ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

NEDEN SAMED BEHRENGİ?

16 Nisan 2018

habibtaskin

NEDEN SAMED BEHRENGİ? Yıl 1978 ya da 1979 Zülfi Livaneli'nin bir müziğini dinliyordum. Dizelerindeki cümleler beni derinden etkilemişti. “Behrengi'nin soluğunda taht bir yana, şah bir yana, doğu dalga dalga vurdu.” Diye uzayıp gidiyordu. O dönemdeki devrimci arkadaşlarıma sormuş, yanıtını tam olarak alamamıştım. Sadece yüzeysel olarak, İran'lı bir devrimci olduğu, şahın gizli örgütü SAVAK tarafından öldürüldüğüdür. Kitaplarının olduğunu ileriki yıllarda öğrenecektim. Yazma işine bulaştığımda, Yazarevi Topluluğu Derneği'ndeki çalışmamızda bir arkadaşım dedi ki: “Her arkadaş bir yazar seçsin ve bize tanıtsın.” Birkaç gün sonra aklıma Samed Behrengi geldi. Çünkü onun hakkında internet üzerinden bulabildiğim yazıları okuyordum. Böylelikle bir dosya hazırlamış oldum. Bu dosyayı kendi içimizde belirtilen tarihte sundum ve ayrıca kendi grubumuz dâhil olmak üzere toplam üç edebiyat ve sanat grubunun katılımıyla Akın Dönmez arkadaşımla birlikte ortak çalışma sonucunda, biraz daha eklemeler yaparak bir sunum yaptık. Samed Behrengi hakkında tam olarak donanımlı bir bilgi yoktur. Yoldaşlarının kaleme aldığı bir bilgiye de ulaşamadım. Belki de vardır. Bilemiyorum! Yazarımızın kitaplarını alır almaz evde, belediye otobüsünde, metro da okumaya başladım. Bir gün eşimle belediye otobüse bindiğimizde kitabı okurken gördüğünde: “Çocuk kitabı okuyorsun diye insanlar seni yanlış anlayacak.” Dedi. Gülümsemeyle kendisine yanıt verdim: “Küçük Kara Balık kitabı biz büyükleri de içine alıyor. Ders alınacak bir güzel yapıttır.” Dedim. Küçük Kara Balık, Bir şeftali bin şeftali başta çocukların ve biz büyüklerin okuması gereken kitaplardır. Küçük Kara Balık başlı başına denizde yaşayan hayvanlar âlemi üzerinden biz insanoğlunun yapılarını detaylı olarak anlatmıştır. Bir Şeftali Bin Şeftali'de yaşadığımız dünyanın sorunlarından bir karesine değiniyor. Çocukların ders çıkarması gereken bir konudur. Ya bizim gibi büyüklerin? Bizlerde ders çıkarmalıyız. Şimdi asıl konumuza dönelim: *** Samed Behrengi'nin yaşamı ile ilgili yazımı hazırlarken, araştırmalarımda doğumu 1939'u ölümü1968 olarak kayıtlara geçmiştir. İnternet üzerinden yaptığımız araştırmalarda ise doğumu ve ölümü bir yıl ileri geri kaydırılarak gösterenlerde vardır. Çalışma yaptığımız kitaptaki doğumu ve ölümü dikkate aldık. Babasının adı İzzet, annesinin adı Sara'dır. İki erkek ve üç kız kardeşi vardır. İşçi kökenli bir aileden geliyordu. İran'da yaşayan Azeri'lerden olmakla birlikte, Tebriz kentinde Çerendab Mahallesinde dünyaya gelmiştir. Yaşamı yoksulluk içinde geçmiştir. İlk ayakkabısına okula başladığı gün kavuşur. İlkokulu birincilikle bitirir. Tebriz'deki Debiristan-i Terbiyet ve Danişsera-yili öğretmen okullarını okudu. 18 yaşında mezun olur olmaz, mesleğine ilkokul öğretmeni olarak başlar. 11 yıl bu mesleği sürdürür. İran'ın en fakir köylerinde öğretmenlik yapmak için gönüllü olur. Mamkan. Gogan, Ahircan gibi köy okullarında öğretmenlik yapar. Doğup büyüdüğü Azerbaycan'ın fakir köylerine geri döndüğünde, yine tek bir çift ayakkabısı vardır. Elektrik girmemiş fakir köylerinde öğretmenlik yapmaya, çocuklara okuma, yazmayı öğretmeye başlar. Gönderildiği bazı köylerde bırakın sırayı, karatahta ve hatta okulun kendisi bile ortada yoktur! Öğretmenlik yaparken bir yandan Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde gece derslerine devam etti. İran çocuk edebiyatının tanınmış yazarlarındandır. Azeri halk edebiyatını, Farsça, Azerice dilleri, Azerbaycan folklorunu inceledi. İran eğitimini araştırırken eksikliklerini bulduğunda, çözümler üretti. O dönemde bazı gazetelerde, dergilerde çıkan yazılarında S. Garanguş, Çingiz, Merati, Babek, Behreng, Adibatmış, Daryuş, Nevvad Meragi, S. Adam, Solma gibi takma adlarla