ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

SAKINCALI 1.Bölüm "Öykü"

23 Ekim 2018

habibtaskin

Saatin materyalleri sanki beynindeydi. Her sabah aynı saatte kalkardı. Bugünde iş aramaya koyulacaktı. İş ilanları üzerinden adreslere uğrayacaktı. Sakıncalı! Dört duvar arasından çıkalı bir hafta olmuştu. Dışarıdan davası sürmekteydi. Nasıl iş bulacaktı? Ortalıkta öylece yalnız kalmıştı. Geçmiş yılların sayfasında mücadele verdiği yol arkadaşları neredeydi? “Birden fazla topluluk coğrafyamızda yaşıyor, kültürüyle, diliyle demesinden midir” yalnızlaştırıldığı? Nedendir? İş lazımdı. Para lazımdı evin ihtiyaçlarını karşılaması, yaşamını devam ettirmesi için ama nerede? Dört duvar arasına, demiri çokça olan yere düşüncesini yazıya döktüğü için girmişti. Bu gezegende toplumsal düşünceyi savunmak hala yasaktı. Komşu kadın Çok Konuşan bu semte taşınalı birkaç ay olmuştu. Muhtar olmasa da sokağın, mahallenin bilmişiydi. Ya da bilmiş geçineniydi. Sakıncalıyı tanımasına gerek yoktu. Havadan uçuşan haberlerle yetinmeyi bilen biriydi. Sakıncalı için ağzındaki sözcükleri bir ileri geri yaparak: “ Yahu komşular onamı kalmış düşünmek, yazmak işi. Koca rabbime şükürler olsun ki, başımızda Bir Bilenimiz var. Her şeyi car car diye konuşur. Yol gösterir bize. Yumruğunu masaya vurur. Postasını koyar. Gözü karadır. Her şeyim feda olsun ona.” Komşular şaşkındır. Şaşkın olsa da konuşmaya devam eder: “ Bu daha çocuk, Bir Bilene karşı gelinir mi? Başımızdaki merhametini göstermiş, iyi ki sallandırmamış darağacında?” Sakıncalıyı tanıyan komşularının ağzında fermuar varmışçasına kapalı olduğundan konuşamamışlardı. Oysa onun mahalleliye yardımı zaman zaman olmuştu. Demek ki unutmayı çabuk kavrayan bir yapıya bürünmüşlerdi. Sakıncalı arkasından konuşulanlardan, ekleme, çıkarma yapmalarından habersizdi. Sokağa çıktığında, pencereden aşağıya doğru sarkan tülün arkasındaki gözler ve gözlerin sahipleri düşünce olarak kayıt altındaydı. Sakıncalının aklında sadece bir iş ve sigorta vardı. Geçenlerde birkaç işyeri temiz kâğıdını Adalet Dağıtıcılarından almanı istemişlerdi. Oradan çıksa çıksa simsiyah kurukafa çıkardı. Kahvaltıyı eşiyle yaptı. Kendisini acele yoldan kapı dışında buldu. Her işyerinde hüsranla bitişler olduğundan dolayı ayakları dükkândan içeriye girmek istemiyordu. İş konusunda çok bunaldı. Yine de umudunu karanlığın kollarına bırakıp yok olmayı seçmedi. Sakıncalının oturduğu apartmanın yanındaki apartmanın altındaki dükkânda bir marangoz dükkânı vardı. Çekik Gözlü orayı işletiyordu. Pazar günleri hariç Sakıncalı Çekik Gözlüye: “Günaydın ustam.” Derdi. O ise elindeki işi ya da dükkânının önünü temizlerken, hortumla sularken şeytanın kardeşini görmüşçesine elindekileri bırakıp kaçardı. Sakıncalı olanlara üzülürdü. Bazı günler dükkân açık olur içeride kendisi yoktu. Nedenini tahmin etmekteydi. Bir gün ‘bu işi nasıl halledeceğim?' diye düşünürken aklına Çekik Gözlünün hemşerisi olan Çekik Gözlüm geldi. İş aramalar devam ederken sokak arasında Çekik Gözlüme denk geldi. Ona olanı biteni anlattı. Birkaç gün sonra öğlene doğru dükkânda üçü buluştuğunda, Çekik Gözlünün eli titriyordu. Oysa ince uzun boyluydu. Saçları azda olsa