokak bu sokak diye dolaştı. Balkonda çamaşır asan kadını, yemek örtüsünü balkondan aşağıya silkeleyen kızı görmedi. Bir kadının çocuğuna bağırmasını duymadı. Yanından geçen ve kokan çöp arabasını fark etmedi. Olan biten hiçbir şeyi fark etmedi. Aklına Boyacılık yapan arkadaşı geldi. Boyacının evi eski yerleşim olan köyün içindeydi. Adımlarını, yokuş yukarıya doğru sokak aralarından hızlıca attı. Köyün çevresine geldiğinde toprak yoldan yürümeye başladı. Tek katlı bahçeli evlere gözü takıldı. Bir anlık olduğu yerde durdu. Yönünü arkaya döndü. Karşıda duran dört katlı evleri, inşaatı süren binaları gördü. Bu sokaklarda amcalarla az köşe kapmaca oynamadılar. İnşaatlardan boya tenekelerine kireç doldurup, su ilave edip, evlerin duvarlarını yazılarla süslerlerdi. Boyacının evinin dış bahçesi topraktan yapılma olduğundan, yıllara fazla meydan okuyacak durumu kalmamıştı. Bu evde az sığınağı olmamıştı. Dış kapıyı açtığında kapı elinde kaldı. Gülmeye başladı. İçeriye girince kapıyı yerine koydu. İlk önce soldaki odaya baktı. İçerisi boştu. Sağdaki kapıya yöneldi. İçeriye girdiğinde sol odaya baktı. Babasının piiz yaptığı yerdi. Burada da yatardı. Sakıncalı Boyacıya seslendi: “Hemşerim neredesin?” Anında yanıt geldi: “Yukarıya gel çay demlendi. Aşağıdan bir bardak kendine getir.” Çaylarını içerlerken geçmişe dalıp gittiler. Akşama doğru Sakıncalı evine giderken, bugün yaşadıkları gözünün önüne geldi. Gözleri doldu. Akşam yemeğini yediklerinde masada çıt çıkmadı. Eşi dayanamayıp: “ Bu gece durgunsun! Bir şey mi oldu?” Sakıncalı anlatma niyetinde değildi. Ama içini boşaltması gerekiyordu. Birde Eşinin bilmesi gerekiyordu. Anlattıkça Eşinin gözleri doldu. Sonrasında: “ Kafana takma! İki günün ücretini aldın mı?” “Boş ver!” Ona baktığında: “Şimdi ne yapacaksın?” “ Sevmediğim işportacılığa geri döneceğim.” O gece moralleri bozuktu. Sakıncalı düşünceler içinde yatağa girdi. Ne yapacağını düşünmeye başladı. İşportacılıktan biran önce kurtulmalıydı. Gecenin bir vaktinde yatağından ses çıkarmamaya özen göstererek kalktı. İstem dışı olsa da kendisini mutfakta buldu. Buzdolabının kapağını açtı. Bir tane elma alıp, kapağı kapattı. Çeşmenin başında elmayı yıkadı. Bir bardak su doldurup kana kana içti. Damacana suyu diye insanlara suyu parayla satmaya başladılar. Oysa çeşme suyunu Sakıncalı sıkça içiyordu. Su firmaları ‘kaynak su' deseler de inanmıyordu. Sermayenin sözüne hiçbir zaman inanmadı. Elmayı birkaç dişleyişte az çiğneyerek yuttu. Beynindeki hücrelerde işten atılma olayı döngü halindeydi. Kırtasiyeciyi düşündü! Bir zamanlar birlikte afişlemeye, duvarlara hayat pahalılığından, ırkçı söylemlere karşı afişler yapıştırılmasında, yazılmasında birlikteydiler. Şuan gelinen durum içler acısıydı. Dışarıda havanın soğuğu mutfak camına yansıyordu. Balkon kapısını açıp dışarıya çıktı. Ayaklarında çorap yoktu. Sadece naylon terlikler vardı. Soğuğa aldırmadan volta atmaya başladı. İşten atılışını tekrardan düşündü. Ardından başka bir iş