yazılarını yayınladı. *** Türkiye'de de Orhan Kemal, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve diğer yazarlarda başka isimlerle yazılarını edebiyat dergilerinde, gazetelerde yayınlattılar. Komünist düşünceye sahip olan ve bu yüzden defalarca tutuklanan, yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçiren ve asıl adı “Mehmet Nazım Ran” olan Nazım Hikmet, yasaklı olduğu yıllarda “Orhan Selim”, “Ahmet Oğuz Saruhan”, “Mümtaz Osman” ve “Ercüment Er” takma adlarını kullanarak şiirler yazdı ve elliden fazla dile çevrilmiş olan eserleri ile birçok ödül aldı. Kullandığı bilinen diğer takma adları ise şöyledir: “Adsız Yazıcı”, “Ahmet Cevat”, “Ben”, “Bendeniz”, “Fıkracı”, “İbrahim Sabri”, “İhsan Koza”, “İmzasız Adam”, “Kartal,H. İhsan”, “Mazhar Lütfi”, “Osman Cemal”, “Sarı Murat”, “Süleyman Sabur Ran” . Nurullah Ataç çeşitli gazete ve dergilerdeki yazılarını; “Sabiha Yağızlar”, “Alkan”, “Ahfeş”, “Süha Kavafoğlu”, “Ali Gümrükçü” gibi takma adlarıyla yazmıştır. Aziz Nesin 1952'de İstanbul'da Levent'te Oluş Kitabevi'ni kurdu; Levent sakinlerine gazete dağıtma işini sürdürmekle beraber, iki küçük çocuğunun geçimini sağlayamayınca, 1953'de Beyoğlu'nda bir ortağıyla “Paradi Fotoğraf Stüdyosu”‘nu kurdu. 1954'te Akbaba dergisinde takma adlarla öyküler yazmaya başladı. Zira edebiyat hayatında iki yüze yakın takma ad kullanmıştır. Bu takma adlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: “Berdi Birdirbir”, “Bahri Filefil”, “Fettane Şatifil”, “Kerami Pestenkerani”, “Kerim Kihkih”, “Ord. Prof. Paf-Puf”, “Dr. Daim Değer”, “Oya Ateş”, “Vedia Nesin”. Orhan Veli Kanık “Mehmet Ali Sel” takma ismi ile pek çok şiiri Varlık Dergisi'nde yayınladı. Ayrıca Orhan Veli'nin bilinen bir diğer takma adı da Mehmed Kemal'in “Acılı Kuşak” adlı kitabında bahsettiği, Adilhan Köyü'nün isminden almış olabileceği söylenen“Adil Han”dır. Orhan Kemal'in Asıl adı “Mehmet Raşit Öğütçü” olan Orhan Kemal İlk öykülerini “Bacaksız Orhan” takma adıyla yayımladı. İlk kez 1943'te İkdam Gazetesi'nde “Asma Çubuğu” öyküsünde Orhan Kemal adını kullandı. Orhan Kemal'in kullandığı diğer takma isimler ise ; “Hayrullah Güçlü”, “Raşit Kemali” ve “Yıldız Okur” du. Rıfat Ilgaz Edebiyat hayatına 1926 yılında-henüz 15 yaşındayken-Kastamonu Nazikter Gazetesi'nde yayınlanan “Sevgilimin Mezarında” şiiriyle başladı. O dönemlerde kaleme aldıklarının altına “Mehmet Rıfat” imzasını atıyordu. Rıfat Ilgaz, 1956 yılında İlhan Selçuk'un çıkardığı Dolmuş Dergisi'nde bir hikâye serisi yayınlamaya başladı. Daha sonra bu yazılar Hababam Sınıfı romanı oldu. Çizimlerini Turhan Selçuk'un yaptığı bu dizi çok tuttu. “Stepne” takma adıyla yazdığı bu hikâyelerin kime ait olduğu dönemlerde ilginç tartışmalara yol açtıysa da daha sonra serinin devamı olan oyunları çıkarması tartışmaları sona erdirmişti. Rıfat Ilgaz ayrıca “Remzi Işık” takma adını da zaman zaman kullanmıştır. Kemal Tahir 1934-1936 arasında Yedigün ve Karikatür dergilerinde sekreterlik yapan Kemal Tahir, Varlık ve Ses dergilerinde takma adlarla şiirler yayımladı. Takma isimle mizah öyküleri ve polisiye romanlar kaleme alan yazar, 1954 yılına kadar “Kemal Tahir” adını eserlerinde kullanamadı. “Göl İnsanları“'na alacağı iki öyküsünü hapisteyken Cemalettin “Mahir“ takma adıyla Tan'da yayımladı. Kemal Tahir, 1950'li yıllarda “Körduman, Bedri Eser, Samim Aşkın, F. M. İkinci, Nurettin Demir, Ali Gıcırlı” gibi takma isimler ile kitaplar yayımlamayı sürdürmüştür. *** Burada da sorulan bir soruya yanıt verişimdir: 1-Benim dönemimden iki tane örnek vereceğim! Çanakkale Cezaevinde (1984-1985) C-1 koğuşunda kaldığım süre içerisinde bu koğuşun yatanları devrimci basın ve yazarlarına aitti. Burada bir arkadaşla tanıştım. Çok kitap okuyordu ve samimiyetimiz ilerlediğinde bana: “Ben derginin gönüllü sahibi oldum ve benim hiçbir yazım olmadı.” 