döküktü. Gözlüklüydü. Küçük piknik tüpünde çay demlikte demleniyordu. Sakıncalı: “ Kolay gelsin ustam.” Dedi. “ Saaağooolasın arkaaadaaaş.” Dedi. İskemlelerde birbirlerini görecek şekilde oturdular. Çaylar içilirken Çekik Gözlüm: “ Sakıncalı toplumsalcılığı, eşitliği, paylaşımı savunuyor. Buraya geldiğimde bana yakınlık gösterenlerden birisidir. Sana gelelim; neden bundan ürktün? Büyük dev adam olarak mı algıladın?” Çekik Gözlü susmayı tercih etti. Çekik Gözlüm soruları arka arkaya soruyordu. Yanıt alamayınca araya Sakıncalı girdi: “ Artık barışı sağladık. Zamana bırakalım.” Çekik Gözlünün dili birden özgürleşti: “ Senin dediğin daha mantıklı olur.” El sıkışıp ilk ayrılan Sakıncalı olur. İkisi baş başa kalmış konuşuyorlardı. Sabahları Sakıncalı: “ Günaydın ustam.” Dediğinde. Çekik Gözlü: “Günaydın komşum.” Demeye başladı. Zaman içinde dükkânda çaylar içildi. Sohbetler edildi. Sakıncalının içini kemiren; ‘benden neden kaçıyordu?' sorusunun yanıtıydı. Sonunda boynunda bir bez parçası bağlantılı taşıyacak pimapenin malzemelerinden bir tabla yaptırdı. Semt pazarlarına ve diğer pazarlara çıkmaya başladı. Zabıtalarla köşe kapmaca oynuyordu. Sattığı vergi iade zarfları, çakmak, permatik, tıraş bıçağı, yarabandı, kalem ve türleriydi. Elindekini vermemek için pazara giriş bölümünde zabıta müdürüyle ağız dalaşına girdi: “ Fabrikatörlere, sermayeye ceza kesebiliyor musunuz? Gücünüz bana mı yetiyor?” Söylemlerle kalaylama düzene girdikçe zabıta müdürü, şefi: “ Hadi git gözümüzün önünde olma!” diyerek başlarından savdı. Sonunda ruhsal bunalıma girdi. Aldığı her ürünü her hafta zamlı almaya başladı. Ne satacağını şaşırmaya başladı. Bir akşamüzeri iş dönüşü Çekik Gözlü çay içmeye Sakıncalıyı davet eder. Karşılıklı otururken konu ikisinin kendiişlerinin zorluğuna geldi. Dertler üst üste geldi. Çekik Gözlü konuşma sırasında: “ Sen içerideyken Boydan Kısa bana: “ Sakıncalı çok tehlikelidir. İnsanı böler de geçer. Emrinde binlerce adamı var. Elini kaldırsa bombalar yağar. Diğer elini kaldırsa makinalı tüfekler ok gibi ileri fırlar. Para isterse ver. Bir şey yaptırdığında sakın parasını almayasın yoksa dükkân başına yıkılır. Sağ kalır mısın bilemem?” Bende bir korku başladı. Ne berbat yere dükkânı açtım diye. Dükkânı taşımayı düşündüm. Cepte para yok! İşler kesat… Sende içeriden çıkınca aklım uçtu. Seni görünce önümü göremiyordum. Bir yerlere gidiyordum ama bende bilmiyordum. Seni tanıdıkça sade bir vatandaştan farkının olmadığını gördüm.” Artık pazarlar hariç semtlere ve ilçelere gitmeye başladı. Kazancı zamlar karşısında eriyordu. Aslında kendisi de eriyordu. Eve ekmek götüremiyordu. Muhbiri, istihbaratçısı, emeklisi, işsizi ve diğerleri işportaya yönelmişlerdi. Bu arada kazanan toptancı oluyordu. Talep olan mallara hemen ekleme yapıyordu. Sistematik olarak her hafta zamlar moral bozuyordu. Pazarlarda dikkatini çeken dilencilerin on beş günde bir değişim yapmalarıydı. Açıktan şirketleşmişlerdi. Her dilencinin bir sahibi vardı. Başka bir semtte elleri sağa sola dönmüş, ayağının biri yana dönük olarak yay gibi yürüyen, bol miktarda para toplayan birini gördü. O kişiyi devamlı yan gözle kesiyordu. Bir yandan söylenerek yürüyordu: “ Amma