ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

SAKINCALI 2.Bölüm 'Öykü'

30 Ekim 2018

habibtaskin

Sakıncalı Adama alışmıştı. Pazarlarda gözleri onu aramaktaydı. Ya Adam? Hafiften yarı bulutlu, az güneşli bir günde Meydan Pazarında Sakıncalı satış bahanesiyle onu aradı. Aynı yerleri sayısızca, hatta hızlıca geçti. Yoktu. Can arkadaşını kaybetmişçesine üzüldü. Pazarın iç kısımlarında Şişman bir kadın dilenciyle karşılaştı. Ağırdan yürüyordu. Başı eşarplıydı. O devamlı gelip geçene elini açar, gözüne sokacakmışçasına öne doğru uzatırdı. Adam gibi kabiliyetli olmasa da para veren çıkıyordu. Diğer pazarda balıkçıların yakınına doğru meyve satan tezgâhın önünde Kayınvalidesi ile gelini onu gördü. Gelin küçük çantasından üç tane onluk çıkartıp Şişmana verirken: “Başımın gözümün sadakası olsun. Kazalardan, belalardan koru yarabbim.” Diye söylendi. Şişman sessizce onlara bakındı. Sakıncalı net olmasa da anladıklarıyla cümle taslağının ne olduğunu anladı. Kayınvalidesi ile gelini hızlanarak onun yanından ayrıldı. Sakıncalı onlara ulaşmak için dümdüz ileriye yürüdü. İkinci tezgâhtan sağa dönüp yukarıya doğru gidince onları sebze ve meyvelere bakarken gördü. Sakıncalı önlerinde durunca, Kayınvalidesi ile gelininin suratlarında hafiften bir tedirginliğin izleri vardı. Sakıncalı konuşmaya başladı: “ Sadaka diye kadına üç tane onluk veriyorsunuz. Asgari ücret yüz altmış dokuz lira. Şimdi sen kaza olayından, kanserden, değişik hastalıklardan korunmuş mu oluyorsun? Seni enayi yerine koymuştur. Para vereceksin, o zaman akrabalarında gariban yok mu? Mahallende?” Gelin biraz şaşkındı: “ Ben dediğin gibi düşünemedim! Bir daha vermem.” Sakıncalı gözleriyle Şişmanı aradı. Tekrar başını Kayınvalidesi ile gelinine çevirdi: “ O kadın ikinizi hatta üçümüzü silkeleyecek, bizde para nanay, onda tomar tomar vardır. Anlayacağınız üçümüzü satın alır.” Kayınvalidesi ile gelini yanından birbiriyle konuşarak ayrılırlar. Sakıncalı diğer işportacılar pazarın işlek yerinde bir aradaydılar. Uzun Boylu: “ Ne satacağımı şaşırdım! Toptancı bir de hacı, fırsatı hiç kaçırmıyor. Para için acıma duygusunu yitirmiş. Kazancım düştü.” Kısa Boylu şişman: “ Benim satış yapacağım kalemler bellidir. Bu gidişle başka kalemler satmalıyım ama neyi?” Ufaktan, çaktırmadan toptancıların yapmış olduğu zamlar işportacılık ile geçinenleri etkilese de insanları da çarpıyordu. Yapılan zamlar karşısında işportacılarla, insanlar karşı karşıya kalıyordu. Oysa düzenin ana öğesi konuşulmazdı. Düzen zamlarıyla çarpılmak buna denirdi. Sakıncalı yargılandığı mahkemeye gitmemezlik yapmıyordu. Yıllara sarkan yargılanma karşısında yaşam koşuşturmacası çok zordu. Bir yandan gözetim altındaydı. Semtin birinde esnafları dolaşmış, küçücük parkta bulunan tahtadan ince uzun yapılma demirden her iki tarafı destekli bank dedikleri, insanların oturacağı yere oturdu. Cebinden çıkardığı paralara baktığında düşüncesinde bunalım dalgası etrafa çarpıyordu. Evinden getirdiği yarım ekmek arası içinde kuru fasulyeyi yemeye başladı. Bir yandan kendi halini düşünürken, ne yapabilirimi de düşünüyordu? Plastik şişeden suyunu içti. Açlığını böylelikle bastırdı. Sırt çantasını bankın üzerinde olan tablanın üzerine bıraktı. Yönünü onlara döndü. Bir elini sırt çantasının üzerine bıraktı. Gözleri hafiften kapanıyordu. Fazla dayanamadı. On on beş dakika uyudu. Uyandığında soğuk hava giyimine işlemişti. Ayağa kalkarak hızlıca bir ileri geri geldi. Tablanın ipini boynuna takarak, dükkân dükkân dolaşmaya başladı. Sollu ve sağlı