2-Oturduğum İzmir-Balçova'da geçmişte yaşadığım bir anımı paylaşayım: 1979- 1980 arasında İzmir'de Sıkı Yönetim Kapsam alanına alındığı yıllarda. Arka arkaya Siyasi polis, Balçova'nın polisi ve Asayiş polisleri boş arsaya birçok kez baskın yapmışlardı. Burada sahte ad, soyadı ile bir derginin yazı işleriyle, matbaası aranıyordu. Bu baskınlardan birine canlı şahit oldum. Gülmemek için o an kendimi zor tutmuştum. O yer 1976 yılında Balçova Ortaokulu ile lisenin altında kalan köşe binanın alt katında kurduğumuz Balçova Kültür Dayanışma Derneğinin üst yolundan sağa doğru gidildiğindeki son evin yanındaki boş araziydi. *** Halk öyküleri, Köroğlu Destanları, halk masalları ve daha nice konular üzerine geniş araştırmalar yaptığını araştırmalar sonucunda ortaya çıkıyor. Kuşaktan kuşağa aktarılan sözlü anlatımla gelen halk masallarını derleyerek kaleme aldı. Kendi öykülerinde, çok iyi bildiği halk edebiyatının ve masalların izleri net olarak görülür. Yazdığı yazıları Farsça olarak kaleme almıştır. Samed Behrengi öykülerini yazdığı zaman Rıza Şah Pehlevi Kral olarak İran'ın başında hükümdarlığını yürütüyordu. Yönetime muhalif olan kesimler, Komünistler, sosyalistler, eleştirenler, sistemden hoşnut olmayanlar ise hedef tahtasındaydılar. Yazarımızda bunlardan birisidir. Yazdığı yazılarla, yayımladığı kitaplarla kısa zamanda dikkatleri üzerine çeken Behrengi, Önceleri sürgün, aylık gelirinin düşürülmesi, polis sorgusu derken göze hepten batar. *** (Türkiye'de olanlarda aynıdır.) *** Dünyanın en eski üçüncü komünist partisine sahip olan İran'da sosyalist eğilimlerle büyüdü. Liseyi bitirdiğinde, Tudeh'e (İran Komünist Partisi) olan sempatisini saklamıyordu. 1957′de öğretmenlik okulunda TUDEH'e sempati duyuyor ve çalışmalarını yürütüyordu. *** Yazmayı sürdüren Behrengi, öykülerinde sık sık simge, alegori, teşhis (kişileştirme) ve çağrışımlardan yararlanarak ülke gerçeklerini anlattı. Bu yazış biçimi masala uygun olduğu için bu alanda da başarılı örnekler verdi ve masal türüne yenilik getirdi. Çocuklara yönelik bu çalışmalar ele aldığı konuların özellikleri nedeniyle aynı zamanda büyüklerin de ilgisini çekmiştir. Genellikle coşkulu ve duygulu bir anlatımın ağır bastığı Behrengi'nin yapıtlarında büyüklerin dünyası küçükler aracılığıyla anlatılırken, toplumsal sorunlarla ilgili eleştiriler içeren bir yaklaşım da sergilenir. Düz yazı, şiir, öykü, hikâye, roman, masal da simgeler, Alegori'nin çeşitli şekillerine her edebiyat türünde rastlanır. Bir fikrin, davranışın eylemin, duygunun, bir kavramın ya da bir nesnenin simgelerle, sembollerle ifade edilmesidir. Örneğin, güzel sanatlarda (resim, heykel vb.) adaleti, gözü bağlı ve bir elinde kılıç ötekinde terazi ile sembolize etmek; ölümü bir elinde tırpan bulunan iskelet olarak göstermek, bereket'i başak ile göstermek gibi. *** Rıza Şah Pehlevi 1956'da gizli polis teşkilatı Savak'ı kurdurdu. Savak kendi ülkesinde tüm muhalif gördüğü insanlara, gizli siyasi partilere, örgütlere aydınlara, yazarlara, sanatçılara, edebiyatçılara, öğretim üyelerine ve diğer meslek gruplarından olanlara da saldırısını vahşice sürdürürken, işkenceye aldığı, infaz ettiği, cezaevlerine attığı bir dönemde Samed Behrengi'de halkı ve halklarının sorunlarını dile getirirken, masallarında bile iktidar gücüyle halkını ezenlere karşı hayvanları, ağaçları, insanları konuşturabilmişti. *** (Türkiye'de MİT bu görevi üstleniyor ve Komünist, sosyalist, devrimci muhalif olan basın emekçilerine, yazarlarına, çizerlerine yaptığı uygulama İran faşist şah dönemiyle aynı paralellik içindeydi.) *** Samed Behrengi'nin muhalif kişiliği öne çıktığından dolayı SAVAK tarafından 1968 de Aras Irmağı'nın Tebriz vilayeti sınırları içinde kalan kıyısında öldürülmüştür. *** Geri kalmış, yeni, yarı sömürge, feodal yapıların hâkim olduğu tüm ülkelerde bu gibi olaylar cereyan etmektedir. Türkiye'nin