ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

KÜÇÜK ESNAF GÜMBÜRTÜYE GİDERKEN?

25 Eylül 2018

habibtaskin

KÜÇÜK ESNAF GÜMBÜRTÜYE GİDERKEN? İsmail tezgâhın arkasında tahta sandalyede oturduğu yerde şekerleme yapıyordu. Ara sıra hııırrr hııırrr diye seste çıkartıyordu. Çıkardığı ses dükkânda yankı yapıyor, kapıdan dışarı firar ettiğinde, mahallenin cazgır kadını Elif teyze davetsizce geldiği kapı dışından: “Gece beşik mi salladın? Ne bu horultu?” İsmail kendisine gelir gelmez ayağa kalktı. Kendisini toparlamaya başladığında: “ Elif teyze hoş geldin.” “Lafı kaynatma. Sen gelirken ben o yollardan geçtim aslan parçası.” İsmail aklından ‘ Bu mendebur kadından kurtulamadım gitti. Her gelişinde bana laf sokuşturuyor.' Diye geçirdi. Elif teyze bakkal dükkânının içini ilk defa görmüşçesine her yanına dikkatlice baktı. Oysa açıldığından beri müşterisiydi. İsmail laf olsun diye: “ Elif teyzem alacaksan sana indirimli devredeyim.” Suratını ekşiterek bağırdı: “Senin bakkal dükkânın her şeye benziyor. Beş kuruş bile etmez burası. Dükkânına giren nereye girdiğini şaşırır. Hele seni görünce aklını yer. Başka bir yaratıksın.” İsmail'in tombik suratı kömüre dönmüştü: “ Yahu sende her geldiğinde bana laf sokuşturuyorsun. Büyüğüm diye sesimi çıkarmıyorum. Yeter artık!” Elif teyze lafı üzerine almamakla birlikte ne alacağını unutarak bakkal dükkânından umursamaz bir tavırla çıktı. Nedense bir türlü yıldızları barışmayan bu ikili günde bir kere bir araya geliyorlardı. Veresiye olayı olmasa Elif teyze bu dükkâna hiç gelmezdi. Belki de semtinden geçmezdi. İsmail ile Elif teyzenin huyları bir anlamıyla örtüşüyordu. İkisi de gevezeydi. Karşılarına kim çıkarsa çıksın, konuşmayı karşısındakine kolay vermezlerdi. Esir alırlardı dersek daha doğru olur. Birbirleri arasındaki konuşma it dalaşına dönerdi. Sonrada küserlerdi. Mahallelinin ağzına bu sayede sakız olmuşlardı. Aybaşı zamanı ateşkes olurdu. Barış zamanı olurdu. İsmail'in kalın siyah veresiye defteri vardı. Defterin her yanı dolmuştu. O defteri görenin içi aybaşında cız ederdi. Ödemesini yapan kişi yine borçlanmaya devam ederdi. Borcunu getiren oldu mu İsmail'in yüzünde gülücükler açardı. Hesaba itiraz eden kılçıklar çıktımı İsmail'in iç dünyası allak bullak oluyordu. İsmail küplere binse de meslek icabı alttan alırdı ama iç dünyasında karşısındakinin kafasını yarmak, gözünü patlatmak gelirdi. Ama müşteriye itiraz etme huyu vardı. Çok konuşan İsmail olduğu için veresiyeciler itiraz ettiklerine bin pişman olurlardı. İşin sonunda ondan kurtulmak için arkalarına bakmadan kapıdan çıkar çıkmaz giderlerdi. Elif teyze İsmail'in hakkından gelen tek kişiydi. Bağıra çağıra birbirlerine üstünlük yarışı yaparlardı. Elif teyze veresiyeyi kapatmaya gittiğinde, hesabının kabarık olduğunu iddia ederdi. İsmail'de kalın siyah defterine kanun kitabıymışçasına sarılırdı. E harfinin ardından Elif'i bulur, tarih tarih