Forumİzmir ve Tarihi  Yeni Konu 

Seyahatnamelerle İzmir

18 Mart 2010

arsivarsiv

O’ER OCEANS AND CONTINENTENS (Okyanuslar ve Kıtalar Ötesi) - Fiscar MARISON

Sayfa: 153-160
1909 R. R. DONNELLEY & SONS COMPANY CHICAGO


BÖLÜM XVII


İZMİR'DE - USANDIRAN TÜRK'E ACI ÇEKTİRMEK - AZİZ POLYCARP'IN MEZARI - DAĞDAKİ ESKİ KALE - İZMİR'İN SOKAKLARINDA - DOUGANE'İ ALDATMAK - MARMARA DENİZİNDE - MİDİLLİ ADASI VE ÇANAKKALE - İSTANBUL'A YAKLAŞIRKEN -PERİ MASALI GİBİ MANZARA

Doğu sınırının en ucundaki İzmir'in geniş ve güzel körfezine ait bir şeyler görebilmek için erkenden hareket ettik. Türk İmparatorluğu'nun hemen hemen İstanbul kadar önemli bu şehrinde yaklaşık yarım milyon kişi yaşıyordu. Güneş henüz doğuyordu ve şehrin dumanları geminin baş tarafından görülebiliyordu. Zeytinliklerin yeşile boyadığı yüksek dağlar ve eğimli çayırlar sağımızdaki sahil boyunca uzanıyordu. "İki erkek kardeş"(1) ya da "Les Mamelles"(2) adlı iki tepeden daha da güzeldi. Bahçeler ve çeşitli arazilerle kuşatılmış iki şehir, eğimli arazinin yarısına kadar sokulmuştu. Daha ileride denize girilen sosyetik bölgenin büyük binaları iki dağ arasındaki geçitte yarı yarıya gizlenmiş durumdaydı. Solumuzda kalan körfezin sahili basık ve daha çok ticari ve üretim takibine uygun gibi görünüyordu. Devlet tekelindeki büyük miktarda tuz da sahil kumlarından elde ediliyordu.

İzmir'e yaklaşırken göze çarpan bir başka şey de, Cenevizliler zamanından kalma muhteşem kale idi. Kale, İzmir'in arkasındaki tepenin kenarı boyunca uzanıyordu. Şehir eğimli kıyı boyunca aşağılara doğru yayılıyordu. Dağın yarısında selvi ağaçlarının ikiye böldüğü büyük, karanlık bölge, Türk mezarlığını gösteriyordu. Her Müslüman, eğer mümkünse, görkemli bir selvi altına gömülmek ister.

Gemimiz, kıyıya yakın bir yerde diğer gemilerin arasına demirledi. Bir sürü kayıkçı, yolcuları sadece 30 metre uzaklıkta bulunan pansiyona götürmek için geminin etrafını sardı. Yağız bir Yunanlı ikimizi yakaladı ve bizi belirlenen ücret üzerinden kıyıya götürmek ve gemiye geri getirmek üzere bizimle anlaştı. Türk limanı görevlilerine ilişkin şimdiye değin gelişen iyi düşüncelerimiz (gördüğümüz muameleden dolayı), ağır tahribe uğramıştı. Şimdiye kadar karşılaştığımız daha küçük limanlardaki geçişlerimiz gayet düzenliydi, şimdi gözden geçiriliyorduk ve (kendimizi) tutuklu gibi hissediyorduk. Denetçinin dediğine göre, pasaportum Yafa'da vizelenmediği için burada bir yetkili tarafından imzalanmalıydı. Yol arkadaşlarım Amerika'dan beri vize almamışlardı ve tamamen önemsizdi. Her iki sorun da sadece Amerikan Konsolosluğu'ndan kimlikleri imzalatarak halledilebilirdi. İzmir'e giriş izni almadan önce, ben üç mecidiye, arkadaşım sekiz mecidiye ödemek zorunda kaldık.

Bugün, gümrük memuru, denetçi ve aramızda geçen hararetli ağız dalaşında, bizi hemen oracıkta nasıl tutuklamadığına hala hayret ediyorum. Birleşik Devletlerdeki herhangi bir polisin, Türk Hükümeti'nin o gün maruz kaldığı kötü muamelenin yarısına bile katlanamayacağına eminim. Mantıksız talepler beni tamamen çileden çıkarmıştı. Yine de; İzmirliler, Amerikalılara pasaport kuyruğunda epeyce kolaylık sağlayarak açık geçme izni veriyor gibi görünüyorlardı. Tazminat ödemesi derhal çıkmadığı takdirde, şehri bombalamak üzere iki Amerikan kruvazörünün bu limana giriş yapması çok da uzun bir süre önce değildi. Rehberimiz bize, daha sonra, tazminatın ödendiğini ancak ticaretle uğraşan esnafın Amerikan gemicilerinin daha uzun süre kalmalarını istediklerini anlattı. Piyasa, gemilerin burada olduğu süre içinde canlanmıştı. Protestolarımız sonuçsuz kalmamıştı, denetçi, gün içinde gerekli imzaları tamamlayacağımızın garantisini verdikten sonra, karaya inmemize izin verdi.