dünüyle bugünü arasında muhalif olanlara saldırı her zaman olmuştur. Yazar, çizer, edebiyatçı, sanatçı ve diğerleri de sistemden payına düşeni almıştır. *** Türkiye örneğinde Sabahattin Ali ile İran'da Samed Behrengi'nin ölümü örtüşmektedir. Sabahattin Ali, devrimci düşüncesinden dolayı Türkiye'de yaşama olanağının kalmadığı gerekçesiyle 2 Nisan 1948'de Bulgaristan'a geçmeye çalışırken, kendisine yardım etmesi için anlaştığı kişinin yapısını bilmediğinden bu kişinin Milli Emniyet'le çalışan Ali Ertekin tarafından başına ve diğer dış yüzeyine aldığı sopa darbeleri ve taşla başına vurulması sonucu dönemin iktidarı ve devleti tarafından katledilmiştir. *** Buradaki yazı sunumda soru ve yanıt olarak geçiyor: Musa Anter ve Hırant Dink'te dilleri, kültürleri farklı olsa da düşüncelerinden dolayı katledilenlerdir. Türkiye'de dünüyle bugünü arasında muhalif yazarlara birçok yaptırım uygulandı. İşkence, cezaevi gündemimizden hiç düşmemiştir. (MUSA ANTER İLE HIRANT DİNK İLE İLGİLİ NE DÜŞÜNÜYORSUN?) Türkiye halklar mozaiğidir. Musa Anter bir Kürt yazarıdır. Hırant Dink Ermeni yazarlardandır. İkisinin kesiştiği yer ise aynı coğrafyanın insanları olmasıdır. Aynı zamanda devrimci yapılarından dolayı, halkların birliğini ve kardeşliğini savunuyor olmalarıydı. *** Dünya ülkelerine baktığımızda birçok yazarçizer sisteme muhalif olduğu için İktidar tarafından hedef tahtasına oturtulmuş, bu kişilere de her türlü yaptırım farklı olarak uygulanmıştır. Nedenine gelince: İktidar gücü sömürü ve talan düzeninin devamından yanadır. Halkı, halkları aydınlatacak fikirlere karşıdırlar. Yazarlık bu bağlamda zor iştir. *** Samed Behrengi'nin kitapları İran'da Şah Pehlevi döneminde yasaklanmıştır.1 Şubat 1979 tarihinde Şah İran'dan kaçmış ve Ayetullah Humeyni de sürgünde yaşadığı Fransa'dan ülkesine geri dönmüştür. 11 Şubat 1979'da önderlik ettiği İslam hareketi şeriat düzenini kurdu. Samed Behrengi'nin kitapları yine İran'da yasaktır. *** Samed Behrengi'den bir alıntı: “Çocuklar! Şimdiden iyi ya da kötü olacağınızı bilmediğiniz geleceğinizi ellerinizde tutuyorsunuz. Büyüyeceksiniz, zamanla birlikte sizde ilerleyeceksiniz. Babalarınızın ve büyük babalarınızın bulundukları yerlere gideceksiniz, onların yerlerini alacaksınız. Onlarda gördüğünüz sizin de başınıza gelecek. Fakirlik, baskı, şiddet, adalet, dostluk, üzüntü, terkedilmişlik, dayak, çalışma, işsizlik, hapishane, özgürlük, hastalık, açlık, yırtık-pırtık elbise; toplumsal yaşamın yüzlerce güzel ve çirkin aşamalarından sizde geçeceksiniz. Hastalıkların tedavisi için, önce nedenlerin bilinmesi gerekli. Örneğin, hastanın tedavisinde doktorlar hastalığın önce nedenlerini araştırırlar ve hastalığın nedenlerine göre, hastalarına yazmaları gereken ilaçların yazarlar. Toplumsal hastalıkları iyileştirmede böyle davranmak zorundayız. Sağlıklı bir vücudun hiçbir eziyete uğratılmaması gerektiğini biliyoruz. Aynı şekilde sağlıklı bir toplumda da eziyetin hiçbir çeşidi olmamalı. Sömürü, eziyet, aldatma, suç işleme, savaş, hastalıklar sadece sağlıklı olmayan toplumda görülür. Biz tüm toplumsal hastalıkların tedavisini, bunların nedenlerine bakarak ararız. Kendimize hep sorarız: Daha çocuk olan arkadaşım halı fabrikasına niye gönderilir? Bazıları niye hırsız olur? Niye şura da burada savaş çıkar ve kan dökülür? Ölümümüzden sonra neler olur? Doğmadan önce ben neydim? Savaş, fakirlik ve açlık ne zaman son bulacak? Ve binlerce ama binlerce soru gözlerimizin önünde olup bitiyor. Ayrıca toplumsal olayların sizin dört duvarınız arasında olup bitmediğini bilesiniz. Toplum yaşamımızın her noktasındadır, bu toplumda ülkemizin insanları yaşar. Çok uzak köylerden, küçük, büyük kentlere dek… Çamur ve pislikle kaplı köy yollarından, kentlerin bakımlı caddelerine dek… Küçük, karanlık, fakir köylülerin sinekli, kulübelerinden, kentlerdeki zengin yurttaşların