okurdu. O okurken Elif teyze tezgâhın arkasından onu dinlerken yumruğunu öfkeyle sıkar. Neredeyse bir yumruk atacakmış havası vardı. Okuma bittiğinde, Elif teyze geri kalır mı?: “A benim güzel oğlum. Kirayı, elektriği, vergiyi benden mi tahsil ediyorsun? Yalnız bir dulum. Sende beni yolunacak kaz yerine koyuyorsun? Hööösssttt… Aldığım maaş bellidir. Bu kadar yiyecek nasıl alabilirim? Akıl var, mantıkta var. Onlarda sende yoktur. Yoksa sen bu karı yalnızda, tongaya getiririm demeye mi getiriyorsun?” İsmail'in rengi kaçmıştı. Neredeyse birazdan kafayı yiyecekti. Yine de sabırlı olmaya gayret ediyordu: “Elif teyze ben dürüst bir esnafım. Kalbimi kırıyorsun!” “Sende kalp var mıydı? Kaç paralık?” İsmail'in tombik suratı durmadan başka bir renge bürünüyordu: “Ağzının ayarı çoktan kaçmış, nerede duracağını bilmiyorsun! Sus be kadın!” “Dükkânına bir daha gelmeyeceğim. Dengesiz herif…” Kapının önü ana baba günüydü. Civar evlerden kapıya, pencereye çıkanlar vardı. Tartışma uzadıkça, dinleyicileri çoğaldı. Olaylar son sürat böyle gitse de, mahalleli alış verişi İsmail'den yapmaya devam ediyordu. Hüseyin'in tuhafiye dükkânı vardı. İsmail ile bir çorapçı toptancısında tanışmışlardı. Aynı mahallede oturduklarını o zaman öğrenmişlerdi. Çoğunlukla Hüseyin onun dükkânına uğrardı. Sohbete başladıklarında İsmail konuştukça konuşuyordu. Hüseyin ise kaçmak için bir yol arayışına girerdi. Hüseyin'de Elif teyzeyi bakkal dükkânında tanımıştı. Atışmalarına tanık olmuştu. Tahta sandalyede tezgâhın önünde oturan Hüseyin'di, tezgâhın arka kısmında raflara yakın yerde tahta sandalyede oturan İsmail'di. Sorunlarını birbirine anlatırlarken deşarj oluyorlardı. Konuşmanın çoğunluğunu İsmail yapıyordu. Onun huyuna Hüseyin alışmıştı. O konuşurken tombik yanakları kızarıyor, alnında küçücük terler oluşuyordu. Konuşmasını sürdürürken: “Toptancı geliyor, bana zamlı müjdeler veriyordu. Kazıkları müşteriye yansıtmak zorundaydım. Etiketler elimin marifetiyle değişiyordu. Gelen müşteriyle birbirimize laf sokuşturarak giriyoruz. Nimet diye bir kadın var. Karşı sokakta oturuyor. Bana lafı hemen yapıştırıyordu: “Kazıkları bize geçiriyorsun. Hiç insafın yok mu? Bunca parayı nereye götüreceksin?” Birde senin dükkâna çıkarken yokuşun sonundaki tek katlı evdeki Mine: “ Bu devirde bakkal dükkânın olacak ki, malları stoklayacaksın. Zamlanınca satacaksın. Ah sen ah yok musun? Yaptığın harbiden üçkâğıtçılığa giriyor.” Bu işten bıktım. Zamların sorumlusu benmişim diye mahalleliye lanse ediyorlar. Kötü adam, ezen adam bu durumda ben oluyorum. İnan bıktım. Çekilecek meslek değil!” Hüseyin daldığı düşten kendisine gelir gelmez: “Senden pek farkım yoktur! Cahil sürüsü içimizde olmakla birlikte kendisini sorgulamayan bir toplum yapısı hâkimdir. Zamların sorumlusu küçük esnaf olarak gösteriliyor. Adımız kazıkçıya çıkıyor. Biz mallara zammı yansıtıyoruz. Bunu gören müşteride gücü bize yettiğince sözlü