ala ala ilerliyordu. Satış yapamadığından moral bozukluğu yaratmaya devam ediyordu. İki haftada geldiği yerlerden sayısız işportacı geçiyordu. O gün eve geldiğinde başının içinden birileri çalışma yapıyordu. Eşi ıhlamur, adaçayı, elma kabuğu, tarçın, limon karışımı yaptı. Onu zorlanarak içti. Divanın üzerinde olduğu gibi yatmaya koyuldu. Eşi bir ara soğuk algınlığına iyi gelir diye aspirin verdi. Pijamalarını giydi yatağa bir yattı. O yatış. Dört beş güne yakın yatakta dinlendi. Sakıncalı divana pencere kenarına oturdu. Güvercinlere bakındı. Bir zamanlar serçeler çoğunluktaydı. Kumrular geldi. Şimdi güvercinler ama nedense azaldılar. Nedenini anlayamadığı kuşların çokluğu ve sonradan azlığıydı. Geçmişe takılı kaldığında: ‘En son çalıştığı hastanede eşiyle taşeron işindeydi. Yerleri ayrıydı. Sakıncalı, taşeronlaşmaya, işten keyfi atılmalara karşı sendikal mücadeleyi esas alarak işçiler arasında çalışmayı gizliden yapıyordu. İş bitiminde bölümlere giderek taşeron işçileriyle konuşuyordu. Daha sonraları taşeronda sendika çalışması yapanlarla tanıştı. Gizli yerler olan taşeronların oturup dinlendiği katları seçiyorlardı. Ardı ardına kararlar alıyorlardı. Hastane yönetimi kendi taşeron işini kurmuş, avantalarına konuyorlardı. Ya taşeron işçileri? Beyaz kunta kinteleri oynuyorlardı. On beş ile yirmi gün arası on beş kişiye yakın insanı kapı önüne koyuyorlardı. Sıra kime gelecekti? Taşeron işçilerini bunalıma sokan bu sorunun yanıtıydı. Herkesin her an atılma riski vardı. Atma sebepleri hep aynıydı: “İtaatsizlik. İş verimliliğinden kaynaklı atılmalar.” Rektöre, Başhekime derken üst kademede olan sömürücülere, ezicilere, emek düşmanlarına öfke büyüktü. Tek yol sendikalaşmaydı. İdare sendikalaşma çalışmasını biliyordu. Ama kimlerdi? Hastanede olan yolsuzluğu dile getirdiler, toplumsal düşünceyi savunan gazetelerde dönen dolaplar yazıldı. Her çıkan gazete idare binasında bulunan yönetime kapı altından gazete atılarak duyuruldu. İdarenin emek düşmanlığı arttıkça arttı. Kırk beş kişi kapı önüne konuldu. Ardından elli beş kişi daha kapı önüne konuldu. Yemekhanede Diyetisyen Sakıncalı ve diğer memur aşçıların, taşeron çalışanların sorumlusuydu. Bir öğle üzeri Sakıncalıyı Diyetisyeni odasına çağırır. Odası arka kapıdan içeriye alınan yiyecek malzemelerinin giriş kapısına yakın her iki tarafı camdan olan ve arkası boydan boya duvar olan küçük bir yerdi. “ İşçileri sendikalaşması için çalışıyormuşsun? Birde bölücü faaliyetin varmış?” Sakıncalı hangi hainin ispiyonladığını anlık düşünürken: “ O ite söyleyin! Benimle yüzleşsin. Sendikal çalışmam yoktur. Ne bölücülüğü yapmışım? Kültürü ve dili olan insanları savunmak suç değildir. Biz aynı yerden sayılırız. Senin de bir anadilin var.” “Hemşeriyiz ama hiç yardımcı olmuyorsun?” Sakıncalı kendisini zor tutuyordu: “ Benim yerim bellidir. Ben emeği savunuyorum. Hastanedeki sömürücü doktorları, yönetimi savunmuyorum.” Odadan ayrılır ayrılmaz bölümüne gelir gelmez avazı çıktığı kadar bağırdı: “Hangi emek düşmanı beni gammazladı? Bulursam…” Aşçıların sorumlusu ve bir Memur aşçı yanına ayrı ayrı geldi. Sözbirliği etmişçesine: “ Sana kimin köstek olduğunu bulacağız. Yalnız saldırmak yok!” Sakıncalı söz verdi her ikisine saldırmayacaktı. Belirli aralıklarla geldiklerinde kendisini şikâyet edenin adını duyduğunda: “ Taşeron işçisi Sıskaydı.” Gözleri karardı. İnanamadı. Oysa Taşeron kadın bir gün Sakıncalının yanına gelip: “ Eniştemiz olur. Dili, kültürü başka olduğu için burada barındırmazlar. Senin toplumsalcılığını