saraylarına dek uzanır. Ücret kölelerinden, fakirlerden, serseriliğe düşmüş köylü çocuklarından, halı dokuyan çocuklardan, çerez gibi tavuk, hindi, muz, portakal yiyen çocuklara dek… Daha çok iyilik yapmalısınız. Bu toplumun üstesinden gelecek araçları aramalı ya da hastalıkları yok etmelisiniz. Toplumu sonsuza kadar değişmeden, olduğu gibi bırakabilecek hiçbir şey yoktur. Toplumu tanımanın birkaç yolu vardır. Köylere ve kentler gitmek, çeşitli insanlarla bağ kurmak bunun sağlam yollarından biridir. Bir başka yolu da okumaktır. Doğal olarak her kitabı değil. En azından her kitabın bir kez okunmasının yararlı olacağını iddia eden bazı kimseler bulunabilir. Bu iddia anlamsızdır. Dünyada dörtte birini okuyabileceğimiz, yaşamımızı zenginleştirecek o kadar iyi kitap yoktur. Bize sunulan kitapların hem en iyisini seçmeliyiz, hem de bizim çeşitli sorunlarımıza cevap verenlerini. Toplumsal ilişkilerin nedenlerini cevaplandıran, oluşumlarını açıklayanlarını. Kitaplar toplumumuzu ve öteki ulusları bilgilendirmek ve bize toplumsal hastalıkları göstermek zorundadır. Tümüyle değerli olan öyküler bize, toplumumuzun resmini çizebilir ve nedenlerini açıklayabilir. Öyküler sadece kendilerini okuyanları eğlendirmezler. Bu yüzden ben de, akıllı çocukların benim öykülerimi eğlenmek için değil, öğrenip bilgilenmeleri için okumalarını istiyorum.'' *** Behrengi'nin yapıtları arasında en ünlü olanı, İtalya ve Çekoslovakya'da ödüller kazanmış olan Küçük Kara Balık (1975) adlı öykü kitabıdır. *** Eserleri: BihruzDihkânî ile birlikte hazırladığı "Azerbaycan Masalları" adında büyük bir derlemesi de bulunan Behrengi'nin öykü ve masallarının çoğu Türkçe'ye çevrilmiş ve bazıları Bir Şeftali Bin Şeftali (1975), Kel Güvercinci (1975), Kargalar (1976), Konuşan Bebek (1976), Pancarcı Çocuk (1977), İnatçı Kediler (1979), Bir Günlük Düş ve Gerçek (1980) ve Altın Civciv (1980), Bu Gelen Köroğludur, Püsküllü Deve, Sevgi Masalı, Telun, Yaşlı Kadın ve Altın Renkli Civciv, Aç Fare, Başkan Keçi, Edi ile Bedü, İyi Arkadaş Kötü arkadaş, Budala Dev, Feleğin Peşinde, Kurt ile Koyun, Kar Tanesinin Macerası, Yıldız ve Konuşan Bebek, Yıldız ile Kargalar *** Samed Behrengi'den Küçük Karabalık kitabından bölümler aktaracağım. Bu kitabı niçin seçtiğimi daha iyi anlayacaksınız? “Anneciğim, kalk! diye seslendi. Sana diyeceklerim var. Anne balık uyku sersemi söylendi: - Şimdi sırası mı, yavrucuğum? dedi ve ekledi: - Sonra söylesen olmaz mı? Haydi! uyanmışken biraz gezip dolaşalım. - Olmaz anneciğim! Artık rastgele gezip dolaşmaktan sıkıldım. Buralardan gitmek istiyorum. - Buralardan gitmek mi? - Evet anneciğim, gideceğim. - Sabahın bu alaca karanlığında nereye gideceksin ki? - Gidip bu derelerin ulaştığı yeri bulacağım. Bir düşün anneciğim, günlerdir derenin boyunu düşünüyorum. Bu işin içinden çıkamıyorum. Bu gece yine gözlerimi kırpmadım. Sabaha kadar düşünüp durdum. İşte şimdi kesin kararlıyım. Anneciğim, gidip bulacağım derenin ulaştığı yeri. Annesi gülmeye başladı: - Ben senin yaşındayken aynı şeyi düşünmüştüm. Ama yavrucuğum, bu derenin ne başı var ne de sonu…Hepsi işte bu görebildiğimiz kadardır. Deremiz akar, akar ve hiçbir yere varmaz… - Eğer deremiz akıyorsa mutlaka bir yere ulaşması gerekmez mi? Nerede birikiyor bu kadar su? Her şeyin bir başlangıcı ve sonu olduğunu biliyoruz. Gecenin ulaştığı bir gündüz, gündüzün ulaştığı bir gece var… Küçük Karabalık'ın annesi kesti sözünü: - Sen boyundan büyük sözleri bırak! Gevezelik sana göre değil. Kalk, haydi! Çıkalım bu kaya dibinden dışarıya.” Komşu balık, anne balık ve Küçük Karabalık arasında konuşmalar git gide yayılırken, Küçük Karabalık: “- Bilgelik nedir bilmiyorum efendim. Ama bildiğim bir şey var. Bu derede amaçsız dolaşıp durmaktan usandım, artık! Kendime karşı dürüst olmak istiyorum. İlerki yıllarda bilgisiz bir yaşlı gibi köşeye çekilip boşu