bulmayı düşünmeye başladı. Sonunda kafasının içinde biri davul çalıyormuşçasına ağırlık çöktü. Yönünü yatak odasına çevirdi. Yorganın altına sessizce girdi. Düşüne düşüne uykuya derinlemesine dalıp gitti. Sabah erkenden kalktı. Eşiyle kahvaltısını yaptı. Seyyar tezgâhını boynuna geçirerek, dış kapının önünde kendisini buldu. Sokak aralarından yürüdü. Esnaf yeni yeni dükkânlarını açıyordu. Aşağıya inen caddenin sağındaki, apartman altıda bulunan kahvehaneye girip cam kenarındaki masanın duvar dibindeki sandalyeye oturdu. Ocakçı dün geceden kalmış olmalı ki, ona boş gözlerle bakıp duruyordu. Sakıncalı ona bakarak: “Ustam bir çay.” Ocakçı duruşunu bozmadı. Sakıncalı bir daha söylemedi. Bir saate yakın oturduktan sonra yerinden kalkarak, dükkân dükkân dolaşmaya başladı. Bugün yaptığı satışlar idare ederdi. Hiç yoktan iyiydi. Aşağıda köşedeki parkın içine girip az ileride bulunan kahvehaneye yakın olan yerdeki banka oturdu. Defterini çıkartıp yazdığı şiirlere bakındı. Hava serindi, nasıl şiir kitabını çıkartırım diye düşündü? Oturduğu yerden kalkıp dükkânları dolaştı. Yazdığı şiirlerinin birkaçını arkadaşının önerisiyle öyküye çevirmişti. Edebiyatın inceliğinden gelmiyordu. Özel E Tipi Cezaevinde yaşadıklarını, daha doğrusu neye tanık olduysa geleceğe taşımak istiyordu. Kendisini geliştirmeye bir yandan gayret ediyordu. Şu gerçeği biliyordu! Daha yolun başlangıcındaydı. Önüne hedef koymuştu! Birkaç yıl sonra daha iyi yazacağına dair düşündü. Yazma konusunda moralini hiçbir zaman bozmadı. Roman, öykü ve şiir kitapları okuyordu. Diğer yandan ikili ve çoklu sohbetlerde konuşmaları dinlerdi. Onlardan malzeme çıkarırdı. Saçları kırlaşmış, yüz hatlarında hafiften çizgiler oluşmaya başlamıştı. Belki de o çizgiler yaşamını anlatıyordu. Sonunu da bağlamış olabilirdi. Kendisi bu gibi şeylere aldırmazdı. Aynaya baktığı zamanlarda, dikkat kesildiğinde, yaşamın nasıl çabuk geçtiğini düşünürken, kendisinden çok şeylerin götürdüğünün farkındaydı. Gidenlerin geriye gelmeyeceğinin bilincindeydi. O günler güzel günlerdi. Birlikte mücadele, paylaşma, bölüşme, eşitlik ve her şey doğa, insan, hayvanlar içindi. Gidenler, yaşanmışlığın zaman dilimleriydi. Gelende yaşayacağı zaman dilimine aitti. İşin başında damgalanmıştı. Bir avuç ensesi kalının yapmış olduğu haksızlığa karşı gelmesi, insancıkları bilgilendirmesiyle yöneticilerin gözünde bir asiydi. Asilere iyi gözle bakılmazdı. Sadece yaşadığı coğrafya için geçerli değildi. Gezegeni, barut fıçısıydı. Bu bağlamda ateşe verilmesi kolaylaştırılıyordu. Acıların yaşanması, gözyaşların mevsimlere göre akması, toprağa kanlı bedenlerin karışması oyunun bir parçasıydı. Nedense bu oyunlar başka oyunlara gebeydi. Sakıncalının suçu acaba bu coğrafyada doğmuş olması mıydı? Yoksa seçiminde acımasız varlığı kabul etmemesi miydi? Birçok neden alt alta sıralanabilir. Yine de insanlığa adanan mücadele bitmiş değildi. Hüseyin Habip Taşkın 02.11.2018
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0