biliyorlar. Sana saygı duyanda var. Korkanda! Onu korusan?” Onu korudu, ona güvendi. Sendikal mücadelesini ona anlattı. Zaman içinde onu Sakıncalı sıkıştırdı. Taşeron kadın bir gün Sakıncalıya: “ Eniştem bir cahillik yapmış! Bin pişman. Onu afetsen.” Sanki gözleri yerinden çıkacaktı: “ Affedilecek bir durum mu var? Sendikal çalışmam ortaya çıktı. Bölücü diye hastane yönetimi biliyor. Yakında kapıya koyulurum.” Sakıncalı geçmişe gidince canı yandı. Yerinden kalkarak mutfağa su içmeye gitti. Suyunu içer içmez balkona çıktı. Uzaklara dağlara doğru bakındı. Ötesini göremedi. Aklı işinde son güne takıldı. Öğleden sonra çıkış saatini erkene aldı. Sendika için çalışmasını yapmak için hastaların yattığı katlardaki taşeron işçilerini ziyaret etti. Saat dörde gelirken hastaneden ayrıldı. Bitişikte benzin istasyonu vardı. Lambalarda beklerken yeşil ışık yandı. Karşı köşede bekleyen dolmuşa yetişmek için koşmaya başladığında bir ses duydu: “ Dur…” Üzerine alınmadı. Dolmuşa yaklaştığında etrafı sarıldı. Cebinden birisi güvenlikçi kimliğini gösterdi. Apar topar yere yatırıldı. Üzeri arandı. Yerden kaldırılarak gelen beyaz dolmuşa bindirildi. Dıştan görünümü hurdaya benziyordu. En arka koltuğa oturtuldu. Kimliği alındı. Sakıncalı başını arkaya çeviriyordu. Eşinin alınacağı hissine kapıldı. O da ayrı dolmuşa alındığında hareket edildi. Önde şoför koltuğunun yanında oturan Kır saçlı, iri yarı olan: “ Kime bakıyorsun?” Hiçbir yanıt vermedi. Aynı kişi: “ Eşini de aldık.” Sakıncalı moral olarak çöktü. Kır saçlı, iri yarı olanı: “ Hangi gruptansın? Yazılarını kimin için yazıyorsun?” Sustu. Yollar Sakıncalıya uzunmuşçasına geliyordu. Oysa yarım saat sonra başka bir hastanenin acilinden içeriye girmişlerdi. Merdiven altında bir doktor odası vardı. Ona hiçbir şey demeden, muayene etmeden kâğıda bir şeyler karaladı. İstediğinizi yapabilirsiniz demeye getirdi. Çok geçmeden çok katlı bir binaya giriş yapıldı. En son katta üzerindekiler emanete alınıyordu. Eşi geldiğinde onunla bakıştı. Ona gülümsedi. Sakıncalıya: “ Niye getirildik?” Dediğinde: “Bilmiyorum.” Dediğinde: “ Konuşmayın! Önünüze bakın!” Sesler birbirine girdi. Güvenlikçilerden gözlüklü, zayıf olanı Eşi için: “ Bunu bana verin. Hesabını düreyim.” Emanetleri alan: “ İlk önce üzerindekileri alayım. Sende bana bir imza verir kadını alırsın!” Anında bir hamle yaptığında bağrışmalar oldu: “Önüne dön!” Önüne dönmedi, dönemedi. Başından terler boşalmaya başladı. Birileri sanki başını mengeneyle sıkıştırıyordu. Ayakuçlarında yükseliyor hissi uyandırdığında, göğüslerin ileriye doğru yerinden fırlayacakmışçasına, gözleri karardı. Eşinin ve güvenlikçilerin sesleri duyuluyordu: “Sakıncalı! Sakıncalı…” Aradaki zamanı hatırlayamadan bir ara gözlerini açtığında apartmanları gördü ve gözleri tekrardan kapandı. Bir ara kendisine geldiğinde kadın doktorun sesi ile gözlerini yarı baygın açtı: “ Bu bizlik hasta değildir. Hemen yan odaya alalım. Her an yolcu olabilir.” Gözleri kapalıydı. Saatlerin geçişini göremedi. Kızıl saçlı, hafiften sakallı bir genç doktor vardı: “ Ne yaptınız da bu hale geldi?” Güvenlikçilerden birisi: “ Biz ne yapacağız! Kendisi rahatsızlandı.” Gece olmuştu azda olsa gözlerini açtığında güvenlikçilerden biri: “ İyi misin? İyisin iyi. Hadi gidelim!” Sakıncalı sus pus gözlerini yumdu o yumuş. Bir ara Kızıl saçlı, hafiften sakallı bir genç doktoru güvenlikçiler sıkıştırıyordu: “ İmzala kâğıdını da biz gidelim.” “Hastanın durumu iyi değil sabaha kadar bekleyecektir. Her an her şey olabilir.” Gözleri