çok duygularıyla oynanan enayi var! Verdikleri parayı ben istesem bana vermezler.” Adam bağırıyordu. Ara sıra sessizce aciz duruma düşmüş birini oynuyordu: “ Allah rızası için yardım edin!” Yandan bakışlarını fırlatıyordu. Başka bir semtin pazarında yokuş yukarı çıkarken Adam Sakıncalının yanına geldiğinde: “ Yeğenim, beni takip et! Yokuşun sonundan sola dön az ilerle, balıkçıların tezgâhının arkasında bir çay ocağı var. Çaylar benden.” Sakıncalı onun arkasından giderken ona verilen paraları saymakla meşguldü. Çay ocağında Adam dimdik ayakta çayını içiyordu. Başındaki yün örgü olan şapkasını çıkarmıştı. Saçları gürdü. Üzerinde kalın ceketi ile altında kumaş kahverengi olan pantolonu vardı. Aralarında tek tük beyazlar gözüküyordu. Sakıncalı içeriye girdiğinde: “ Yeğenime bir çay! Parası benden.” Yeşilimsi boyadan duvarlarda eser kalmamıştı. Köşe yerde tahta sandalyelere oturdular. Önlerinde tahtadan yapılma bir masa vardı. Çevresinde iki tane tahta sandalye vardı. Adam konuşmasına başladı: “ Yeğenim seni pazarlarda izliyorum. Satış yapamıyorsun. Bir yandan sana acıyorum.” Sakıncalıyı kalbinden vurmuştu. Yüzü kızardı. İçinde cız diye bir ürperti geçti. Yutkunduktan sonra: “Bende sana gıpta ediyorum. Güzelce inekten süt sağarcasına insanlardan parayı cebe indiriyorsun. Sence bu meslek midir? Nedir?” Adam hafiften gülümsedi: “ Bize bir çay daha getir emmi! Yeğenim zorla almıyorum. Bende para almak için biraz dini olarak dil döküyorum. Kendimi acındırıyorum. Birazda figürlerimi sergiliyorum. Enayi olmasınlar canıııımmm. Bu bir kazanç kapısıdır. Herkes kolay zanneder. Aslında zor iştir. Zabıtaya yakalanmayacaksın. Hemen payını vereceksin. Zaten üzerimde fazla para olmaz. On beş dakikada bir avanta gelen para bizi izleyen kişi tarafından toplanıyor. Arabada bulunan tahta kutularımızı bırakıyorlar. Akşama bölüşüyoruz. Başımıza bir miktar adam başı para gidiyor. Şoföre ve o günkü kişiye, paraları gelip alana da para gidiyor. Bizim iş böyle dönüyor. Başımız geçmişte dilencilik yapmış, işin ehlisidir. Sen işini değiştirsen?” Gözlerinle umut ararcasına ona baktı: “ Sermayem yok!” “ Yeğenim karnın aç mı?” Gülümsedi: “ Hayır, sağolasın.” Sakıncalı istemeyerek olsa da satışa çıktı. Morali alt üsttü. Sinirden düzene içinden söyleniyordu. On iki bir arası Adamı köfte ekmek arası yerken aşağı kahvenin bahçesinde gördüğünde cebindeki parayı yoklayarak, yanında bir çay ile gevreğe talim etti. Pazar günleri bile pazara çıkıyor, emeğinin hakkını alamıyordu. Satılan birkaç kalem, çakmak ile akşamı ediyordu. Vergi iade zarfları zamanı gelince iyi satış oluyordu. İlk başladığı günlerde kazancı iyiydi. Çakma cümlesini seyyar satıcı arkadaşlarından duydu. Çakmaklar, piller ülkesinde de vardı. Arkasından kalemler, pilot kalemler geldi. Permatikler de çakma olarak piyasada yerini aldı. Birçok müşteriden olumsuzlukları dinledi. Demek ki işleyiş yapısında moda böyle işliyordu. Kalite kalitesizliğe dönmüştü ama neden? Bir akşam eşiyle sohbet ediyorlardı: “ Ülkemizde kalite denilen olay kalktı. Kontrol denilen mekanizma formaliteyle işleniyor. Tüketim toplumuna doğru gidiyoruz.” Eşi ona bakarak: “ Kalite sıfır. Hormonlu yiyecekler bizlere