boşuna tükenen yıllarım için yakınmak istemiyorum.” Anne balık ile Komşu balık, Küçük Karabalık'ın aklını kimin çeldiğini konuşurlarken, komşu balık: “ – Kardeş! Küçük Karabalık'ın aklını çelen kişi, evini sırtında taşıyan şu salyangoz olmasın? - Yaa! Haklısın kuşkulanmakta. Salyangoz hep yavrumun çevresinde dolaşıyordu. Mutlaka o çelmiştir. Küçük Karabalık'ın aklını… Küçük Karabalık öfkelendi: - Anneciğim böyle söyleme! O sevdiğim bir arkadaşımdı. Anne balık: - Hıh!.. Balıkla bir salyangozun arkadaşlığını da ilk kez duyuyorum. Küçük Karabalık yanıtı yapıştırdı: - Balıkla bir salyangozun düşmanlığını da ben ilk kez duyuyorum. Siz ona düşman oldunuz. Zavallı korumasız salyangozu yok yere öldürdünüz.” Yaşlı balıklardan uzun bıyıklı bir tanesi: - Çizmeyi aşma Küçük Kara Balık! Biliyorsun, sana da hiç acımayız ha! Bir başka yaşlı balık: - Küçük Kara Balık'ımız biraz okşanmak mı istiyor acaba? diye sordu? Anne Balık sesini yükseltmek zorunda kaldı: - Dokunmayın yavruma, haydi dağılın buradan! Bir başka balık öğüt vermek istedi: - Bayan, siz yavrunuzu iyi eğitemediğiniz için bunlar oluyor. Komşu balık: - Bu olanlar karşısında, inan komşum olduğun için utanç duydum. Bir başka balık önerisini hemen yaptı: - Haydi, demir tavında dövülür. İş işten geçmeden bitirelim Küçük Kara Balık'ın işini. Salyangozun yanına gönderelim… Küçük Karabalık'ı arkadaşları ölümden kurtarıyor. Annesinin yakarmasını duyan Küçük Kara Balık: - Anneciğim, benim halime değil, şu ahmak sürüsüne ağla, dedi. Tam çağlayanın başından ayrılırken Küçük Karabalık dostlarına şöyle dedi: - Sevgili arkadaşlarım, yeniden görüşmek umuduyla, hoşça kalın. Sakın beni unutmayın! Arkadaşları da hep bir ağızdan: - Nasıl unuturuz seni Küçük Kara Balık? dediler. Sen bizi sanki bir uykudan uyandırdın. Bize öyle şeyler anlattın ki, Kırk yıl düşünsek aklımıza gelmezdi. Var sağlıcakla git, bizim yürekli küçük dostumuz. Küçük Kara Balık, çağlayanın coşkulu sularıyla yükseklerden bir göle düştüğünde ilk önce duraksadı ve yavaş yavaş göle alıştı. O güne kadar böyle bir su birikintisine rastlamamıştı. Çevrede binlerce Kocabaş, yani kurbağa yavruları vardı. Birbirlerini süzdükten sonra içlerinden biri: - Hıh! Şuna da bak! Kılıksız şey… Küçük Kara Balık da onları süzmeye başladı: - Alay edecek ne var ki? Benim adım Küçük Kara Balık. Dünya gezisine çıktım. Sizinle de tanışmak isterim. Adınız vardır umarım. Kurbağalardan bir tanesi yanıtladı: - Bize ‘kocabaş' derler. Öteki tamamladı: - Bu bölgenin ileri gelen bir ailesindeniz. Bir diğeri: - Analar, bizden daha alımlı kurbağa doğurmadı bugüne kadar. Bir başkası konuşmayı sürdürdü: - Anlayacağın, senin gibi çirkin ve kılıksız değiliz. Küçük Kara Balık : Şu su birikintisinden dışarı çıkmadınız öyle mi? Öyleyse dünyayı gezmekten nasıl söz açabiliyorsunuz? Şaşırma sırası Kocabaşa gelmişti: - Yani su birikintisinin ötesinde başka dünya mı var? - Bu su birikintisinin nereden geldiğini düşünelim önce. Ardından burasının dışında olanları da… Küçük Kara Balık kurbağaların annesiyle konuşurken: - Çokbilmişlik taslayıp böbürlenme çirkin yaratık! Boynundan büyük konuşmalarla çocuklarımla ve beni etkileyeceğini mi sanıyorsun? Dünya, işte bu su birikintisinden başka bir şey değildir. Haydi şimdi yoluna git, yavrularımın aklını çelme! Küçük Kara Balık: - Eğer yüz kez de su birikintisinde yaşasan, yine bilgisiz kalacaksın! diye söylendi. Bunun üzerine kızan anne kurbağa Küçük Kara Balık'ın üzerine doğru saldırdı ve yakalayamadı. Küçük Kara Balık Yengeçle karşılaştığında Kurbağayı yediğini görürdü. Yengeç onu yanına çağırsa da gitmedi. Aralarında geçen konuşmada Küçük Kara Balık: - Bay yengeç, avınız olmaya niyetim yok. Ben dünyayı gezmeye çıktım. Oyalanamam buralarda. - Sen de şu ödlek balıklardanmışsın, canım. - Ben ödlek mödlek değilim! Gözlerime inanırım. Aklıma yatmayan işe ise hiç