kapanıp açılırken Kızıl saçlı, hafiften sakallı bir genç doktorun sesi duyuldu: “ Ben imzalamam! Sorumluluk alamam. En üst katta kardiyolojide sorumlu doktor var; alın bu yapılan tetkikleri onaylasın çıkış versin; bende imzalarım.” Nihayet Sakıncalı oradan alındı. Kızıl saçlı, hafiften sakallı bir genç doktor ona çaresizlik içinde baktı. Sakıncalı giderken ona dönüp baktığında: “ Hocam emeğin için sağolasın.” Yanıt yerine başıyla onayladı.' Sakıncalı içeriye girdiğinde yatağına giderek uykuya daldı. Sabahleyin erkenden kalktı. Kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Eşi de yarım saat sonra geldi. Kalan eksiklikleri birlikte hazırladılar. Televizyon haberlerinde atmasyonları dinliyorlardı. Gayet güzel bir tablo çizilmişti. Herkesin yüzü gülüyordu. Bir değeri vardır havasından gidiyorlardı. Enflasyon canavarı yerle bir olmuş, refah içinde yüzer olmuş vatandaşcıklar. O gün kendi semtinin pazarıydı. Sakıncalı: “ İşten geri kaldım. Elektrik, su ve diğer giderler için para lazım. Yavaştan kendimi zorlamadan pazara gideyim.” Eşi ona bakarak: “ Belediye Başkanıyla arası iyi olan geçmişteki yol arkadaşlarınla bir konuşsan!” Sakıncalının yüz ifadesi değişti: “ Konuştum! İki kez ama… Yapmadılar. On iki eylül bin dokuz yüz seksen askeri darbesi bu kadar koymadı. F Tipi tabutluğunda yatmamda koymadı. Yol arkadaşlarımın beni aramamasına, sana herhangi bir derdin var mı? diye sormamalarına içerliyorum. Yalnız kaldık. Bir halkı ve halkları savunmanın bedeli çok ağır oldu. Yaşayacağımız varmış, yaşadık. Ağır bir yaşam deneyi yaşadık. Bu günlerde geçecek. Dönek değilim! Satılık değilim! Toplumsal düşünceyi savunuyorum.” Pazara doğru geçmişi düşünerek yürümeye başladı. ‘Bu sokakların dili olsa da bir konuşsa?' Pazarın bir üst sokağından yürürken Roman aileye denk geldi. Merhabalaştılar. Sakıncalı: “ Eşyaları ortalığa salmışsınız. Zabıtalar birazdan devriye nöbeti atar?” Roman Adam: “ Bir tur erkenden attılar. Bir daha gelmezler. İki pazara gelmedin?” “Üşütmüşüm. Yatağa çakılı kaldım. Ne var ne yok?” “ Bildiğin gibi zabıtalar geçende üçkuyular pazarını sıkıştırdı. İlin zabıtaları ile üst düzeyleri boy gösterisi yaptı. Mal kaptıran olmadı. Öğleye kadar satış yapamadım. Birde bu karı var. Başımın belası.” Sakıncalı bu lafa içerlemiş, sakin olmaya çalışarak: “ Senin eşin, can yoldaşın. Öyle söylemek sana yakışmadı.” Roman Kadın gülüyordu. Roman Adam: “ Bu kadın benim hayatımı bitirdi. Yıllar önce dilencilerin şoförü bendim. Buradan başlar kilometrelerce geçtiğimiz illeri, kasabaları, ilçeleri, köyleri dolaşırdık. Ben dolmuşta kalırdım. Dilenmeye çıkanlar etrafa dalar, enayi avına çıkardı. Herkesin tahtadan bir kutusu vardı. Paralarını oraya bırakırlardı. Üzerlerinde para bulundurmazlardı. Yakalandıklarında fazla para kaptırmamak için bu yolu uygun görmüşlerdi. Sigortam vardı. Maaşım vardı. Bana sigara alan alanaydı. Yemeğim bedavaydı. En son gittiğimiz yerin tersinden geriye doğru gelirdik. Girmediğimiz yerleşim birimi kalmazdı. Aşk bu! Bula bula bu cadalozu buldum. Evleninceye kadar çıt yoktu. Evlendikten sonra: “Bu karıyla, şu karıyla yatıyorsun” diye diye gül gibi işimden oldum. Dişlerim dökük yaptıramıyorum. Düştüğüm hallere bir baksana?” Ona bakındı ve başını eşine çevirdiğinde: “ Olan olmuş, yaşananlar sır perdesine dönüp kalmış. Bundan sonrası ise mutlu olmanızdır.” Sakıncalı kendi derdini unutarak, tezgâhı boynunda pazarın içine doğru yürüyordu. Hüseyin Habip Taşkın 23.10. 2018
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0