saldırıyor. Asıl başımızdakileri sorgulamak gerekiyor.” İsmail gülümseyerek: “Aman bir duyan olur. Adımız anarşiste çıkar vallahi…” İkisi birden gülmeye başladı. İçeriye Elif teyze girince kahkahanın yerini endişe aldı. Suratı asık olarak İsmail'e sonrada Hüseyin'e baktı. İsmail oturduğu yerden kalkarak: “Elif teyze ne istemiştin?” “Yarım kilo yoğurt ver! Hesabı şişireyim demeyesin, gözüm üstünde.” İsmail başını sallarken ‘belayı bulduk' demeye getiriyordu. Terazinin bir tarafına yoğurt doldurulacak bakır kabı koydu. Diğerine ise gramı koydu. Yoğurdu kaba koyarken terazide hareketlenme olmayınca, eliyle teraziye hafiften dokunduğunda Elif teyzenin ırzına geçiyorlarmışçasına bağırdı: “ Komşular koşun komşular. Siyah defteri şişirdiği yetmezmişçesine terazinin üzerine elini koyuyor. Allahsız… Cehennemde yanasın emi!” İsmail kızarsa da, alev alev yansa da, Elif teyzeden fırçasını yiyordu. Hüseyin oturduğu yerden kalkarak: “Elif teyze sana yakışmıyor. Konuşarak çözeceğine diktatörler gibisin. Sen burada büyüğümüzsün, yol göstericimiz olacağına saldırganlaşıyorsun.” Elif teyze Hüseyin'e baktı. Ağzını hiç açmadı. Yoğurdunu alıp gitti. İsmail ile Hüseyin hiç konuşmadan öylece bir müddet oturdular. İsmail ağlamaklı: “Görüyorsun, adım kazıkçıya, hesabı kabartana çıktı. Başka bir iş elimden gelmiyor. Günden güne bakkallık ölüyor. Belediyenin açmış olduğu Tangang işimizi bozdu. Parası olan oradan alıyor. Benim toptancım onun perakende satış fiyatından ya da az altından bana veriyor. Dükkânım kira, ev kira karım çalışmıyor. İki çocuğum var. Gel de işin içinden çık! Anasını sattığımın dünyası!” Hüseyin kendi sorunlarını biran olsun unuttu. Müşteriler zamları asıl yapanı görmezdi. Küçük esnaf günah keçisi gösterilmişti. Yöneticilerin işine de bu olay geliyordu. Yaptıklarını bir anlamıyla gizlemişlerdi. Birkaç gün sonra Hüseyin bakkal dükkânından içeriye girdiğinde, çamaşır asılı gibi sutyenler, eşarplar, donlar, atletler, penyeler dükkânın her yerinde vardı. Birkaç boş ip raftan rafa yüksekten boydan boya vardı. Şaşırdı. Dükkânın içini boğmuş, göz gözü görmeyecek bir durumdaydı. Burnuna yemek kokusu geliyordu. Hepten şaşırdı: “İsmail neredesin?” “Gel gel buradayım. Tezgâhın arkasında yemek pişiriyorum.” İsmail olduğu yerden doğruldu ve tezgâhın önüne geldiğinde ilk defa onu şişman göbeğinin göründüğünü fark etti. Gömleği pantolonundan yarı çıkmış, saçları taranmamış, havaya doğru uçuşa geçmiş gibiydi. “Bu ne hal? Ne oldu sana? Hepten kendini koyuverip başka diyarlara gitmiş gibisin!” Acı acı güldü: “Son çırpınışım! Artık büyük alış veriş mağazaları açılıyor. Ucuza satış yapıyorlar. Bakkalcılığı yavaştan can çekiştirerek öldürüyorlar. Zenginlerin parası katlanıyor. Her hak onlara, yasalarıyla sunuluyor. Benden bağırtarak vergi alıyorlar. Ya zenginlerden?” Aslında İsmail'in bakkal dükkânı can çekişirken Hüseyin'in tuhafiye dükkânı da can çekişiyordu. Hüseyin'in