giremem. Yengeç bilmiş bilmiş gülmeye başladı: - Peki, söyle bakayım, neyi gördün de av olacağını sandın? - Her şey gün gibi açık değil mi? Küçük Kara Balık Kertenkele ile konuşması: - Yola çıkmadan önce çok korkunç şeyler anlattılar bana. Yolumun üstünde kepçelikuş, bıçkıcı balığı ve karabatak gibi tehlikeli yaratıklar varmış. Bana bunlar hakkında biraz bilgi verebilir misin? Kertenkele başladı anlatmaya: - Bıçkıcı balığı ve karabatak bu bölgeye pek gelmez. Bıçkıcı balığı sadece denizde bulunur. Kepçelikuş ise bu derenin daha da aşağısında yaşar. Aman dikkatli ol! Onun kepçesine sakın düşme! - Ne kepçesiymiş o? - Kepçelikuşun gagasının altında genişçe bir kepçe vardır. Suda yüzen balıklar, hiçbir şey anlamadan onun kepçesine takılırlar. Ardından kuşun yemeği olurlar elbette… - Kepçeye takılanın hiç mi kurtuluşu olmaz? - Olamaz.Kuşun kepçesini yırtıp çıkmaktan başka çözüm yok. Sana bir hançer armağan edeyim de, kuşun kepçesine takılırsan bununla kurtulursun… Küçük Kara Balık hançeri aldıktan sonra sorusunu sordu: - Benden önce de buradan geçen balıklar vardı demek? - Çok geçen oldu. Şimdi onlar çok büyük bir balık ailesi olmuşlar. Balıkçılara oyun oynuyorlar. Küçük Kara Balık kendi kendine bazı sorular soruyor ve yanıtlarını arıyordu: - Bu dere denize mi ulaşıyor yoksa? Kepçeli kuşun kepçesine yakalanır mıyım? Şu bıçkıcı balığına bak hele! Hiç balık balığa kıyar mı? ( İnsan insana kıyar mı?) diye düşünebiliriz. Şu karabatakların da balıklara ne düşmanlığı var anlaşılır gibi değil. Geçtiği yerlerden yepyeni şeyler öğreniyordu. Çağlayanlardan aşağı doğru akıntıyla birlikte giderken takla atıyor, eğleniyordu. Güneşin yakıcı ısısını pullarında duyuyor ve gün geçtikçe güçleniyordu. Küçük Kara Balık evinden ayrılalı ilk kez balıklarla karşılaştığında birkaç minik balık yanına yaklaştı ve konuşmaya başladılar. Küçük Kara Balık kendisini daha derede olduğunu zanneder konuşma sırasında: - Hangi derenin? - Bu dere, işte içinde yüzüyoruz ya! Minik balıklar hep bir ağızdan: - Burası dere değil, ırmaktır balık kardeş, dediler. Akşam olunca bir kayanın oyuğuna girdi, mışıl mışıl uyudu. Gecenin bir yarısında uyanıverdi. Ay ışığı en parlak ışığıyla suya yansıdı. Ortalık gündüz gibi aydınlandı. Annesinin yanındayken hep bu anı beklerdi. (Gecenin özlemini annesinin yanındayken çekmişti. Bu dereden başka yerler var diye.) Sabahleyin uyandığında birkaç küçük minik balık ona: - Günaydın! dediler. Birkaç küçük minik balık Küçük Kara Balık'ı takip etmişti. Konuştuktan sonra birlikte yola koyulmaya karar verdiler. Bu sırada birdenbire su seviyesinin yükseldiği görüldü. Sanki kocaman, kapkara bir tencere kapağı kapanıvermişti üzerlerine. Ortalık zifiri karanlıktı. Göz gözü seçmiyordu. Kaçacak hiçbir kovuk yoktu. - Dinleyin minik balıklar! Dinleyin dostlar! Kepçeli kuşa yakalandık. Ama hemen korkuya kapılmayın! Buradan kurtulmanın yolunu bulmalıyız. Minik balıklar Kepçeli kuşa yalvarırlar: - Saygı değer kepçelikuş cenapları, kulunuz köleniz olalım efendim. Ne olur bizi bağışlayın! Siz çok soylu kişiliksiniz. Irmaklarda ve derelerde duyuyoruz, efendim. O güzel, şirin ve dillere destan olan azıcık aralıyı verseniz ne olur? Bizi Salı verin! Bir nehir boyu sağlık ve yaşam dileklerimizi kabul edin, efendim. - Sizi hemen yutmayacağım. Kepçemde daha önce yaşadığım epey balık var zaten. Onları görüyor musunuz? Minik balıklar kendilerini baştan çıkaran Küçük Kara Balık olduğunu söyleyince: - Şu çokbilmiş Küçük Kara Balık'ın cezasını hemen verin! Ardından sizi geldiğiniz yere bırakacağım. Küçük Kara Balık kepçenin içinde bir köşeye çekti minik balıkları. Onlara usulcacık: - Korkaklar! Nasıl olsa hepimiz yakalanmışız. Sizin ise kaçacak hiçbir yeriniz yok. Bana da gücünüz yetmez. Plana göre, aralarında çarpışma ve boğuşma oyunu oynadılar. Kara Balık, kepçenin dibine doğru ölü gibi yattı. Ötekiler