sunuluyor. Radyasyonlu çayları içmeye devam ediyoruz. Bir yandan kalitesiz mallar! Gelecek kuşaklara kötü bir miras bırakıyoruz.” O gece sorunlarını konuştular. Acaba kaç kişi sorunlarını konuşuyorlardı? Çözüm olarak ne gösteriyorlardı? Sakıncalının sırtında sırt çantası vardı. Elinde tablası, diğer elinde naylon poşette tezgâhına koyacağı eşyaları vardı. Belediye Otobüs durağına doğru sallana sallana geldi. Kalabalık azdı. İlk gelen Belediye Otobüsüne bindi. Sırtındakini çıkartarak oturduğu yerin ayakaltına bıraktı. Tabla ve naylon poşet üzerinde duruyordu. Kendisi de hemen uykuya geçti. Beşiğin sallanmasına benzer sallanmayla sallanıyordu. İneceği durağı geçtiğini kendisine geldiğinde fark etti. Hemen ilk durakta aşağıya indi. Eşyasını tablaya koyup, sırt çantasını da sırtına yükledi. Tablayla bağlantılı bir bez parçasını boynuna geçirdi. Böylelikle kalabalığa daldı. Gözleri zabıtalardaydı. Temkinli gidiyordu. Bir yandan Adama bakınıyordu. ‘Nerede kaldı?' diye söylendi. Kocaman pazardı. Nihayet üç tane pilot kalem satınca hafiften gülümsedi. Aşağıya doğru iniyordu. Karşıdan Adamı görünce gülümsedi. Yanına doğru ilerlediğinde: “ Nerede kaldın?” Adam sıkkın: “ Başımıza buyruk olan şu hurda dolmuşu değiştirmedi gitti. Sabah sabah bozulacağı tuttu. Tamirhanenin önünde toprağa hepimiz kök saldık. Gır gıııırrr diye gideceği yere gidiyordu. Birde bir oyana buyana dans edercesine sallanıyordu.” “ Geçmiş olsun.” “Sağolasın. Bana takıl çay ocağına doğru gidelim. Bir enayi takılır da para atar, böylelikle siftah yapmış olurum.” O önden Sakıncalı arkasından ağır ağır yokuş yukarıya çıkıyorlardı. Enayiler takılıyordu. Bolca para verende vardı. Birde: “ Gözümün başımın sadakası olsun.” diye söylenenler vardı. Sakıncalı hafiften söylenerek: “ Ya enayiler ya! Ne gözünün sadakası be! Kazada geçirirsin, kanserde olursun! Hay senin sadakana!” Çay ocağına gelir gelmez tahta sandalyelere oturdular. Adam: “ Yeğenimle bana birer çay ver.” Çaylar içilirken Adam yüzünü Sakıncalıya çevirdi: “ Yeğenim sana acıyorum. İşi değiştirsen diyorum!” Sakıncalının canı yandı: “ Senin işi yapsam?” Adam şaşırdı. Ona bakarak: “ Yeğenim bu işin bir kuralı vardır! İlk önce sahibin olmalı, yalnız bu denizde boğulursun. Her yer parsellenmiş durumda. Belirli aralıklarla yer değiştirerek geliyoruz.” Sakıncalı çayını yudumladıktan sonra: “ Ya tek tek olanlar?” “ Onları belirli saatte dolmuş sırasıyla alıyor.” Sakıncalı: “ Sizler o zaman şirkete dönmüşsünüz! Avanta para verip rahatlıkta sağladığınız ana merkezlerde vardır. Zabıtaların karışmadığı yerlere tanıklık eden biriyim.” Adam: “ O işi bilmem, o kadar. Ben parama bakarım. Avantasını almadan bize soluk aldırırlar mı sanıyorsun! Sen çorbana bak! Gerisini boş ver yeğenim.” O gün satış yaparken ciddi ciddi dilencilik yapmayı kafasına koydu. Gözleri doldu. Bağırmaya başladı: “ Üç tane pilot kalem bir lira, yok mu alan.” Sakıncalı öfkelimi öfkeli. Bağırmaya başladı: “Üç tane pilot kalem beş lira, yok mu alacak bol keriz enayi? Almazsan alma bende satmıyorum. Ulaaannn…” Yanından geçenler anlamsız gözlerle ona bakınıyorlardı. Hüseyin Habip Taşkın 20.10.2018
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0