Denizin kıyısındaki caddeler büyük ticarethanelerle çevriliydi ki bu da girdiğimiz şehir için harika bir şeydi. Büyük Amerikan ya da Avrupa şehirlerine tabii ki benzemiyordu. Atlı bir tramvay ana cadde boyunca ilerliyor, geniş kışla ve askeri bölgede son buluyordu. Askeri sınır ve adliye binası şehrin en kalabalık kesimiydi. Adalet sarayının bahçesindeki açık sundurmalar insanlarla dolup taşıyordu ve bahçe çiçeklerinin güzel kokusu koridorlar boyunca yayılıyordu. Rehberimiz pasaportumuzun süresinin uzatılması ile ilgili gerekli resmi işlemleri yapmaya yöneldiğinde, bizler de karşıdaki Türk kahvelerinden birine oturduk. Keyfine düşkün Türkler, rahat kıyafetleriyle oturmuşlar, kimileri kahve içerken hararetle bir şeyler tartışıyorlardı, kimileri de ciğerlerini görkemli nargilenin dumanı ile dolduruyordu. Türklerin ifadesi ile"dumanı içine çekmek" sigara içmektir ve içine çekme biçimlerine bakılırsa daha çok içer gibidir. Sigaradan küçük küçük nefesler çekmezler ama bizim ciğerlerimize derin bir nefesle havayı doldurduğumuz gibi dumanı içlerine çekerler. Küçük masalarda mini mini fincanlarda kahve ya da cam bardaklarda süt rengi rakı veya başka soğuk içecek servisi yapılır. Roma'da Romalıların yaptığı gibi yapacaksın, ben de kendime nargile ve diğer güzel şeylerden söyledim. Beni memnun etmek için olsa gerek, garson bana, işletmedeki en iyi nargileyi getirdi. En az 15 cm uzunluğundaki kalın, kehribar rengi ağızlığı kıymetli taşlarla süslüydü ve gümüş kakma işlemeliydi. Aynı süslemeler uzun hortumda ve kristal kâsenin ek yerinde de vardı. Garson, işlenmemiş ham tütün yapraklarını gümüş tepeliğe kümeledi ve yaktı. Kayıtsızca tütünün yanışını izledim. Emrime amade olduğu kısa süre içinde ağızlığı ağzımda tutma zevkini yaşayamadım ve astımlılar gibi geri çektim. Çeşitli dilenci ve işportacı mekânlardan içeriye girmek ve turlamak istedi ancak işletme müdürlerinin hepsi de onları kaba bir şekilde dışarı attılar. Dilencilerin çoğu, rehberimizin bize anlattığına göre, Türk İmparatorluğu'nun Yunanistan ile yaşadığı sorunlardan beri, Türk hükümdarları tarafından zulüm gören Yunanlıların bulunduğu Girit'tendi.

Rehberimiz, pasaportlarımızla ilgili gerekli işlemleri yaptırmış olarak döndüğünde bizler için kalkma vaktiydi. İlk hedef noktamız eski Ceneviz kalesiydi. Tepeye giden rüzgârlı yol boyunca Türk askerlerinin talim yaptığı geniş kışlalar ve tören alanları vardı. Yolda, yolcularda kaçak mal, özellikle tütün, araması yapan muhafızlara rastladık. Tepenin zirvesinden, dökük istihkâmdan, mavi körfezi, ileride sahili, yemyeşil vadileri ve ağaçlarla kaplı dağlarıyla aşağıda uzanan şehrin muhteşem manzarası görünüyordu. Aslında kalenin kendisi harabeydi. Surların çimentosu o kadar dayanıklıydı ki, hala koca koca kayaları bir arada tutabiliyordu. Ortada, garnizon tarafından depo olarak kullanılan geniş çukurlar vardı. Eski Efes'e*(Agora) çıkan yeraltından 1.6 km'lik bir geçit olduğu söyleniyordu.

Tepeden aşağıya inerken, anıt benzeri ufak bir bina dikkatimizi çekti. Onda ve diğerlerinde yeşil bir bayrak dalgalanıyordu. Bu bayraklı yerler, Muhammedilerin (Müslümanların) dervişlerinin veya evliya kabul edilen kişilerin gömülü olduğu yerler anlamına geliyordu. Bu özel anıt, Muhammediler (Müslümanlar), tıpkı Aziz John'un öğrencisi Aziz Polycarp'ın mezarına olduğu gibi büyük saygı göstermekteydiler. Bu Türklerin Aziz Polycarp ile bağlantısını çözmek oldukça zordu. Onların inanılmaz Muhammedi doğmadan 5 yüzyıl önce burada şehit olmuştu. Neden, muhtemelen asla gömülmediği bir yere anıt yapsınlar ve kutsal bir yer olarak kabul etsinler ki? Ama eğer, gerçekten burasının onun mezarı olduğuna inanıyorlarsa, neden badanalı dökük duvarlı anıtı böyle muhteşem bir azize layık görerek sergilesinlerdi? Müslümanlar, belirli günlerde burada toplanarak, kurban olarak kuzu sunarlar ki bu da Kuran'da belirtilmeyen bir diğer ilginç aykırılıktır. Alçak yapının ardındaki ağaçlardaki kan pıhtıları, rehberin bizi bu konuda kandırmadığının ispatıydı.