yüzüp yukarıya doğru yükseldiler. Kepçelikuşa seslendiler: - Saygı değer Kepçelikuş cenapları! Şu çokbilmiş Kara Balık'a dersini verdik. Onu boğduk. - Afferin size küçük lokmalar! Şimdi size ödülünüzü vereyim. Sizi böyle canlı canlı yutayım da Bağırsaklarımda özgür olarak gezip dolaşın. Küçük Kara Balık, olanı biteni gördü. Ölü taklidini bırakarak çıkardı hançerini Kertenkelenin verdiği akıl çok işe yaramıştı. Küçük Kara Balık sonunda deniz ile buluşur, deniz olduğunu rastladığı balık sürüsünden öğrenir ve konuşmalarına devam ederler: - Buraya deniz derler. Denize hoş geldin arkadaşım. Bir başka balık da söze karıştı: - Tüm sular, çaylar, dereler ve ırmaklar ister yalnız, isterse buraya akar. Tabii göllere akan suların dışında. Küçük Kara Balık balıkların kendilerine katılma isteğini kabul eder ama bir şartı vardır. Yalnız başına denizde bir süreliğine dolaşmak ister ve bu istek balıklar tarafından kabul görülür. Balıklardan bir tanesi: - Dileğine çok yakında kavuşacaksın balık kardeş. Şimdi istersen biraz gez, dolaş. Ama unutmadan uyarmalıyım seni. Yüzeye çıkarsan karabatakların saldırısından koru kendini. Onlar her gün birkaç balık avlamadan üstünden ayrılmazlar. Böylece yüzerken düşünüyordu: “Artık, ölüm ürkütmüyor beni. Hayatta oldukça onu arayacak değilim. Ölümle karşılaştığımda… Biliyorsunuz bu sık sık başıma geliyor. Apaçık bir gerçekle yüz yüze geliyorum. Bunun çok önemi var mı ki? Önemli olan benim ölü ya da diri, başkalarını nasıl etkilediğimdir.” (Burada Küçük Kara Balık'ın yaşam mücadelesindeki kararlığı öne çıkıyor.) Küçük Kara Balık karabatakın gagasında can çekişiyordu. Bu nedenle karabatağın avını yutmasını diledi. Çünkü onun karnında su vardı. Bir süre daha yaşaya bilirdi. Karabatağa zor soluk alarak seslendi: - Neden beni canlı canlı yutmuyorsun? Ben, ölünce eti zehirlenen bir balık türüyüm. Karabatak hiç sesini çıkarmadan içinden “Seni düzenbaz!” diye söylendi. “Aklınca beni konuşturmaya çalışıyor.” Karabatak durmadan yüzerken Küçük Kara Balık “Karaya düşersem, sonum geldi demektir…” diye düşündü. Bir daha konuşmayı denedi: - Beni yavrularına mı ikram etmeye götürüyorsun? Ama oraya kadar varana kadar ben ölmüş olurum. Çocukların zehirlenir yoksa. Hiç olmaz ise onlara acı… Karabatak, “Ya doğru söylüyorsa?” diye aklından geçidi. “Onu kendim yiyeyim. Yavrularıma başka bir av bulurum.” dedi. Ama yalan söylediyse?” Karabatak Küçük Kara Balık'a: - Küçük balık, küçük balık! Daha ölmedinse haber ver! Yutayım seni. Daha sözünü bitirmeden gagasının arasından suya fırladı Küçük Kara Balık. Karabatak tekrar saldırdı ve bu kez onu yutuverdi. Küçük Kara Balık ne olduğunu anlamadan kendisini ıslak ve karanlıkta buldu. Gözleri karanlığa alıştığında küçük bir balığın ağladığını duyarken, kendisini gördü. Yanına gelerek: - Kalk minik balık! Haydi kalk da bir çözüm bulalım. Anneciğim anneciğim diyerek sızlanma zamanı değil. Küçük Kara Balık aklındaki planı küçük balıkla paylaşır ve hançerini gösterir. - Bak! Şimdi beni dikkatle dinle! Ben sağa sola giderek çırpınacağım. Karabatağı huylandıracağım. O gıdıklanacak. İşte tam o sırada sen dışarıya fırla! - Peki sen ne yapacaksın? - Sen beni düşünme, ben bu balık katilini öldürmeden dışarı çıkmayacağım. Minik balık suya varınca Küçük Kara Balık'ı bekledi. Ama Küçük Kara Balık bir türlü ortaya çıkmıyordu. Bir ara karabatağın kıvrım kıvrım kıvrandığını gördü. Onun ciyaklamasını duydu. Karabatak şimdi debelenip duruyordu. Ardından sulara gömüldü. Küçük Kara Balık'tan hiçbir haber alınamadı. *** Burada sizlere önerim Samed Behrengi'nin kitaplarını çocuklara aldırınız ve hediye ediniz. Hüseyin Habip Taşkın 15.04.2018 http://www.balkanlar.net/forum/index.php?topic=17371.0samedbehrengi http://www.eskimeyenkitaplar.com/unlu-turk-yazarlar-ve-takma-adlari/
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0