dükkânının altında şarap satan ve pazarlamacılık yapan Rüştü vardı. Onun dükkânında matraha baktığında bir milyon yüz elli bindi. Kendi matrahı ise bir milyondu. Rüştü'ün kasasına günlük nakit ve çekler giriyordu. Dükkânı anonim şirketiydi. Bayağı ayrıcalıkları vardı. Vergi ödememek için zarar gösterebilirdi. Ya küçük esnaf? Hüseyin son kez onun dükkânına girdiğinde rafların boşaldığını, yerine mal koyamadığını gördü. Kendisiyle gümbürtüye giden yolu paylaşıyordu. İsmail dağınık haliyle ortalıkta var ya da yokmuşçasına dolanıyordu. İsmail dükkânı kapatıp Hüseyin ile vedalaştı. Son olarak hazır giyimde tezgâhtar olarak çalışmaya başladı. Hüseyin dört yıl sonra boşalan raflara bakarak dükkânını kapattı. Dükkânını kapatmadan önce vergiciler ceza yazmaya gelmişlerdi. Hüseyin vergicilerin güçlerinin kendi gibilerine yettiği için konuşmaya başlamıştı: “Sizler hep ben olmadığımda usulsüzlük cezası kesip kapının altından kâğıdı atıyorsunuz. Ensesi kalınlara ceza yazamıyorsunuz? Sizce bu adalet mi? İflasımı görmeye mi geldiniz? Gelin size ölmüş tuhafiye dükkânımın işletmesini vereyim!” Vergiciler gittiğinde yaşadığı kokuşmuşluğa isyan etti ama hiç kimseler duymadı. Bakkal dükkânını kapatmaya sayılı günler kala kapıdan içeriye kıvırcık saçlı dolgun suratlı, yapılı, bıyıklı bir adam girmişti. İlk konuşmayı o yapmıştı: “Sonunda bir iş buldum. Yazarkasan yok! Benden alsana?” Hüseyin istem dışı gülmeye başladı. Eliyle rafları göstererek boş olduğunu ima etti. “Yazarkasayı varsayalım aldım. Ödemeyeceğime göre hacizciler benim peşime takılacaktır. Çalıştığın şirkette sana fırça çekecektir. Ne senin ne de benim başım ağrısın?” Adam boş raflara, tezgâha baktı: “Böyle şansın içine edeyim. İşsizdim ve işe girince bu semtte yönlendirdiler beni. İlk girdiğim dükkân sensin. Keşke işlerin iyi olsaydı da, sana yazarkasamı satsaydım.” Kahveden çaylar geldiğinde sohbete devam ettiler. Yazarkasa satan adam çayların parasını Hüseyin'in karşı çıkmasına karşı ödedi. Vedalaşarak ayrıldılar. Hüseyin'de o iş benim, senin derken taşeron köle şirketinde temizlik işine başladı. Yıllar gelip geçti. Tesadüfen belediye otobüsünde aynı sırada yan yana koltuklara oturunca birbirlerini tanıdılar. Yüzleri burukumsu gülüyordu. İsmail ile Hüseyin'in yorgun düşen suratlarda çizgiler oluşmuştu. Saçlara aklar serpilmişti. İlk söze İsmail girdi: “Emekli oldum. Çalışmaya çocuklarım için katlanıyorum. Sen ne yapıyorsun?” “Senden sonra birkaç yıl işletebildim. Sonunda kilit vurdum. Annem veresiyeler için: “Üzerine bir bardak soğuksu iç ve önemseme yoksa sağlığın bozulur. Yataklara düşersin” dedi. Kırmızı kaplı veresiye defterimin üstüne soğuksuyu içtim. Borcuna sadık olanlar getirdi. Sermaye zalimliğiyle yükselirken, küçük esnafta bitiriliyor.” Sohbetleri İsmail'in durakta inmesiyle son buldu. Hüseyin Habip Taşkın 19.09.2018 .
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0