Türk usulüne göre, elbette pilavın da bulunduğu, bir akşam yemeğinin keyfini çıkardıktan sonra, şehrin zengin pazaryerlerini dolaştık. İpek ve işlemeler bu pazarlarda göze çarpan en önemli şeylerdi. Dükkânların çatısı camdı. Biz dolanıp dururken, birkaç deve kervanı dar pasajlardan geçti. Bir deveden, duvardan farksız olarak bir inç bile eğilmesini beklemeyeceksiniz, bu ağır yüklü hayvanlarla çarpışmayı önlemenin en iyi yolu, yaygın yükleri karşısında kaçmaktır. Ya yolundan çekileceksiniz ya da sizin üzerinize basar geçer.

Şehrin merkezindeki Aziz Polycarp Katolik Kilisesi'ni ziyaret ettik. Kilisenin ön yarısı ve mermer süslemeler 4.yüzyıla aitti. Yakın zaman önce genişletildiği için kilisenin şu anda oldukça güzel süslenmiş 3 tane nefi (orta şahın) bulunuyordu. İçerisinin mimari tarzı, özel olarak, Rönesans ve Bizans döneminin hoş bir karışımıydı. Cemaatin papazlarından biri, doğruluğu şaibeli olan bir hadise göre; yöreni Aziz Polycarp'ın şehit edildiği yer olması dışında, Müslüman türbesi ile Aziz Polycarp'ın arasında herhangi bir bağlantı olduğuna inanmıyordu.

Yeniden gemiye binerken, satın aldığım kitaplardan birisini kaybettiğimi fark ettim. Teknelerle sorun yaşamamayı umarak, limana bağlı yük teknelerinden birine çıktım. Bu şekilde karaya çıkmak aslında, gümrük idaresinin kurallarına tamamen aykırıydı, ancak gümrük görevlilerinden hiçbirisi beni fark etmedi. Sorun, aynı yoldan geri dönerken çıktı. Geminin merdivenlerine çıktığım sırada, gözetmenler kıyıda benim ardımdan bağırarak sahil boyunca koşturuyorlardı. Mümkün olduğunca çabuk bir şekilde, alabandaya tırmanarak, gözden kayboldum. Eminim, telaşlarından, benim tam olarak neye benzediğimi görememişlerdi. O yüzden, arka güvertede, kendime özellikle bir gemi sandalyesi çekip oturdum ve bağırış çağırışlarını sanki sırf merakımdanmış gibi izledim. İçlerinden birisi beni diğerlerine işaret etmeye kalktı ancak o kadar halimden memnun görünüyordum ki, benzerliğimden şüphe duymaya başladı. Yaklaşık 15 dakika boyunca ben tam gözlerinin önlerinde dururken, gözetmenler gemiyi aradılar. Sonunda aramaktan vazgeçtiler. Bu, en azından sabah bana çıkardıkları soruna karşılık, benim açımdan ufak bir tatmindi.

İzmir'de bir doktor, veba belirtilerine rastladığını öne sürerek, şehri veba salgınına karşı uyardı. Ancak açıklama doğru çıkmamasına rağmen, yerleşik halkın öfkesi dinmemişti. (Açıklamayı yapan) Doktorun evinin önünde toplandılar ve eğer polis (doktorun) şehirden kaçmasına olanak sağlamasaydı, toplu halde saldıracaklardı. Ancak, sadece birkaç gün sonra, gerçekten veba salgını baş gösterdi ve bizden sonraki tüm gemiler karantina altına alındılar. Saat yaklaşık 7 gibi, Afrodit, geniş körfezden çıkarak, kuzeye, Çanakkale'ye doğru yola çıktı………………………..

(1)"İki erkek kardeş":İkiztepeler
(2)"Les Mamelles": Seyşellerde bulunan bir yerleşim yeri


Çeviren ve Hazırlayan: Mine ALACALI - Kemal SAĞLAM

07 Haziran 2010

İlhan Pınar

İki Erkek Kardeş adı ile İkiztepeler çok ayrı şeyler; her şeyden önce Batılıların "İki Erkek Kardeş" dediği "due fratelli"dir ki, bu ismin bizdeki karşılığı ÇATALKAYA'dır.
İkiztepeler dediğiniz teleferik olan tepelerin ise Batılılardaki karşılığı Üç Kızkardeşler'dir.
İlhan PINAR
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0